Aşağıda yer alan İlkeler Bildirgesi, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) 3-9 Ağustos 2008 tarihlerinde yapılan Kuruluş Kongresi’nde oybirliği ile kabul edilmiştir.
Sosyalist Eşitlik Partisi’nin dünya görevleri
1. Sosyalist Eşitlik Partisi (SEP), Lev Troçki tarafından 1938 yılında kurulan Sosyalist Devrimin Dünya Partisi Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ile dayanışma içindedir ve onun siyasi otoritesini kabul eder. SEP’in ilkeleri, 20. yüzyılın devrimci kabarışlarının temel deneyimlerini ve bunlara karşılık gelen dünya sosyalist devriminin programı için Marksistler tarafından verilen mücadeleyi bünyesinde bir araya getirir. Kitlelerin bilinçli siyasi mücadeleye güçlü bir biçimde girmelerini ifade eden sosyalist devrim, dünya tarihinde insanlığın toplumsal örgütlenmesinin en büyük ve en ilerici dönüşümünün; sınıflı toplumun ve dolayısıyla insanın insan tarafından sömürülmesinin sona erdirilmesinin habercisidir. Böylesi muazzam bir dönüşüm bütün bir tarihsel dönemin eseridir. SEP’in ilkeleri, 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle açılan, kısa bir süre sonra, 1917 Ekim Devrimi’nde iktidarın Rus işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesinin izlediği bu dönemin deneyimlerinden türetilmiştir ve zorunlu olarak onlara gönderme yapar.
2. SEP’in saflarında yer aldığı Dördüncü Enternasyonal, Lev Troçki önderliğindeki Marksist enternasyonalistler tarafından, Sovyetler Birliği’nin bürokratik yozlaşmasına ve Stalin ile suç ortaklarının başında yer aldıkları diktatörlük rejiminin dünya sosyalist devrimi programına ihanetine karşı, yorulmaksızın verilen mücadeleden doğdu. Sonunda, SSCB’nin 1991 yılında dağılmasına neden olan bu ihanetin siyasi kaynağı, Stalinist rejimin, enternasyonalizmin yerine milliyetçiliği geçirmiş olmasıydı.
3. Sosyalist devrim, kapsamı bakımından uluslararasıdır. Troçki’nin yazdığı gibi, "Sosyalist devrim ulusal arenada başlar, uluslararası arenada gelişir, dünya arenasında tamamlanır. Böylece sosyalist devrim, kelimenin daha yeni ve daha geniş anlamında da sürekli bir devrim haline gelir. Sosyalist devrim, ancak yeni toplumun gezegenimizin bütününde nihai zafere ulaşmasıyla tamamlanacaktır."
Dördüncü Enternasyonal’in, SEP’in programını ve siyasi kimliğini öncelikli olarak tanımlayan bu temel ilkesi, Stalinist "tek ülkede sosyalizm teorisi"ne karşı verilen mücadele içinde şekillendirildi. İşçi sınıfının stratejisi, bütün ülkelerde olduğu gibi, Amerika Birleşik Devletleri’nde de dünya koşullarının tahlilinden türemelidir. Ulusal programların çağı, I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte sona ermiştir. Yaklaşık yüzyıl sonra, dünya ekonomisinin gösterdiği devasa büyüme ve küresel bütünleşme göz önünde bulundurulduğunda, dünyanın içinde bulunduğu ekonomik koşullar ile emperyalistler ve kapitalistler arası çekişmelerin yol açtığı zorunluluklar, ulusal yaşamın temel belirleyicileri konumundadır. Dolayısıyla, Troçki’nin açıklamış olduğu gibi, "proletaryanın ulusal yönelimi ancak bir dünya yöneliminden doğabilir ve doğmalıdır; bunun tersi geçerli değildir."
4. İşçi sınıfının devrimci mücadeleleri ilk olarak nerede (Kuzey Amerika’da, Güney Amerika’da, Avrupa’da, Afrika’da, Asya’da ya da Güneydoğu Asya Adaları’nda; gelişmiş ya da daha azgelişmiş bir kapitalist ülkede) patlak verirse versin, büyük toplumsal yangın kaçınılmaz bir biçimde küresel boyutlar edinecektir. Sosyalist devrim ulusal bir çerçeve içinde tamamlanmayacaktır, tamamlanamaz. O, Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nde öngördüğü gibi, dünya arenasında tamamlanacaktır.
5. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin programı, modern kapitalist toplumdaki en önemli ve belirleyici uluslararası devrimci toplumsal güç olan işçi sınıfının çıkarlarını dile getirmektedir. SEP’in başlıca görevi, Amerikan işçilerini uluslararası sosyalizm programına kazanmaktır. SEP, bu program temelinde, işçi sınıfını siyasi iktidarın alınması ve Amerika Birleşik Devletleri’nde bir işçi devletinin kurulması için birleştirmeye ve harekete geçirmeye çalışır. SEP bu yolla, gerçek anlamda demokratik, eşitlikçi ve sosyalist bir toplumun gelişmesi için gerekli olan nesnel ön koşulları yaratacaktır. Bu hedefler, yalnızca, bütün ülkelerin işçilerinin küresel birliğini sağlamayı ve Dünya Birleşik Sosyalist Devletleri’nin yaratılmasını amaçlayan uluslararası bir strateji çerçevesinde gerçekleştirilebilir.
Kapitalizmin krizi
6. Kapitalizm ve kapitalist ekonomik temeller üzerinde gelişen emperyalist sistem, modern dünyadaki yoksulluğun, sömürünün, şiddetin ve çekilen acıların başlıca nedenidir. Bir sosyoekonomik sistem olarak kapitalizm, tarihsel anlamda ilerici rolünü çok uzun zaman önce tüketmiştir. İki dünya savaşıyla, sayısız "yerel" çatışmayla, Nazizm kabusuyla ve diğer biçimlerdeki asker-polis diktatörlükleriyle, patlak veren soykırım ve toplumsal pogromlarıyla Yirminci Yüzyıl’ın kanlı tarihi, kapitalist sisteme yöneltilmiş, çürütülmesi mümkün olmayan bir suçlamadır. Kapitalizm kaynaklı şiddettin kurbanlarının sayısı yüz milyonları bulmaktadır. Bu sayı, bütün kıtalarda amansız bir yoksulluk ve onun neden olduğu acılar ve sıkıntılar içinde yaşayan insanları kapsamamaktadır.
7. Mevcut üretici güçlerin erişmiş olduğu devasa boyutlar ve teknolojide sağlanmış olan olağanüstü gelişmeler, yalnızca yoksulluğu ortadan kaldırmak için değil; aynı zamanda, gezegendeki her insana yüksek bir yaşam standardı sağlamaya da fazlasıyla yetecek düzeye ulaşmış durumdadır. Bu eşi görülmemiş maddi zenginlik içinde, kültürün de hızla gelişiyor olması gerekirdi. Oysa işçi sınıfının yaşam koşulları kötüleşiyor; perspektiften ve gelecek umudundan yoksun bırakılmış insanlık kültürü derin kriz içinde. Olan ile olması gereken arasındaki bu çelişkinin kaynağı, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve dünyanın akıldışı bir biçimde rakip ulus devletlere bölünmesi üzerine kurulu küresel ekonomik sistemdir.
8. İşçi sınıfının yaşam standartlarını yükseltmek ve önemli toplumsal sorunların üstesinden gelmek için gösterilen bütün çabalar, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet, kapitalist piyasa anarşisi, kar sisteminin ekonomik gereklilikleri ve son ama aynı derecede önemli olarak, egemen sınıfın doymak bilmez açgözlülüğü ve çılgınca para tutkusu engeli ile karşılaşmaktadır. Kapitalist piyasanın kaynak tahsisini en iyi biçimde sağladığı ve toplumsal ihtiyaçların en akılcı belirleyicisi olduğu iddiası, son on yıl boyunca ardı arkası kesilmeyen vurguncu skandalların ve dünya ekonomik sistemini temellerinden sarsan milyarlarca dolarlık iflaslar dizisinin ortasında, bütün itibarını yitirmiştir. "Meşru" mali işlemler ile ağır dolandırıcılık arasındaki ayrım çizgileri, nereyse görünmez hale gelecek kadar silikleşmiş durumdadır. Kişisel servet birikiminin üretimden ve gerçek değerin yaratılmasından koparılması, kapitalist sistemin genel çürüyüşünün bir ifadesidir.
9. Kâr sistemi ile insanlığın varlığını sürdürebilmesi arasındaki uzlaşmaz çelişki, sözcüğün tam anlamıyla en tehlikeli ifadesini, küresel ısınma ve doğal çevre krizinde bulmaktadır. Bu krizin nedeni, burjuva medyası tarafından yanlış bir biçimde iddia edildiği gibi nüfus artışı değildir. O, gelişimleri insan uygarlığının ilerlemesi için büyük öneme sahip olan bilim ve teknolojinin yol açtığı bir sonuç da değildir. Söz konusu kriz, bu iddiaların tam aksine, bilimin ve teknolojinin akıldışı ve köhnemiş bir ekonomik sistem tarafından kötüye kullanılmasının sonucudur. Giderek daha kritik bir hal alan iklim değişikliği sorununa ve diğer çevre sorunlarına kar sistemi çerçevesi içinde gerçek bir çözüm bulunmasının olanaksızlığı, burjuva politikacılarının (çevreye karşı duyarlı olduğunu iddia edenlerin bile) inkar ettikleri bir "rahatsız edici gerçek"tir. Bütün bilimsel kanıtlar, felaketi önlemek için sera gazı salınımında yapılması gereken azaltımların, dünya ekonomisinin, gezegenin doğal çevresinin artık kar güdüsünün ya da yıkıcı ulusal çıkarların elinde rehine olarak tutulmayacağı, sosyalist temelde yeniden örgütlenmesinden başka bir yolla sağlanamayacağına işaret etmektedir.
10. Yayılmakta olan ekonomik krizin ve işçi sınıfının toplumsal konumunun giderek kötüleşmesinin çözümü, kapitalizmin reform edilmesinde yatmamaktadır. Çünkü kapitalizm reformlarla düzeltilemez. Bu kriz sisteme özgü ve tarihsel bir karaktere sahiptir. Nasıl ki feodalizmin yerini kapitalizme bıraktıysa, kapitalizm de yerini sosyalizme bırakmalıdır. Kilit endüstriyel, mali, teknolojik ve doğal kaynaklar, kapitalist piyasanın ve özel mülkiyetin alanından çıkarılarak topluma aktarılmalı ve işçi sınıfının demokratik gözetimi ve denetimi altına sokulmalıdır. Ekonomik yaşamın kapitalist değer yasası temelinde örgütlenmesinin yerini, amacı toplumsal gereksinimlerin demokratik ekonomik planlama temelinde karşılanması olan sosyalist yeniden örgütlenmesi almalıdır.
Emperyalizm ve savaş
11. Sanayinin ve maliyenin ulus ötesi şirketler tarafından kontrol edildiği ekonomik sistem küresel ölçekte işlerken, kapitalizm, bir ulus devletler sistemine saplanmış kalmaya devam ediyor. Ulus devlet, son tahlilde, her bir ülkenin egemen sınıfının oradan hareketle dünya sahnesinde kendi çıkarları peşinden koştuğu bir harekat üssü işlevi görmektedir. En başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere başlıca emperyalist devletlerin jeopolitik egemenlik, etki alanları, yaşamsal öneme sahip kaynakların kontrolü ve ucuz emek gücüne erişim yönündeki dizginlenemez dürtüsü, kaçınılmaz bir biçimde savaşa yol açmaktadır. Bush yönetimi tarafından, 1946 Nürnberg savaş suçları mahkemesinde oluşturulmuş hukuksal içtihada aykırı biçimde, 2002 yılında gündeme getirilen "önleyici savaş" doktrini, savaşı bir politika aracı olarak meşrulaştırmakta ve bitmek bilmez ve giderek tırmanan şiddet için zemin oluşturmaktadır.
12. Sosyalist Eşitlik Partisi, "terörle mücadele"yi, Amerikan şirketleri ve finans dünyası seçkinlerinin, küresel emellerini gerçekleştirmek için askeri şiddet kullanmasının düzmece bir bahanesi olarak, kesin bir biçimde mahkum eder. Amerika Birleşik Devletleri’nin sömürgeci tahakküme karşı mücadele içinde oluşmuş olan devrimci kökenlerini unutan hükümet ve medya, ülkelerinin yabancı ordular tarafından işgal edilmesine karşı direnen herkesi "terörist" olarak damgalamaktadır. SEP, bu emperyalist güdülü karalamaya şiddetle karşı çıkar ve insanların yeni sömürgeci işgalcilere karşı kendilerini, evlerini ve ülkelerini savunma temel hakkını savunur. Bu ilkeli tutum, SEP’in işgal altındaki ülkelerde ya da dünyanın herhangi bir bölgesinde masum sivilleri hedef alan şiddet eylemlerine karşı çıkmasını azaltmaz. Meşru bir biçimde terörist olarak tanımlanabilecek bu tür eylemler, siyasi olarak gerici niteliktedir. Masum sivillerin öldürülmesi, halk arasında öfkeye, şaşkınlığa ve kafa karışıklığına yol açar; işgal altındaki ülkede, mezhepler ve topluluklar arasındaki ayrılıkları derinleştirir. Terör, uluslararası düzeyde uygulandığında işçi sınıfının birlik mücadelesini zayıflatır ve ABD’deki düzenin kurumları içinde savaşa başvurmayı haklı göstermek ve meşru hale getirmek için bu tür olayları fırsat olarak gören unsurların elini güçlendirir.
13. SEP, Irak’taki ve Afganistan’daki bütün ABD askeri güçlerinin derhal geri çekilmesini talep eder; Beyaz Saray ve Pentagon tarafından şu ya da bu nedenle ABD emperyalizminin küresel çıkarlarının önünde duran engeller olarak görülen İran’a ve diğer ülkelere yönelik tehditlere son verilmesi çağrısı yapar. SEP, ABD militarizmine ve onun savaş planlarına karşı en geniş kitlesel protestoları teşvik eder ve destekler. Ama savaşın nedenleri toplumun ekonomik yapısında ve siyasi olarak ulus devletlere bölünmüşlükte yattığı için, emperyalist militarizme ve savaşa karşı mücadele, yalnızca işçi sınıfını uluslararası devrimci bir strateji ve program temelinde seferber edebildiği ölçüde başarılı olabilir.
Kapitalist devlet ve demokrasi
14. Sosyalist politikaların uygulamaya konmasının başlıca ön koşulu, siyasi iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi ve bir işçi devletinin kurulmasıdır. İşçi sınıfı, iktidar mücadelesinde bütün demokratik ve yasal hakları kullanmak zorunda olmakla birlikte, engin tarihsel deneyim, onun, toplumu sosyalist yeniden örgütlemeyi var olan burjuva demokrasisi ve kapitalist devlet kurumları çerçevesinde gerçekleştiremeyeceğini kanıtlamıştır. Devletin, sınıf egemenliğinin bir aracı olarak "yalnızca silahlı insanlardan değil ama aynı zamanda maddi eklentilerden, hapishanelerden ve her türlü ceza kurumundan" (Engels) oluştuğunu belirten klasik Marksist tanımı, günümüzde, bir yüzyıl öncesinde olduğundan daha doğrudur. Devlet, reformistlerin her zaman öne sürdükleri gibi, toplumsal çatışmanın tarafsız bir arabulucusu değildir. Devletin varlığı, toplumun uzlaşmaz karşıtlık içindeki sınıflara bölünmüş olduğunun kanıtıdır. Burjuva devlet, kapitalist sınıfın siyasi diktatörlüğünü sürdüren bir araçtır. Aslında burjuvazi, temel sınıf çıkarlarına yönelik, Anayasa Mahkemesi Yargıcı Oliver Wendell Holmes’un sözleriyle, "açık ve doğrudan bir tehlike" algıladığında, temel anayasal güvenceleri ve usulleri bir kenara itme hakkını hukuksal olarak saklı tutmaktadır.
15. Günümüzün Amerikan devleti, Amerika Birleşik Devletleri içindeki egemenliğini meşrulaştırmak ve dünyanın dört bir yanında şiddete başvurmasını haklı göstermek için bir yandan demokratik söyleme başvururken, benzeri görülmedik çapta baskı mekanizmalarını elinin altında tutmaktadır: İki milyondan fazla insanın parmaklıkların arkasında tutulduğu, dünyadaki en büyük hapishane sistemi; çok büyük ve aşırı derecede silahlandırılmış bir polis gücü; her yıl 14 milyon tutuklama davasının görüldüğü ve idam cezası verme yetkisine sahip bir yargı sistemi; militarist ve anti demokratik düşüncelerle dolu, son derece güçlü ve savurganca finanse edilen bir askeri güç; casusluk ve insanların özel yaşamlarını gözetleme konularında olağanüstü yetkilerle donatılmış muazzam bir "ulusal güvenlik" aygıtı. Amerikan halkının bütün bu kurumlar üzerinde, kesinlikle hiçbir etkin gözetim veya denetim yetkisi bulunmamaktadır. İşkence devlet politikası haline gelmiş, habeas corpus (hemen yargıç önüne çıkarılma hakkı) büyük ölçüde kısıtlanmış durumda ve devlet, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kamu hapishanelerine ek olarak, "düşman savaşçılar" kabul edilen adı açıklanmayan kişilerin ortadan kaldırıldıkları, gizli hapishanelerden oluşan bir uluslararası GULAG ağına sahip.
16. Daha önceki bir tarihsel dönemde belirlenmiş demokratik haklar büyük ölçüde erozyona uğratılmıştır. Lincoln’ın "halkın, halk tarafından ve halk için yönetildiği" bir hükümeti öngören demokratik anlayışı, uzun süre önce yozlaştırılarak, zenginlerin, zenginler tarafından ve zenginler için yönetimi haline getirilmiş durumda. Oy verme hakkı, seçim kampanyalarının büyük şirketlerce desteklenen iki büyük siyasi partinin tekelinde tutulmasını güvence altına alan, kurumsallaştırılmış bir partiler üstü "iki partili" sistem tarafından düzenlenen bir siyasi işleyişte, çok az şey ifade etmektedir. Var olan seçim sistemi Demokratlara ve Cumhuriyetçilere karşı çıkan partilerin seçime etkili bir biçimde katılmalarına olanak vermemektedir. Oy pusulalarında yer almayı düzenleyen yasalar, iki parti diktatörlüğüne yönelik meydan okumaları önleyecek şekilde tasarlanmıştır. Aynı şekilde, büyük medya kuruluşları güçlü dev şirketlerin çıkarları eliyle yönlendirildikleri için, basın özgürlüğü de çok az anlam taşıyor. Dahası, alternatif düşüncelerin duyulması olasılığını yaratmış olan internetin giderek daha fazla sertleşen düzenlemelere tabi tutulacağının çok sayıda belirtisi söz konusu.
İşçi iktidarı uğruna mücadele
17. Demokratik hakların savunulması, sosyalizm uğruna verilen mücadeleye kopmaz bir biçimde bağlıdır. Demokrasi olmadan sosyalizm olamayacağı gibi, sosyalizm olmadan da demokrasi olmayacaktır. Ekonomik eşitliğin yokluğunda siyasi eşitlik mümkün değildir. Demokratik hakları savunmak ve genişletmek, savaşa karşı mücadele gibi, işçi sınıfının, sosyalist bir program temelinde, devlet erkini ele geçirmeye yönelik bağımsız siyasi seferberliğini gerektirmektedir.
18. İşçi iktidarının kurulması, burjuva devletin var olan kurumlarına sosyalist adayların seçilmesinden çok daha fazlasını gerektirir. Bir işçi devletinin temellerini atabilmek için, gerçek katılımcı demokrasinin, devrimci kitle mücadelelerinin içinden yükselen ve toplumun işçi sınıfı çoğunluğunu temsil eden yeni biçimlerinin ve yapılarının geliştirilmesi; yani, işçilerin işçiler tarafından ve işçiler için yönetildiği bir işçi hükümeti gerekir. Böyle bir hükümetin politikası, ekonomik yaşamın sosyalist dönüşümü için temel olan önlemleri uygulamaya koyarken, işçi sınıfının karar alma süreçlerine demokratik katılımının ve bunlar üzerindeki denetiminin muazzam bir biçimde genişletilmesini teşvik etmek ve aktif olarak desteklemek olacaktır. O, demokratik süreçleri kısıtlayan ya da halka karşı komplo merkezleri olarak çalışan mevcut kurumların (imparatorca Başkanlık, düzenli ordu ve ulusal güvenlik aygıtı vb.) lağvedilmesinden yana olacaktır. Bizzat kitleler tarafından kararlaştırılacak olan bu ve bunun gibi diğer gerekli köklü demokratik değişiklikler, ancak sosyalist bilinç ile donatılmış işçi sınıfının kitlesel seferberliği bağlamında mümkün olabilir.
İşçi sınıfının siyasi bağımsızlığı
19. İktidar uğruna mücadele, işçi sınıfının kapitalist sınıfın partilerinden, siyasi temsilcilerinden ve ajanlarından koşulsuz siyasi bağımsızlığını gerektirir. İşçi sınıfı, diğer sınıf çıkarlarının siyasi temsilcilerine verdiği ve onu siyasi olarak güçsüzleştiren ödünlerle elleri bağlı bir haldeyken, sosyalist bir programı uygulamaya koymak şöyle dursun, iktidara gelemez. Bu, her şeyden önce Demokratik Parti’nin Cumhuriyetçi Parti’ye göre "kötünün iyisi"ni temsil ettiği biçimindeki eski ve sahtekar söylencenin ikirciksiz bir biçimde reddedilmesi anlamına gelir. İşçi sınıfının, kökenleri İç Savaş öncesi dönemin köle sahibi sınıfına uzanan bu gerici kapitalist partiye olan bağlılığı, tarihsel olarak, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işçi hareketinin Aşil topuğudur. İşçi hareketinin, şiddetli sınıf mücadelesi ve endüstriyel militanlık geleneğine karşın Demokratik Parti’ye olan bağımlılığı (bu sendika bürokrasisi, Komünist Partili Stalinistler ve çok sayıda orta sınıf siyasi eğilimin on yıllar boyunca teşvik ettiği şeydir), onun kendi sınıf programı uğruna kendi bayrağı altında mücadele ettiği, bağımsız ve siyasi sınıf bilincine sahip bir hareketinin gelişmesini etkili biçimde engellemiştir. İşçi sınıfının Demokratik Parti’den ve bir bütün olarak iki parti sisteminden kalıcı ve geri döndürülemez bir kopuş gerçekleştirmesini savunmak, teşvik etmek ve desteklemek, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin önünde duran en büyük siyasi sorumluluklar arasındadır.
20. Bununla birlikte, SEP’in Demokratik ve Cumhuriyetçi partilere olan karşıtlığı, bu iki düzen partisine siyasi muhalif olarak ortaya çıkabilecek herhangi bir gücü, programı her ne olursa olsun desteklemek gerektiği anlamına gelmez. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Demokratlara ve Cumhuriyetçilere karşı işçi sınıfının çıkarları açısından gerçek bir siyasi ve programatik bir alternatif önermeden iki parti sistemine yönelik yaygın hoşnutsuzluğa seslenen üçüncü "protesto" partilerinin uzun bir tarihi vardır. Geçtiğimiz yıllarda, Ross Perot’nun azımsanamayacak bir destek elde eden Reform Partisi hareketi, kitlesel hoşnutsuzluğun, yeterli mali kaynakların ve medya ilgisinin olduğu bir ortamda burjuvazi tarafından nasıl manipüle edilip ve siyasi olarak etkisizleştirilebildiğinin bir örneğini oluşturmaktadır. Birkaç ulusal seçime, çok sayıda eyalet seçimine ve yerel seçime katılmış olan Yeşil Parti’ye gelince, o, orta sınıfın çeşitli katmanları adına, var olan toplumda, öncelikli olarak çevreyle ilgili konular alanında sınırlı reformların yapılmasını savunan bir örgüttür. Yeşil Parti’nin siyasi yandaşlarının birçoğu, Demokratik Parti’nin içinde ya da çeperinde faaliyet yürütmektedirler. Dahası, Amerika Birleşik Devletleri’nin sınırlarının ötesinde, diğer ülkelerdeki Yeşil politikacılar, burjuva hükümetlerde yer almakta ve kapitalist devlete değerli hizmetler sunmaktadırlar.
21. SEP, siyasi eğilimlerin değerlendirilmesindeki belirleyici ölçütün, onların şu ya da bu sorun üzerindeki dönemsel tutumları değil ama tarihleri, programları, perspektifleri ve sınıf temelleri ve yönelişleri olduğunu düşünmektedir. Tarih, işçi sınıfının, seçim sandığında geçici kazanımlar elde etmek adına işçilerin en temel siyasi, toplumsal ve ekonomik çıkarlarını kurban ettikleri seçim ittifakları yoluyla siyasi bir çıkmaza sürüklendiği sayısız örnekle doludur. 1930’lu yıllarda Stalinistler ve sosyal demokrat partiler tarafından oluşturulmuş "Halk Cephesi" ittifakları, tarihsel ve uzun dönemli çıkarların geniş tabanlı, çok sınıflı, dolayısıyla uzlaşmaz toplumsal çıkarları bir araya getiren zayıflatıcı koalisyonlar peşinde kurban edildiği dar görüşlü ve haince yaklaşımın sonuçlarının en trajik örneklerini sunmaktadır.
Oportünizme karşı
22. Sosyalist Eşitlik Partisi, bütün siyasi sorunlara yaklaşımında ve uygun taktiklerin seçiminde, kapitalist sistemin yasaların egemen olduğu doğasına ve sınıflı toplumun siyasi dinamiklerine ilişkin bilimsel bir kavrayış ve tarihin derslerinin sistematik biçimde özümsenmesi temelinde, işçi sınıfının temel çıkarlarını savunur. Bu yaklaşım, SEP’i, kısa vadeli taktik kazanımların peşinde işçi sınıfının uzun vadeli çıkarlarını gözden çıkaran oportünist politikalara uzlaşmaz bir karşıtlığa yerleştirmektedir. Oportünistler, ilkelere ihanetlerini, çoğu kez, "esneklikten yoksun" dogmaların esiri olmayan ve pratiklerini verili her bir durumun gereklerine nasıl uyarlayacaklarını bilen gerçekçi politikacılar olduklarını iddia ederek savunmuşlardır. Bu tür "gerçekçi" politikalar, çoğu kez, tam da yüzeysel, izlenimci, Marksist olmayan ve dolayısıyla nesnel koşulların ve sınıf mücadelesinin dinamiklerinin gerçekçi olmayan ve yanlış değerlendirmelerini temel aldıkları için felaketlerin yaşanmasına neden olmuşlardır.
23. Ancak oportünizm, yalnızca bir entelektüel ve teorik hatanın ürünü değildir. O kapitalist toplumda önemli sosyoekonomik köklere sahiptir ve işçi hareketi içinde, düşman sınıf güçlerinin basıncının bir ifadesi olarak gelişir. Oportünizmin, 19. yüzyılın sonlarında Alman Sosyal Demokrasisi içinde ortaya çıkan Bernstein’ınkinden, 1920’lerde Bolşevik Parti içinde büyüyen Stalin’inkine; 1950’lerin başlarında Dördüncü Enternasyonal içinde gelişen Pablo ve Mandel’inkinden, 1980’lerin ortalarında Britanya’daki İşçilerin Devrimci Partisi’nin DEUK’tan kopmasına neden olan oportünizmine kadarki bütün önemli dışavurumlarının altında, burjuva ve küçük burjuva toplumsal güçlerin işçi sınıfı üzerinde uyguladığı etki yatmaktadır. Revizyonizmin ve oportünist politikaların temel nedeni ve önemi budur. Bu tür eğilimlere karşı mücadele etmek, dikkatleri parti inşasından başka bir yere yönlendirmek değildir. Bu mücadele, işçi sınıfı içinde Marksizm uğruna verilen kavganın en yüksek noktasıdır.
Sosyalist bilinç ve önderlik krizi
24. DEUK ile siyasi dayanışma halinde olan Sosyalist Eşitlik Partisi, devrimci sosyalist bilincin işçi sınıfı içinde kendiliğinden gelişmeyeceğine ilişkin, Bolşevik Parti’nin inşa edilmesi sırasında Lenin tarafından sistematik olarak geliştirilmiş ve Dördüncü Enternasyonal’in kurulması ve inşası mücadelesinde Troçki tarafından ilerletilmiş klasik Marksist anlayışı savunur. Sosyalist bilinç, tarihsel gelişmeye ve kapitalist üretim tarzının yasalarına yönelik bilimsel kavrayışı gerektirir. Bu bilgi ve kavrayış işçi sınıfına götürülmelidir ve Marksist hareketin temel görevi budur. Lenin, Ne Yapmalı?’da, "Devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz" diye yazarken, tam da bunu vurguluyordu. Devrimci partinin işçi hareketine Marksist teoriyi taşıma çabalarını bir yana bırakırsak, kitlesel işçi sınıfı bilincinin ağır basan biçimi, Lenin tarafından işçi sınıfının "burjuva bilinci" olarak tanımlanan sendikal düzeyde kalacaktır. Devrimci bilinç uğruna verilen mücadelenin genellikle entelektüel ve Marksist "seçkinciliğe" yönelik demagojik saldırılar eşliğinde küçümsenmesi, gerici akademisyenlerin ve siyasi oportünistlerin sermayesidir.
25. Sosyalizmin zaferi, dolayısıyla insan uygarlığının varlığını sürdürmesi ve ilerlemesi, Sosyalist Devrimin Dünya Partisi Dördüncü Enternasyonal’in Marksist teori temelinde inşasını gerektirir. Sosyalizm, yalnızca bilinç dışı bir tarihsel sürecin kaçınılmaz sonucu olarak gerçekleşmeyecektir. 20. yüzyılın bütün tarihi, tarihsel maddeci belirlenimciliğin bir karikatürü olan ve Marks’ın, Engels’in, Lenin’in ve Troçki’nin çalışmalarında ortaya konmuş biliş, teori ve pratik arasındaki dinamik etkileşim ile hiçbir ortak yanı bulunmayan bu tür yazgıcı "kaçınılmazcılığın" aleyhine tanıklık yapmaktadır. Kapitalizm, 20. yüzyılda, nesnel koşullar sosyalizm için yeterince olgunlaşmamış olduğu için değil; kitlesel işçi sınıfı partileri sosyalist devrim için "yeterli olmadıkları"ndan dolayı ayakta kalabilmiştir. İşçi sınıfı defalarca destansı mücadelelere girişti ama Stalinistler, sosyal demokratlar, merkezciler ve reformist örgütler tarafından yanlış yönlendirilen bu mücadeleler yenilgiyle sonuçlandı.
26. Kapitalizmin bugün varlığını sürdürmesinin nedeni, işçi sınıfının kendi örgütlerinin (kitlesel siyasi partilerinin ve sendikalarının) ihanetine uğramasıdır. "Bir bütün olarak dünya siyasi durumu, asıl olarak proletaryanın tarihsel önderlik krizi eliyle nitelenmektedir." Lev Troçki’nin Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş belgesinin başlangıcına yazdığı bu sözcükler, çağdaş siyasi gerçekliğin bir tanımı olarak, geçerliliğini bütünüyle korumaktadır. Bugün, dünya üzerinde, işçi sınıfını devrimci mücadeleye davet etmek şöyle dursun, kendisini var olan dünya kapitalist düzeninin bir karşıtı olarak sunan tek bir kitlesel örgüt bulunmamaktadır. Bu, işçi sınıfının öfkesinin ve hoşnutsuzluğunun eski, siyasi olarak kemikleşmiş örgütler tarafından bastırıldığı, gerçeküstü bir ortam yaratmıştır. Ancak, Troçki’nin Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş belgesi Geçiş Programı’nda yazmış olduğu gibi: "Kitlelerin yönelimi, ilk olarak çürüyen kapitalizmin nesnel koşulları, ikinci olarak da eski işçi örgütlerinin haince politikaları eliyle belirleniyor. Bu etkenlerden belirleyici olanı, elbette, birincisidir: tarihin yasaları bürokratik aygıttan daha güçlüdür."
Marksist teori ve işçi sınıfı
27. Kapitalist sistemin çelişkileri, işçi sınıfını, toplumun devrimci bir anlayışla yeniden örgütlenmesini gündeme getirecek olan mücadelelere sürükleyecektir. Nesnel olarak, üretici güçlerin küresel bütünleşmesinin ulaşmış olduğu gelişkin düzeyden kaynaklanan bu mücadeleler, açıkça uluslararası bir karakter edineceklerdir. Dolayısıyla, çağımızın büyük stratejik görevi, belirleyici uluslararası devrimci güç olarak bütün ülkelerin işçilerinin siyasi birliğini sağlamaktır.
28. Sosyalist Eşitlik Partisi, faaliyetlerini, özellikle kapitalist üretim tarzının çelişkilerinde ifade edildikleri halleriyle, tarihin ve toplumun nesnel yasalarının çözümlemesine dayandırmaktadır. Felsefi maddecilikten kaynaklanan Marksizm, maddenin düşünce üzerindeki önceliğinde ısrar eder. Marks, "Düşünce, insan zihninde yansıtılmış ve düşünce biçimlerine tercüme edilmiş maddi dünyadan başka bir şey değildir." diye yazmıştı. Marks’ın maddeciliği, maddi dünyayı ve onun düşüncedeki yansıma biçimlerini, değişmeyen nesnelerin ve kavramların içsel olarak farklılaşmamış bir toplamı olarak değil; sürekli hareket ve karşılıklı etkileşim içindeki karşıt ve farklı eğilimleri barındıran karmaşık bir süreç olarak gördüğünden dolayı diyalektiktir.
29. SEP, işçi sınıfının ileri kesimleri içinde, tarihe ilişkin bilimsel bir anlayışı; kapitalist üretim tarzının ve onun geliştirdiği toplumsal ilişkilerin bir bilgisini; bugünkü krizin gerçek doğasına ve dünya çapındaki tarihsel etkilerine ilişkin bir kavrayışı geliştirmeye çalışmaktadır. SEP, nesnel bir tarihsel süreç eliyle yaratılmış maddi toplumsal devrim potansiyelini, sınıf bilinçli ve özgüven sahibi bir siyasi harekete dönüştürmeye çabalamaktadır. Tarihsel maddeci çözümleme yöntemini dünyadaki gelişmelere uygulayan SEP, dünya kapitalist krizinin şiddetleneceğini öngörmekte ve bunun yaratacağı sonuçlara karşı hazırlanmakta, olayların mantığını açığa çıkarmakta ve uygun siyasi tepkiyi (stratejik ve taktiksel olarak) formüle etmektedir. SEP, toplumun ilerici ve sosyalist dönüşümünün, yalnızca siyasal bilince sahip işçi sınıfının kitlesel mücadelesi yoluyla sağlanabileceğinde ısrar eder. Yalıtılmış bireylerin şiddet eylemleri, asla işçi sınıfının kolektif mücadelesinin yerini tutamaz. Uzun siyasi deneyimin gösterdiği gibi, bireysel şiddet eylemleri sıkça provokatörler tarafından kışkırtılmakta ve devletin elini güçlendirmektedir.
30. SEP, her koşul altında şu temel devrimci sosyalist ilkeye bağlı kalır: İşçi sınıfına doğruyu söylemek. Partinin programı, siyasi gerçekliğin bilimsel ve nesnel bir değerlendirmesini temel almak zorundadır. Oportünizmin en sinsice biçimi, işçilerin gerçeğe hazır olmadığı, Marksistlerin mevcut kitlesel bilinç düzeyini (ya da daha doğrusu oportünistlerin öyle olduğunu düşündükleri bilinç düzeyini) hareket noktası olarak almaları ve programlarını kitlelerin saflarında var olan önyargılara ve kafa karışıklığına uyarlamaları gerektiğini söyleyerek kendini haklı çalışmaya çıkaran biçimidir. Bu korkakça yaklaşım ilkeli devrimci politikanın karşı savıdır. “Program” diyordu Troçki 1938’de, "işçilerin geri kalmışlığını değil, işçi sınıfının nesnel görevlerini ifade etmelidir. O, işçi sınıfının geri kalmışlığını değil, toplumu olduğu gibi yansıtmalıdır. O, geri kalmışlığın üstesinden gelmenin ve onu yenmenin aracıdır. Bu yüzden, programımızda, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, kapitalist toplumun toplumsal krizinin tüm şiddetini ifade etmeliyiz." Troçki, partinin birincil sorumluluğunun “nesnel durumun açık, dürüst bir tablosunu ve bu durumdan kaynaklanan tarihsel görevleri, işçilerin bugün bunun için yeterince olgunlaşmış olup olmadığına bakmaksızın ortaya koymak” olduğunu belirtiyor ve şöyle devam ediyordu: “Görevlerimiz işçilerin düşünce tarzına bağımlı değildir. Görev işçilerin düşünce tarzını geliştirmektir. Programın formüle etmesi ve ileri işçilere sunması gereken şey budur." Bu sözler SEP’in yaklaşımını tam olarak ifade etmektedir.
Sendikaların ihaneti
31. Oportünistlerin işçilere gerçeği söylemekten kaçınmaları, gerçekte, her zaman, işçi sınıfının kapitalist sisteme bağlılığını kalıcılaştıran eski, gerici, bürokratikleşmiş ve tamamen şirket yanlısı sendikalara ve siyasi örgütlere siyasi paravan sağlama ve onların otoritesini koruma çabalarıyla bağlantılıdır. SEP, oportünistlerin tersine, işçi sınıfının saflarında, emekçileri temsil etme iddiasındaki eski örgütlerin (Amerika Birleşik Devletleri’nde asıl olarak sendikaların) doğasına ilişkin bir kavrayış geliştirmeyi hedeflemektedir. AFL-CIO ve onun hizipçi rakibi “Change to Win” ("Kazanmak İçin Değişim") adlı koalisyon, kişisel gelirlerini işçi sınıfının şirketlerce sömürülmesini kolaylaştırmada oynadıkları etkin ve bilinçli rolden sağlayan, azımsanamayacak sayıda bir orta sınıf yöneticiler katmanı tarafından kontrol edilmekte ve onların çıkarlarına hizmet etmektedir. Sendikalar geçtiğimiz çeyrek yüzyıl boyunca grevlerin kırılmasında, ücretlerin düşürülmesinde, sosyal hakların ortadan kaldırılmasında, işten çıkarmalarda ve fabrikaların kapatılmasında önemli bir rol oynadılar. Bu süreçte, sendikaların gelirleri ve yöneticilerinin maaşları, yaşanan üye kaybına rağmen artmaya devam etti. Üyelerinin yaşadığı sıkıntılardan uzak ve onlara yabancı olan; "aidatlarda check-off" ve çalışma yasaları eliyle tabandan gelen protestolardan korunan sendikalar, şirketlere ve istihbarat örgütleri dahil, kapitalist devlete binlerce bağ ile bağlıdırlar. Sosyalist Eşitlik Partisi, işçi sınıfını temsil etmeyen bu çürümüş örgütlere başkaldırılması ve bu onlardan kopulması çağrısı yapar. Bu, SEP’in, işverenler ve sendika yöneticileri tarafından elbirliğiyle ezilen işçilere ulaşmak ve onlara yardımcı olmak için gerekli olduğu ölçüde bu örgütler içinde çalışmaktan geri duracağı anlamına gelmez. Ancak SEP, böyle bir çalışmayı devrimci bir perspektif temelinde; her noktada, tabandaki işçilerin çıkarlarını gerçekten temsil eden ve demokratik denetime tabi olan, fabrika ve işyeri komiteleri gibi yeni, bağımsız örgütlerin oluşturulmasını savunarak yürütür.
Kimlik politikasına karşı sınıfın birliği
32. İşçi sınıfının birliği uğruna mücadeleyi zayıflatmada ve sınıf bilincini geriletmede önemli rol oynayan bir başka oportünizm biçimi, ulusal, etnik, ırksal, dilsel, dinsel, toplumsal cinsiyet ve cinsel ayrımların sınıfsal konumların üzerine çıkartılmasına dayanan çok sayıda "kimlik" politikasının desteklenmesidir. Sınıftan kimliğe doğru bu kayma, bütün emekçilerin karşı karşıya oldukları, kapitalist sistemde kökleşmiş zorlukların gerçek nedenlerinin anlaşılmasına zarar vermiştir. En kötüsü, o, eğitim kurumlarına, işlere ve sosyalist bir toplumda aşağılayıcı, insanlıktan çıkarıcı ve keyfi ayrımlar söz konusu olmadan bütün insanlara ücretsiz olarak sağlanacak olan diğer "fırsatlara" erişim uğruna, farklı "kimlikler" arasında bir rekabeti körüklemiştir. Pozitif ayrımcılık programları, asıl olarak, orta sınıfın görece küçük bir kesimine yarar sağlamıştır. Afrika kökenli Amerikalı kitlelerin 1950’lerdeki ve 1960’lardaki tarihsel yurttaşlık hakları hareketine egemen olan yasal ve toplumsal eşitlik talebi, hareketin siyasi odağında, kitlesel yoksulluğa karşı mücadelenin yerine, az sayıda insan için tercihli muameleyi ve ayrıcalıkları geçiren sınıfsal bir kayma yaşandığı için baltalanmıştı. Demokratik Parti ile onun küçük burjuva kimlik politikası savunucusu müttefikleri tarafından desteklenen bu kayma, azınlık (siyahi, İspanyolca konuşan vb.) geniş işçi kitlelerinin yaşam koşulları üzerinde yıkıcı bir etki yarattı. SEP, bütün insanlar için tam eşitlik talep eder ve onların demokratik haklarını tereddütsüzce savunur. Ulusal, etnik, ırksal ve dilsel miras ya da toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim üzerine kurulu bütün ayrımcılık biçimleri ortadan kaldırılmalıdır. SEP programının bu temel demokratik bileşenini, işçi sınıfının bütün kesimlerinin siyasi birliğini temel alan, sosyalizm uğruna mücadele bağlamında ileri sürmektedir.
Göçmenlerin ve Amerikan yerlilerinin hakları için
33. Bu birliği sağlamanın başlıca önkoşulu, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan göçmenlerin demokratik haklarının koşulsuz savunusudur. Sosyalist Eşitlik Partisi, bütün ülkelerin işçilerinin diledikleri yerde yaşama ve çalışma hakkına koşulsuz olarak sahip olmalarından yanadır. Biz, şu anda sayıları 12 milyon ya da daha fazla olan ve belgesiz ya da "yasadışı" olarak sınıflandırılanlar dahil, bütün göçmenlere, tüm demokratik ve yurttaşlık haklarının tam olarak tanınmasını talep ediyoruz. Dahası, Sosyalist Eşitlik Partisi, içler acısı yaşam koşulları Amerikan kapitalizminin kan emicilikle kıtasal güç haline gelmesinin mirası olan Amerikan yerlilerinin içinde bulundukları kötü durum ile de yakından ilgilenmektedir. Amerikan demokrasisinin, Kuzey Amerika kıtasında daha önce yerleşik olan insanlara karşı işlenmiş olan suçların kapsamlı sonuçlarını geçiştirip üzerini örtmeye çalışan anlatımları ikiyüzlülükle doludur. İşlenmiş olan bu suçların toplumsal sonuçları (aşırı yoksulluk; ulusal ortalamanın 20 yıl altında bir yaşam süresi; yeterli ve uygun konut yokluğu; Amerikan yerlilerine ayrılmış olan bölgelerin ve yerli toplulukların toplumsal ihtiyaçlarının resmi kurumlarca genel olarak ihmal edilmesi) bugüne kadar sürmektedir.
Korumacılığa ve "serbest ticaret"e karşı sosyalist politikalar
34. Ulusal şovenlerin ileri sürdüğü ve sendikalar tarafından istisnasız bir biçimde desteklenen, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan iş kayıplarına verilecek yanıtın korumacılık olduğu iddiası yanlıştır. Küreselleşme çağında ekonomik milliyetçiliğe geri dönüş, pratikte mümkün değildir. Aynı zamanda, ulus ötesi tekellerin işportacılarının "serbest ticaret" yakarışları, tıpkı "özgürlüğe" düzdükleri diğer övgüler gibi, sahtekarlıktır. SEP ne korumacılığı ne de "serbest ticareti" savunuyor. O, üretici güçlerin toplumsal mülkiyeti, ulusal sınırların kaldırılması ve planlı, rasyonel olarak bütünleşmiş bir küresel ekonominin yaratılması için mücadele etmektedir. Gönüllülük temelinde bir Kuzey, Orta ve Güney Amerika Birleşik Sosyalist Federasyonu’nun kurulması, bu amaca ulaşma yolunda atılacak büyük bir adım olacaktır.
Demokratik merkeziyetçilik
35. İşçi sınıfının devrimci mücadelesi örgütü gerektirir ve disiplin olmadan örgüt olmaz. Ancak, devrimci mücadele için gerekli olan disiplin bürokratik bir biçimde, yukarıdan dayatılamaz. Disiplinin, ilkeler ve program üzerinde özgürce sağlanmış bir fikir birliği temelinde geliştirilmesi gerekir. Bu düşünce, ifadesini, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin demokratik merkeziyetçilik ilkelerini temel alan örgütsel yapısında bulmaktadır. Politikanın ve uygun taktiklerin formülasyonunda parti içinde tam demokrasi egemen olmalıdır. SEP’in politikaları ve faaliyetleri üzerine yapılan iç tartışmalarda, parti tüzüğünün öngördüklerinin dışında hiçbir sınırlama yoktur. Önderler üyeler tarafından seçilirler ve eleştiriye ve denetime tabidirler. Önderlik içinde yer almaya aday olup eleştiriye tahammül edemeyenler, Amerika Birleşik Devletleri’nde Troçkist hareketin kurucusu olan James P. Cannon’ın şu sözleri üzerinde etraflıca düşünmelidirler: "Gerçek, dürüst olduğu sürece hiç kimseye zarar vermez." Ancak politikanın formülasyonu nasıl en geniş tartışmayı, açık ve dürüst eleştiriyi gerektiriyorsa, uygulamaya konması da en katı disiplini talep eder. Parti içinde demokratik olarak alınan kararlar bütün üyeler için bağlayıcı niteliktedir. Alınan kararların uygulanmasında bu temel merkeziyetçilik unsuruna karşı çıkanlar, disiplin talebini bireysel özgürlüklerinin ihlal edilmesi olarak görenler, devrimci sosyalist değil, sınıf mücadelesinin gereksinimlerini ve taleplerini anlamayan anarşist bireycilerdir.
Sınıf bilinci, kültür ve Dünya Sosyalist Web Sitesi
36. Sosyalizm uğruna verilen mücadele, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ve uluslararası düzeydeki işçi hareketinin siyasi, entelektüel ve kültürel alanlarda muazzam bir gelişme göstermesini talep etmektedir. SEP, faydacı ve oportünist politikalar uygulayanların tersine, ancak en yüksek teorik düzeyde çalışan bir hareketin işçi sınıfını kendi bayrağı altında toplayabileceğine, onu kapitalizme karşı mücadeleye ve bunun da ötesinde sosyalist bir toplumun inşasına hazırlayabileceğine inanmaktadır. Burjuva politikacıları, işçi sınıfını kendi düşünsel olarak yozlaşmış düzeylerine doğru çekmeye çalışırlarken, SEP, işçi sınıfını, tarihsel görevlerinin gerektirdiği düzeye yükseltmeye çalışmaktadır. Sosyalist eğitim yalnızca politikayı değil; aynı zamanda bilimi, tarihi, felsefeyi, edebiyatı, sinemayı, müziği, güzel sanatları ve kültürün bütün alanlarını da kapsar. İşçi sınıfının saflarında sosyalist bilinci geliştirme konusunda SEP’in elindeki en önemli araç Dünya Sosyalist Web Sitesi’dir [www.wsws.org]. WSWS, dünyadaki siyasi ve ekonomik gelişmelere ilişkin günlük çözümlemeleriyle, kapitalizmin toplumsal gerçeklerinin teşhiriyle, işçi mücadelelerinden haberleriyle, kültürle ilgili önemli sorunlara ilişkin yorumlarıyla, tarihsel ve siyasi konulardaki tartışmalarıyla ve devrimci strateji, taktik ve pratik konularındaki çok önemli incelemeleri ile günümüz Marksist hareketinin biçimlenmesinde belirleyici bir rol oynamaktadır.
Devrimci strateji ve Geçiş Talepleri
37. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ile siyasi dayanışma içinde olan Sosyalist Eşitlik Partisi’nin stratejik amacı, işçi sınıfını eğitmek ve kapitalizme karşı devrimci mücadeleye hazırlamak, işçilerin iktidarını kurmak ve sosyalist bir toplum yaratmaktır. Amacımız kapitalizmi reforme etmek değil, onu devirmektir. Ancak bu amaca ulaşmak, geniş işçi kitlelerinin yaşam koşullarına en dikkatli ve ayrıntılı bir biçimde eğilmeyi ve onların ihtiyaçlarına hitap eden talepleri formüle etmeyi gerektirmektedir. SEP, pratikte sosyalist devrim perspektifi ile işçi sınıfının içinde yer aldığı somut mücadeleler arasında bir bağın kurulması gerektiğini kabul etmektedir. Lev Troçki tarafından Geçiş Programı’nda savunulan yaklaşım, bu çabasında SEP’e yol göstermektedir: Troçki, "Günlük mücadele süreci içindeki güncel talepler ile devrimin sosyalist programı arasındaki köprüyü kurmaları için kitlelere yardımcı olmak gerekiyor. Bu köprü, günün koşullarından ve işçi sınıfının geniş kesimlerinin bugünkü bilincinden hareket eden bir geçiş talepleri sistemini kapsamalı; değişmez bir biçimde tek bir sonuca varmalıdır: iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi," diye yazmıştı.
38. Bunlar, herkese iş; kaliteli sağlık hizmetlerine ve eğitime sınırsız erişim; insanca barınma olanağı sağlanması; hacizlerin ve mahkeme kararı ile evden çıkarılmaların iptali; ücretlerin enflasyona paralel bir biçimde otomatik olarak ayarlanması; işyerlerinin demokratikleştirilmesi; şirketlerin ve finans kurumlarının mali kayıtlarının halk tarafından serbestçe denetlenmesi; yöneticilerin maaşlarına sınırlamalar getirilmesi; herhangi bir ücret kaybı olmadan çalışma sürelerinin azaltılması; gerçek anlamda artan oranlı bir gelir vergisinin ve miras yoluyla büyük boyutlu servet aktarımına önemli sınırlamaların uygulamaya konulması; ulusal ve küresel ekonomi için yaşamsal önem taşıyan büyük şirketlerin kamulaştırılması ve işçilerin demokratik denetiminin kurulması; "gönüllü" ulusal ordunun lağvedilmesi ve yetkinin, işçi sınıfı tarafından kontrol edilen ve subayların seçimle göreve geldiği halk milislerine devredilmesi taleplerini ve demokratik ve toplumsal olarak faydalı diğerlerini içerirler.
39. Geçiş Talepleri, sosyalist bilinci geliştirmeye yönelik daha geniş bir kampanyanın parçası oldukları ölçüde, işçi sınıfının siyasi olarak seferber edilmesinde önemli bir rol oynayacaklardır. Geçiş Programı, uygun siyasi bağlam ya da daha geniş siyasi amaçlara gönderme olmaksızın, içinden kimi taleplerin seçilip alındığı alakart bir menü değildir. Geçiş Programı sosyalizme bir köprü olarak hizmet edecekse, varış yeri işçi sınıfından saklanamaz.
İşçi sınıfı ve sosyalist devrim
40. SEP’in çalışmalarına, işçi sınıfının devrimci rolüne ve yazgısına duyulan, gelişkin bilimsel teoride ve zengin tarihsel deneyimde temellenmiş sarsılmaz bir özgüven yön verir. Ancak sosyalist devrimin zaferi, işçilerin bilinçli mücadelelerine bağlıdır. İşçi sınıfının kurtuluşu, son tahlilde, işçi sınıfının kendi görevidir. Engels’in son derece doğru bir biçimde ifade ettiği gibi: "Toplumsal örgütlenmede tam bir dönüşümün söz konusu olduğu yerde, kitlelerin bu dönüşüme bizzat dahil olmaları; neyin söz konusu olduğunu, bedenleri ve ruhlarıyla ne uğruna savaştıklarını önceden kavramaları gerekir." Dolayısıyla, sosyalizm yalnızca işçiler onu istediği zaman kurulabilir. Öte yandan, kriz içindeki kapitalizmin darbeleri altında bu karar verildiğinde, yeryüzünde, Amerikan işçilerini dünya sosyalist devriminin öncüsü içinde yerini almaktan alıkoyabilecek hiçbir güç yoktur.