Küba’nın başkenti Havana’da 6-8 Mayıs tarihleri arasında “Uluslararası Akademik Etkinlik Lev Troçki” adlı bir konferans düzenlendi.
Uzun süre Fidel Castro ile kardeşi Raul’un başkanlık ettiği burjuva ulusalcı hükümetin aracı olan iktidardaki Küba Komünist Partisi’nin Troçkizmi bastırmış ve Moskova’daki Stalinist bürokrasinin Rus Devrimi’nin iki önderinden biri ve Dördüncü Enternasyonal’in kurucusu olan Troçki’ye karşı suçlarını savunmuş olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Küba’da bu konu üzerine bir konferans düzenlenmesi inkar edilemez bir öneme sahiptir.
Kübalı Troçkistler, Castrocu önderlik tarafından kıyasıya bastırılmış; üyeleri hapse atılmış ve basınları imha edilmişti.
Troçki’nin katili ve Sovyet gizli polisi GPU’nun ajanı olan Ramon Mercader, 1960’ta Meksika’da hapisten çıkar çıkmaz Küba’ya uçtu. Havana havaalanında Che Guevara tarafından karşılandı ve Fidel Castro tarafından sıcak bir şekilde ağırlandı. Mercader, Moskova ile Havana arasında düzenli olarak yolculuk etti ve 1978’de Havana’da öldü.
Ramon’un annesi olan ve Troçki suikastının örgütlenmesinde önemli bir rol oynayan Caridad Mercader, 1960’larda, Küba hükümetinin Paris’teki büyükelçiliğinde halkla ilişkiler müdürü olarak istihdam edildi.
Fidel Castro, 1966’da, Havana’da düzenlenen Üç Kıta Konferansı’nda yaptığı konuşmada, Moskova Yargılamalarının dilini hatırlatacak şekilde Troçkizme alçakça saldırmış ve onu “tiksindirici ve mide bulandırıcı”, “emperyalizmin ve gericiliğin adi bir aracı” olarak tanımlamıştı.
Castro yönetiminin Troçkizme karşı bu resmi kampanyasına rağmen ya da muhtemelen bu yüzden, Küba halkı içinde Lev Troçki’nin yaşamına ve mirasına büyük bir ilgi var. Bu, Kübalı yazar Leonardo Padura tarafından yazılıp 2009’da yayınlanan ve Troçki suikastına odaklanan The Man Who Loved Dogs romanının tutulmasında açıkça ortadaydı. Padura’nın romanı yazmasına, Mexico City’deki Troçki müzesini ziyaret etmesi ve Troçki’nin öldürüldüğü odayı görmesi ilham vermişti. Yazar, Küba’ya döndüğünde, kütüphanede bu devrimci önder hakkında topu topu iki kitap bulduğunu anlatıyordu: Dönek Troçki ve Hain Troçki.
Troçki’nin ve Troçkizmin, sosyalist enternasyonalizm uğruna mücadelenin tarihsel sürekliliğinin sağlanmasındaki rolüne ilişkin yanlış bilinenler hakkında doğruların açıklanması, Küba’da muazzam siyasi önem taşıyacaktır. Küba işçi sınıfı, adaya yönelik amansız emperyalist baskı eliyle yaratılmış derinleşen bir toplumsal ve ekonomik krizin yanı sıra, Küba hükümetinin yabancı sermaye ile anlaşmalar yapma yoluyla kendi egemenliğini destekleme girişiminin yarattığı büyüyen bir toplumsal eşitsizlik ile karşı karşıya bulunuyor.
Ne var ki, Havana’daki konferansın amacı bu değildi. Konusu ve konuk listesi Kübalı yetkililerce dikkatle incelenen toplantının amacı, siyasi netleşmeye tamamen karşıydı. Konferans, egemen tabaka her zamankinden daha istikrarlı bir şekilde sağa yönelirken, buna zararsız bir sol akademik kılıf sağlayarak hükümetin çıkarlarına hizmet etti.
Konferansın karakteri, kimlerin katılmaya davet edildiği ve kimlerin katılmasının engellendiği dolayımıyla belirlendi.
Sunum yapmak üzere Havana’ya getirilen sahte solcular ve Pablocu revizyonistler topluluğunun ağır basan tek bir görevi vardı: Troçkizmin devrimci içeriğini ortadan kaldırmak ve Troçki’nin tarihteki rolünü Küba’daki egemen seçkinlerin çıkarlarına uyacak şekilde resmetmek.
Konferansın öğretim üyesi ya da bağımsız araştırmacı sıfatıyla kendilerini akademisyen olarak tanıtan neredeyse tüm katılımcıları, dünyanın her yerinde Dördüncü Enternasyonal’i tasfiye etmek için çaba gösterirken, 1963’te küçük burjuva milliyetçiliğine ve Stalinizme teslim olmak için Troçkist hareketten kopmuş olan siyasi atalarının izinden gitmektedir.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi engellendi
Tamamen suni gerekçelerle konferanstan dışlanan, Pablocu tasfiyeciliğe karşı mücadeleye önderlik etmiş olan Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi idi (DEUK). DEUK’a, orada bulunmasının “etkinliğin hedef aldığı Küba halkının katılım kapasitesi”ni azaltacağı için, sunum yapamayacağı ve toplantıya katılamayacağı söylendi.
Etkinliğin düzenleyicisinin konferansın sonunda itiraf etmek zorunda kaldığı üzere, toplantıya çok az sayıda Kübalı katılmıştı. Onların arasında, hükümetin sunumların yasak alanlara girmediğinden emin olmak üzere gönderdiği “muhafızlar” da vardı.
Küba hükümeti, kimi davet ettiğini ve kimi dışladığını çok iyi biliyordu. Hükümet, DEUK’un temsilcilerinin katılmalarına izin verilmesi halinde, onların 1963’te Troçkist hareket içindeki bölünmenin doğurduğu temel sorunları ve Küba Devrimi’nin sonuçları üzerine keskin farklılıkları gündeme getireceklerinin son derece bilincindeydi.
Alan Woods’un önderliğindeki Uluslararası Marksist Eğilim’in (IMT) bir cephe oluşumu olan “Centro de Estudios Socialistas Carlos Marx”, etkinliğin düzenlenmesinde merkezi bir rol oynadı. Etkinliğin Kübalı düzenleyicisi, bu “Centro”ya özel olarak teşekkür etti ve Woods, konferansın sonunda video bağlantısı yoluyla Londra’dan konuşma yaptı.
IMT, konferans üzerine yaptığı haberde, şu açıklayıcı pasaja yer veriyor: “Lev Troçki’nin fikirleri kendi ışıklarıyla parlıyor ama aynısını Troçkist olduklarını ilan eden, gerçekten dar ve sekter bir düşünce yapısına sahip olan gruplar için söyleyemeyiz. … Seminerin kontrolden çıkması yönünde ciddi bir tehlike vardı ama neyse ki etkinliği düzenleyenler bu sorunların üstesinden doğru bir şekilde geldiler.”
Şüphesiz, başlıca sorun, Troçki’nin mücadelesinin sürekliliğini temsil eden Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin konferanstan dışlanmasıydı. Bu, kasten, dürüst olmayan bir şekilde ve kötü niyetle alınmış bir karardı. Yalnızca, Castroculuğa ve Stalinizme Pablocu revizyonist teslimiyet ile ilişkili olanların katılmasına izin verildi.
Woods’un video yoluyla yaptığı sunumu, Troçki’nin suikasta uğramasından önceki yıllardaki yalıtılmışlığını vurguladı. Troçki’den “dünyaya karşı bir adam” olarak söz eden Woods, “Lev Troçki’nin büyük fikirleri zihinlerimizde, kalplerimizde ve ruhlarımızda yaşıyor,” dedi. Troçki’nin Stalinizme karşı mücadelesinde bir dünya devrimi partisi olarak Dördüncü Enternasyonal’i kurmuş olması ise kapalı bir kutu olarak kaldı.
Diğer sunumlar da, bu bakış açısına büyük ölçüde sadık kaldılar. Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri’ne (DSA) girmiş eski bir Pablocu olan Susan Weissman, Victor Serge üzerine konuştu ve onu, Dördüncü Enternasyonal’i inşa etme mücadelesi sırasında umutsuzca yalıtılmış ve Bolşevizmin “genel anlayışı” ile ilişkisi kesilmiş olarak resmettiği Troçki ile kıyasladı.
Başka sunumcular, Troçk’nin Stalin’e karşı Buharin’in sağ muhalefeti ile birleşmeyerek siyasi bir hata yapmış olduğu savını ileri sürdüler. Buharin önderliğindeki sağ muhalefet, köylülüğün etkisini ve Sovyetler Birliği’nde kapitalist restorasyon tehdidini yansıtan ulusalcı bir eğilimdi.
Ernest Tate’nin rolü
1966’da Uluslararası Komite’ye ve dönemin Britanya şubesi Sosyalist İşçi Birliği’nin (SLL) önderi Gerry Healy’ye karşı bir provokasyonla bilinen Kanadalı kıdemli Pablocu Ernest Tate tarafından yapılan sunum, özellikle tiksindirici ve gericiydi.
Pablocu Birleşik Sekreterlik’in ve ABD’deki Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) Britanya’daki ajanı işlevi gören Tate, Macar Devrimi’nin onuncu yıldönümü üzerine bir SLL toplantısının yapıldığı yerin dışında, ondan ve arkadaşlarından siyasi yayınlarını satarken girişi kapatmamaları istenince, kasten bir münakaşa çıkarmıştı. Diğerleri girişin önünü açarken, Tate bunu reddetmiş ve SLL görevlileri ile fiziksel bir münakaşa başlatmıştı.
Tate, olaydan sonra hemen İngiltere’deki küçük burjuva sol basına gitmiş, olayın yalanlara dayanan bir anlatımını aktarmış, SLL’yi “şiddet eğilimli” olarak kınamış, Healy’yi İngiliz faşist Oswald Mosley ile kıyaslamış ve Healy’nin ve SLL’nin ifade özgürlüğünü bastırdığını iddia etmişti.
Tüm provokasyon, DEUK’a ve SLL’ye iftira atma; Küba ve Pablocu tasfiyecilik üzerine farklılıklara ilişkin her türlü tartışmayı engelleme amacıyla, SWP ve Uluslararası Sekreterlik ile sıkı işbirliği içinde düzenlenmişti.
Tate’nin iftirasını yayınlayanlar, hukuki yollara başvurma konusunda gözdağı verilmesi karşısında tekzipler yayınlamak ve Healy ile SLL’nin “şiddete başvurduğunu ya da ifade özgürlüğünü engellediğini” ileri sürdükleri için özür dilemek zorunda kaldılar.
Tate, Küba’daki konuşmasını, görünüşte Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi üzerine yaptı. Ancak o, Troçki’nin, her şeyden önce işçi sınıfının uluslararası Marksist bir partinin önderliği altında bağımsız devrimci seferberliğini gündeme getiren teorisini, başta Küba’daki Castroculuk olmak üzere burjuva ulusalcı hareketler yararına dayanışma kampanyaları yürütme kılavuzuna dönüştürmeyi başardı.
Tate, Troçki’nin, “Geçiş Programı” olarak da bilinen “Kapitalizmin Can Çekişmesi ve İşçi Sınıfının Görevleri” eserinden, Sürekli Devrim Teorisi’nin sömürge dünyasındaki kurtuluş hareketleriyle sözde “dayanışma”ya odaklanmasının bir örneği olarak bahsediyor.
O, “Geçiş Programı”ndan şu alıntıyı yapıyor: “Fakat dünyadaki bütün ülkeler emperyalist değildir. Tersine, çoğunluğu, emperyalizmin kurbanlarıdır. Kimi sömürge ya da yarı sömürge ülkeler, kuşkusuz, kölelik boyunduruğundan kurtulma girişiminde bulunacak. Bu ülkelerin savaşı emperyalist değil, kurtuluş savaşı olacak. Ezenlere karşı savaşlarında ezilen ülkelere yardım etmek, uluslararası proletaryanın görevi olacak.”
Ancak Tate, metnin devamındaki koşulu kasten bilmezlikten geliyor: “Proletarya, sömürge ülkeyi … bir savaşta desteklerken, sömürge ülkenin burjuva hükümeti ile … en ufak bir dayanışma içine girmez. … Haklı ve ilerici bir savaşa yardım eden devrimci proletarya, sömürgelerdeki işçilerin sempatisini kazanır, … oralarda Dördüncü Enternasyonal’in otoritesini ve etkisini kuvvetlendirir ve sömürge ülkedeki burjuva hükümetin devrilmesine yardımcı olma becerisini arttırır.”
Tate, sunumuna, Küba devriminin Dördüncü Enternasyonal içindeki mücadele açısından önemine ilişkin yalanlara dayanan bir açıklama yaparak devam etti. Özellikle FBI ajanı ve muhbir Joseph Hansen’i, Küba’yı ABD emperyalizmine karşı savunmayı o dönem ABD’deki Troçkist parti olan Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) “merkezi siyasi önceliği” yapmasındaki rolünden dolayı övdü.
Tate, ayrıca, SWP’nin kötü ünlü bir CIA paravanı olan Küba İçin Dürüst Tavır Komitesi ile ilişkisine dikkat çekiyor ve komiteyi, “tümüyle Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nin ruhuyla” dolu ve “altmışların ve yetmişlerin sonraki on yıllarında üçüncü dünya halklarına destek örgütlemenin modeli” olarak övüyordu.
Bu açıklama, Dördüncü Enternasyonal içinde Küba devrimi üzerine yaşanan mücadeleyi Kübalı dinleyicilerden kasten gizlemek üzere tasarlanmıştır. Fidel Castro’nun küçük burjuva ulusalcı bir hareket tarafından yürütülen bir gerilla savaşının sonucunda iktidara gelmesi, Hansen’in başını çektiği SWP önderliği tarafından, on yıl önce kopmuş olan Pablocular ile yeniden birleşmenin temeli olarak değerlendirilmişti.
Bu yeniden birleşmenin amacı, Dördüncü Enternasyonal’in orta sınıf sol politika bataklığında tasfiye edilmesiydi. Marksist teoriye dayanan ve siyasi olarak Troçki’nin Ekim Devrimi’ne yönelik ihanete karşı mücadelesinin mirasının yol gösterdiği uluslararası sosyalist bir işçi sınıfı hareketi inşa etme yönünde çabalar terk edilecekti. Sosyalist devrimin yazgısı, şu ya da bu biçimde Sovyet bürokrasisi ile müttefik ya da ona tabi olan bir dizi burjuva ulusalcı ve küçük burjuva radikal örgüte emanet edilecekti.
Pablocular, Castro’nun ulusalcı bir gerilla hareketinin başında iktidara gelmesinin, sosyalizme giden yeni bir yolu açmış olduğunu ilan ettiler. Bu yol, işçi sınıfının bilinci ve bağımsız müdahalesi şöyle dursun, devrimci Marksist partilerin inşasını bile gerektirmiyordu.
DEUK, Küba’yı emperyalist saldırganlığa karşı ilkeli bir şekilde savunurken, Castroculuğa ilişkin çözümlemesini, emperyalizm çağında burjuva ulusalcılığının rolüne yönelik daha kapsamlı bir değerlendirmeye dayandırmıştı.
Küba ve Sürekli Devrim Teorisi
Küba, İkinci Dünya Savaşı sonrası diğer pek çok ezilen ülke gibi, Sürekli Devrim’i olumsuz yönden doğrulamıştır. Yani, işçi sınıfının devrimci bir partiden yoksun olduğu ve dolayısıyla ezilen kitlelere önderlik edemediği koşullarda, ulusal burjuvazinin ve küçük burjuvazinin temsilcileri müdahale edip, kendi çözümlerini uygulamaya koyabildiler. Nasır, Nehru, Peron, Bin Bella, Sukarno, Baasçılar ve daha sonraki bir dönemde, İran’daki İslami köktendinciler ve Nikaragua’daki Sandinistler… Hepsi bu sürecin örnekleriydi.
1961’de Sosyalist İşçi Birliği’nin (SLL) SWP’ye gönderdiği bir belgede, Britanyalı Troçkistler Hansen’in küçük burjuva ulusalcı önderlikleri pohpohlamasını sert biçimde eleştirmişlerdi.
Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’ni savunan SLL, şunları yazıyordu: “Bu tür ulusalcı önderlerin rolünü övmek Troçkistlerin işi değildir. Onlar kitlelerin desteğini, yalnızca, sosyal demokrat ve özellikle Stalinist önderliklerin ihanetinden dolayı elde edebiliyor ve bu yolla emperyalizm ile işçi ve köylü kitleleri arasındaki tamponlar haline geliyorlar. Sovyetler Birliği’nden ekonomik yardım alma olasılığı, onların emperyalistler ile daha sıkı pazarlık yapmasına olanak sağlamakta; hatta burjuva ve küçük burjuva önderler arasındaki daha radikal unsurların emperyalist şirketlere saldırmasını ve kitleler içinde daha fazla destek elde etmesini mümkün kılmaktadır. Ama bize göre, her durumda yaşamsal sorun, bu ülkelerdeki işçi sınıfının, sovyetleri inşada yoksul köylülüğe önderlik eden ve uluslararası sosyalist devrim ile gerekli bağları kabul eden Marksist bir parti dolayımıyla siyasi bağımsızlığını kazanmasıdır. Bize göre, Troçkistler, hiçbir durumda, bunun yerine ulusalcı önderlerin sosyalistler haline geleceği umudunu geçirmemeliler. İşçi sınıfının kurtuluşu bizzat işçilerin görevidir.” [David North, Savunduğumuz Miras içinde, Mehring Yayıncılık, syf. 411]
Troçki, “Geçiş Programı”nda, şu olasılığı öngörmüştü: “Tamamen istisnai durumlarda … Stalinistler de dahil olmak üzere küçük burjuva partiler, burjuvaziden kopma yolunda kendi arzu ettiklerinden daha ileri gidebilirler.”
Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş belgesi, şubelerinin görevinin, “işçilerin bağımsız politika arayışına yardım etmek, bu politikanın sınıfsal karakterini derinleştirmek, reformist ve pasifist yanılsamaları ortadan kaldırmak, öncünün kitleler ile bağını kuvvetlendirmek ve iktidarı devrimci yolla ele geçirmeye hazırlanmak” olduğunu vurgulayarak devam ediyordu.
Pablocular ise, Küba konusunda, Castro’nun küçük burjuva ulusalcı önderliği hakkında yanılsamalar yayma ve işçileri ona tabi kılma peşinde koşarak, tam zıt yönde ilerlediler.
DEUK, Castroculuğun sosyalizme giden yeni bir yolu değil; 1960’larda eski sömürge ülkelerin birçoğunda iktidara gelmiş olan burjuva ulusalcılığının en radikal türlerinden birini temsil ettiği konusunda ısrar etti. Bu rejimlerin çoğu, geniş kapsamlı ulusallaştırmalar yapmıştı.
Pablocuların, Küba’yı, Castro’nun küçük burjuva ulusalcı hükümetinin gerçekleştirdiği; işçi sınıfının bağımsız seferberliğini ve ulusallaştırılan sektörler üzerinde bir işçi denetimini içermeyen ulusallaştırmalara dayanarak bir “işçi devleti” ilan etmesi, Marksizme bütünüyle aykırıydı.
Troçki, Küba Devrimi’nden yirmi yıl önce, küçük burjuva güçler tarafından girişilen ulusallaştırmaları yüzeysel bir şekilde sosyalist devrimle özdeşleştirmeyi açıkça reddetmişti. Troçki, Stalinist Kremlin bürokrasisinin 1939’da Polonya’yı (Hitler ile ittifak halinde) istila etmesi sırasında gerçekleştirdiği kamulaştırmalara karşılık olarak, şunları yazmıştı: “Bizim için başlıca siyasi ölçüt, bunlar kendi içlerinde ne kadar önemli olurlarsa olsunlar, şu ya da bu bölgede mülkiyetin dönüştürülmesi değil; dünya proletaryasının bilincindeki ve örgütlenmesindeki değişim, eski zaferlerini savunma kapasitesinin yükseltilmesi ve yenilerinin başarılmasıdır.”
Uluslararası Komite, Pablocu perspektifle mücadele ederken, onun işçi sınıfının sosyalist devrimdeki merkezi ve önder rolünü ve siyasi iktidarı ele geçirmek için gereken bilinci geliştirmek üzere işçi sınıfı içinde Troçkist bir partiyi inşa etme gerekliliğini reddetmesinin, yalnızca yeni ihanetlere yol açacağı uyarısında bulundu. Eğer Pablocuların iddia ettiği gibi Küba’da böyle bir partiye gerek olmadıysa, dünyanın başka bir yerinde neden gerek olacaktı ki?
Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’ni esas alan Uluslararası Komite, sömürge ve eski sömürge ülkelerde emperyalist baskıdan kurtuluş mücadelesinin yalnızca işçi sınıfının önderliğinde, onun iktidarı ele geçirmesiyle ve devrimin uluslararası alanda yayılmasıyla başarıya ulaşabileceğinde ısrar etti. Bu perspektiften çıkan başlıca görev, işçileri burjuva ulusalcılığına tabi kılmaya çalışan bütün eğilimlerin pençesinden kurtulma uğruna amansız bir mücadelede işçi sınıfının bağımsız devrimci partilerinin inşa edilmesidir.
“Sosyalizme giden yeni bir yol” olarak Castroculuk: Bir bilanço
Uluslararası Komite’nin, Castroculuğun sosyalist devrimin yeni modeli ilan edilmesi hakkında yaptığı uyarıların doğruluğu, Latin Amerika genelinde yıkıcı sonuçlarla trajik bir şekilde kanıtlandı. Pablocular, bölgedeki takipçilerine, işçi sınıfı içinde devrimci önderlik uğruna mücadeleyi bırakma ve bunun yerine kırda “silahlı mücadele” için “teknik hazırlıklar”a girişme talimatı verdiler.
Peki, bu perspektifin sonuçları ne oldu? Stalinist, Sosyal Demokrat ve burjuva ulusalcı bürokrasilerin karşıdevrimci hakimiyetini sağlamlaştırmaya yardım edecek şekilde, gençlerin ve genç işçilerin en radikalleşmiş kesimleri işçi sınıfı içinde devrimci önderlik mücadelesinden başka yöne çekildi. Bu gençler, Latin Amerika’daki kapitalist devletlerin silahlı kuvvetleri ile intihara eş çatışmaların içine atıldılar ve bu, binlercesinin ölümüne yol açtı. Üstelik bir ülkeden diğerine, ordular, başarısız gerilla maceralarını, faşist-askeri diktatörlüklerin dayatılmasının ve emekçi kitlelerin topyekün bastırılmasının bahanesi olarak kullandılar.
Bolivya’da Ekim 1967’de yakalanıp idam edilmesiyle sonuçlanan ölümcül bir maceraya atılan Che Guevara’nın yazgısı, Castroculuğun ve Pablocu revizyonizmin yıkıcı sonuçlarının trajik bir göstergesiydi.
Castro hükümeti, sosyalizme giden yeni bir yol sağlamak şöyle dursun, Latin Amerika’da Guevara’nın gerillacı öğretisini benimseyenlerin devirmeye çalıştığı burjuva hükümetler ile faydacı bağlar kurarken, kendisini Sovyet bloğuna bağımlı bir devlet olarak ayakta tuttu. Castro, Şili’de, tam da ordunun darbe hazırlığı yaptığı sırada, işçilere Allende hükümetine tabi olmalarını söyleyerek, “sosyalizme giden parlamenter yol”u övdü. Küba önderi, Ekvador ile Peru’daki askeri rejimlere kucak açtı ve Meksika’da 1968’deki öğrenci protestoları katliamının hemen ardından iktidardaki yozlaşmış PRI aygıtı ile sıkı bağlar kurdu.
Bu belirleyici stratejik deneyimlerin ve Dördüncü Enternasyonal içinde gelişen mücadelenin bilgisi olmadan, günümüzde ne Küba’daki ne de Latin Amerika genelindeki krizi anlamak mümkün olur.
Ne var ki Tate, Küba ve Dördüncü Enternasyonal sorununu küçük burjuva radikal dayanışma kampanyalarından birine indirgeyerek, bütün bunları sessizce geçiştiriyor.
Onun bu faaliyetler için model olarak seçtiği şeyler (Hansen ve Küba İçin Dürüst Tavır Komitesi), son derece açıklayıcıdır.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin 1940 yılındaki Lev Troçki suikastını çevreleyen koşullara yönelik yürüttüğü “Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal” adlı soruşturma, emperyalizmin ve Stalinizmin polis ajanlarının Dördüncü Enternasyonal’e sızma ve onu baltalama yönündeki onlarca yıllık çabalarını saptadı. Soruşturma, daha birçok şeyin yanı sıra, Joseph Hansen’in Troçkist hareket içinde bir ajan olarak faaliyette bulunduğuna ilişkin kesin kanıtlar ortaya çıkardı.
Küba İçin Dürüst Tavır Komitesi’ne (FPCC) gelince; Tate, bunun SWP’nin siyasi gidişatında oynadığı uğursuz rolü görmezden geliyor. Komitenin kurucularından Alan Sagner, egemen çevrelerden gelen bir kişiydi. Sanger, sonradan, Demokratik Parti Ulusal Komite yöneticisi, New York ve New Jersey Liman İdaresi başkanı ve Kamu Yayıncılığı Kurumu başkanı oldu. Ayrıca, Ulusal Güvenlik İçin İşletme Yöneticileri’nin yönetim kurulu üyeliği yaptı.
FPCC, FBI ajanlarının ve muhbirlerinin akınına uğradı ve onlar tarafından manipüle edildi. Komite, Carleton Koleji’nden 12 kişilik bir öğrenci grubunun SWP’ye girmesine kanal işlevi gördü. SWP, Minnesota’daki bu küçük temel bilimler okulunda herhangi bir faaliyet yürütmemişti. Jack Barnes’ın (Ford Vakfı bursuyla Küba’ya seyahat etmiş bir Cumhuriyetçi) önderlik ettiği bu klik, siyasi komitesinin çoğunluğunu oluşturarak partinin önderliğini ele geçirdi ve SWP’nin yüzlerce emektar üyesini ihraç etti.
Tate, Pablocu revizyonizmin bu ihanetler tarihini Sürekli Devrim Teorisi’nin gerçekleşmesi olarak sunarak, Kübalı dinleyicileri Troçki’nin devrimci mirasından ve bu mirasın Dördüncü Enternasyonal’in mücadelesi içindeki sürekliliğinden kasten uzak tutmaya çalıştı.
Tate, dinleyicilerine, üyesi olduğu ve raporunda Britanya’daki politikasını övdüğü Uluslararası Marksist Grup’a (IMG) ne olduğunu açıklama zahmetine girmedi. IMG, bir dizi polis provokasyonunun ardından, sağa doğru kayan İşçi Partisi’ne girmek üzere 1981’de kendini tasfiye etmişti.
Türkiye’deki Devrimci İşçi Partisi’nin (DİP) bir temsilcisinin de konferansta hazır bulunması dikkate değerdi. DİP temsilcisi, sunumunda, bir “işçi devleti”ne ayak basmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve Che Guevara’yı Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nin en seçkin temsilci olarak göklere çıkardı.
DİP, Arjantin’deki Jorge Altamira önderliğindeki İşçi Partisi (Partido Obrero, PO) ve Yunanistan’daki Savas Michael önderliğindeki İşçilerin Devrimci Partisi (EEK) ile birlikte, Dördüncü Enternasyonal’i Stalinizm ile ittifak içinde “yeniden kurma”ya çalışan Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kuruluşu İçin Koordinasyon Komitesi’nin (CRFI) bir parçası. Öyle görünüyor ki, bu gerici girişim artık Küba’daki Castrocu hükümete kadar uzanıyor.
Bu eğilimlerin hiçbiri ya da onların Rus Devrimi’nin eş önderinin ve Dördüncü Enternasyonal’in kurucusunun tarihsel mirasını lekeleyen ve Troçkist hareketin mücadelesini gizleyen sunumlar yapmak üzere Havana’ya gitmiş olan temsilcileri, Castro’yu bir “doğal Marksist”, Küba’yı bir “işçi devleti” ve küçük burjuva gerillacılığını sosyalizme giden yeni bir yol ilan ettikleri kendi sicilleri şöyle dursun, Küba devrimine yönelik herhangi bir bilanço çıkarmaya zahmet etmemiştir.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin bu biçimde Castroculuğa uyarlanma konusunda yaptığı eleştirinin doğruluğu bütünüyle kanıtlanmıştır.
Castrocu hareket, sosyalizme giden yeni bir yol sağlamak şöyle dursun, Küba toplumunun temel tarihsel sorunlarını çözmekten aciz olduğunu gösterdi. Castro’nun iktidara gelmesinden altmış yıl sonra, adanın ekonomisi, turizme ve göçmenlerin dövizine artan oranda bağımlı olmayı sürdürüyor. Stalinist bürokrasinin 1991’de SSCB’yi dağıtmasının ardından Sovyet yardımlarının sona ermesi ve kriz içindeki Venezuela’dan gelen ucuz petrol ithalatındaki keskin düşüş, milyonlarca Kübalı işçiyi yoksulluğa mahkum ederken, ada ekonomisinin geri kalmışlığını ve bağımlılığını ortaya çıkardı.
Castro’nun iktidara yükselişinden altmış yıl sonra, Küba işçi sınıfının, iktidar organları şöyle dursun, herhangi bir bağımsız örgütlenmesi söz konusu değildir. Fidel Castro 2016 yılında ölürken, 88 yaşındaki kardeşi Raúl, ülkenin iktidar partisinin başında olmayı sürdürüyor.
Emekçi kitleler bir yandan egemen tabakanın yabancı sermaye ile her zamankinden daha sıkı bağlar kurma yoluyla kendi ayrıcalıklarını kurtarmaya çalışması nedeniyle yaşam standartlarına artan saldırılar ve büyüyen toplumsal eşitsizlikle, diğer yandan da savaş tehdidiyle karşı karşıya olduğu için, Küba’da Lev Troçki’ye yönelik ilginin artacağından kuşku duyulamaz. Kapitalizm her zamankinden daha açık bir şekilde ülke ekonomisine yön verirken, Pablocuların Küba’yı bir “işçi devleti” olarak resmetme girişimleri bütünüyle teşhir olmuştur.
Kübalı işçiler, Troçki’nin mücadelesine ilişkin gerçek kavrayışa giden yolu, yalnızca Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin devrimci sosyalist enternasyonalizm programını ve perspektifini onun tüm revizyonist muhaliflerine karşı savunmak için verdiği mücadeledeki sürekliliği öğrenerek bulacaklardır.
Yazar ayrıca şunları öneriyor:
Castroculuk ve Küçük Burjuva Ulusalcı Politikalar [7 Ocak 1998]
Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal, Gelfand Davası ve Mark Zborowski'nin yeminli ifadesi [10 Kasım 2015]