Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS) ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) tarafından 1 Mayıs’ta düzenlenen Uluslararası Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nda Kanada’daki Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Ulusal Sekreteri Keith Jones tarafından yapılan konuşma.
COVID-19 pandemisi dünyayı kasıp kavururken, kitlesel acıyı ve ölümü tanımlamak için kullanılan korkunç kelimeler sözlüğünü çabucak tüketti. Ancak şu anda Hindistan’da ortaya çıkan felaket, her açıdan, küresel pandemide korkunç bir yeni aşamaya işaret ediyor.
Güney Asya dışından birçoğunuz, personel, yatak, ilaç ve oksijen kıtlığı nedeniyle Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi ve finans merkezi Mumbai’deki hastanelere kabul edilmeyen son derece hasta insanlar; tıbbi oksijen kaynağı biten hastanelerde havasızlıktan boğularak ölen hastalar ve yakılmayı ya da gömülmeyi bekleyen ceset dağları hakkında haberler görmüş veya okumuş olacaksınız. Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin memleketi Gücerat’ta, günde 24 saat çalıştırılmak durumunda kalınan krematoryum fırınlarının metal çerçeveleri çatlayıp eriyor.
Hindistan’ın yedi ay içinde ilk kez 100.000’den fazla yeni vaka kaydettiği 4 Nisan’dan bu yana, resmi hükümet kayıtlarına göre toplam COVID-19 vakaları 6 milyondan fazla arttı. Yine aynı dönemde 45 bin kişi daha öldü. Bu ölümlerin 10 binden fazlası son üç günde meydana geldi. Hindistan’ın yedi günlük ortalama günlük yeni vaka sayısı şu anda 350.000’i aşıyor. Bu, virüsün yaklaşık 16 ay önce ortaya çıkmasından bu yana Çin’deki toplam COVID-19 vakası sayısının üç buçuk katından fazladır.
Basit istatistikler, şu anda Hindistan’da ortaya çıkan insani felakete, kaybedilen hayatlara ve geçim kaynaklarının yok edilmesine dair gerçek bir fikir veremez. Avrupa veya Amerika’dan söz edilseydi, bu aynı derecede doğru olurdu.
Sadece Hindistan örneğinde, yürek burkan rakamlar, COVID-19 enfeksiyonlarının ve ölümlerinin sayısını büyük ölçüde olduğundan düşük gösteriyor. Hindistan genelindeki bölgelerde yetkililer tarafından sağlanan ölüm rakamlarını krematoryum ve mezarlık kayıtlarıyla karşılaştıran araştırmalar, son haftalardaki gerçek ölüm sayısının beş, hatta on kat daha fazla olduğunu gösteriyor.
Dahası, şu anda 3 milyonun üzerinde olan resmi aktif vaka sayısından Hindistan’ın sağlık sisteminin harap durumuna ve en iyi zamanlarda yüz milyonlarcası yetersiz beslenen halkının yoksulluğuna ve sağlıksızlığına kadar her şey, Hindistan’ın ikinci dalgasının sadece başlangıç aşamalarında olduğuna işaret ediyor.
Bunun dünya çapında insanları tehdit eden küresel bir felaket olduğu, Hindistan’ın çift mutant varyantı denilen varyant da dahil olmak üzere yeni, daha bulaşıcı ve potansiyel olarak aşıya dirençli COVID-19 türlerinin ortaya çıkmasıyla vurgulanıyor.
Yine de Modi, aşırı sağcı, Hindu üstünlükçüsü Bharatiya Janata Partisi hükümeti ve Hindistan egemen sınıfı, kararlılığını sürdürüyor. Onlar, kapitalist kârı insan yaşamının önüne koyarak bencil sınıf çıkarlarının peşinde koşmakta kararlılar.
“Çare hastalıktan kötü olamaz” biçimindeki kapitalist sloganı başka bir şekilde ifade eden Modi, geçtiğimiz haftaki ulusa seslenişinde şöyle diyordu: “Bugünkü durumda, ülkeyi kapanmadan kurtarmak zorundayız.”
Hindistan, tarihsel olarak ezilen bir ülkedir. Ancak kitlesel yoksulluk ve geri kalmışlığın yanı sıra, önemli bir endüstriyel kapasiteye, ileri teknolojiye ve muazzam zenginlik kaynaklarına sahiptir. Servet, pandemi sırasında küçük bir azınlığın elinde daha da yoğunlaştı. Forbes’e göre, 2020 yılında Hindistan’ın milyarderlerinin serveti neredeyse ikiye katlanarak 596 milyar dolara çıktı.
Yine de bu kaynakların hiçbiri pandemiyle mücadele etmek için seferber edilmedi. Bu suçun sorumluluğu, siyaset kurumunun ve egemen sınıfın tüm kesimlerine aittir. Hindistan devleti, onlarca yıl boyunca, Kongre Partisi veya BJP liderliğindeki Birlik hükümetleri altında, sağlık hizmetlerine GSYİH’nin yüzde 1,5 gibi çok küçük bir kısmını harcadı. Hem muhalefetin hem de BJP’nin kontrolündeki eyalet yönetimleri, ölümcül virüsün yayılmasını durdurmak için hayati olmayan işyerlerinin kapatılmasına ve evde kalmalarını sağlamak üzere emekçilere sosyal destek sağlanmasına şiddetle karşı çıkıyor.
Egemen sınıfın sürü bağışıklığı politikası, Hindistan’ın işçilerine ve emekçilerine yönelik yoğunlaştırılmış bir sınıf savaşı saldırısının en ileri noktasıdır. Modi hükümeti, ekonomiyi canlandırmak adına kamu mallarının ucuza satışını başlattı, büyük tarım işletmeleri lehine bir dizi yasayı onayladı ve güvencesiz, sözleşmeli işgücünün yeniden istihdamını daha da teşvik etmek ve çoğu işçi eylemini yasa dışı hale getirmek için çalışma yasasını değiştirdi.
Aynı zamanda Washington ve onun başlıca Asya-Pasifik müttefikleri olan Japonya ve Avustralya ile yeni bir dörtlü, üçlü ve ikili askeri-stratejik işbirliği ağları oluşturarak Hindistan’ı ABD emperyalizminin Çin’e karşı savaş yönelimine daha da entegre etti.
Önümüzdeki ay, Hindistan burjuvazisinin, sinik bir şekilde sosyalizm olarak adlandırdığı devlet önderliğindeki kalkınma projesini, ABD emperyalizmi önderliğindeki dünya kapitalist düzeni ile tam bütünleşme lehine terk etmesinin 30. yıldönümü olacak.
Batı medyasının Hindistan’ın kapitalist yükselişi hakkındaki yanıltıcı haberlerinin ardından, burjuvazinin neler yaptığı artık dünyanın görmesi için açığa çıkmış durumda. Halkın geniş kitlesi yokluğa, açlığa ve ölüme mahkûm edilirken, küçük bir azınlık, Babürlüleri ve hatta daha açgözlü Doğu Hindistan Şirketi’ni utandıracak bir servet içinde yüzüyor. İlk kez 2002 yılında Gücerat’taki Müslüman karşıtı pogromu kışkırtarak ulusal üne kavuşan Hindu üstünlükçüsü haydut Modi’nin şahsında, Hindistan CEO’ları ve milyarderlerine uygun bir siyasi temsilcisi var.
Fakat son otuz yıl boşuna yaşanmadı. Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın başka yerlerinde olduğu gibi, kapitalist küreselleşme, Hindistan işçi sınıfının büyüklüğünü ve toplumsal gücünü muazzam ölçüde artırdı ve üretim süreci boyunca onu Avrupa ve Kuzey Amerika’nın emperyalist merkezlerindeki sınıf kardeşleri de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki işçilere organik olarak bağladı.
Modi rejimine ve Hindistan kapitalizminin barbarlığına karşı yaygın toplumsal öfke, son aylarda, işlerin hızlandırılmasına, yoksulluk ücretlerine ve kişisel koruyucu donanım eksikliğine karşı Toyoto otomotiv işçilerini, Karnataka toplu taşıma işçilerini ve Yeni Delhi hemşirelerini kapsayan bir grev ve protesto dalgası biçiminde patladı. Geçtiğimiz yıl 26 Kasım’da Hindistan genelinde on milyonlarca insan bir günlük genel greve katıldı.
Ama Hindistan işçi sınıfı, her yerde olduğu gibi şu gerçekle yüzleşiyor: onun adına konuştuğunu iddia eden örgütler, burjuvazinin aracıdır ve sınıf mücadelesini sürdürme değil, bastırma işlevi görmektedir. İkiz Stalinist Komünist Partiler ve onların sendikal uzantıları, Hindistan’ı küresel sermaye için önde gelen ucuz emek cenneti yapma yolunda 30 yıllık çabasında egemen sınıfı desteklediler. Ardı ardına sağcı hükümetlere destek veren bu partiler, yönetimde oldukları eyaletlerde utanmadan “yatırımcı yanlısı” dedikleri politikaları uyguladılar. Stalinistler, Hindistanlı çiftçilerin beş aydır süren kitlesel mücadelesine sözde destek veriyorlar. Ancak çiftçilerin mücadelesini işçi sınıfından yalıtmak ve Kongre Partisi ile yaptıkları kirli manevralara tabi kılmak için ellerinden geleni yaptılar. Belirtmek gerekir ki Kongre Partisi, geçtiğimiz yılın çoğunu, Modi’ye, Çin’e karşı sözde çok yumuşak davrandığı gerekçesiyle saldırmakla geçirdi.
Hindistanlı işçiler ve gençler, Taban Komitelerinin Uluslararası İşçiler İttifakı’na bağlı taban komiteleri de dahil olmak üzere, sosyalist ve enternasyonalist bir programın yol gösterdiği yeni kitlesel mücadele örgütlerinin inşası yolunda, dünyanın dört bir yanındaki sınıf kardeşlerinin yanında yer almalıdır.
Ancak en önemli görev, devrimci bir işçi sınıfı partisinin, yani Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Hindistan şubesinin inşasıdır. Bu parti, Rusya’daki 1917 Ekim Devrimi’ne yol gösteren program olan sürekli devrim programı temelinde, kır emekçilerini ve tüm ezilenleri Hindistan burjuvazisine ve onun tüm siyasi temsilcilerine karşı devrimci mücadelede bir araya getirerek işçi sınıfını bağımsız bir siyasi güç olarak seferber etme mücadelesi verecektir.
Hindistanlı kitlelerin –pandemiyle mücadeleden toplumsal eşitsizliğe, kast baskısının yok edilmesinden topluluksal gericiliğin yenilgiye uğratılmasına kadar– karşı karşıya olduğu yakıcı sorunların hiçbiri, Hindistan ve dünya kapitalizmine karşı ve sosyoekonomik yaşamın sosyalist temelde yeniden örgütlenmesi uğruna mücadele dışında çözülemez.