Perspektif

Venezuela’dan elinizi çekin!

Juan Guaidó’nun kendisini ABD Dışişleri Bakanlığı’nın kutsanmış “geçici devlet başkanı” olarak ilan ettiği uğursuz ve gülünç “yemin töreni”nden bu yana geçen yaklaşık iki hafta içinde, ABD emperyalizmi, büyük Avrupalı güçlerin, Kanada’nın ve Latin Amerika’nın sağcı hükümetlerinin yardımıyla, Venezuela’nın etrafındaki kementi durmadan sıkılaştırmış durumda.

Pazartesi günü, Almanya, Britanya, Fransa, İspanya ve diğer Avrupa devletlerinin büyük kısmı, aşırı sağcı Voluntad Popular’ın (Halk İradesi) siyasi yetkilisi Guaidó’yu Venezuela devlet başkanı olarak tanıma konusunda Washington’ı takip etti.

ABD destekli darbenin başlamasından yaklaşık üç hafta önce Ulusal Meclis’in başkanı olarak atanmasından önce Venezuela’da siyasi olarak neredeyse bilinmeyen Guaidó, Dışişleri Bakanlığı’nın salonlarında ve CIA’in Langley, Virginia’daki karargahında çok iyi tanınmaktadır. O, CIA’in yan kuruluşu olan Ulusal Demokrasi Vakfı tarafından finanse edilmiş ve ABD’nin finanse ettiği STÖ’lerin “renkli devrim” yöntemleri konusunda eğitilmiştir.

Washington ülkeyi doğrudan istila etmeye ya da Venezuela’yı kanlı bir iç savaşa sokabilecek bir askeri darbe kışkırtmaya hazırlanırken, Avrupalı devletlerin bu tür seçilmemiş birini Venezuela’nın meşru devlet başkanı ilan etme telaşı, Avrupa emperyalizminin Venezuela’nın petrolü (dünyadaki kanıtlanmış en büyük rezerv) uğruna kapışmadan dışlanma korkusu eliyle yönlendirilmektedir.

Avrupalı emperyalistler, Washington’ın bu apaçık suç oluşturan eylemini destekleyerek, kendilerinin Afrika’daki, Ortadoğu’daki ve başka yerlerdeki suçları için açık çek almayı bekliyorlar. Onlar, aynı zamanda, Washington’ın bir kez daha “kendi arka bahçesi”nde dizginsiz egemenliğini ileri sürmeye giriştiği koşullarda, Latin Amerika’da hem ABD’nin hem Çin’in yatırımlarını aşan kendi sermaye yatırımlarına yönelik kaygıyla, Venezuela’nın paylaşımında aktif bir rol oynamaya çalışıyorlar.

Venezuela’ya karşı komplo, kelimenin tam anlamıyla yağmacılıktır; apaçık bir gasp örneğidir. Washington, görünüşte ABD kuklası Guaidó adına, Venezuela hükümetinin ABD’deki varlıklarına el koydu. Bunlara, ABD’de bulunan arıtma ve dağıtım şirketi Citgo da dahil. Bu kukla, ülkenin stratejik petrol rezervlerini Amerikan enerji holdinglerinin doğrudan kontrolüne ve sömürüsüne açacak bir ABD destekli rejimin ekonomik modelini açıkça ilan etmiş durumda.

ABD’li yetkililer, hedeflerinin, bir yandan Washington’ın onlara karşı küresel savaşa hazırlandığı “büyük güç” rakipleri Çin’in ve Rusya’nın ülkedeki azımsanmayacak etkisini zayıflatırken, diğer yandan ABD’li enerji holdinglerinin Venezuela’nın devasa petrol rezervleri üzerinde kontrol kurması olduğu konusunda kuşkuya yer bırakmadılar. Bu hedef, Latin Amerika’yı, nükleer bir üçüncü dünya savaşının savaş alanına dönüştürme tehlikesi yaratmaktadır.

Bu canilik ve yağma uygulamasının kılıfı olarak ileri sürülen bayat bahane, Washington’ın Venezuela’da “demokrasi”yi desteklediği ve ülke halkına “insani” yardımla ilgilendiğidir. Venezuela halkı başta olmak üzere, hiç kimse bu tür yalanlara inanmamalıdır. Aynı ABD hükümeti, muhaliflerinin binlercesini katledip on binlercesini hapseden Mısır’daki General Sisi ve Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın Suudi Arabistan’daki ölüm saçan monarşik diktatörlüğü gibi rejimlere koşulsuz destek vermektedir.

İktidarın Guaidó ve Halk İradesi gibilerinin yönetiminde toplanması, demokrasinin gelişmesine değil; tersine, Venezuela şirket oligarşisinin ve IMF’nin sağcı bir diktatörlüğünün uygulamaya konmasına işaret edecektir. Onların ilk görevi, Venezuelalı işçilerin kemer sıkmaya ve baskıya yönelik direnişini kanda boğmak olacak.

Washington, Venezuelalılara yiyecek ve ilaç sağlama biçimindeki acil insani zorunluluğa göre hareket ettiğini iddia etse de, 16 milyon Yemenliyi açlıktan ölümün eşiğine sürükleyen soykırımsal savaşa olmazsa olmaz bir destek sağlamaya devam ediyor.

Bu insani üçkağıt, şimdi vites arttırıyor. Guaidó, Pazartesi günü, USAID tarafından organize edilmiş ve Latin Amerika’nın en sağcı iki hükümeti tarafından yönetilen Kolombiya ve Brezilya sınırlarına konulmuş gıda maddelerinin ve tıbbi malzemelerin ülkeye getirilmesini talep etmek için bir “büyük seferberlik” çağrısı yapacağını duyurdu.

Bu “yardım”ın amacının, Venezuela ordusu içinde bir bölünmeye yol açmak ya da ülkenin sınırlarında askeri müdahaleye bahane sağlayacak bir çatışma kışkırtmak olduğu gerçeğini gizlemeye bile gerek duyulmadı.

Hem Venezuela hem uluslararası işçi sınıfı, bu emperyalist provokasyonu nefretle reddetmeli ve tüm gücünü, bu Latin Amerika ülkesini bir yarı sömürgeye dönüştürmeyi amaçlayan ABD’nin emperyalist müdahalesine karşı Venezuela’yı savunmak için harekete geçirmelidir.

Ezilen bir ülke olan Venezuela’nın emperyalist saldırganlığa karşı savunulması, hiçbir şekilde, Nicolas Maduro hükümetini ve Chavezciliğin mirasını parlak renklere boyamayı gerektirmez.

Maduro önderliğindeki Venezuela hükümeti, önceli Hugo Chávez yönetiminde olduğu gibi, dünya kapitalist krizi ve Washington’ın artan oranda uyguladığı cezalandırma yaptırımları Venezuela işçi sınıfının yaşam standartlarını kırıp geçirirken bile özel mülkiyeti ve uluslararası mali sermayenin çıkarlarını savunan bir burjuva hükümettir. Hükümet, her iki devlet başkanı döneminde de, Venezuela kapitalist egemen sınıfının, boliburguesía denilen, hükümet ihaleleri, mali spekülasyon ve yolsuzluk eliyle zenginleşmiş yeni bir tabakasının büyümesini besledi.

Chávez döneminde, hükümet, petrolden ve emtia piyasası yükselişinden gelen gelirlerin bir kısmını Venezuela’nın yoksul kitleleri için sosyal yardımı finanse etmeye yönlendirebilirken, derinleşen dünya kapitalist krizi ve petrol fiyatlarında yaşanan çöküş, bu programların içini büyük ölçüde boşalttı. Hükümet, baskısını, sağcı muhaliflerine karşı değil ama daha çok sosyal ve demokratik hakları için mücadele eden işçilere karşı yönlendirirken, ekonomik krizin tüm ağırlığı Venezuela işçi sınıfının sırtına yüklendi. Venezuela burjuvazisi ekonomik ve toplumsal krizden çıkış yolunu gösteremez ve Venezuelalı işçiler henüz kapitalist düzene devrimci bir meydan okuma yaratamazken, Chávez ve Maduro hükümetleri, son tahlilde ordunun ve güvenlik güçlerinin desteğine yaslanarak, gitgide Bonapartist bir karakter edindi. Washington, şimdi, bu güçlerin yakınlığını kazanmak için yarışıyor.

Venezuela’yı emperyalist müdahale ve işgal karşısında saldırıya açık bırakan, bu hükümetlerin sınıf karakteri ve politikalarıdır. Maduro, çağrılarını, “diyalog” için sağcı muhalefete ve Trump’a ve son olarak da, kendisinin Venezuela’da “Mesih’in davası”na hizmet ettiğini vurgulayarak, Papa’ya yönlendirmiştir.

Bu hükümet, işçi sınıfına başvurmaktan acizdir ve bir emperyalist müdahaleye karşı koymak için kitleleri silahlandırmaktan korkmaktadır. Venezuela hükümetinin, ABD emperyalizminin yağmacı eylemlerine misilleme olarak, aralarında Chevron ile Halliburton’unkilerin de bulunduğu azımsanmayacak miktardaki yabancı kapitalist baskı gruplarını kamulaştırmaya da niyeti yok.

Venezuela’da gelişen ve gitgide daha tehlikeli hale gelen krize yönelik tek ilerici çözüm, işçi sınıfının, kitleleri silahlandırmak, burjuva mülkiyete ve yabancı kapitalist holdinglere el koymak ve ülkenin devasa petrol zenginliğini halkın denetimi altına almak uğruna mücadele ederek, bağımsız siyasi müdahalede bulunmasında yatmaktadır.

Böyle bir mücadele ancak işçi sınıfının uluslararası birliği üzerinden başarılı bir şekilde yürütülebilir. ABD’deki, Avrupa’daki ve Kanada’daki işçiler, Venezuela’daki bu gerici ve yağmacı emperyalist müdahaleye karşı çıkmalı ve mücadelelerini, ortak düşman olan dünya kapitalist sistemine karşı, Venezuela ve Latin Amerika işçilerinin mücadeleleri ile birleştirmeliler.

Loading