Yüz yıl önce bugün, 7 Kasım 1917 sabahı, Lev Troçki’nin başkanlık ettiği Petrograd Sovyeti’nin Askeri Devrimci Komitesi, Rusya yurttaşlarına bir bildirge yayınladı. Bildirgede, şunlar belirtiliyordu:
Geçici Hükümet devrilmiştir. Devlet iktidarı, Petrograd proletaryasının ve garnizonunun başında bulunan Petrograd İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti organı Askeri Devrimci Komite’nin eline geçmiştir.
Halkın uğruna mücadele ettiği dava; derhal demokratik bir barış teklifi, topraklar üzerindeki büyük mülk sahipliğinin ortadan kaldırılması, sanayi üzerinde işçi denetimi, bir Sovyet hükümetinin oluşturulması güvence altına alınmıştır!
Yaşasın işçilerin, askerlerin ve köylülerin devrimi!
O gün öğleden sonra, daha üç ay önce burjuva Geçici Hükümet tarafından vatan haini ilan edilmiş olan Lenin, gizlendiği yerden çıkıp Sovyet delegelerinin toplandığı salona girerken kulakları sağır eden bir alkış yağmuruna tutuluyordu. O günün olağanüstü olaylarına tanıklık eden Amerikalı sosyalist gazeteci John Reed, Bolşevik öndere ilişkin, “tarihte belki de çok az önderin sevildiği kadar sevilen ve saygı duyulan” biçiminde unutulmaz bir betimleme yapmıştı. Reed, Lenin’in, “görülmemiş bir halk önderi; derin düşünceleri basit ifadelerle açıklama ve somut durumu çözümleme gücüyle” sahip olunmuş “ve açıkgözlülükle, son derece büyük bir entelektüel cesaretle birleşmiş düşünsel gücü sayesinde bir önder.” olduğunu yazıyordu.
Lenin, konuşmacı kürsüsüne ilerledikten sonra, delegelere yönelik konuşmasına şu sözlerle başladı: “Yoldaşlar, Bolşeviklerin her zaman gerekliliğinden bahsettiği işçi ve köylü devrimi başarıyla tamamlanmıştır.”
Rusya hala eski Jülyen takvimini kullandığı için, Geçici Hükümet’in devrilmesi, tarihe Ekim Devrimi olarak geçti. Ancak, Rus takvimi Batı Avrupa’nın ve Kuzey Amerika’nın 13 gün gerisinden geldiği halde, Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesi, Rusya’yı, siyasi açıdan, dünya tarihinin en ön sırasına fırlatmıştı. Bolşeviklerin önderliğindeki ayaklanma, sekiz ay önce, Şubat 1917’de, Rusya’ya 300 yıldan uzun süre hükmetmiş olan çarlık otokrasisinin devrilmesiyle başlayan siyasi mücadelenin doruk noktasıydı.
Şubat-Mart 1917’deki ayaklanma, Rusya’da patlak vermiş olan devrimin siyasi perspektifi ve tarihsel anlamı üzerine uzun süreli bir mücadele başlatmıştı. Burjuva Kadet partisi, reformist Menşevikler ve köylü tabanlı Sosyalist Devrimciler, devrimi asıl olarak ulusal açıdan görüyorlardı. Onlar, çarlık rejiminin devrilmesinin ulusal demokratik bir devrimden başka bir şey olmadığı konusunda ısrarcıydı. Devrimin görevleri, çarlık rejiminin yerine, Fransa ya da Britanya örneğine göre biçimlenmiş ve Rus ekonomisinin kapitalist bir temelde gelişmesini ilerletmeye adanmış bir tür parlamenter cumhuriyetin geçirilmesi ile sınırlıydı.
Devrimci ayaklanmadan korkan ve kitleleri hor gören burjuva Kadet partisi, gerçekte mevcut toplumsal yapıda, burjuvaların servetini tehdit eden her türlü değişikliğe karşıydı. Menşeviklere ve Sosyalist Devrimcilere gelince; onların reformist programları, kapitalist mülkiyete yönelik herhangi bir kayda değer saldırıyı dışlıyordu. Onlar, Rusya’nın sosyalist bir devrim için olgunlaşmamış olduğunda ısrar ediyorlardı. Sosyalizme geçişin gerçekçi bir olasılık olarak düşünülebilmesinden önce, onlarca yıllık kapitalist gelişme gerekecekti.
Bu perspektif çerçevesinde, kapitalist sınıfın siyasi olarak alaşağı edilmesi ve işçi sınıfının iktidarı alması, kesinlikle reddediliyordu. İşçi sınıfının burjuva egemenliğine siyasi tabiyeti, Rusya’nın, 1914’te başlamış olan emperyalist dünya savaşı katliamına katılmasına aralıksız destek demekti.
Lenin’in Nisan 1917’de sürgünden dönmesinden önce, Petrograd’daki başlıca Bolşevik önderler, Lev Kamenev ile Josef Stalin, Menşeviklerin işçi sınıfı sovyetini (konsey) Geçici Hükümet’e tabi kılmasını kabul etmişlerdi. Kamenev ve Stalin, buradan hareketle, Rusya’nın emperyalist savaşa katılımının, çarlık rejiminin devrilmesiyle birlikte, otokratik Almanya’ya karşı, işçi sınıfı tarafından desteklenmesi gereken demokratik bir mücadeleye dönüşmüş olduğu biçimindeki Menşevik savı kabul ettiler. Rus burjuvazisinin apaçık emperyalist çıkarları, bir “demokratik barış” hakkındaki ikiyüzlü ifadelerle maskeleniyordu.
Lenin’in Nisan 1917’de Rusya’ya dönmesi, Bolşevik Parti’nin yöneliminde çarpıcı bir değişikliğe yol açtı. Lenin, hem Geçici Hükümet’in Petrograd Sovyeti’ndeki müttefiklerinin hem de Bolşevik önderlik içindeki güçlü bir hizbin tersine, iktidarın sovyetlere aktarılması çağrısı yapıyordu. Yalnızca Menşeviklerde değil ama aynı zamanda Lenin’in Bolşevik önderlik içindeki yoldaşlarında da şok etkisi yaratan bu devrimci talebin dayanağı, Rus Devrimi’nin tarihsel anlamına ilişkin son derece farklı bir yaklaşımdı.
Lenin, Ağustos 1914’ten başlayarak, emperyalist dünya savaşının dünya tarihinde yeni bir aşamayı gösterdiği konusunda ısrar etmişti. Savaşın dizginlerinden boşalttığı katliam, kapitalist emperyalizmin küresel çelişkilerinden kaynaklanıyordu. Emperyalist sistemin, kapitalist rejimlerin savaş yoluyla çözmeye çalıştıkları çelişkileri, zorunlu olarak, uluslararası işçi sınıfından devrimci bir karşılığa yol açacaktı.
Rus Devrimi’nin dünya tarihsel bağlamına ilişkin bu kavrayış, Lenin’in sürgünden dönmesinin ardından Bolşevik Parti’ye yol gösterecek olan politikaların temelini oluşturdu. Lenin, Rus Devrimi’nin, dünya sosyalist devriminin başlangıcı olarak kavranması gerektiğini vurguluyordu. O, Bolşevik Parti’nin Nisan 1917’deki VII. Kongresi’ni açarken şunları belirtmişti:
Devrimi başlatma büyük onuru Rus proletaryasına düşmüştür. Ancak Rus proletaryası, hareketinin ve devriminin, yalnızca, örneğin Almanya’da her geçen gün ivme kazanmakta olan dünya devrimci proleter hareketinin parçası olduğunu unutmamalıdır. Görevlerimizi, yalnızca bu açıdan tanımlayabiliriz.
Lenin, Nisan ile Ekim ayları arasında, devrimin uluslararası karakterine ilişkin kavrayışı parti üyelerinin ve Bolşeviklerin broşürlerini, gazetelerini ve bildirilerini okuyan on binlerce işçinin bilincine aşılayıp geliştirdiği çok sayıda makale yazdı. Bolşevik devriminin gizlice tezgahlanmış bir “komplo” ya da hükümet darbesi olduğunu iddia edenler, Lenin’in sosyalist devrim yönündeki çağrılarının Rusya’nın tüm büyük kentlerindeki fabrikalarda, kışlalarda ve sokaklarda okunduğu, incelendiği ve tartışıldığı gerçeğini tamamen görmezden geliyorlar.
Bolşevik Parti, Eylül ayında, iktidarın ele geçirilmesinden sadece bir ay önce, Lenin’in, Proletaryanın Devrimimizdeki Görevleri broşürünü yayınlamıştı. Lenin’in Bolşevik Parti’nin programını ve hedeflerini sergilemesinde, gizlilik bir yana, hiçbir belirsizlik yoktu. Lenin, şaşırtıcı bir tarih bilinci düzeyiyle, Bolşevik politikaların bir dışavurumunu oluşturduğu nesnel gerekliliği açıklıyordu:
Savaş, her ne kadar kuşku götürmez bir şekilde yalnızca onların çıkarları için veriliyor ve sadece onları zenginleştiriyor olsa da, açgözlü kapitalistlerin kötü niyetinin bir ürünü değildir. Savaş, dünya kapitalizminin ve onun milyarlarca bağının ve bağlantısının yarım yüzyıllık gelişmesinin bir ürünüdür. Sermayenin iktidarını devirmeksizin ve devlet iktidarını başka bir sınıfa, proletaryaya aktarmaksızın, emperyalist savaştan kaçınmak ve demokratik, zorlayıcı olmayan bir barışa ulaşmak olanaksızdır.
Şubat–Mart 1917 Rus devrimi, emperyalist savaşın bir iç savaşa dönüşmesinin başlangıcıydı. Bu devrim, savaşı sona erdirme yönündeki ilk adımı attı. Ancak ikinci bir adım; yani, savaşa kesin olarak son vermek için devlet iktidarının proletaryaya aktarılması gerekiyor. Bu, dünya çapında bir “dönüm noktası”nın, kapitalist çıkarlar cephesinde bir yarılmanın başlangıcı olacaktır. Proletarya, ancak bu cepheyi yarıp geçerek insanlığı savaşın dehşetlerinden kurtarabilir ve ona barışın nimetlerini sağlayabilir.
Lenin, Geçici Hükümet’in işçi sınıfını vahşice bastırdığı “Temmuz Günleri”nin ardından gizlenmek zorunda kalmıştı. Mayıs ayında Rusya’ya dönen ve çok geçmeden Bolşevik Parti önderliğine katılan Lev Troçki, hapse atılmıştı. Ancak o, Eylül ayında, General Kornilov’un başarısız karşıdevrimci darbesinin ardından serbest bırakıldı ve Petrograd Sovyeti’nin başkanı olarak seçildi. Troçki, bunu izleyen haftalarda, Devrim’in en büyük kitle önderi ve konuşmacısı olarak ortaya çıktı. O, Bolşevik ayaklanmasının stratejik planlamasında ve örgütlenmesinde belirleyici rol oynadı.
Troçki’nin Bolşevik ayaklanmasına önderlik etmesinde, kuşkusuz bir deha unsuru vardı. Bununla birlikte, Troçki’nin Ekim Devrimi’ndeki, Lenin’inkinden az olmayan rolü, onun Rus Devrimi’nin dünya tarihindeki yerine ilişkin çözümlemesi temelinde hazırlanmıştı. Gerçekte Troçki, Rusya’da çarlık otokrasisine karşı demokratik devrimin, zorunlu olarak, iktidarı işçi sınıfına aktaracak bir sosyalist devrime dönüşeceğini daha 1905’te, sürekli devrim teorisini geliştirirken öngörmüş ilk kişiydi.
Troçki’nin çözümlemesi, işçi sınıfının siyasi görevlerinin, sosyalist bir devrim için sözde “hazır olmayan” Rusya’nın ekonomik geri kalmışlığı eliyle belirlendiği yönündeki iddialara meydan okumuştu. 1905’te, “Ekonomik olarak geri kalmış bir ülkede,” diye yazıyordu Troçki, “proletarya, en gelişmiş kapitalizme sahip bir ülkeden daha çabuk iktidara gelebilir.”
Fakat işçi sınıfı devrimini nasıl ayakta tutacaktı? Troçki, 1917’deki gelişmelerin çok öncesinde, işçi sınıfı, “siyasi egemenliğinin yazgısını ve dolayısıyla, tüm Rus devriminin yazgısını Avrupa’daki sosyalist devrimin yazgısına bağlamaktan başka bir seçeneğe sahip olmayacaktır.” diye yazmıştı.
O, devasa devlet iktidarı ona Rus burjuva devrimindeki geçici koşullar tarafından verilmiş olduğu için, tüm kapitalist dünya çapında sınıf mücadelesine itilecektir. O, elindeki devlet iktidarı, arkasında karşıdevrim ve karşısında Avrupa gericiliğiyle, tüm dünyadaki yoldaşlarına, bu kez bir son saldırı çağrısı olacak eski şiarı yayacaktır: Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!
* * * * *
Bolşevik ayaklanmasına ilişkin haberler, Ekim 1917’ye kadar milyonlarca askerin yaşamına mal olmuş olan karabasan gibi Birinci Dünya Savaşı gerçekliğinin ortasında, kitlelerin bilincinden bir elektrik şoku gibi geçti. Şubat Devrimi Rusya ile sınırlı bir olguydu. Ancak Ekim Devrimi, dünyayı değiştiren bir olaydı. 1847’de sadece bir “hayalet” olan şey, artık, bir işçi sınıfı ayaklanması temelinde iktidara gelmiş olan devrimci bir hükümet olarak vardı.
Devrimi hala hapiste iken öğrenen Rosa Luxemburg, bir dostuna, Rusya’daki gelişmeleri izlemek için sabırsızlıkla sabah gazetelerini beklediğini yazıyordu. Luxemburg, devrimin, dünya emperyalizminin silahlı karşı koyması karşısında ayakta kalıp kalamayacağına ilişkin kuşkularını dile getiriyordu. Ancak onun, bu devrimci olayın büyüklüğü konusunda hiçbir kuşkusu yoktu ve yıllardır tanıdığı yoldaşları Lenin ile Troçki’nin başarmış olduğu şeyi hayranlıkla izliyordu. Bolşeviklerin önderliğindeki ayaklanma, diye yazmıştı Luxemburg, “örneği sonsuza dek yaşayacak dünya-tarihsel bir eylemdir.”
Yıllar sonra, Ekim Devrimi’nin 25. yıldönümünü kutlayan Amerikalı Troçkist önder James P. Cannon, 1917’nin dünya genelinde sosyalistler üzerindeki etkisini şöyle hatırlıyordu:
Bizler, ilk kez, Marksizmin gerçek anlamının, devrimci eylem içinde yoğunlaşmış bir kanıtına sahip olmuştuk. İlk kez, devrimci partinin gerçek anlamını, Lenin’in, Troçki’nin ve Rus devriminin önderlerinin örneğinden ve öğretilerinden öğrenmiştik. O zamanı hatırlayanlar, hayatları Rus devrimi ile sıkıca birleşmiş olanlar, onu, bugün, dünyanın ezilen sınıfının o zamana kadar bilmediği en büyük ilham verici ve eğitici gücü olarak düşünmeliler.
Ekim Devrimi, dünya tarihindeki en büyük ve en ilerici olaylar arasındadır. O, insan uygarlığının gelişiminde büyük kilometre taşları olarak yer alan Reform, Amerikan Devrimi ve Fransız Devrimi gibi dünya tarihsel olaylar zincirinin parçasıdır.
Ekim Devrimi’nin küresel etkisi sınırsızdı. O, işçi sınıfının ve ezilen kitlelerin kapitalist sömürüye ve emperyalist baskıya karşı dünya çapında bir hareketini ateşleyen bir olaydı. İşçi sınıfının 20. yüzyılda dünyanın herhangi bir yerinde elde ettiği ve gerçekleşmesi önemli ölçüde Ekim Devrimi’ne borçlu olmayan önemli bir siyasi ya da toplumsal zaferini düşünmek, neredeyse olanaksızdır. Sovyet devletinin kurulması, Ekim Devrimi’nin ilk büyük başarısıydı. Bolşevik Devrimi’nin zaferi, işçi sınıfının devlet iktidarını ele geçirmesinin, kapitalist sınıfın egemenliğine son vermesinin ve toplumu kapitalist olmayan, sosyalist bir temelde örgütlemesinin mümkün olduğunu pratikte kanıtlamıştı.
Bununla birlikte, Sovyetler Birliği’nin kurulması Bolşeviklerin önderliğindeki ayaklanmanın doğrudan ürünü olmakla birlikte, bu devletin yaratılması Ekim Devrimi’nin tam tarihsel önemini kapsamamaktadır. Ekim 1917’de Sovyet devletinin kurulması, yeni Dünya Sosyalist Devrimi çağının yalnızca ilk bölümüydü.
Bölüm ile çağ arasındaki bu ayrım, hem Sovyetler Birliği’nin hem de günümüz dünyasının yazgısının anlaşılması için son derece önemlidir. Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılması, 1917’de kurulan devletin sonuna işaret ediyordu. Ancak bu, dünya sosyalist devrimi çağının sonu demek değildi. Sovyetler Birliği’nin dağılması, Ekim Devrimi’nin dayandığı uluslararası sosyalist perspektifin 1920’lerin başlarından itibaren terk edilmesinin sonucuydu. Stalin ve Buharin tarafından 1924 yılında ilan edilen Stalinist tek ülkede sosyalizm programı, Sovyetler Birliği’nin ulusalcı yozlaşmasında bir dönüm noktasıydı. Troçki’nin uyarmış olduğu gibi, hızla büyüyen bürokratik seçkinler içinde siyasi destek bulan Stalinist ulusalcılık, Sovyetler Birliği’nin yazgısını dünya sosyalizmi uğruna mücadeleden ayırmıştı. 1919’da dünya sosyalist devriminin bir aracı olarak kurulmuş olan Komünist Enternasyonal, Sovyetler Birliği’nin karşıdevrimci dış politikasının bir uzantısına indirgenmişti. Stalin’in hain ve kafa karıştıran politikaları, işçi sınıfının Almanya’da, Fransa’da, İspanya’da ve başka birçok ülkede yıkıcı yenilgilere uğramasına yol açtı.
Stalin, 1936’da, sonraki dört yıl boyunca devrimci enternasyonalizmin işçi sınıfı ve sosyalist aydınlar içindeki neredeyse bütün öncü temsilcilerinin fiziksel imhasıyla sonuçlanan Büyük Terör’ü başlattı. Troçki, 1940’ta Meksika’da suikasta uğradı.
* * * * *
SSCB’nin 1991’de dağılması, dünya kapitalizmi için büyük bir zafer olarak alkışlandı. Sosyalizm ve komünizm hayaleti nihayet yok edilmişti! Tarihin sonu gelmişti! Ekim Devrimi çöküşle sona ermişti! Bu tür açıklamalar, elbette, önceki 74 yılda neler olduğuna ilişkin dikkatli bir inceleme ile desteklenmiyordu. Sovyetler Birliği’nin, yalnızca II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’nın yenilgiye uğratılmasındaki merkezi rolünü değil ama aynı zamanda Sovyet halkının toplumsal ve kültürel koşullarındaki muazzam ilerlemeleri de kapsayan devasa başarılarından hiç söz edilmiyordu. Sovyetler Birliği’nin başarılarını hatırlatan her şeyi kolektif hafızadan silmeye yönelik çabaların dışında, 20. yüzyılın başlıca çarpıtması, sosyalizmin yazgısını, Ekim Devrimi’ne ilişkin, Bolşeviklerin iktidarı almasının Rus tarihindeki istisnai, gayrimeşru ve hatta canice bir olayı temsil ettiği biçimindeki ulusalcı bir anlatı temelinde tanımlama çabası olmuştur. Dolayısıyla, Ekim’e ilişkin özgün Bolşevik görüş ya alaya alınmalı ya da görmezden gelinmeliydi. Ekim Devrimi’ne, kalıcı hiçbir tarihsel ve siyasal geçerlilik atfedilemezdi.
Ne var ki, Ekim Devrimi’ni her türlü meşruiyetten, geçerlilikten ve onurdan yoksun bırakmayı amaçlayan bu gerici anlatı, küçük bir şeye bel bağlamaktadır: dünya kapitalist sisteminin, 20. yüzyılda savaşa ve devrime yol açmış olan çelişkilerini ve krizlerini çözüp aşmış olduğu düşüncesi.
Ekim Devrimi’ni ve sosyalizmi gerçeğe dönüştürmeye yönelik gelecekteki tüm çabaları gözden düşürme girişimleri, tam da bu noktada paramparça olmaktadır. SSCB’nin dağılmasından bu yana geçen çeyrek yüzyıl, aralıksız ve giderek yoğunlaşan toplumsal, siyasal ve ekonomik kriz ile damgalanmıştır. Bizler, artık kesintisiz bir savaş döneminde yaşıyoruz. ABD’nin 1991’de Irak’ı istila etmesinden beri Amerikan bombalarının ve füzelerinin yok ettiği insanların sayısı rahatlıkla bir milyonu geçmektedir. Jeopolitik anlaşmazlıkların yoğunlaşması ile birlikte, bir üçüncü dünya savaşının patlaması gittikçe kaçınılmaz olarak görülüyor.
2008 ekonomik krizi, dünya kapitalist sisteminin kırılganlığını gözler önüne serdi. Yüzyılın en yüksek düzeylerinde olan eşitsizlikler bağlamında, toplumsal gerilimler tırmanıyor. Burjuva demokrasisinin geleneksel kurumları artan toplumsal çatışmayı bastıramadığı için, egemen seçkinler her zamankinden daha açık bir şekilde otoriter yönetim biçimlerine dönüyorlar. Trump yönetimi, burjuva demokrasisinin evrensel çöküşünün yalnızca tiksindirici bir dışavurumudur. Ordunun, polisin ve istihbarat kurumlarının kapitalist devletin yönetilmesindeki rolü, her zamankinden daha açık hale geliyor.
Bu yüzüncü yıldönümü boyunca, amacı Ekim Devrimi’ni gözden düşürmek olan çok sayıda makale ve kitap yayınlandı. Ancak Ekim’in “geçersizliği”ne ilişkin açıklamalar, bu suçlamaların birçoğuna egemen olan histerik ton ile çelişmektedir. Ekim Devrimi, tarihsel bir olay olarak değil; kalıcı ve tehlikeli güncel bir tehdit olarak görülmektedir.
Ekim Devrimi’ne yönelik suçlamaların altında yatan korku, tarihi çarpıtma konusunda önde gelen bir uzman olan Profesör Sean McMeekin’in yakın zamanda yayınlanan bir kitabında ifadesini buldu. O, şöyle yazıyor:
1917’de başlayan ideolojik çağın ürünü nükleer silahlar gibi, Leninizm hakkındaki üzücü gerçek, bir kez icat edildiğinde, öncesine dönülemeyecek olmasıdır. Toplumsal eşitsizlik, sosyalistlerin onu ortadan kaldırmaya yönelik iyi niyeti ile birlikte, hep bizimle olacaktır... Eğer son yüz yıl bize bir şey öğrettiyse, bu, savunmalarımızı pekiştirmemiz ve toplumsal mükemmellik vaat eden silahlı peygamberlere direnmemiz gerektiğidir.
Köşe yazarı Bret Stephens ise, Ekim ayında New York Times’ta yayınlanan bir makalede şu uyarıda bulunuyor:
Kapitalizme ve finansal hizmetlere suçlu muamelesi yapma çabaları da öngörülebilir sonuçlara sahiptir… Yüz yıl sonra, [sosyalizm] bakteri[si] ortadan kaldırılmış değil ve ona olan bağışıklığımız hala kuşkulu.
Bu açıklamalarda ifade edilen kaygı temelsiz değildir. Yeni yayınlanan bir anket, “Y Kuşağı” (28 yaş altındakiler) Amerikalılar arasında, çoğunluğun kapitalist bir toplum yerine sosyalist veya komünist bir toplumda yaşamayı tercih ettiğini gösteriyor.
* * * * *
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), Ekim Devrimi’nin yıldönümünü, onun kökenlerini ve önemini inceleyerek ve açıklayarak kutladı. DEUK, bu önemli tarihsel çalışmayı, Ekim Devrimi’nin dayandığı uluslararası sosyalizm programını temsil eden dünyadaki tek siyasi eğilim olarak yürüttü. Bu programın savunusu, tarihsel olarak, Troçki’nin Stalinist bürokrasinin Ekim Devrimi’nin programına ve ilkelerine yönelik ulusalcı ihanetine ve çarpıtmasına karşı, önce Sol Muhalefet’in önderi, ardından da Dördüncü Enternasyonal’in kurucusu olarak verdiği mücadelede kökleşmiştir. Bu, Ekim Devrimi’nin bir sonucu olarak Sovyetler Birliği içinde başarılmış olan her şeyi savunurken, bürokratik rejimin gerici politikalarına teslim olmak şöyle dursun, hiçbir zaman onlara bir uyarlanma biçimini almadı.
Dolayısıyla, Dördüncü Enternasyonal, Dünya Sosyalist Devrimi programının günümüzdeki dışavurumudur. Bu program, mevcut çözümsüz kapitalist kriz döneminde, bir kez daha çarpıcı bir geçerlilik kazanıyor. Ekim Devrimi, sadece tarihte değil, günümüzde yaşamaktadır.
Dünyanın dört bir yanındaki işçileri ve gençleri, sosyalizm uğruna mücadeleye katılmaya çağırıyoruz.
Yaşasın Ekim Devrimi Örneği!
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ni İnşa Edin!
Dünya Sosyalist Devrimi İçin İleri!