Çarşamba akşamı yüzlerce kişiden oluşan bir aşırı sağcı güruh, Ankara’nın Altındağ ilçesinde Suriyeli karşıtı sloganlar atarak sokaklara döküldü. Suriyeli sığınmacıların evleri taşlanırken, bazı dükkânlar yağmalandı ve araçlar yakıldı. Bu faşizan saldırı, Türkiye ve uluslararası işçi sınıfına yönelik ciddi bir uyarıdır.
Haberlere göre, aynı gün 18 yaşındaki Emirhan Yalçın bir sığınmacı grubuyla girdiği bıçaklı kavga sonucu öldükten sonra şiddet patlak verdi. Yabancı uyruklu iki kişi “kasten öldürme” suçundan tutuklanmıştı.
Ankara Emniyet Müdürlüğü, Perşembe ve Cuma günü, saldırıya karıştığından ya da sosyal medyada provokatif paylaşım yaptığından şüphelenilen toplam 148 kişinin gözaltına alındığını açıkladı. Bununla birlikte, sosyal medyada yayınlanan birçok videoda, saldırı sırasında polisin saldırganlara müdahale etmediği görülüyor.
Göçmenleri ve sığınmacıları hedef alan aşırı sağcı saldırıların patlak vermesi, Türkiye egemen sınıfının tüm temsilcilerinin, özellikle de Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile onun aşırı sağcı müttefiki İYİ Parti’nin kışkırttığı yabancı düşmanlığının bir sonucudur.
Ankara’daki saldırı, CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın yabancı düşmanı çağrılarını tırmandırıp, sosyal medyada Suriyelileri ve Afganları hedef alan aşırı sağcı bir kampanyayı harekete geçirmesinden kısa süre sonra meydana geldi. Özcan, şehirdeki yabancı uyrukluların, yani asıl olarak Suriyelilerin ve Afganların su faturalarına ve katı atık vergilerine on kat zam yapacağını ilan etmişti.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, saldırıdan sonra ikiyüzlü bir şekilde provokatif eylemlere karşı uyarıda bulundu: “Ben bu işin nereye gidebileceğini görebiliyorum; Saray iktidarının ülkeyi yangın yerine çevirmesine izin vermeyeceğim. Biz bu sığınmacı sorununu çözeceğiz; ve tabii ki bunu aklıselim ile yapacağız.”
Oysa kısa süre önce bizzat Kılıçdaroğlu, ekonomik güçlüklerden dolayı Suriyeli sığınmacıları suçluyordu: “Ciddi şikayetler var. Geçinemeyen, işsiz kalan insanlar, Suriyelilerden şikâyet ediyorlar. Ve önümüzdeki süreçte çok daha ciddi açmazlarla toplum olarak karşılaşabiliriz. Ve bu sorunu çözmek zorundayız.” Gerçekte CHP’nin çözüm önerisi, toplu tehcirdir.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, olayların ardından bir açıklama yaparak şunları söyledi: “Ülkemizin birçok yerinde yaşanan bu sorun kontrol edilemez bir hal almadan yetkililerin acil eylem planı oluşturmasını ve misafirlerin ülkesine dönüşünü sağlamasını umuyorum.” Faşizan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) kökenli Yavaş, son yerel seçimlerde CHP’den seçilmiş ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) “ilerici” bir alternatif olduğu iddiasıyla sahte solun da desteğini almıştı.
Sadece birkaç hafta önce, Dünya Sosyalist Web Sitesi, tehlikeye dikkat çekmiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Özellikle burjuva muhalefet partilerinin ve onlara yakın medyanın kışkırttığı linç ortamı, hem sığınmacılara hem de tüm işçi sınıfına karşı faşizan saldırılara zemin hazırlıyor.”
Aksoy Araştırma’nın kısa süre önce yaptığı anket, yabancı düşmanı ve şovenist düşüncelerin kışkırtılmasında burjuva muhalefet partilerinin oynadığı canice rolü gözler önüne serdi. “Cumhurbaşkanı siz olsaydınız, Suriyelilerle ilgili ne yapmayı tercih ederdiniz?” sorusuna, CHP oy verenlerin yüzde 50’si, İYİ Parti’ye oy verenlerinse yüzde 42’si “Zorla da olsa ülkesine gönderirdim,” yanıtını verdi.
AKP’ye oy verenlerde bu oran yüzde 27, faşizan MHP’ye oy verenlerde yüzde 29, Türkiye ortalamasında ise yüzde 35’ti.
Burjuva muhalefet partileri, özellikle ABD’nin askeri olarak çekilmesinin ardından Taliban’ın Afganistan’ın büyük kısmını ele geçirmesinden sonra hükümete sağdan saldırıyor ve yabancı düşmanı bir ortam yaratıyorlar.
CHP’nin yanı sıra Sol Parti (eski Özgürlük ve Dayanışma Partisi, ÖDP) ve Stalinist Türkiye Komünist Partisi (TKP) gibi sahte sol örgütlerle bağlantılı kişilerce kurulan “Sanatçılar Girişimi”, görünüşte hükümeti eleştiren, gerçekte ise onlarca yıllık emperyalist saldırıdan ve toplumsal yıkımdan kaçan Afgan sığınmacıları hedef alan bir açıklama yaptı.
Göçmen işçilerin kötü durumuna tamamen kayıtsız ve onlara düşman olan hali vakti yerinde orta sınıf tabakaların korkularını ve çıkarlarını yansıtan açıklamada şunlar ifade ediliyordu: “Yaşanmakta olan bir başka felaket, özellikle Afganistan üzerinden dalga dalga gelmekte olan genç erkek topluluklardır. Bu yasa dışı göç olgusunun ülkemizin laik, demokratik, yurtsever yurttaşlarına, nüfusumuzun büyük çoğunluğuna karşı, olası bir milis güç oluşturma hazırlığı olduğu, ülkemizin geleceği için kaygı duymakta olan kesimlerce açıkça dile getirilmektedir.”
Bu gelişmeler, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin, Türkiye’deki burjuva muhalefet partilerinin ve onların sahte solcu müttefiklerinin gerici karakteri hakkında yaptığı uyarıların doğruluğunu kanıtlamaktadır.
Göçmenlere ve işçilere aynı şekilde düşman olan Erdoğan hükümeti, COVID-19 pandemisi eliyle derinleşen ekonomik, toplumsal ve siyasi krizlerin yanı sıra seller ve orman yangınları gibi afetlerle karşı karşıya bulunuyor. Hükümet, işçiler arasında artan toplumsal öfke karşısında, sahte bir dinsel ve insani söylemle itidal çağrısında bulunsa da, işçi sınıfını bölmek ve toplumsal muhalefeti başka yöne çevirmek için göçmen karşıtı politikalarını sürdürüyor.
İstanbul’da polisin 7 Ağustos’ta düzenlediği bir operasyon sonucunda, atık toplama ve geri dönüşüm işinde çalışan Afganistan, Pakistan ve Suriye uyruklu 196 göçmen işçi yakalandı ve sınır dışı edilmek üzere Geri Gönderme Merkezi’ne götürüldü.
Hükümet ayrıca, Avrupa Kalesi ve ABD’nin Meksika duvarı inşası politikalarını takip ederek, İran sınırına bir duvar örüyor.
Dahası, Ankara, sığınmacıları NATO güçleriyle görüşmelerinde bir pazarlık kozu olarak kullanmayı amaçlıyor. Mart 2016’da AB, Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan kirli anlaşma, Yunanistan’ı AB’nin gardiyanı yaparken, Erdoğan yönetimini, Suriye, Irak ve Afganistan’daki savaş bölgelerinden gelen sığınmacıların Avrupa’ya gitmesini engellemekle görevlendirmişti.
Anlaşma, “düzensiz” rotalar üzerinden, yani Türkiye’den tehlikeli bir bot yolculuğuyla Yunanistan’a giren tüm sığınmacıların Türkiye’ye geri gönderilmesini şart koşuyor. Yalnızca Türkiye’de zulüm göreceklerini kanıtlayabilenler Yunanistan’dan sığınma elde edebiliyor. Birçoğu, bu “düzensiz” rotalarda, ya güvenilmez botlarla Ege Denizi’ni geçip Yunanistan kıyılarına ulaşmaya çalışırken ya da İran’dan Türkiye’ye girip Van Gölü’nden geçerken hayatını kaybediyor.
Türkiye’de yaşayan, en az 3,5 milyonu Suriyeli ve yüz binlercesi Afgan yaklaşık 5 milyon sığınmacı ve göçmen, dünya genelinde savaştan ve yoksulluktan kaçan 80 milyon sığınmacının önemli bir kısmını oluşturmaktadır.
Emperyalist işgale karşı çıkma, sığınmacıları ve demokratik hakları savunma mücadelesi, Ortadoğu ve Orta Asya’nın ezilen kitlelerinin işçi sınıfı önderliğinde sosyalizm uğruna ortak bir mücadelede birleştirilmesinden ayrılamaz. Bütün sınırlar açılmalı, sığınmacılar yurttaşlık da dahil olmak üzere tam demokratik haklarla, seçtikleri ülkeye yerleşme ve istedikleri gibi okuma, yaşama ve çalışma hakkına sahip olmalıdır. Bu mücadele, işçi sınıfı içinde devrimci bir önderliğin, yani Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Türkiye şubesi olarak Sosyalist Eşitlik Partisi’nin inşasını gerektirmektedir.