İran'ın Irak'taki ABD üslerine balistik füze fırlatmasının ardından ABD Başkanı Donald Trump'ın Çarşamba günü yaptığı konuşma, şirket medyası tarafından, dünyayı yıkıcı yeni bir emperyalist savaşın eşiğine getiren gerilimlerin yatıştırılması olarak karşılandı.
New York Times, "Trump, İran'la Daha Fazla Askeri Çatışmadan Geri Adım Attı" diye ilan etti. CNN, ABD başkanının İran ile "çatışmadan çıkış yolunu" tuttuğunu söyledi. Diğerleri ise, "rahatlama"dan ve savaş yöneliminin "yatışıyor" gibi göründüğünden söz ettiler.
Savaş tehdidinin uzaklaştığına ilişkin bütün bu laflar en ufak bir güvenilirlikten yoksundur. Trump'ın İran için "büyük bir gelecek" arzusu etme ve "isteyen herkesle barışı kucaklamaya" hazır olma biçimindeki boş laflarının artık nesnel bir temeli bulunmamaktadır.
Trump'ın Tahran ile büyük dünya güçleri arasında yapılan 2015 nükleer anlaşmasını iptal etmesiyle başlatılan savaş tehdidi, konuşmasının ana hatlarının açıkça ortaya koyduğu gibi yalnızca yoğunlaşıyor. Hiç kimse, İran'a yönelik doğrudan bir askeri saldırı geçici olarak ertelendiği ölçüde, bunun zamanı geldiğinde daha da kanlı ve yıkıcı olacağından kuşku duymamalı.
İran'ın General Süleymani suikastına karşılık olarak yaptığı saldırı, açıkça görülüyor ki, kayba yol açmayı amaçlamıyordu. Ancak Washington bunu bir "yatışma" nedeni olarak değil, stratejik hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmak için taktiksel bir fırsat olarak görüyor. Amerika'nın hiçbir kaybının olmaması, ABD'nin topyekun savaşa hazır olmadığı koşullarda, Trump üzerindeki derhal bir karşı saldırı emri verme basıncını hafifletmiş değildir. Trump'ın Süleymani suikastının emrini aniden vermiş olması nedeniyle, ABD ordusunun kuvvetlerini hücuma geçmek üzere yeniden konuşlandırmaya zamanı yoktu. Bir sonraki kaçınılmaz provokasyon düzenlendiğinde, bu taktiksel zayıflığın üstesinden gelinmiş olacaktır.
Trump'ın söylemek zorunda olduklarının büyük kısmı, hem İran'ı hem de General Kasım Süleymani'yi suçlayıp onlara iftira attığı önceki konuşmalarından ve Twitter mesajlarından yeniden türetilmişti. Fakat Trump'ın söylediklerinden daha önemlisi, konuşmanın sahnelenme biçimiydi. Trump, anayasal protokolü görülmemiş bir şekilde ihlal ederek, her iki yanına Başkan Yardımcısı Mike Pence'i, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'yu ve Savunma Bakanı Mark Esper'in yanı sıra üniformalarını kuşanmış ordu kurmaylarını alarak ulusa seslendi. Daha önceki tüm olaylarda, büyük bir krizin ya da askeri muharebenin duyurusu, Oval Ofis'teki masasında oturan başkan tarafından yapılırdı. Bu görüntü ise, Trump'ı bir askeri cuntanın önderi olarak sunmayı amaçlıyordu.
Peki, bu kez askerlerin orada bulunmasıyla verilen mesaj neydi? Trump, kürsüye yürüdükten sonra konuşmasına ani bir giriş yaptı: "Ben Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olduğum sürece, İran'ın bir nükleer silah sahibi olmasına asla izin verilmeyecek." Böylece, "Günaydın" bile demeden, İran'a yönelik yeni bir saldırının başlıca bahanesini açıklamış oldu.
Trump'ın görüntüsü, kendini kontrol etmeye çalışan bir adamın görüntüsüydü; kıpkırmızı kesilmişti ve güç nefes alıyordu. Kamuoyunun önüne çıkmadan önce, kapalı kapılar arkasında öfkeli tartışmalar yaşandığı sonucuna varmamak elde değildir.
Önceki hafta boyunca, çok sayıda tehditte savurmuş; İran'ı "daha önce hiç olmadığı kadar sert" biçimde vuracaklarını söylemiş ve Twitter'da, "Amerika Birleşik Devletleri Kongresi'ne, İran'ın herhangi bir ABD yurttaşını ya da hedefini vurması durumunda, ABD'nin hızla ve tam olarak, belki de orantısız bir şekilde intikam alacağını" bildirmişti.
Peki neden Trump tehditlerini gerçeğe dönüştüremedi? Bunun nedeni, büyük olasılıkla, Genelkurmay Başkanlığı'nın Trump'ı aceleci bir hareketin askeri bir felaketle sonuçlanabileceği konusunda uyarmış olmasıdır.
Pentagon, Afganistan'dan Türkiye'ye kadar İran'ın sınırlarına konuşlandırılmış olan yaklaşık 70.000 ABD askerinin yanı sıra bölgede bulunan on binlerce paralı askerin ve deniz kuvvetleri personelinin savunmasını hazırlamak için zamana ihtiyaç duyuyor. Ordu, İran'ın, ABD'nin bir sonraki saldırılarına, büyük olasılıkla ABD üslerine, uçak pistlerine, savaş gemilerine ve uçak gemilerine yönelik bir füze yağmuruyla karşılık verileceğini biliyor. Washington, ABD'nin Irak'a karşı 1990 ve 2003'teki savaşlarından önce, bundan çok daha az kuvvetli bir düşmana karşı hazırlık yapmak için birkaç aya ihtiyaç duymuştu.
Washington'ın savaş planlayıcılarının siyasi değerlendirmeleri de söz konusudur. II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana görülmemiş düzeyde şiddete başvurmak üzere savaş yanlısı propagandayı geliştirmek ve halkı psikolojik olarak şartlandırmak için daha fazla zaman gerekiyor. Bu propaganda, uysal şirket medyasının yardımıyla, Amerikan halkını, ABD'nin nükleer silah kullanımını kabul etmeye koşullandırma çabalarını da içerecektir. İran'da ve Ortadoğu genelinde Süleymani'nin öldürülmesinin kışkırttığı kitlesel protestolar, özellikle işçi sınıfı dünya genelinde kitlesel mücadelelere girerken, ABD'nin topyekun bir savaşının harekete geçireceği çalkantılara ilişkin bir gösterge sağladı.
Trump'ın konuşmasının iki maddi unsuru, "cezalandırıcı ek ekonomik yaptırımlar" uygulama sözü ve NATO'nun "Ortadoğu'ya çok daha müdahil olması" talebiydi.
Yeni yaptırımlar hakkında hiçbir detay verilmezken, Washington'ın İran ekonomisini çökertmeyi ve halkına açlıktan boyun eğdirmeyi amaçlayan "azami baskı" harekatını daha ne kadar yoğunlaştırabileceğini hayal etmek güç.
NATO'ya gelince; Washington, 2003'te olduğu gibi, bir kez daha kendisinin "gönüllü koalisyonu"nu bir araya getirmeye çalışıyor. Avrupalı güçlerin Süleymani suikastına tüm suçlamalarını Tahran'a yönelterek korkakça yanıt verdikleri dikkate alındığında, Washington'ın onları kendisinin canice savaş hazırlığı doğrultusunda harekete geçirebileceğine inanmak için her türlü neden mevcuttur. Tıpkı ABD emperyalizmi gibi, kapitalist Avrupa da, kendi iç çelişkileri ve artan toplumsal gerilimleri eliyle savaşa yönlendiriliyor.
İran'a karşı bir savaşa, kaçınılmaz olarak, ülke içinde en temel demokratik hakların yürürlükten kaldırılması eşlik edecektir. Trump'ın ordu kurmayları önünde yaptığı konuşmasının olağandışı bölümlerinden biri, Obama yönetimini, İran'ın ABD hesaplarındaki mevduatlarını serbest bırakan 2015 nükleer anlaşmasını imzalayarak terörizmi finanse etmekle ve ABD üslerine atılan füzelerin parasını ödemekle suçlamasıydı. Bu, eski bir Amerikan başkanının vatana ihanetle suçlanması anlamına gelmektedir ve ABD hükümetinin Amerikalı işçiler ile gençlerin savaşa yönelik kitlesel muhalefetiyle nasıl baş edeceğinin yalnızca bir habercisidir.
ABD'nin İran'a karşı savaşı, yaklaşık 17 yıl önce Irak'a karşı başlatılan savaşın bölgede yarattığı yıkımı ve bir milyondan fazla insanın öldürülmesini gölgede bırakacak; tüm bölgeyi ve doğru tüm dünyayı içine çekme tehlikesi yaratacaktır.
Hiç kimse, bunun Washington'ı bu savaşı başlatmaktan alıkoyacağı yanılsamasına kapılmamalıdır. Bütün dünyada milyonlarca insan, ABD egemen sınıfının, Troçki'nin ifadesiyle, "gözleri kapalı bir şekilde kızakla ... felakete doğru kaydığına" tanık oluyor.
Trump'ın İran'a karşı askeri saldırıları ertelemesinin barışa giden bir yol açtığı yönündeki tüm iddialar, Trump'ın eylemlerini son 30 yıldır Amerikan dış politikasına yön veren temel krizden ayırma hatasına düşmektedir.
Son iki günde ABD'nin askeri hedeflerini değiştiren hiçbir şey olmamıştır. Bu haftaki krize yol açan jeopolitik zorunluluklar, yeni krizler doğuracaktır.
Bu savaş tehdidi, ABD emperyalizminin 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağıtılmasından bu yana izlediği pervasız askeri politikanın nihai ürünüdür. Afganistan'dan Irak'a Libya'ya ve Suriye'ye kadar yürütülen bir dizi saldırı savaşı ve rejim değişikliği operasyonu, Washington'ın stratejik hedeflerinden hiçbirini yerine getiremezken, yalnızca felaketlere yol açmıştır.
İran'a karşı savaş hazırlıkları, Washington'ın 2018'de ilan ettiği ve "terörle mücadele"den "büyük güç rekabeti"nden kaynaklanan savaş hazırlıklarına geçilmesine dayanan küresel strateji ile bağlantılıdır. Washington, Tahran'da sömürge tipi bir kukla rejiminin dayatılmasını ve Basra Körfezi'nin enerji arzı üzerinde kontrol sağlanmasını, Rusya ve Çin ile savaşa yönelik temel bir hazırlık olarak görmektedir.
İran'a karşı savaşın son derece kanlı olacak olması, nükleer bir felakete hazırlanan bir egemen sınıfı durdurmayacaktır.
Artık söz konusu olan İran'a karşı savaşın açılıp açılmayacağı değil ama ne zaman açılacağıdır. Nasıl ki General Süleymani'nin öldürülmesi için uydurma bir "yakın tehdide" dayanan bir bahane bulunduysa, Ortadoğu'nun herhangi bir yerinde, herhangi bir güç tarafından ABD kuvvetlerine yönelik gerçek ya da uydurma bir saldırı veya başka bir sözde "tehdit" iddiası, emperyalist saldırganlığı gerekçelendirmeye yeterli olacaktır.
Savaş, Trump'ın Demokratik Parti içindeki korkak ve sözde siyasi muhalifleri tarafından durdurulmayacak. Onlar, Trump yönetimine Rusya'ya karşı yeterince saldırgan olmadığı gerekçesiyle muhalefet ederek ordu ve istihbarat aygıtının siyasi sözcülüğünü yapıyorlar.
Savaşı dünyadaki herhangi bir hükümet de durdurmayacak. Buna, aşağıdan gelen kitlesel bir muhalefetle karşı karşıya bulunduğu koşullarda emperyalizm ile bir uzlaşmaya varma peşinde koşan Tahran'daki burjuva dini hükümetin manevraları da dahildir.
Savaş doğrudan doğruya kapitalizmin akıldışılığından ve ulus devlet sistemi ile dünya ekonomisi arasındaki çözümsüz çelişkiden kaynakladığı için, savaşa karşı dünya burjuvazisinin akılcılığına seslenmek boşunadır.
Trump'ın erteleme taktiği, savaşa karşı sosyalist bir hareket inşa etme mücadelesinde herhangi bir azalmaya yol açmamalıdır. En acil ve yakın görev, savaşa karşı mücadeleyi işçi sınıfı mücadelelerindeki küresel yükseliş ile birleştirmektedir. İşçi sınıfı mücadelelerindeki bu küresel yükseliş, emperyalizme son vermeyi ve toplumu sosyalist temellerde yeniden örgütlemeyi amaçlayan kitlesel bir savaş karşıtı hareketin ortaya çıkmasına güçlü bir temel oluşturmaktadır.