1. Britanya’nın Avrupa Birliği’ndeki üyeliği üzerine 23 Haziran referandumu, büyük uluslararası öneme sahip konuları gündeme getirmektedir. Referandumun sonucunun, yalnızca Birleşik Krallık’taki işçiler için değil ama onun kıyılarının çok ötesindeki işçiler için de etkileri olacaktır.
2. Sosyalist Eşitlik Partisi (SEP), işçileri ve gençliği bu referandumu boykot etmeye çağırır. Kal ve Ayrıl kampanyalarına, her ikisi de daha fazla kemer sıkmayı, göçmen karşıtı acımasız önlemleri ve işçi haklarının yok edilmesini savunan milliyetçi güçler önderlik ediyor. Onlar arasındaki ayrımlar, ekonomik durgunluk ve militarizm ile savaşın tırmanmadığı koşullar altında, Britanya kapitalizminin çıkarlarının, Avrupalı ve uluslararası rakiplerine karşı nasıl en iyi şekilde savunulacağı üzerinedir.
3. Boykot, Britanya işçi sınıfının bu güçlere karşı bağımsız bir siyasi mücadelesinin gelişmesine zemin hazırlar. Böylesi bir hareket, işçi sınıfının, referandumu yalnızca Britanya ve Avrupa burjuvazisinin derinleşen varoluşsal krizinde bir bölüm olarak teşhir edecek kıta çapında bir karşı saldırısının parçası olarak gelişmelidir.
4. Seçmenlerin önüne AB’de “Kal” ya da AB’den “Ayrıl” sorusunun konulması, işçi sınıfı için her iki seçeneğin de sonuçları hakkında kavranması gereken her şeyi gizlemektedir. Referandum, Başbakan David Cameron’ın, 2013’te, Muhafazakarlardan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) lehine daha fazla destek kaybını önleme yönündeki manevrasının sonucudur. Cameron, aynı anda, UKIP’in göçmen karşıtı yabancı düşmanlığından, resmi politikayı daha fazla sağa kaydırmak için yararlanmaya çalışıyordu. Seçmenlerden, Cameron’ın diğer AB liderleriyle uzlaştığı dört koşul temelinde, Kalma ya da Ayrılma konusunda karar vermeleri isteniyor. Bu koşullar şunlardır:
• Çalışma sosyal yardımları yapılması gereken AB’li göçmenlere yedi yıl sürecek bir “emniyet freni”,
• AB’li göçmenlere yapılan çocuk yardımlarının kendi ülkelerindeki düzeyde tutulması,
• Britanya’nın, AB’nin “giderek daha sıkı bir birlik” oluşturma yönündeki mutabakatından dışta tutulması.
• Britanya’nın, Londra’nın göbeğindeki ticaret ve finans merkezini etkileyen mali düzenlemelere geçici bir fren uygulama hakkı.
5. Bu tür bir halk oylamasının olumlu bir sonucu olamaz. Hangi taraf kazanırsa kazansın, bedeli emekçiler ödeyecektir. Bu, bir “kötünün iyisi”ni seçme sorunu değildir; her iki seçenek de eşit ölçüde berbattır. İşçi sınıfı adına herhangi bir bağımsız düşüncenin ifade edilmesi, kasıtlı olarak dışta tutulmuştur. AB’de Kalma yönünde bir oy, yalnızca gerici AB kurumlarını onaylanmak anlamına gelmiyor. Cameron’ın, Britanya’nın AB’de kalmasının koşulu olarak görüştüğü şartlar, hükümetinin göçmenlere yönelik saldırılarını ve Britanya bankaları ile mali kuruluşlarının canice faaliyetlerini koruma önlemlerini onaylamaktadır. Bununla birlikte, AB’den Ayrılma yönünde bir oy, Britanya’nın “egemenliği” ve “bağımsızlığı” (işçi sınıfının yoğunlaştırılmış sömürüsünün önündeki bütün engellerin kaldırılmasının ve göçün daha amansız bir şekilde kısıtlanmasının kılıfları) taleplerine bir onay olarak değerlendirilecektir.
6. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin sorumluluğu, yalnızca Britanya’daki değil ama bir bütün olarak Avrupa’daki ve dünya çapındaki işçilerin çıkarlarını savunan bir politika belirtmektir. Her bir oylama ya da referandum, kendi özgün bağlamında değerlendirilmelidir. O zaman bile, belirlenen taktiksel yaklaşım, her zaman, ilkesel değerlendirmeler eliyle belirlenmelidir. SEP’in boykot çağrısı öylesine yapılmamıştır ve bunun anarşist karakterde bir siyasi çekimserlik ile hiçbir ortak yanı bulunmamaktadır. O, genelgeçer bir ilke olarak da ileri sürülmemektedir. Bu, işçilerin ve gençliğin, 23 Haziran’dan sonra yalnızca Britanya’da değil ama tüm Avrupa’da kaçınılmaz şekilde ortaya çıkacak olan şiddetli sınıf çatışmalarına hazırlanması ihtiyacının gerektirdiği bir politikadır.
Avrupa Birliği’ne karşı
7. SEP, Avrupa Birliği’ne uzlaşmaz bir şekilde düşmandır; ancak bizim muhalefetimiz sağdan değil, soldan gelmektedir. AB, Avrupa’nın gerçek ve gerekli birleşmesini gerçekleştirmenin bir aracı değildir. O, kıtanın, mali piyasaların dayatmalarına boyun eğdirilmesini amaçlayan bir düzenek; rakip devletlerin kendi aralarında mücadele ettiği ve işçi sınıfına karşı komplo kurduğu bir forumdur. AB’nin, özellikle 2008 mali çöküşünden bu yana, egemen seçkinlerin bizzat kendi eserleri olan krizden bir toplumsal karşı-devrim gerçekleştirmek için yararlanma çabalarını hızlandırırken, önceki sosyal demokrat ve liberal savlarından sıyrılmasının nedeni budur. Emekçiler işlerde, ücretlerde ve toplumsal koşullarda sonu gelmeyen kesintilere maruz kalırken, bankalara ve vurgunculara milyarlarca avro bağışlanmıştır. Yunanistan ve diğer ülkeler, AB’nin ve Avrupa Merkez Bankası’nın emriyle batırılmış ve bu ülkelerin emekçileri aşırı yoksulluğa itilmiştir.
8. Buna, milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının en zehirli biçimlerinin kasıtlı olarak kışkırtılması eşlik ediyor. Avrupa hükümetlerinin kıtanın “bir daha asla” gamalı haçın ve kaba kuvvetin egemenliğine tanık olmayacağını ilan ettiği on yılların ardından, Müslüman ve göçmen karşıtı propaganda, kemer sıkmanın yarattığı toplumsal krize günah keçileri sağlamak ve aşırı sağ ve faşist hareketlerin gelişmesini teşvik etmek için kullanılıyor. Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da emperyalist güçlerin yarattığı savaşlardan, zulümden ve sefaletten kaçan çaresiz insanlar dalgası Avrupa Kalesi’nin kapılarını yüzlerine kapatılmış bulurken, AB’nin talimatı doğrultusunda sınırlara tel örgüler dikiliyor ve toplama kampları kuruluyor.
9. Bugün göçmen işçilere karşı alınan önlemler, yarın tüm işçi sınıfına yönelecektir. Egemen sınıf, tırmanan toplumsal eşitliğe ve büyüyen kitlesel öfkeye yanıt olarak otoriter yönetim biçimlerine hazırlanıyor. O, “terörle mücadele” adına iktidarın güvenlik aygıtlarını geliştiriyor, kitlesel gözetlemeyi arttırıyor ve demokratik hakları ortadan kaldırıyor.
10. AB’nin önemli bir rol oynadığı Ukrayna’daki sağcı darbe, kıtanın Rusya’ya karşı ABD önderliğindeki provokasyonların parçası olarak yeniden askerileştirilmesini meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Doğu Akdeniz’de ve Karadeniz’de artan bir sıklıkla deniz kuvvetleri tatbikatları sahnelenirken, NATO, Doğu ve Orta Avrupa ile Baltık devletlerine binlerce asker göndermeye hazırlanıyor. ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından yaklaşık 25 yıl sonra, NATO’nun açık bir şekilde Rusya karşı “karma savaş” hazırlıkları olarak tanımladığı şeyin parçası olarak, Avrupa’daki nükleer füze cephaneliğini genişletiyor.
11. Bunu kendi militarist emellerini gerçekleştirmek için bir fırsat olarak gören Avrupa hükümetleri, ABD saldırganlığının suç ortaklarıdır. Onların her biri, işçilerin yaşam koşullarına vahşice saldırırken, askeri harcamaları arttırmaya bakıyor. Britanya parlamentosunun Suriye’yi bombalama kararı, Berlin’in, Almanya’nın bir Avrupa ve dünya askeri gücü olarak rolünü yeniden düzenleme yöneliminin parçası olarak, harap edilen Suriye’de askeri müdahale lehine karar vermesiyle aynı zamanda alındı. Ama ABD ve Avrupa Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’daki emperyalist çıkarlarını dayatmak için güçlerini birleştirirken, hem Amerikan ve Avrupa emperyalizmi hem de Londra, Berlin ve Paris arasındaki gerilimler artıyor. Bu gerilimler, kıtayı askeri çatışmaya sokmakla tehdit ediyor.
AB’de kalma kampanyası
12. AB’de kalma kampanyasına hiçbir destek verilemez. Bu seçenek, AB üyeliğini, özellikle kıta genelinde işçi sınıfının yaşam standartlarına karşı süregiden bir saldırı sayesinde, kendi uluslararası rekabet kapasiteleri için gerekli olarak gören Britanya’nın şirket seçkinlerinin büyük kısmının desteğine sahiptir. Bu seçenek, Britanya’nın AB’den çıkmasının (Brexit) AB’nin çözülmesi ve NATO ittifakını ve onun militarizm ve savaş gündemini tehlikeye sokmak için hızlandırıcı sağlayabileceğinden korkan Amerika Birleşik Devletleri ile büyük Avrupa güçleri tarafından da desteklenmektedir. On iki eski ordu komutanı, Kal kampanyası lehinde, “Britanya’nın AB’deki rolü, NATO’nun parçası olarak yararlandığımız güvenliği güçlendirmektir” diye ısrar eden ve Rus “saldırganlığı”na karşı durma ihtiyacına atıfta bulunan bir belge imzaladı.
13. Muhafazakar parti bir iç savaş durumunda iken, İşçi Partisi ve Sendikalar Kongresi (TUC) AB üyeliğini savunmak için mitingler düzenledi. Bu, yalnızca, söz konusu örgütlerin egemen sınıf tarafından kendilerine dikte edilmeyen bir tutum almaktan yapısal olarak aciz olduklarını doğrulamaktadır ve bu, Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi önderi olarak seçilmesiyle zerre kadar değişmemiş bir olgudur. Corbyn, Ayrıl kampanyasının zehirleyici şovenizmiyle geri püskürtülenlere AB’yi daha makul kılma çabası içinde, profesyonel bir yalancı ve AB savunucusu olarak ortaya atılmıştır.
14. Corbyn, AB’nin bir servet ve iş kaynağı olduğunu ve bir “Sosyal Avrupa” haline getirilebilecek şekilde reforme edilebileceğini iddia ediyor. Bu, yalnızca AB’nin Yunanistan’da, İrlanda’da, İspanya’da ve Portekiz’de işlediği sosyal suçları sessizce görmezden gelmemekte; İşçi Partisi’nin ve TUC’un Cameron hükümetinin kemer sıkma yönelimine karşı herhangi bir mücadele yürütmeyi, bu görevin Brüksel’e bırakılabileceği yanılsamasını teşvik ederek reddetmesini de örtbas etmeyi amaçlamaktadır. Corbyn, aynı zamanda, Cameron’ın AB ile anlaşmasına yönelik eleştirisini onun “Britanya’ya göçü kesmek için hiçbir işe yaramayacağı” şikayetine dayandırarak, göçmen karşıtı gündemi yineliyor. Corbyn, ücretlerin düşürülmesinden, patronların ve hükümetin eylemlerini değil ama göçü sorumlu tutmaktadır.
15. Corbyn’in AB yanlısı söylemi, Avrupa’yı “demokratikleştirme” mücadelesindeki müttefikler olarak Yunanistan’da Syriza’yı, İspanya’da Podemos’u ve Almanya’da Sol Parti’yi destekleyen Sol Birlik ve İskoç Sosyalist Partisi gibi sahte sol gruplar tarafından tekrarlanıyor. Bu tür iddialara yönelik en büyük itham, bu siyasi maskaralığın önderliğinin Avrupa için “B Planı” ile Yanis Varoufakis’e devredilmesidir. Yunanistan’ın eski maliye bakanı olarak Varoufakis, Syriza’nın önderi Alexis Tsipras’ın Yunan işçi sınıfının AB’nin dayattığı kemer sıkmaya karşı mücadelesine ihanetinin siyasi sorumluluğunu paylaşmaktadır. O, AB’yi kendi sağmal inekleri olarak gören, ekonomik krize kendi kariyerlerini ilerletmek ve hükümet ile devlet aygıtı içinde bol kazançlı makamlar edinmek için bir fırsat olarak ona sarılan yozlaşmış ve ayrıcalıklı üst orta sınıf tabakaların örnek niteliğindeki temsilcisidir. Onlar, bu tür görevleri üstlendikleri her yerde, bütün diğer kapitalist yetkililer ve partiler ile aynı gayretle işçi sınıfına saldırmışlardır.
Ayrılma kampanyası
16. Bunların hiçbiri, Ayrılma kampanyasına ilerici bir karakter kazandırmaz ya da ona en eleştirel biçimde de olsa destek vermeyi meşrulaştırmaz. Bu kampanyanın, Britanya parlamentosu ile onun partilerinin mali sermayenin isteklerini dayatma konusunda AB’den farklı olduğu iddiası, açık bir sahtekarlıktır. Kampanyada yer alan önde gelen her bir Muhafazakar Partili, temel demokratik haklara yönelik saldırıları gerçekleştiren kanlı savaşlar yürüten ve milyonlarca insanı yoksulluğa sürükleyen hükümetlerde görev almıştır. “Westminster seçkinleri”ne karşı halkçı bir muhalefet pozu takınan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP), güçlü bir biçimde, multi-milyoner mali vurguncular Stuart Wheeler ve Aaron Banks ile eski porno yayıncısı, şimdi Expressgazetesinin sahibi olan Richard Desmond tarafından finanse edilmektedir. Onların demokrasiye ilişkin sözde kaygılarına gelince; Ayrılma kampanyasının ana taleplerinden birinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin rafa kaldırılması olması, bunun ne olduğunu ortaya koyuyor.
17. Ayrılma kampanyasının ekonomik gündemi, küresel bir finans merkezi olarak imparatorluğun altın çağını yeniden yaşama umudu vaad eden Londra’daki bankaların ve mali kuruluşların bakış açısından hareketle şekillendirilmiştir. UKIP ve diğerleri, “dünyaya katılmak” amacıyla Avrupa’dan ayrılmaktan söz ettiklerinde, yıllık asgari ücretlerin 600 sterlin ile 1.000 sterlinin biraz üstü arasında değiştiği Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Çin gibi ülkeler tarafından sunulan yatırım fırsatlarından daha iyi yararlanma hakkını ileri sürüyorlar. Onlar, bu amaçla, Britanya’daki işçilerden, “ulusal çıkarlar” uğruna ücretlerinden ve çalışma koşullarından özveride bulunmalarını talep edecekler.
18. Ayrılma kampanyasının önerdiği mantıksızlık derecesinde iyimser ekonomik başarı vizyonu, bir Brexit’in gerçekliğinden son derece uzaktır. AB’den ayrılmanın ekonomiye ve işlere yönelik etkisine ilişkin tahminler, büyük bir çeşitlilik gösteriyor. Ama Avrupa ile ticaretin kesilmesine dayanan bir en kötü durum senaryosu, gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 9’una varan bir kayıp olacağını hesaplıyor ki bu 2008 çöküşüne eşdeğerdir. Bir Brexit, özellikle de gelişen bir küresel ekonomik durgunluk koşulları altında, ulusal ve ayrılıkçı gerilimleri dizginlerinden boşaltacak ve korumacılık ile ticaret savaşı yöntemlerini teşvik edecek şekilde, tüm kıtanın ve bizzat Birleşik Krallık’ın parçalanmasını hızlandıracaktır. Macaristan’daki aşırı sağcı Fidesz hükümeti göçmen karşıtı kotaların onaylanması için bir referandum çağrısı yaparken, Cameron’ın girişimine sarılan Fransa’daki Ulusal Cephe, daha şimdiden bir “Franxit” [Fransa’nın AB’den ayrılması] çağrısı yapıyor.
19. Britanyalı işçiler, mevcut ekonomik ve siyasi açmaza milliyetçi bir program temelinde bir çıkış yolu bulamazlar. Günümüzün küresel ekonomisi içinde yalıtılmış ve egemen bir Britanya devletine dönme düşüncesi, taş devri kadar geçmişe aittir. Troçki, 1934 yılındaki “Milliyetçilik ve Ekonomik Yaşam” başlıklı makalesinde, insanlığın karşı karşıya olduğu başlıca seçeneği, milliyetçi ve faşist gericiliğe ve savaşa saplanma ya da yeni bir sosyalist dünya düzeni inşa etmeye yönelme olarak koymuştu. O, “yüzyılımızın ana eğilimi”ni “…ulus ile ekonomik yaşam arasındaki artan çelişki” olarak tarif etmiş ve şu soruyu yöneltmişti:
Avrupa’nın ekonomik birliği, orada yaşayan insanların tam özgür kültürel gelişmesi korunurken nasıl garanti altına alınabilir? Birleşmiş Avrupa, eşgüdümlü bir dünya ekonomisine nasıl dahil edilebilir? Bu sorunun çözümüne, ulusu tanrısallaştırarak değil ama tam tersine, üretici güçleri ulus devlet tarafından kendisine dayatılan prangalardan bütünüyle kurtararak ulaşılabilir. Ama Avrupa’nın askeri ve diplomatik yöntemlerin iflasıyla morali bozulmuş egemen sınıfı, bu göreve tam tersinden yaklaşıyor. Yani onlar, ekonomiyi zorla zamanını doldurmuş ulus devlete… dünya çapında şiddetli patlamaları ve büyük çatışmaları hazırlayan, yıkımdan başka bir şey getirmeyen yozlaşmış faşist milliyetçiliğe tabi kılmaya kalkışıyorlar. Geçtiğimiz 25-30 yıl içinde bu konuda edindiğimiz bütün deneyim, yaklaşmakta olan cehennem müziği ile karşılaştırıldığında huzurlu bir giriş müziği gibi görünecektir.
“Sol” milliyetçiliği reddedin
20. Sosyalistlerin önceliği, işçi sınıfının yalnızca bugünkü değil; aynı zamanda gelecekteki çıkarlarını da korumaktır. Mevcut durumdaki en büyük siyasi tehlike, sözde bir “sol milliyetçilik”in benimsenmesi temelinde sınıf bayraklarının karıştırılmasıdır. SEP’in 2014’teki referandumu İngiltere ile İskoçya’daki işçi sınıfının birliğine karşı gerici bir adım olarak niteleyerek İskoç ayrılıkçılığını desteklemeyi reddetmesi, bu tür bir politikaya karşı çıkma üzerine kuruluydu. Bugün, İskoç Ulusal Partisi, bir Brexit’in gerçekleşmesi durumunda, İskoçya’nın AB üyeliğine açık destek temelinde ikinci bir referandum tehdidinde bulunuyor.
21. 23 Temmuz referandumunda, siyasi olarak canice bir rol, sözde savaş karşıtı RESPECT partisinin önderi George Galloway ile devlet kapitalizmi teorisini savunan Sosyalist İşçi Partisi (SWP) ve Bir İşçi Enternasyonali İçin Komite’nin (CWI) şubesi Sosyalist Parti gibi sahte sol örgütler tarafından oynanıyor. Onlar, sol söylemi, yalnızca, işçi sınıfını sağcı bir girişimle aynı hizaya getirmek için kullanmışlardır. “Sol” ile “sağ” ve işçi sınıfı ile egemen sınıf arasındaki ayrımların, ulusal egemenliği savunma gerekliliği ile karşılaştırıldığında hiçbir önemi olmadığını ileri süren Galloway, Brexit’i savunmak üzere UKIP ile birlikte halka açık platformlara katılmıştır. O, “enternasyonalizm”i, Britanya burjuvazisinin, kendisinin “güneşin batmakta değil, yükselmekte olduğu” ülkeler olarak tarif ettiği İngiliz Milletler Topluluğu, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ile ticaret yapma hakkı olarak tanımlamıştır.
22. Britanya’nın imparatorluk geçmişine yapılan bu hesaplanmış gönderme, Galloway’in, “Sol, Sağ, Sol, Sağ, 23 Haziran’da zafere, ileri marş!” biçimindeki toplanma çağrısının bir benzeridir. Galloway, Twitter’da, UKİP önderi Nigel Farage’ye, “Bizler bir davadaki müttefikleriz… Aynı Churchill ile Stalin gibi…” dedi. Galloway, bu benzetmesinin, izleyicileri tarafından, onların AB’ye yönelik muhalefetlerine can veren aşırı milliyetçiliğe ve Alman karşıtı duygulara başvuru olarak anlaşılacağının bütünüyle farkındadır. O, sağcı milliyetçilik ile uzun oportünist ittifaklar tarihine sahip Stalinizmin, siyasi olarak yozlaşmış geleneğine katılmaktadır. Stalin’i övmek, 1917 Ekim Devrimi’nin mezar kazıcısı ve milyonlarca insanın yaşamına mal olan siyasi suçların mimarı; Hitler-Stalin antlaşmasından sonra Churchill’in müttefiki olan bir adamla dayanışma göstermektir.
23. AB karşıtı kampanyalarının Farage’dan ve ortaklarından bağımsız olduğunu iddia edenler, sahtekarlık yapıyorlar. Sahte sol SWP, onun yan ürünü Counterfire [Karşı Ateş] ve SP ile birlikte, Demiryolu, Denizcilik ve Taşımacılık sendikası (RMT), tren sürücüleri sendikası ASLEF, StalinistMorning Star gazetesi ve AB’ye Karşı Sendikalar grubu; bunların tamamı, “ilerici” ve “sosyalist” bir temelde, resmi Ayrılma kampanyasına paralel bir girişim yürütmenin mümkün olduğunu savunuyor. Ancak onların Muhafazakarlara ve UKIP’e yönelik açıklanmış muhalefetleri ve sosyalist ifadeler kullanmaları, çok az şey ifade etmektedir.
24. Onların yaklaşımındaki ciddiyetsizlik, bir Brexit’in sözde “Muhafazakarları mahvetmek” ve “Cameron’ı alaşağı etmek” için bir araç sağlama fırsatı sunduğu üzerinde odaklanmış olmalarıyla özetlenmektedir. Onlar, Cameron’ı kimin ve ne amaçla alaşağı etmesi gerektiğine hiçbir önem vermiyorlar. Ayrılma kampanyasının kuvvetlendirmekte olduğu asıl güçlere tamamen kayıtsızlar. Gerçekte, onlar, işçi sınıfını, siyasi yaşamı çok daha milliyetçi bir yörüngeye kaydırmayı amaçlayan bir girişime tabi kılıyor; böylece, işçi sınıfının siyasi savunmasını zayıflatırken, Britanya’daki ve Avrupa genelindeki aşırı sağı güçlendiriyor ve teşvik ediyorlar. Britanya milliyetçiliği cininin şişeden çıkartılmasına yardım eden bu güçler, onun sonuçlarından siyasi olarak sorumludur.
Tarihin dersleri
25. Alman işçi hareketinin dersleri, işçi sınıfının sağcı güçler ile birlik oluşturmasının ölümcül sonuçlarını vurgulamaktadır. Aralık 1929’da, Alman milliyetçilerinin teşvikiyle bir referandum düzenlenmişti. O referandum, Versay Antlaşması’ndan resmi olarak vazgeçecek ve I. Dünya Savaşı’nda zafer kazanmış güçlere savaş tazminatları ödemeye son verecek “Alman Halkının Köleleştirilmesine Karşı Yasa”yı uygulamaya koymayı amaçlıyordu. Versay Anlaşması’nın koşullarına yönelik kitlesel bir muhalefet söz konusuydu ama sınıf bilinçli işçiler, bu referandumun, milliyetçi sağın ve özellikle de onu kendi ulusal yapısını kurmak için kullanan Hitler’in Nazi Partisi’nin bu duyarlılığı kendi çıkarına kullanma yönünde bir çaba olduğunun farkındaydı.
26. Almanya Komünist Partisi (KPD), referanduma karşı çıktı ve katılım yüzde 15’ten az oldu. Ancak KPD, referandumun ardından, Stalin’den ve Komünist Enternasyonal’den (Komintern) gelen talimat doğrultusunda “Ulusal Bolşevizm”in benimsenmesi ile birlikte, Alman milliyetçiliğine toptan uyarlanma yönünde bir süreç başlattı.
27. 1931’e gelindiğinde, KPD’nin geri çekilmesi, onun “Kızıl Referandum” adı verilen referandumu desteklerken faşistleri savunmasına varacak düzeydeydi. Nazilerin ön ayak olduğu bu referandum, Sosyal Demokratları, Almanya’nın başkent Berlin’i de kapsayan en büyük eyaleti Prusya’daki iktidardan uzaklaştırmaya zorluyordu. KPD, Sosyal Demokratların “sosyal faşist” olduğundan ve işçi sınıfına baskı yaptığından hareketle referandumu destekledi. KPD, Sosyal Demokratların iktidardan uzaklaştırılmasının, “ulusal kurtuluş”a ve bir “halk devrimi”ne doğru bir adım olacağını iddia etti.
28. Troçki’nin KPD’ye yönelik sert eleştirisi, aynı zamanda, bugün Galloway ve sahte sol tarafından oynanan role yönelik çarpıcı bir suçlamadır:
Almanya Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi’nin tutumundaki her şey yanlıştır: durumun değerlendirilmesi yanlıştır; doğrudan hedef yanlış olarak ortaya konmuştur; ona ulaşma yolu yanlış bir şekilde seçilmiştir.
29. Troçki, KPD’nin faşistler ile fiilen bir birleşik cephe kurmuş olduğunu açıkladı:
Eğer bir parti oylamaya katılacaksa, referandumun, en azından, onun güçlerinin sayılmasına izin verecek ve onları faşist güçlerden ayırt edecek (verili durumda siyasi olarak kesinlikle eksik olan) gerekçesi olması gerekir. Fakat Alman “demokrasisi”, katılımcıların referandumlarda kendi partilerini belirtme hakkını tanıma zahmetine katlanmadı. Tüm seçmenler, belirli bir soruya tek ve aynı cevabı veren, ayrılmaz bir kitlenin içinde eritildi.
Faşistlerin Komünistler ile birlikte oy kullanıp kullanmaması, proletarya kendi basıncıyla faşistleri devirip iktidarı eline aldığı anda bütün önemini yitirir. Bununla birlikte, güçler ilişkisine göre, [Merkez Parti/Sosyal Demokrat Parti hükümetinin] yerini yalnızca bir Hitler-Hugenberg [Alman Ulusal Partisi] hükümetinin alabileceği bir anda, ‘Kahrolsun Brüning-Braun hükümeti’ sloganıyla sokaklara çıkmak, en katıksız maceracılıktır... Sonuç olarak, biz, kullanılan oyun faşistlerle çakışmasını, soyut bir ilke açısından değil ama iktidar uğruna güncel sınıflar mücadelesi ve bu mücadelenin belirli bir aşamasındaki güçler ilişkisi açısından ele alıyoruz.
Aktif bir boykot için
30. Troçki’nin sınıf güçleri ilişkisinin somut bir değerlendirmesi üzerindeki ısrarı, SEP’in 23 Haziran referandumuna yönelik tutumunu bildirmektedir. AB’den çıkma yönünde oy vermeyi desteklemenin bütünüyle doğru olacağı özel durumlar vardır. Kitlesel grevleri, Yunan kitleleri ve AB’nin dayatmalarının diğer kurbanları ile dayanışma çağrılarını kapsayan bir işçi sınıfı hareketinin var olduğu koşullarda, ayrılma yönünde oy verme, kapitalizm karşıtı bir karakter edinecektir.
31. Bugünkü durum bu değildir. Bu, tamamı AB kemer sıkma programına karşı bir mücadele yürütmek için Syriza’yı bir model olarak göklere çıkarmış olan sahte sol grupların siyasi sorumluluğudur. Eğer Syriza Yunanistan’daki 5 Temmuz 2015 referandumunda halkın geniş kesiminin talimatına saygı göstermiş olsaydı ve AB’ye karşı bir siyasi mücadeleye girişseydi, Avrupa’daki bütün siyasi durum farklı olurdu. O zaman, Brexit oylaması, gelişmeleri sağcı güçlerin değil ama işçi sınıfının biçimlendirdiği koşullar altında gerçekleşiyor olacaktı. Ama o zaman, ne Cameron’ın ne de UKIP’in ısrarla bir oylama istemesi beklenebilirdi.
32. Günümüzün özgün koşulları göz önüne alındığında, aktif bir boykot, işçilerin ve gençliğin bağımsız bir sınıfsal bakış açısını ifade edebileceği tek yolu sağlamaktadır. Bizim çağrımız, Lenin tarafından, 1905’te Rusya İçişleri Bakanı Alexander Bulygin tarafından hazırlanmış gerici anayasa konusunda savunulan duruşu temel almaktadır. Çarlığa karşı devrimci bir mücadelenin parçası olarak, parlamentonun (Duma) boykot edilmesinde ısrar eden Lenin, şu açıklamayı yapmıştı:
Eğer yanılmıyorsak, aktif boykot sözcüklerinde ifade edilen düşünce, Rusya’da çalışan yoldaşlar arasında bir süredir oldukça yaygın. Bir aktif boykot, pasif oy vermemenin tersine, on misli artan ajitasyon, her yerde mitingler ve toplantılar düzenleme, seçim toplantılarından yararlanma anlamına gelir. Bu, gösteri, siyasi grev vb. etkinliklere zorla katılma yoluyla da olabilir.
33. SEP, aktif bir boykotu, bireysel bir protesto olarak değil, işçi sınıfının siyasi netleşmesinin başlangıcının ve İşçi Partisi ile sendika bürokrasisi ve onların sahte sol savunucuları tarafından yaratılmış olan yönelimsizliğe karşı koymanın bir aracı olarak kavramaktadır. Biz, aktif boykot kampanyasını işçilere ve gençliğe bilinçli bir siyasi yönelim ve önderlik sağlamak için kullanacağız.
Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri için
34. Aktif boykot kampanyası, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ni (DEUK) militarizme ve savaşa karşı devrimci mücadelenin uluslararası merkezine dönüştürme görevi ile yakından bağlantılıdır. Biz, DEUK’un yeni bir savaş karşıtı hareketin temel alması gereken dört kriter belirleyen Sosyalizm ve Savaşa Karşı Mücadele başlıklı bildirgesini yaygınlaştırmak ve tanıtmak için, Avrupalı ve uluslararası yoldaşlarımızla, özellikle de Almanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi ile yakın işbirliği içinde çalışacağız.
• Savaşa karşı mücadele, nüfusun bütün ilerici unsurlarını kendi arkasında birleştiren, toplumdaki büyük devrimci güç işçi sınıfı üzerinde yükselmelidir.
• Mali sermayenin diktatörlüğüne ve militarizm ile savaşın temel nedeni olan ekonomik sisteme son verme uğruna mücadele etmeksizin savaşa karşı ciddi bir mücadele söz konusu olamayacağı için, yeni savaş karşıtı hareket, kapitalizm karşıtı ve sosyalist olmak zorundadır.
• Dolayısıyla, yeni savaş karşıtı hareket, zorunlu olarak, kapitalist sınıfın bütün siyasi partilerinden ve örgütlerinden bütünüyle ve tartışmasız biçimde bağımsız ve onlara düşman olmalıdır.
• Yeni savaş karşıtı hareket, her şeyden önce uluslararası olmalı, işçi sınıfının muazzam gücünü emperyalizme karşı birleşik küresel bir mücadelede harekete geçirmelidir. Burjuvazinin sürekli savaşına, işçi sınıfı tarafından, stratejik hedefi ulus-devlet sisteminin ortadan kaldırılması ve bir dünya sosyalist federasyonunun kurulması olan sürekli devrim perspektifi ile yanıt verilmesi gerekmektedir. Bu, küresel kaynakların akılcı ve planlı geliştirilmesini ve bu temelde yoksulluğun ortadan kaldırılmasını ve insanlık kültürünün yeni doruklara yükseltilmesini mümkün kılacaktır.
35. İşçi sınıfı, referandumdaki her iki kanat tarafından da teşvik edilen ulusal şovenizme ve yabancı düşmanlığına karşı, yaşam standartlarının ve demokratik hakların savunusunda Avrupa’nın dört bir yanındaki işçilerin mücadelelerini birleştirmek için, kendi enternasyonalist programını ileri sürmelidir. İşçilerin, ulusötesi şirketlerin Avrupası’na alternatifi, Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna mücadeledir.
36. 1945 sonrası Avrupa’nın bütünleşmesi projesi, egemen seçkinlerin, kıtayı 20. yüzyılda iki kez savaşa sürüklemiş olan temel çelişkiyi (üretimin Avrupa’daki ve küresel ölçekteki bütünleşmiş karakteri ile kıtanın düşman ulus-devletlere bölünmüşlüğü) çözme yönündeki bir girişimiydi. Ekonomik bütünleşme, ona eşlik eden nihai hedef olan siyasi birliğe doğru bir hareketle birlikte, Avrupa’ya küresel piyasada Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı etkin biçimde yarışma olanağı sağlamak üzere gerekli görülmeye başlanmıştı. Aynı zamanda, ABD emperyalizmi, kapitalist Avrupa’nın bütünleşmesini, Sovyetler Birliği’ne ve militan ve radikalleşmiş bir Avrupa işçi sınıfının sosyalist devrim tehdidine karşı bir kale duvarı olarak teşvik etti. Ama kapitalizm çerçevesi içinde birleşme, asla, en güçlü ülkelerin ve şirketlerin kıta ve onun halkları üzerindeki egemenliğinden başka bir anlama gelemezdi. Ulusal ve toplumsal uzlaşmazlıklar, hafifletilmenin aksine, çok daha kötücül biçimler almıştır.
37. AB parçalanıyor ve yeniden canlandırılamaz. Kıtanın geniş üretici güçleri, yalnızca, bir dünya sosyalist devletler federasyonunun ayrılmaz bir parçı olarak kurulmuş Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’nin yaratılmasıyla herkesin yararına kullanılabilir. Avrupa’nın her yanında, yaklaşmakta olan sınıf mücadeleleri patlamasının artan belirtileri söz konusu. Şimdiden, kemer sıkmanın yıkıcı etkisine, demokratik haklara yönelik saldırıya, askeri barbarlığa ve sömürgeci fetih savaşlarına yönelik kitlesel bir muhalefet var. Ama bu, şimdilik, herhangi bir siyasi ifade bulmuyor. SEP ve DEUK, işçi sınıfı içindeki yükselen muhalif duyarlılığın üzerinden bütünleşebileceği, muazzam ve durdurulamaz bir devrimci güç haline gelebileceği bir perspektif sunmaktadır. Bizimle aynı fikirde olan herkesi SEP’e katılmaya ve onu, işçi sınıfının yeni devrimci önderliği olarak inşa etmeye çağırıyoruz.
Avrupa Birliği’ne hayır—Britanya milliyetçiliğine hayır!
Britanya ve Avrupa işçi sınıfının birliği için!
Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri için!