İktisat tarihinde daha önce böyle bir şey görülmedi. Financial Times tarafından hafta sonu haber yapılan Bank of America’nın analizine göre, merkez bankaları pandemi başladığından beri mali piyasalara 32 trilyon dolar pompaladı.
Bu, Mart 2020’deki piyasa erimesine yanıt olarak ABD Merkez Bankası (Fed) liderliğindeki müdahalelerin başlamasından bu yana, merkez bankalarının 20 ay boyunca saatte 800 milyon dolarlık finansal varlık satın aldığı anlamına geliyor.
Sonuç, borsa kapitalizasyonunda 60 trilyon dolarlık bir artışla sonuçlanan devasa bir spekülatif patlama oldu.
Bu artışın ölçeği, reel ekonomideki büyümeyi ölçen gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYİH) rakamlarıyla karşılaştırıldığında görülebilir. ABD’nin yıllık ekonomik üretimi yaklaşık 22 trilyon dolar iken, küresel GSYİH ise yaklaşık 84 trilyon dolar. Başka bir ifadeyle, ABD’de en belirgin olan piyasa kapitalizasyonundaki büyüme, yıllık Amerikan üretiminin iki buçuk katından fazlasına eşdeğerdir. Bu, tüm dünya ekonomisinin kabaca dörtte üçü kadardır.
Bu karşılaştırmalar, hisse senedi piyasasının tırmanışının doğasının ve temeli oluşturan reel ekonomiden kopuşunun altını çizmeye hizmet ediyor.
Hisse senetleri, tahviller ve diğer finansal varlıklar gerçek değer içermez. Bunlar alınıp satıldığında büyük kârlar elde edilebilir ancak bu kârlar herhangi bir gerçek değerin büyütüldüğünü göstermez. Buna karşın, reel ekonomide, bir şirket, çalıştırdığı işçilerin emek gücünden artık değer elde ederek kâr eder.
Hisse senetleri ve diğer finansal varlıklar, Marx’ın hayali sermaye dediği şeydir; yani mülkiyet haklarıdır ve son tahlilde ekonomide gerçek sermaye tarafından çıkarılan artık değer üzerindeki bir hak iddiasıdır.
Durum elbette burada tasvir edildiğinden daha karmaşıktır ancak ne kadar karmaşık olursa olsun, onun temel dinamiği budur.
Hayali sermaye, paranın çok daha büyük miktarlarda parayı doğurduğu bir tür cennette genellikle envai çeşit esrarlı işlem yoluyla hatırı sayılır bir süre boyunca var olabilse de, kendisini asla dünyevi temellerinden tamamen ayıramaz.
Bu cennet, faiz oranlarının sıfıra yakın bir seviyeye düşürülmesi ve finansal varlıkların satın alınması yoluyla merkez bankalarından her zamankinden daha büyük miktarlarda neredeyse bedavaya para sağlanmasıyla sürdürülebilir. Ancak nihayetinde bu, devasa bir vampir olarak beslendiği işçi sınıfının canlı emeğinden sürekli artık değer elde edilmesine bağlıdır.
Ve eğer bu akış –üretimin durdurulması veya ücretler için grev mücadelelerinin gelişmesi yoluyla– bir kesinti tehdidi ile karşılaşırsa, sarsılan finansal güven piyasalarda ifadesini bulur.
Tüm finansal işlemler yüksek oranda kaldıraçlıdır ve bu yüzden faiz oranlarındaki küçük hareketlere bile duyarlıdır. Bu nedenle, küçük bir rahatsızlık bile önemli sonuçlar doğurabilir.
Mali piyasaların, Fed ve diğer merkez bankaları tarafından finanse edilen borca dayalı spekülasyonların sonucu olan yükselişine ilişkin son veriler, dikkatleri ABD ve dünyadaki kapitalist hükümetlerin, hangi siyasi renkten olursa olsun, halk sağlığını korumaya yönelik anlamlı önlemler almayı reddetmesinin altında yatan itici güce çekiyor.
Hükümetler, aksini gösteren tüm kanıtlara rağmen, “sadece aşı” politikasının yeterli olduğu konusunda ısrar ediyorlar. Ölüm ve hastalık düzeyi ne olursa olsun, nüfus virüsle “yaşamayı öğrenmelidir.”
Çin’den gelen verilerin ortaya koyduğu ve dürüst bilim insanları tarafından yapılan analizlerin gösterdiği gibi, sıkı koruma önlemleri, küresel ölçekte uygulanırlarsa, COVID-19’u ve tüm varyantlarını insan popülasyonu içinde ortadan kaldırabilir.
Çin’de uygulanan önlemler pandeminin durdurulabileceğine dair somut kanıt olarak gösterildiğinde, buna verilen yanıt, genellikle, Çin’in rakamlarına güvenilemeyeceğidir.
Durum böyle olsaydı, COVID-19’un Vuhan viroloji laboratuvarından çıktığı yalanını bu kadar yoğun bir şekilde yayan kapitalist medyanın buna hemen dört elle sarılacağından emin olabilirsiniz. Fakat dünyanın hiçbir medya kuruluşunda Çin verilerini analiz eden ve sorgulayan bu tür bir haber çıkmadı.
O halde neden halk sağlığı için –gerçekte oldukları gibi korumalar değil de insan “özgürlüğüne” yönelik “kısıtlamalar” olarak adlandırılan– anlamlı koruma önlemleri alınmadı?
Gerekli önlemler –hayati olmayan üretimin ve ekonomik faaliyetlerin durdurulması, bundan etkilenenlere tazminat ödenmesi, küresel ölçekte toplu aşılamalar, karantina ile birlikte sıkı temas takibi ve diğer kamu güvenliği önlemleri– iyi bilinmektedir. Ancak bunlar, hayali sermaye dağını ayakta tutmak için gerekli olan artık değer akışını kesintiye uğratacağı için uygulanmamaktadır.
“Ekonomi”nin gerekli önlemleri sürdüremeyeceği gerekçesiyle, COVID ile yani hastalık ve ölüm ile “yaşamayı öğrenmenin” zorunlu olduğu iddiası ileri sürülmektedir.
Ancak bu iddiayı kabul etmek, burjuva ekonomistler tarafından geniş çapta yayılan asli bir mistifikasyona inanmak demektir. Bu, tüm gerçek zenginliğin kaynağı olan dünya çapındaki milyarlarca işçinin üretken faaliyeti demek olan ekonominin, yanlış bir şekilde finansal sistem ile özdeşleştirilmesidir. Finansal sistem, gerçek servete zerre kadar katkıda bulunmaz. O, zenginliği mali oligarşinin ve pandemi milyarderlerinim ellerine çekmek üzere kurumsallaşmış bir mekanizmadır.
21. yüzyılda, dünya çapında milyarlarca işçinin emeğinin yarattığı muazzam üretici güçler, teknolojideki devasa ilerlemelerle birlikte, pandemiyi ortadan kaldırmak için gereken süre boyunca kamu güvenliği önlemlerinin tam ölçekli uygulanması için ekonomik kaynakların mevcut olduğu anlamına gelmektedir.
Toplumun kullanabileceği kaynaklar, kâr prensiplerine göre değil de halkın çıkarları doğrultusunda akılcı ve planlı bir temelde seferber edilirse, pandemi ile başa çıkmaktan çok daha fazlası yapılabilir.
Ne var ki, daha önce hiç görülmemiş ölçüde şişen borsalar ve küresel finans sistemi, can damarı akışındaki, yani işçi sınıfından beslendiği artık değer akışındaki en küçük kesintiye bile tahammül edememektedir.
Ekonomik hayatın bu gerçeği, pandeminin başında gösterilmişti. Koronavirüs yayılırken, ABD, İtalya ve başka yerlerdeki işçilerin iş bırakma eylemleri ve grevleri, finansal sistem genelinde bir dehşet dalgası oluşturdu.
Wall Street ani bir düşüş yaşadı ve daha da önemlisi, küresel finansal sistemin temeli olan 22 trilyon dolarlık ABD Hazine tahvil piyasası dondu, öyle ki bir noktada ABD devlet borcu için alıcı çıkmadı.
2008’deki çöküşün çok ötesine geçme potansiyeline sahip bir krizle karşı karşıya kalan Fed, müdahale etti ve finansal varlıklarını neredeyse bir gecede ikiye katlayarak 8 trilyon doların üzerine çıkardı. Fed, her saniye 1 milyon dolar harcayarak finansal sistemin tüm alanlarının garantörü olarak bir adım öne çıktı.
Müdahale, piyasaları istikrara kavuşturdu ancak Mart 2020 olaylarına ilişkin çok sayıda resmi raporun açıkça ortaya koyduğu gibi, krizin altında yatan nedenlerin hiçbiri çözülmedi. Bununla birlikte, çok kesin sonuçlar çıkarıldı. Piyasanın erimesi, “çare hastalıktan kötü olamaz” sloganının benimsenmesine yol açtı. Bu, ne kadar insan ölürse ölsün, finansal sistemi etkileyen hiçbir şey yapılmaması demekti.
Daha da öldürücü Omicron varyantının ortaya çıkması, krizde yeni bir aşamaya neden oldu. “Sadece aşı” politikasının yeterli olduğu iddiası olaylar eliyle çürütülmüştür. Mali piyasalardaki en büyük korku, işçi sınıfı içinde, ölüm dalgasını sona erdirecek önlemlerin alınması için mücadele eden bir hareketin patlak vermesidir.
Küresel işçi sınıfının karşı karşıya olduğu sorunlar her zamankinden daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Egemen sınıflar ve onların ideologları, on yıllardır, kapitalist piyasanın, özel mülkiyetin ve ondan doğan asalak mali sistemin mümkün olan tek sosyoekonomik düzen olduğunu iddia ediyordu. Buna göre, kapitalizmin kaçınılmaz çöküşüne ilişkin Marksist analiz bir mitolojiydi.
Bununla birlikte, son 20 ayın olaylarından çıkarılması gereken ders, mevcut düzenin pandemi ile başa çıkmaktaki acizliğinin ve bunu reddetmesinin, kapitalizmin çöküşünün ortaya çıktığı biçim olduğudur.
Kapitalist sosyoekonomik düzenin toplumun ilerlemesiyle ve hayatın kendisiyle bağdaşmazlığı, yalnızca teorik biçimde değil, yaşanan olaylarla da kanıtlanıyor.
WSWS tarafından yürütülen COVID-19 Pandemisine Yönelik Küresel İşçi Soruşturması, işçi sınıfı içinde siyasi görevlere, sosyalist bir program uğruna mücadeleye ilişkin bir kavrayış geliştirilmesi açısından merkezi önem taşımaktadır. Kapitalizmin süregiden çöküşü insanlığa karşı sürekli işlenen canavarca bir suç biçimini aldıkça, bu siyasi görevler doğrudan doğruya işçi sınıfının karşısına çıkmaktadır.