Tunus’taki olaylar dünyanın gidişatında bir dönüm noktasıdır. Onlarca yıldır gericiliğin muzaffer olmasının ve sınıf mücadelesinin bastırılmasının ardından, kitlesel protestoların patlaması ve Zeynel Abidin Bin Ali’nin 23 yıllık baskıcı yönetiminin sona erdirilmesi, yeni bir devrimci altüst oluşlar dönemine işaret etmektedir.
Bununla birlikte, Tunuslu kitleler, mücadelelerinin ancak ilk aşamalarında bulunuyorlar. Yeni geçici devlet başkanının yönetimi altında askeri şiddetin devam etmesinin şimdiden açıkça ortaya koyduğu gibi, işçi sınıfı çok büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Çok önemli olan devrimci program ve önderlik sorunu halen çözülmüş değildir. Devrimci bir önderlik geliştirilmezse, Bin Ali’ninkinin yerine başka bir otoriter rejimin kurulması kaçınılmazdır.
Bin Ali’yi alaşağı eden kitlesel hareketin ani ve hızlı gelişimi, büyük bir nesnel önem taşımaktadır. Batı’nın Arap rejimlerinin en istikrarlılarından biri diyerek düzenli olarak övdüğü, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da kapitalizmin, ABD ve Avrupa emperyalizminin çıkarlarının kalesinin, yalıtılmış, zayıf ve tepeden tırnağa çürümüş olduğu birkaç hafta içinde açığa çıktı.
Uzun süredir siyasi yaşamın yüzeyinin altında gelişmekte olan toplumsal barut fıçısını ateşleyen kibrit, düzenli bir iş bulamayan ve sebze satarak edindiği yetersiz geçim kaynaklarından yetkililer tarafından mahrum bırakılan bir üniversite mezununun kendini yakması oldu. Bu trajik olay, milyonlarca genç ve işçinin, yaygın işsizlik, yoksulluk, toplumsal eşitsizlik ve egemen seçkinlerin despotluğu ve yolsuzluğuna duyduğu öfkeyi bir noktaya topladı.
Tunus’ta patlamaya yol açan toplumsal koşullar, Mağrip ve Ortadoğu genelinde hakim durumdadır ve aynı koşullar, ileri kapitalist ülkelerde, küresel bir ekonomik krizin ortasında bankaların ve şirketlerin acımasız saldırısı altında bulunan işçi sınıfının giderek daha fazla karşısına çıkıyor.
İslamcı güçlerin kitlesel protestolarda neredeyse hiçbir rol oynamamış olmaları önemlidir. Tüm dünyada ön plana çıkan, din, ırk ve milliyet gibi ikincil ve üçüncül soruların yerini alan, ekonomik ve siyasi yaşama hakim olan temel toplumsal ve sınıfsal meselelerdir.
Bin Ali’nin düşüşü, hem Tunus ve Arap dünyası burjuvazisinde hem de Amerikan ve dünya emperyalizminde bir şok etkisi yaratmıştır. Onlar için daha da endişe verici olan, komşu Cezayir’de ve daha doğudaki Ürdün’de kitlesel protestoların patlak vermesiydi.
Başkent Tunus şehir merkezini doldurmak ve diktatörlüğün sona ermesini talep etmek için orduya ve polise meydan okuyan on binlerce işçinin ve gencin görüntülerinin New York, Paris, Frankfurt ve diğer emperyalist finans merkezlerindeki bankacıların ve spekülatörlerin tüylerini ürperttiğine şüphe yok. Yolsuzluk ve servetin hor gören küçümseyişi söz konusu olduğunda, ABD egemen seçkinleri ilk sırayı kimseye bırakmaz.
Hem ABD’nin hem de Avrupa’nın Tunus’taki olaylara yönelik tepkisi baştan sona sinik ve ikiyüzlüce olmuştur. Bütün emperyalist başkentler, Bin Ali rejiminin berbat yolsuzluğunun tamamen farkındaydı.
Protestoların yayılmasına katkıda bulunan faktörlerden biri, Tunus’taki ABD büyükelçiliğinden gelen ve Tunus rejimini aşağılayıcı terimlerle bir kleptokrasi [hırsızlar yönetimi] ve diktatörlük olarak tarif eden yazışmaların WikiLeaks tarafından yayınlanmasıydı. Bu yazışmaların Tunus’taki toplumsal protestoların patlamasındaki rolü, Amerikan egemen sınıfının WikiLeaks’in ifşaatına yönelik histerik tepkisini açıklamaya yardımcı olmaktadır.
Hem ABD hem de Avrupa, Tunus rejiminin yırtıcılıklarını kendi ekonomik ve jeostratejik çıkarlarına tabi kılmayı seçmişti. Avrupa Birliği ve özellikle eski sömürgeci güç Fransa, Tunus’la kapsamlı ekonomik bağlar kurdu. ABD, kendisinin “terörle mücadele”sinin arkasına dizilmesi karşılığında diktatörlüğe yönelik askeri ve siyasi yardımı artırdı.
Bu siyasi ve askeri ilişkiler, ABD’nin ve Avrupa’nın insan haklarını savunmak ve demokrasiyi teşvik etmek konusundaki iddialarının sahteliğini ortaya koymaktadır.
Daha geçtiğimiz hafta, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bir Arap uydu kanalına, ABD’nin Tunus’taki krizde “taraf tutmadığını” söylüyordu. Ancak Washington’un bu onlarca yıllık müttefikinin gidiş yolu netleşince, ABD hükümeti, göstericileri desteklediğini iddia ederek ve rejimi aşırı şiddet nedeniyle eleştirerek tavrını değiştirdi.
Amerikan egemen sınıfının Tunus’taki kitle hareketine yönelik gerçek yaklaşımı, Washington Post yayın kurulu üyesi Jackson Diehl’in bir yorumunda belirttiği gibi, amansız bir düşmanlıktır. Diehl, Cuma günü şunları yazıyordu: “Ancak ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarına yönelik en yakın tehdit savaş değil; devrimdir.”
Diehl, devamında şunları eklemişti: “Şiddet çoktan Cezayir’e geçti ve Arap medyası ‘Tunus senaryosu’nun bir sonraki durağının ne olacağı konusunda spekülasyonlarla dolu: Mısır mı? Ürdün mü? Libya mı? Bütün bu ülkeler, hızla artan küresel gıda ve yakıt fiyatları nedeniyle tehdit altındalar; Birleşmiş Milletler geçtiğimiz hafta bir ‘gıda fiyatı şoku’ uyarısında bulunmuştu.”
Tunus’ta geçtiğimiz hafta meydana gelen olaylar, işçi sınıfının muazzam toplumsal gücünü ve devrimci potansiyelini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Fakat kitle hareketinin başlıca zayıflığı, net bir devrimci perspektif, program ve önderlikten yoksun oluşudur.
Bu, yerli burjuvazinin ve onun emperyalist destekçilerinin, halk muhalefetini ezmek ve Tunus kapitalizmini savunmak için yeniden toparlanmasına ve yeni araçlar oluşturmasına olanak tanımaktadır. Bin Ali’nin görevden ayrılmasıyla halk nefretinin en doğrudan hedefini ortadan kaldıran Tunus rejimi, şimdiden bir karşı saldırı başlatıyor. Bir “birlik hükümeti” ve vaat edilen seçimler kisvesi altında, olağanüstü hal ve sıkıyönetim sürüyor; polisler ve askerler, rejim karşıtlarını vurmaya ve tutuklamaya devam ediyor.
Devrimci mücadelenin ortaya çıkışı, siyasi bilinç, perspektif ve program sorununu daha da kritik hale getirmektedir. Tunus’un ve bütün bir Ortadoğu’nun tarihi, Troçki ve Dördüncü Enternasyonal tarafından sürekli devrim perspektifi temelinde geliştirilen dünya devrimi stratejisini güçlü bir şekilde doğrulamaktadır.
Troçki’nin Stalinizme, sosyal demokrasiye ve burjuva milliyetçiliğine karşı çıkarak açıklamış olduğu gibi, emperyalizm çağında, geç kapitalist gelişmeye sahip ülkelerdeki burjuvazi, demokratik devrimin temel görevlerini yerine getirmekten acizdir. Tunus gibi ülkelerin zayıf ve bağımlı, yabancı emperyalizme ve yerli feodal güçlere sayısız bağlarla bağlı olan burjuvazisi, işçi sınıfının devrimci gücünden emperyalizmden bin kat daha fazla korkmaktadır ve işçi sınıfına bin kat daha fazla düşmandır.
1957’deki bağımsızlığından bu yana Tunus’un tarihi, bu tarihsel öngörünün doğruluğunun tipik bir örneğidir. Ulusal burjuvazi, Tunus ekonomisini emperyalist bankaların ve şirketlerin sınırsız sömürüsüne açar ve kitlelere yoksulluğu dayatırken, ülkeyi demir yumrukla yönetmiştir. Cezayir için de aynısı geçerlidir. 1960’lardaki sömürgecilik karşıtı mücadeleye önderlik etmiş olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN), bugün protesto gösterisi yapan işçilere saldırmakta; yozlaşmış egemen seçkinlerin ve yabancı bankalar ile şirketlerin çıkarları doğrultusunda “serbest piyasa” politikaları uygulamaktadır.
Daha önce kendilerini sosyalist gibi sunanlar da dahil olmak üzere çeşitli milliyetçi hareketlerin tamamı, bugün kendi halklarını bastırma konusunda emperyalizmle işbirliği yapıyor. Ne Baasçılık, Nasırcılık, Filistin Kurtuluş Örgütü ne de bunların Libya’daki çeşidi, emperyalizmden gerçek bağımsızlık, işsizlik, yoksulluk ve ekonomik geri kalmışlık meselelerinin üzerine gidebilmiştir.
Arap Birliği’nin Tunus’taki olaylara yönelik tepkisi, “itidal” ve “istikrar”, yani kitle hareketinin bastırılması çağrısı yapmak oldu. Libya’daki Kaddafi, göstericilere karşı Bin Ali’yi açıkça savundu ve yeni bir Bolşevik devrimi uyarısında bulundu.
Avrupalı sahte sol gruplar tarafından çeşitli biçimlerde ileri sürülen sözde “demokratik devrim” çağrısı, bir çıkmaz sokaktır. Onlar, işçilerin, resmi muhalefet partilerine ve sendikalara daha fazla söz hakkı vermesi için rejime baskı yapmasını istiyorlar. Ne var ki, söz konusu örgütlerin hiçbiri, rejime ya da onun sağcı politikalarına karşı bir mücadele yürütmek istemiyor. Son iki devlet başkanlığı seçiminde Bin Ali’yi desteklemiş olan Tunus Genel İşçi Sendikası (UGTT), onun serbest piyasa “reformları”nı resmen onaylamıştı.
Tunus’un ve tüm Mağrip ile Ortadoğu’nun işçi sınıfı ve ezilen kitleleri için tek uygulanabilir program, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) tarafından ileri sürülen sosyal devrim programıdır. Ancak hem yerli burjuvaziye hem de emperyalizme karşı toplumun tüm ezilen kesimlerine önderlik eden işçi sınıfının bağımsız mücadelesi yoluyla demokratik ve sosyal haklar kazanılabilir ve siyasal yaşamın temeli olarak toplumsal eşitlik kurulabilir.
Bu mücadele sadece ulusal bir ölçekte yürütülemez. Emekçi kitleleri, dünya sosyalist devriminin bir parçası olarak Ortadoğu ve Mağrip Birleşik Sosyalist Devletleri bayrağı altında birleştirmek için Kuzey Afrika ve Ortadoğu genelinde Troçkist partiler inşa edilmelidir.
Bu mücadele, çoğu Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dakinden büyük Arap işçi nüfusuna sahip olan ileri kapitalist ülkelerdeki artan işçi mücadeleleriyle bilinçli bir şekilde birleştirilmelidir.
Yalnızca bu enternasyonalist temelde, emperyalizm ve burjuvazi tarafından durmaksızın körüklenen din, milliyet ve ırk ayrımı aşılabilir ve işçi sınıfının toplumsal gücü emperyalist egemenliğe son vermek için seferber edilebilir.
DEUK, dünyanın dört bir yanındaki siyasi gelişmeleri bildirmek ve çözümlemek, uluslararası düzeyde işçi sınıfı mücadelelerine gerekli perspektifi sağlamak üzere günlük yayın organı olarak Dünya Sosyalist Web Sitesi’ni yarattı. Tunus ve Ortadoğu genelindeki okurlarımızı web sitemizle iletişime geçmeye davet ediyoruz. Tunus’ta ve tüm bölgede diktatörlüğe ve sömürüye son vermeye çalışan herkesi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin şubelerini inşa etmek üzere mücadeleye girişmeye çağırıyoruz.
17 Ocak 2011