Bu yazı ilk kez 13 Şubat 2015’te yayımlandı.
Almanya Başbakanı ile Rusya, Fransa ve Ukrayna devlet başkanları arasında Minsk’te 16 saat süren görüşmeler sonucu Ukrayna’da sağlanan ateşkes, yalnızca, tırmanan savaştaki bir aradır. Anlaşmaya ilişkin az sayıda ayrıntı ortaya çıkmasına karşın, Batılı medya kaynakları, neredeyse ittifak halinde, alışıldığı üzere Rusya Devlet Başkanı’nı suçlayarak, ateşkesin kaçınılmaz başarısızlığını ilan ettiler.
Gerçekte, Minsk anlaşması, bir yıl önce Batı destekli bir darbeyle iktidara gelmiş olan Kiev yönetimi acilen bir soluk almaya ihtiyaç duyduğu için ortaya çıktı.
Ukrayna ordusu, kaçmalar ve birbirini izleyen yenilgiler eliyle zayıflatılmıştı. Giderek daha az sayıda genç kendi yurttaşlarına ateş açmaya ve yoksulluk ile işsizlikten başka hiçbir şey sunmayan bir rejim için ölmeye istekli. Savaşmak isteyen tek güç, Kiev yönetiminin çok az denetleyebildiği aşırı sağcı gönüllüler.
Ukrayna, mali açıdan iflas etmiş durumda. Onun ekonomik üretimi yüzde 8 azaldı ve döviz rezervleri 6,6 milyar dolara geriledi ki bu, bir aylık ithalatı karşılamaya yetiyor. Minsk anlaşmasının sağlanmasının hemen ardından, Uluslararası Para Fonu, bir yandan yoksullaşmış, savaş yorgunu halktan öte yandan da devlet aygıtı içindeki aşırı sağcı güçlerin basıncı altında içeriye doğru patlayabilecek olan Petro Poroşenko yönetimine 40 miyar dolarlık bir yardım paketi sözü verdi.
Washington, Minsk görüşmeleri öncesinde Poroşenko’nun elini güçlendirmek için elinden geleni ardına koymadı. ABD’li kaynaklar, silah sevkiyatını ve Ukraynalı askerlerin eğitilmesini savundular. ABD Başkanı Barack Obama, Putin’e, “Ukrayna’daki saldırganlığını ilerletmeye” devam etmesi durumunda Rusya için “artan bedeller” olacağı tehdidinde bulunduğu kişisel bir telefon görüşmesi bile yaptı.
Minsk’te, Rus delegasyonu, “Ukrayna’nın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne tam saygı”dan Rusya sınırının kontrolünü Kiev’e devretmeye kadar, kapsamlı ödünler verdi. Merkel ile Holande’ın açıklamalarına göre, Putin, aynı zamanda, ayrılıkçılara anlaşmayı kabul etmeleri yönünde baskı yapmış. Poroşenko da, kendi adına, sürekli olarak anlaşmayı tanımama tehdidinde bulunmuş.
Yaşanan şey, öncelikle Ukrayna’nın iç meselesi ya da Kiev ile Moskova arasında karşılıklı bir meydan okuma değil; çok daha geniş bir jeopolitik çatışmadır.
Washington, Rusya’yı yalıtmak ve ezmek amacıyla, 2004’te Ukrayna’daki Turuncu Devrimi finanse etmiş ve 2014’te Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’e yönelik darbeyi desteklemişti. Washington’a göre, bu yalnızca Ukrayna’yı kontrol etme değil, aynı zamanda, Moskova’nın Washington’a karşı Suriye hükümetini desteklediği Ortadoğu’da ve stratejik bir Rusya-Çin ittifakının belirdiği Uzak Doğu’da kendi üstünlüğünü zorla kabul ettirme meselesidir.
Washington, aynı nedenlerle, şimdi Ukrayna’da savaşı canlandırıyor. Önerilen silah sevkiyatlarının amacı budur. Askeri uzmanların Financial Times’a söylediği gibi, bu silahlar Kiev’in savaşı kazanmasını değil ama Rusya’yı “huzursuz Kuzey Kafkasya ve Orta Asya gibi başka cenahlarda daha zedelenebilir hale getiren uzun süreli, daha geniş bir savaş” ile uğraştırmayı sağlayacaktır. Bu uzmanlardan biri, “Ukrayna’daki yıpratma savaşında çarpışacak yeterince Rus askeri yok” diyor.
Almanya, savaş sonrası askeri sınırlama politikasını gömme ve Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un geçtiğimiz yılın başlarında açıkladığı gibi, dünya politikasında daha büyük bir rol oynama hedefinin bir parçası olarak, Kiev’deki darbeyi ve Poroşenko yönetimini destekledi. Alman egemen sınıfı, hem Birinci hem de İkinci Dünya Savaşlarında Akman orduları tarafından işgal edilmiş olan Ukrayna’ya aktif şekilde müdahale ederek, geleneksel doğuya yayılma politikasının izinden gidiyor.
Washington ile Berlin, başlangıçta uyum içinde davranıyordu. Onlar, Ukrayna’da muhalefeti güçlendirmek, Şubat 2014 darbesini hazırlamak ve Poroşenko yönetimini güçlendirmek için birlikte çalıştılar. Bununla birlikte, ABD’nin kısa süre önceki askeri tırmandırma yönündeki talepler, Berlin’de alarm çanlarını harekete geçirdi.
Alman emperyalizmi, Ukrayna’yı Avrupa Birliği ile bütünleştirme ve Rusya’yı ekonomik yaptırımlar yoluyla zayıflatma amacını korumakla birlikte, savaşın tırmanmasını önlemek istiyor. Bunun, Rusya ile sıkı ekonomik bağlara sahip ve Rusya’nın sağladığı enerjiye bağımlı olan Almanya ile tüm Avrupa üzerinde yıkıcı bir etkisi olacaktır. Uzun süreli bir savaş, kaçınılmaz olarak diğer Avrupa ülkelerine sıçrayacak, göçmen dalgalarına yol açacak ve tüm Avrupa Birliği’ni istikrarsızlaştıracaktır. Merkel ile Hollande’ın Minsk’te bir ateşkes için mücadele etmelerinin nedeni budur.
Merkel, Münih Güvenlik Konferansı’nda, ABD’li yetkililer tarafından sert biçimde eleştirildi. Haftalık Die Zeit, Perşembe günkü bir başyazısında şu şikayette bulundu: “ABD’nin tahammülsüzlüğü Putin’e değil ama Merkel’e yönelik. Avrupa Birliği’nin yaptırımlar politikasının etkisini göstermesi için yeterli zaman tanımayan herkes, Kremlin’in ekmeğine yağ sürüyor. Eğer bir tırmandırma olacaksa, bırakalım bu yaptırımlarla olsun!”
Makale, “Batının, elbette, bölünmemesi gerekiyor. Bu yüzden ABD, bu kez [inisiyatifi] Avrupalı önderlere bırakmalı.” diye sonuçlanıyor.
Washington bunu kabul edecek gibi görünmüyor.
Birinci Dünya Savaşı’nın 1914’te Balkanlar’da patlaması bir rastlantı değildi. Bu bölge, milyonlarca cana mal olan dört yıllık bir savaşa girişen emperyalist güçlerin örtüşen çıkarlarının kesiştiği bir kavşaktı. Benzer şekilde, Ukrayna’daki kriz, dünyayı üçüncü kez uygarlığın sonunu getirebilecek kanlı bir katliama sürüklemekle tehdit eden gerilimleri ve çelişkileri açığa çıkarmaktadır.
Rusya, Ukrayna’daki emperyalist saldırganlığın faili değil, kurbanıdır ama Putin yönetimi, savaş tehlikesine karşı koyma becerisine kesinlikle sahip değildir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından doğan bu rejim, Rus toplumunun en gerici kesimlerini bünyesinde cisimleştirmektedir. Moskova, milliyetçiliği canlandırıp askeri misilleme tehdidinde bulunarak, küresel nükleer savaşı göze alıyor.
Son gelişmeler, Dördüncü Enternasyonal’in geçtiğimiz yıl Temmuz ayındaki uyarısını doğrulamaktadır: “Yeni bir dünya savaşı riski, kapitalist sistemin, küresel bir ekonominin gelişmesi ile onun üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete dayalı karşıt ulus devletlere bölünmüşlüğü arasındaki asli çelişkilerinden kaynaklanmaktadır.”
Savaş tehlikesine karşı koyabilecek tek toplumsal güç, uluslararası işçi sınıfıdır. O, sosyalist bir program temelinde birleşmeli ve militarizm ile savaşın temel nedeni olan kapitalizmi yıkmak için harekete geçmelidir. Bu, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin ve onun şubeleri olan Sosyalist Eşitlik Partilerinin uğruna mücadele ettikleri programdır.