George Floyd’un polis tarafından öldürülmesi üzerine başlayan protestolar, eşi görülmemiş genişlik ve kapsamda bir küresel harekete dönüşmüş durumda.
Pazar akşamı itibarıyla, 25 Mayıs’tan beri dünya genelinde yaklaşık iki bin kent ve kasabada gösteri yapıldı. Bu hafta sonu Londra, Roma, Berlin, Viyana, Madrid, Paris, Lizbon, Varşova ve daha birçok Avrupa kentinde büyük gösteriler düzenlendi. Cuma günü Oslo’daki Norveç parlamentosunun önünde 12.000’den fazla kişi protesto için toplandı. Avustralya, Hindistan, Pakistan, Tunus ve Meksika’da protestolar düzenlendi. Geçtiğimiz hafta Yeni Zelanda genelinde on binlerce kişi gösteri yaptı.
Amerika Birleşik Devletleri, bu dünya hareketinin merkezidir. Ülke genelindeki protestolar ikinci haftasına giriyor. Her bölgede ve eyalette azımsanmayacak kitleler bir araya geliyor. Bu çok ırklı ve çok etnik gruplu gösterilerin en büyüklerinden bazıları, bir zamanlar ırk ayrımının, linç yasasının ve siyasi gericiliğin kalesi olan Derin Güney’de yapılıyor.
Bu toplumsal kabarmanın tetikleyicisi, 25 Mayıs’ta Floyd’un Minneapolis, Minnesota’da öldürülmesiydi. Bu suçun sarsıcı gaddarlığı halkı dehşete düşürdü ve kitleler arasında çok kuvvetli bir tepki havası yarattı. ABD polisinin her yıl işlediği 1000’i aşkın cinayetten biri olan bu son cinayet, ABD çoktandır patlamayı bekleyen toplumsal bir barut fıçısı olduğu için böylesi bir öfke patlamasına yol açtı. Aynı durum, dünya genelinde bütün ülkelerde mevcuttur.
Küresel gösteri dalgası, muazzam bir toplumsal ve siyasi öfke kaynağını dışa vuruyor. Bu, onlarca yıldır sonu gelmeyen savaşa, temel demokratik hakların ortadan kaldırılmasına ve devasa bir servetin bir avuç egemen seçkinin elinde toplanmasına gösterilen tepkidir.
Bu gelişmenin en çarpıcı özelliklerinden biri, “önderliksiz” karakteridir. Her ülkede şu anda hangi parti iktidarda olursa olsun, işçiler ve gençler arasında büyüyen toplumsal muhalefete yönelik resmi yaklaşım, özünde düşmancadır.
ABD’de, hiçbir Demokrat ya da Cumhuriyetçi politikacı, protestoları harekete geçiren duyarlılıklara seslenmemektedir. Geçtiğimiz hafta protestolarda konuşma yapmaya çalışan bir avuç Demokrat –örneğin, Minneapolis ve New York belediye başkanları– yuhalandı ve sözleri kesilip kürsüden indirildi.
Siyaset kurumunun işçilerin ve gençlerin demokratik haklarına yönelik yaklaşımı, Trump’ın muhalefeti bastırmak için bir darbe düzenleme ve ülke genelinde orduyu görevlendirme girişimi hakkında Demokratik Parti’den hiçbir resmi açıklama gelmemesinde en açık şeklini almıştır.
Trump’ın bu komplodaki başlıca işbirlikçisi olan Adalet Bakanı William Barr, Pazar günü verdiği bir röportajda, başkanın, şimdiye kadar bunu yapmamış olmasına karşın, eyalet valileri ve diğer yetkililer karşı çıksa bile, İsyan Yasası’nı devreye sokup federal birlikleri harekete geçirme konusunda tüm haklara sahip olduğunu yineledi. Dahası, Barr, federal polisin ve Ulusal Muhafız birliklerinin Beyaz Saray yakınındaki Lafayette Meydanı’nı zorla boşaltmasını şiddetle savundu. Meydandaki barışçıl protestocular, göz yaşartıcı gaz, biber gazı ve benzeri bastırma silahlarıyla dağıtılmışlardı.
Trump’ın orduyu görevlendirme tehdidine Demokratik Parti’nin verdiği tepki, basmakalıp ve kaçamak sözlerden oluşuyordu. Demokratlar, Trump’ın derhal görevden alınmasını istemek şöyle dursun, onun yaptıklarını açık ve dolambaçsız bir şekilde kınamaktan dahi kaçındılar. Ukrayna’ya askeri yardımı geciktirdiği gerekçesiyle Trump’ı görevi kötüye kullanmakla suçlamış olan Demokratların Kongre’deki önderliği, Trump ordunun Washington’ı işgal etmesini talep edince kılını bile kıpırdatmadı.
Trump’ın darbesine muhalefet, ordu kesimlerinden geldi. Medya, eski General James “Kuduz Köpek” Mattis’in ve başka emekli subayların açıklamalarını yayıyor. Ancak Trump’a başlıca yanıtın eski generallerden gelmesi, yalnızca, hükümetin sivil kollarının değil de ordunun Amerikan demokrasisinin yazgısının belirleyicisi haline geldiğini göstermeye hizmet etmektedir. Ayakta kalması ordunun müsamahasına bağlı bir demokrasi, yıkılmak üzeredir.
Tehlikeler oldukça ciddidir. Beyaz Saray’daki komplocular entrikalarını sonlandırmış değiller. Ordu, uygun zamanı bekliyor ve seçeneklerini değerlendiriyor. Polis hâlâ tepeden tırnağa silahlı.
Dahası, Demokrat valiler ve belediye başkanları, eyaletlerde ve kentlerde, protestolara saldırma kirli işinde Ulusal Muhafızları ve ağır silahlı polisleri kullanarak ordunun müdahalesini gereksiz hale getirmeye çalıştılar. Protestolar sırasında şimdiden ondan fazla kişi hayatını kaybetti ve 10.000’den fazla kişi gözaltına alındı.
Devrimci bir krizin gelişiminin erken bir aşamasında, protestocu kitlelerin, neye karşı ve ne için mücadele ettiklerine dair net bir kavrayışa sahip olmadan yalnızca mevcut düzene daha fazla katlanamayacakları anlayışıyla mücadeleye girmeleri tamamen doğaldır. Ancak demokratik özlemler, işçi sınıfı, gelişen kitle hareketi içinde önder ve belirleyici güç olarak ortaya çıktığı ölçüde gerçeğe dönüştürülebilir.
Düşman, doğru bir şekilde saptanmalıdır. Mesele sadece alçak polis güçleri ya da ırkçı polisler değildir. Demokratik haklara yönelik saldırının kaynağı, mali oligarşi ile onun servetinin ve iktidarının dayandığı toplumsal ve ekonomik sistem olan kapitalizmdir.
Demokratik hakların savunulması, bu yüzden, siyasi iktidarın işçi sınıfına aktarılmasını ve toplumun ekonomisinin kapsamlı bir şekilde yeniden yapılandırılmasını amaçlayan sosyalist bir programa dayanmalıdır.
Sosyalist Eşitlik Partisi, polis şiddetine karşı çıkan işçileri ve gençleri, deneyimlerinden gerekli dersleri çıkarmaya ve işçi sınıfı içinde sosyalist bir önderliği inşa etme mücadelesine girişmeye çağırır. Polis şiddetine karşı mücadele, ABD’de ve dünya genelinde eşitsizliğe, sömürüye, savaşa, otoriterleşmeye ve kapitalist kâr sistemine karşı gelişen ve giderek büyüyen işçi mücadeleleri ile birleştirilmelidir.