Amerika Birleşik Devletleri’nin son çeyrek yüzyıldaki tüm büyük savaşları ve askeri müdahaleleri, yüce ahlaki amaç iddialarıyla başladı.
Irak’ta Amerikan halkına çılgın bir adamın kitle imha silahları geliştirdiği söylendi. Afganistan’da, ülkeyi özgürleştirmek için Taliban cihatçılarının ortadan kaldırılması ve Usame Bin Ladin’in bulunması gerekiyordu. Libya’da Muammer Kaddafi ülkenin “demokrasi” ve “insan hakları” özlemini engelliyordu.
İhtiyatlı tahminlere göre, ABD önderliğindeki savaşların başlamasından bu yana Afganistan, Irak, Suriye, Pakistan ve Yemen’de 755.000 ila 786.000 insan doğrudan çatışmalarda hayatını kaybetmiştir ve bunların çoğu sivillerdir. On binlerce kişinin öldüğü Libya’da ise ülke on yıldır süren iç savaş yüzünden harabeye dönmüş durumda. Son çeyrek yüzyılda Amerikan önderliğindeki çatışmalardan kaynaklanan toplam ölüm tahminleri, tıbbi, beslenme ve altyapısal çöküşün yıkıcı etkileri nedeniyle, 3 milyondan başlayıp 12 milyona kadar çıkmaktadır.
Bu sarsıcı yıkım, bu saldırı savaşlarının ahlaki bir amaca dayandığı iddiasını yalanlamaktadır.
Savaşın temelinde daha köklü ekonomik ve jeopolitik nedenler olduğu bir sır değildir.
Her şeyin para etrafında döndüğü Amerika Birleşik Devletleri’nde, ülkenin en büyük ihracatlarından biri olan savaş neden olağandışı olsun ki? “Terörle mücadele”nin merkezi olan Ortadoğu, ilerideki en ucuz petrol ve doğalgaz rezervlerinin küresel odak noktası değil mi? Kaddafi ve Hüseyin’in bu aranan emtianın henüz kullanılmamış en büyük iki kaynağının üzerinde oturması Pentagon için sadece şanslı bir tesadüf mü?
ABD Merkez Bankası’nın (Fed) eski başkanı ve ABD ekonomi politikasının baş mimarı Alan Greenspan’ın 2007 tarihli anı kitabında belirttiği gibi, “Herkesin bildiği bir şeyi kabul etmenin siyaseten sakıncalı olmasından üzüntü duyuyorum: Irak savaşı büyük ölçüde petrolle ilgilidir.” Greenspan bu basit gözlemi yaptığı için sert bir şekilde azarlandı.
Elbette, savaşlar, ekonomik ve siyasi kaynakların büyük ölçüde seferber edilmesini gerektirir. ABD tarafından son yirmi beş yılda savaş yürütmek için onlarca trilyon dolar harcanmıştır. Ve bazıları bu harcamalar sayesinde korkunç derecede zenginleşirken, bir sonuç elde etmedikleri sürece bu yüksek bedeller karşılanmayacaktır.
Emperyalizm ve ABD/NATO’nun Rusya’yı kuşatmasının arkasındaki itici güçler
Rusya’ya karşı savaşa yönelik mevcut dürtünün bu bağlamda anlaşılması gerekmektedir. Herhangi bir büyük askeri çatışmanın ciddi bir şekilde anlaşılması için bu ekonomik ve jeopolitik güçlerin analiz edilmesi şarttır. Ne var ki, Ukrayna’da tırmanan savaşa ilişkin medyada yer alan haberler bu tür bir analizden yoksundur.
Bu konulardan bahsedilirse de, bu en boş ve tek taraflı şekilde yapılmaktadır. Buna göre, Rusya kendisinin önemli doğalgaz tedariki sayesinde komşularına zorbalık yapmakta ve ABD ile Avrupa ise bunu durdurmak için kahramanca müdahale etmeye çalışmaktadır. Ancak ABD ve Avrupalı müttefiklerinin Ukrayna’da ya da bu bağlamda Rusya’da ne gibi çıkarları olduğuna dair hiçbir soru sorulmaz.
Eğer dürüst bir savaş tarihçisi bu çatışmayı anlamaya çalışsaydı, vardığı sonuçlar ne olursa olsun, en azından şu soruları sormak zorunda kalırdı:
- NATO ve AB’yi doğuya doğru genişleten ekonomik ve jeopolitik çıkarları nelerdir?
- Ukrayna’yı jeopolitik ve ekonomik olarak kontrol etmek neden önemlidir?
- Rusya’nın silahlı kuvvetleri olmayan daha küçük devletlere bölünmesinde ABD’nin ne çıkarı olabilir? Bunu nasıl gerçekleştirmeye çalışabilir?
- Ukrayna’daki mevcut savaş ile ABD’nin Avrasya’daki jeopolitik hedefleri arasındaki ilişki nedir?
Amerikan egemen sınıfının bu sorulara verecek cevapları var; sadece bunları kamuoyu ile paylaşmamayı tercih ediyorlar.
ABD’nin eski ulusal güvenlik danışmanı ve Ukrayna’daki dış politikasının mimarı Zbigniew Brzezinski daha 1997’de “Amerika’nın küresel üstünlük kurma kapasitesinin” ABD’nin “baskın ve düşman bir Avrasya gücünün ortaya çıkmasını” engelleyip engelleyemeyeceğine bağlı olduğunu belirtmişti.
SSCB’nin dağıtılmasının hemen ardından Amerikan emperyalizmi adına konuşan Brzezinski’nin aklında özellikle Rusya vardı. Brzezinski, Ukrayna’nın ABD’nin Avrasya’da Rusya’ya karşı hegemonya kurması için kritik önemde olduğunu savunuyordu. “Ukrayna olmazsa,” diye yazmıştı, “Rusya bir Avrasya imparatorluğu olmaktan çıkar.” Elbette Brzezinski’nin ABD Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon’daki dostları, ABD’nin “küresel üstünlük kurma” hakkına sahip olduğu şeklindeki temel önermeyi asla sorgulamadılar ve bu hırsın neden olduğu ölümleri saymadılar.
ABD ve Almanya’nın Rusya yanlısı Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’i görevden uzaklaştırmak için müdahale ettiği 2014 Ukrayna darbesinin ardından Brzezinski, Amerikan ordusunun Rusya’yı Ukrayna’da uzun süreli ve maliyetli bir istilaya sürükleme niyetini açıkça ortaya koydu.
Atlantik Konseyi tarafından 2014 yılında yayımlanan “Batı, Ukrayna’yı Silahlandırmalı” başlıklı makalesinde Brzezinski, Rusya’nın Ukrayna’yı istila etmesinin neredeyse kesin olduğundan bahseder. ABD ve NATO ülkeleri, “Ukraynalılara özellikle etkili bir şehir direniş savaşı yürütebilmeleri için tasarlanmış silahlar sağlamaları” gerektiğini vurgular ve şöyle devam eder:
Ukraynalıları açık alanda Rus ordusuna karşı koymaları için silahlandırmaya çalışmanın bir anlamı yok... Eğer büyük şehirler, örneğin Harkov, örneğin Kiev, direnirse ve sokak savaşları bir zorunluluk haline gelirse, bu uzun süreli ve maliyetli olacaktır. İşin aslı şu ki -ki tüm bu krizin zamanlaması da burada önem kazanıyor- Rusya henüz bu tür bir girişimde bulunmaya hazır değildir. [Vurgular özgün metinde]
Nihayetinde ABD ve AB, 2014 darbesi ile 2019 arasında Ukrayna’ya 20 milyar doların üzerinde askeri ve ekonomik yardımda bulunarak Ukrayna’nın Donbas’ta Rus ayrılıkçılara karşı yürüttüğü ve çoğu etnik Rus sivillerden oluşan 13 bin kişinin hayatını kaybettiği savaşı destekledi. Şimdi ise ABD, Ukrayna’yı gelişmiş tanksavar füzeleri, toplar ve başka teçhizatlarla dolduruyor. ABD sadece bu yıl 40 milyar doların üzerinde bir harcama yapma yolunda ilerliyor ki buna Avrupa devletlerinden gelen silahlar dahil değildir.
Brzezinski’nin şimdiki “uzun süreli ve maliyetli”, büyük ölçüde şehir savaşına ilişkin çarpıcı derecede doğru öngörüsü, olacaklara ilişkin mantıksal öngörüsüyle, Putin’in çılgın bir adam olarak Ukrayna’yı akıldışı, emperyal hırslarla istila ettiği yönündeki yüzeysel propagandayla çelişmektedir. Putin’in Ukrayna’yı istila etme kararı ne kadar çaresiz ve gerici olursa olsun, savaşın temel nedenleri, ABD emperyalizminin, SSCB’nin dağıtılmasının ardından Avrasya’da NATO’nun doğuya doğru saldırgan bir şekilde genişlemesini de içeren daha derin ve hesaplanmış emellerinde yatmaktadır.
Emperyalizm konusunda Lenin
Lenin, 1916 yılında yazdığı Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı eserinde, dünya kapitalizminin artan teknik gelişiminin –üretici güçlerin toplumsallaşması ve yoğunlaşmasının– kapitalizm için yeni ve nihai bir dönemi, emperyalist çağı başlatmış olduğunu öne sürdü. Üretici güçlerin inanılmaz gelişimi ya da toplumsallaşması sosyalist mülkiyeti gerektirirken, giderek azalan sayıda mali oligark, üretici güçleri mali sermaye tarafından yönetilen sıkı denetimli karteller ve tekeller biçiminde kontrol ediyordu. Bugün devasa çok uluslu şirket olarak görünen bu yapılar, büyük bankalara ve finans kurumlarına derinden bağlıdır.
Lenin, emperyalizmin bir politika tercihi değil, emperyalist çağda ileri kapitalist üretimin kaçınılmaz bir dürtüsü olduğunu vurguladı. Şöyle yazıyordu Lenin: “Tahakküm ilişkisi ve beraberinde gelen şiddet, ‘kapitalizmin gelişiminin en yeni aşaması’nın tipik özellikleridir; gücü her şeye yeten ekonomik tekellerin kurulmasının kaçınılmaz sonucu bu olmak zorundaydı, öyle de oldu.” [1]
Lenin, başka şeylerin yanı sıra, üretici güçlerin mali sermaye altında bu şekilde gelişmesinin ve yoğunlaşmasının, dünyanın temel kaynaklarını kontrol etmek için açgözlü bir avı harekete geçireceğini vurgulamıştı. “Kapitalizm geliştikçe,” diye yazıyordu Lenin, “hammadde sıkıntısı da kendini o denli hissettirmekte, bütün dünyada rekabet ve hammadde kaynakları arama çabaları o denli kızışmakta ve sömürgelere sahip olma mücadelesi o denli amansız bir niteliğe bürünmektedir.” [2]
Lenin’in 1916’da dünya ekonomisinde saptadığı dönüşümler daha da yoğunlaşmıştır. Üretici güçlerin son 100 yıldaki gelişimi, yeni yüzyılın başındaki kapitalist ekonominin, bugünkü büyüklüğü ve karmaşıklığının sadece bir gölgesi gibi görünmesine neden olmaktadır.
Hammaddeleri kontrol etmek, kabaca bir ülkenin kendi kullanımı için kaynakları istiflemesi demek değildir. Aynı şekilde, hatta daha da fazla, çok önemli emtianın ve pazarların, günümüz dünyasında ABD’nin başını çektiği emperyalist güçler ittifakının elinde kalmasını sağlamakla ilgilidir.
Bu bağlamda, düşmanların bu maddelere erişimini engellemenin (veya savaş durumunda erişimi engelleme kapasitesine sahip olmanın) önemi de çok büyüktür. Örneğin RAND Corporation’ın ABD’nin Çin’e karşı bir savaşı nasıl kazanabileceğine ilişkin ayrıntılı analizinde şöyle denmektedir: “Eğer Çin, ABD ile bir savaşta can alıcı bir sıkıntıya maruz kalacaksa, bu... yaklaşık yüzde 60’ını ithal ettiği ve sadece on günlük bir stratejik rezervi olduğunu beyan ettiği petrol kaynakları olabilir.” Çin’in petrolünün büyük bir kısmı ABD’nin hakim olduğu Basra Körfezi bölgesinden geliyor.
Daha da önemlisi, Lenin bunun sadece mevcut hammadde üretimiyle ilgili bir sorun olmadığını da belirtmiştir. Mali sermaye “potansiyel kaynaklarla da ilgilenmektedir, çünkü günümüzde teknik gelişme son derece hızlıdır ve bugün elverişsiz durumda olan topraklar yarın … birden değer kazanabilir.” [3]
Başka bir ifadeyle, önde gelen kapitalist firmalar, teknik gelişmenin durmak bilmeyen hızına kendilerini hazırlamak için, dünyanın dört bir yanındaki hammaddelere gelecekte oluşacak ihtiyaçlarını öngörmeye çalışmaktadır.
Rusya’nın muazzam zenginlikleri
Bu makalenin amacı, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin, ABD ile Rusya arasında artan silahlı çatışma tehlikesinin tarihsel ve siyasi kökenlerine ilişkin analizine katkıda bulunmaktır. Makale, özellikle jeostratejik kaynakların ABD/NATO güçlerinin Avrasya kara parçasına hakim olma güdüsündeki rolünü incelemektedir.
Rusya dünyanın en büyük ülkesidir. Emperyalist güçlerle kıyaslandığında ekonomisi görece küçük olmakla beraber, toplam 17 milyon kilometre karelik yüzölçümüyle iki kıtaya yayılmıştır. Rusya’yı takip eden Kanada (9,9 milyon kilometre kare), Çin (9,6 milyon kilometre kare) ve ABD (9,5 milyon kilometre kare) büyüklük açısından oldukça geridedir. Rusya tek başına tüm dünya kara parçasının yüzde 11’ini oluşturmaktadır.
Bu geniş kara parçasında bir dizi önemli maden ve kaynak bulunmaktadır.
Rusya, AB’nin doğalgazının yaklaşık yüzde 40’ını ve dünya petrolünün neredeyse yüzde 12’sini üretmektedir. Rusya ayrıca 175 milyar ton ile dünyanın en büyük ikinci kömür rezervine sahip ülkesidir. Bu kaynaklar süregelen çatışmada kilit bir rol oynamaktadır. Küresel enerji kaynaklarının daraldığı bir ortamda, bu kaynaklar ABD emperyalizmi açısından küresel çapta, ama özellikle de Çin’in yükselişine karşı koyma çabalarında büyük bir engel teşkil etmektedir. Bu mesele başka bir makalenin konusu olacaktır.
Hidrokarbonların yanı sıra Rusya’da büyük miktarlarda temel metaller de bulunmaktadır. Rusya 25 milyar ton ile üçüncü en büyük demir rezervine sahip ülkedir. Aynı zamanda en büyük ikinci altın rezervine (6.800 ton) sahiptir ve gümüşte beşinci sıraya yakındır. Ülke aynı zamanda en büyük elmas üreticisidir ve son yıllarda, ortalamada, dünya elmaslarının yaklaşık üçte birini üretmektedir.
Bu kaynakların her biri ABD ve müttefiklerinin jeostratejik hırslarını anlama açısından ilgiyi hak etse de, bu makale küresel kaynak politikasının daha az bilinen bir yönüne bakmaktadır: kritik mineraller. Kritik mineraller, küresel üretim için giderek daha hayati hale gelen ve önümüzdeki yirmi yıl içinde talep patlaması yapması beklenen bir dizi metali ve madeni ifade etmektedir. Rusya, ABD’nin 21. yüzyılda küresel ekonomik ve siyasi güç açısından çok önemli olacağına inandığı çeşitli kritik mineral kaynaklarının üzerinde yer almaktadır.
Kritik mineraller ve üretici güçlerin büyümesi
ABD ve emperyalist müttefikleri kritik mineraller (madenler) ve metaller için bir mücadele içindeler. ABD’nin elinde şu anda kritik olarak nitelendirdiği elli mineralden oluşan bir liste var. Bunlardan alüminyum ya da platin gibi bazıları görece iyi bilinmektedir. Nadir toprak elementlerinden neodimyum ya da platin metal grubunun bir üyesi olan rodyum gibi diğerleri ise küresel ekonomi için giderek daha hayati hale gelmelerine rağmen neredeyse hiç bilinmemektedir.
Bu minerallerin öneminin artmasında, elektronik endüstrisindeki ilerleme ve bu endüstrinin diğer birçok üretim sürecine ve nihai ürüne entegre olması etkili olmaktadır.
Bir zamanlar elektronikten ayrı olarak düşünülen endüstriler, her türlü gelişmiş dijital ve yüksek performanslı donanıma yönelik yeni talebi artırdı. Örneğin, lojistik şirketi DHL tarafından hazırlanan bir rapora göre, otomobiller “artık bilgisayarlardan daha fazla teknolojiye sahiptir.” Küresel danışmanlık firması McKinsey, yarı iletken endüstrisinin 2021’de 590 milyar dolardan 2030’da 1 trilyon doların üzerine çıkacağını ve otomobil yarı iletkenlerinin büyüklüğünün üç kat artarak 50 milyar dolardan 150 milyar dolara ulaşacağını öngörüyor.
Yüksek teknolojili cihazlardaki bu patlama için kritik mineraller gereklidir. Yarı İletken Endüstrisi Derneği’nin yazdığı gibi, “Birçok durumda, işlevsel ihtiyaçlarımızı karşılayan bu maddelerin bilinen bir alternatifi yoktur ve bu nedenle kritik maddelerin güvenli ve sürekli tedariki endüstrimiz açısından kritik öneme sahiptir.” Her yıl sadece yarı iletken endüstrisine 40,4 milyar dolar değerinde mineral girmektedir.
Bu kaynakları kontrol etme telaşının arkasındaki bir diğer önemli güç de yenilenebilir enerji dönüşümüdür. İklim değişikliğini sorununun üzerine gitmek için gereken çarpıcı değişiklikler açısından yetersiz olsa da, yenilenebilir teknolojilere yönelik önemli talep artışları başlamıştır. Elektrikli araç (EV) ve batarya depolama pazarı 2021’de 185 milyar dolardan 2028’de 980 milyar dolara patlayıcı bir şekilde büyüyecek.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) bağlı olarak faaliyet gösteren Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), 2021 yılında bir dizi minerale yönelik gelecekteki talep artışına ilişkin dikkatli tahminlerde bulunan Temiz Enerjiye Geçişlerde Kritik Minerallerin Rolü başlıklı bir rapor yayımladı. IEA, daha az iddialı Sürdürülebilir Kalkınma Senaryosu’nda bile, küresel lityum talebinin 2020 ile 2040 yılları arasında 42 kat artacağını belirtiyordu. Ajans aynı süre zarfında grafit için küresel talebin 25, kobalt için 21, nikel için 19 ve nadir toprak metalleri için yedi kat artacağını öngörmektedir.
Bu şaşırtıcı tahminler, OECD ve temsil ettiği ABD önderliğindeki jeopolitik düzen için endişe kaynağıdır. IEA Direktörü Fatih Birol’un geçen yıl belirttiği gibi, “veriler, dünyanın güçlendirilmiş iklim hedefleri ile bu hedefleri gerçekleştirmek için gerekli olan kritik minerallerin mevcudiyeti arasında bir uyumsuzluğun ufukta olduğunu gösteriyor.” Bu “uyumsuzluk” ekonomileri kargaşaya sürükleme ve daha da önemlisi, ABD’nin emperyalist emellerini kısıtlama potansiyeline sahiptir.
ABD, Çin ve kritik mineraller
ABD hükümeti tarafından belirtilen elli kritik mineral arasında dikkat çekici olan, bunların neredeyse hiçbirinin ağırlıklı olarak ABD sınırları içinde üretilmiyor olmasıdır. Jeolojik ve ekonomik durumundan dolayı, ABD listedeki elli mineralden yalnızca beşine yönelik arzının çoğunu üretmektedir. Elli mineralden yirmi dokuzu yüzde 100, kırkı ise yüzde 75 veya daha fazla oranda ithal edilmektedir.
ABD’nin kritik minerallerin dışarıdan tedarik edilmesine olan bu bağımlılığı, Amerikan egemen sınıfı içinde, özellikle Çin ile askeri bir çatışmaya hazırlanırken, derinleşen bir endişe kaynağıdır.
Eylül 2020’de Trump yönetimi, 13953 Sayılı Kararname’yi imzaladı. ABD’nin kritik mineralleri güvence altına alma konusunda ulusal bir acil durumla karşı karşıya olduğunu ilan eden kararnamede şunlar belirtiliyor: “Bu mineraller ülkemiz için vazgeçilmezdir” ancak “şu anda bunları ihtiyacımız olan miktarlarda işlenmiş olarak üretme kapasitesinden yoksunuz... 35 kritik mineralden 31’i için ABD yıllık tüketiminin yarısından fazlasını ithal ediyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin kritik minerallerden 14’ü için yerli üretimi yoktur ve talebini karşılamak için tamamen ithalata bağımlıdır.”
Neredeyse altı ay sonra, Şubat 2021’de Biden yönetimi “Amerika’nın tedarik zincirlerinin esnekliğini güçlendirmek” için 14017 Sayılı Kararname’yi imzaladı. Kararname, Trump’ın kararnamesine ek olarak Enerji Bakanlığı’na tedarik zinciri risklerini araştırma ve tavsiyelerde bulunma yetkisi verdi.
Bu kararnamenin ilk yılki sonuçları, Rusya’nın Ukrayna’yı istilasıyla aynı gün, 24 Şubat 2022’de “Amerikan Üretimini Canlandırma ve Kritik Tedarik Zincirlerini Güvence Altına Alma Planı” adıyla açıklandı. İki gün önce de kritik minerallerle ilgili tedbirlerin tanıtıldığı bir toplantı düzenlenmişti. Toplantıya Birleşik Çelik İşçileri (USW) Sendikası Başkanı Tom Conway de katıldı. Biden daha sonra sendikanın ulusal bir petrol grevini durdurmasını ve savaş girişimini desteklemesini sağlamak için Conway ile özel olarak görüştü. Bu toplantı sırasında Biden, yönetiminin “lityum, grafit, nadir toprak elementleri gibi … pek çok Amerikan ürünü için şiddetle ihtiyaç duyulan kritik minerallere” milyarlarca dolarlık yeni yatırım yapılmasına yardımcı olduğunu belirtti.
31 Mart 2022’de Biden, bu minerallerin “güvenilir” bir şekilde tedarik edilmesini sağlamak için Savunma Üretim Yasası’na başvurdu. Bu yasa, Kore Savaşı’ndan kalma ve hükümetin ulusal savunma adına özel yatırımları kontrol etmesine ve yönlendirmesine izin veren bir savaş zamanı emridir.
Amerikan devletinin kaygısı bu hayati kaynakları kendisinin üretmemesi ve kontrol etmemesinden ziyade, jeostratejik emellerinin başlıca hedefi olan Çin’in üretiyor ve kontrol ediyor olmasıdır.
Kritik minerallerin işlenmesi Çin’in hakimiyetindedir. Aynı zamanda birçok mineralin çıkarılmasında (madencilik) önemli bir rol oynamaktadır. Buna karşılık, ABD bu önemli minerallerin ne çıkarılmasında ne de işlenmesinde lider konumdadır. Bunun en güçlü örneği nadir toprak elementleridir. Küresel elektronik ve savunma sanayi için hayati önem taşıyan bu 17 mineralin neredeyse tamamı Çin’de işlenmektedir. ABD dünyadaki nadir toprak elementlerinin yüzde 10’undan fazlasını üretiyor ancak Çin’in gölgesinde kalıyor.
Bir dönem ABD, Çin’in bu minerallerin işlenmesine ve daha az ölçüde de madenciliğine hakim olmasına izin vermekten yeterince memnundu. Metal ve minerallerin çıkarılması ve işlenmesi, küresel endüstrinin çevre açısından en tehlikeli kısımlarından biridir. Bunu ucuza yapmak, büyük bir insan sağlığı sorunu teşkil eden yaygın kirlilik ve zehirli atık anlamına gelmektedir. Çin, onlarca yıldır kapitalist ekonominin çalışma şartları kötü fabrikası işlevi görmektedir. Emperyalist ülkelerin üretim faaliyetleri, elektronik de dahil olmak üzere Çin’in devasa fabrika kentlerinde yoğunlaştığından, küresel ekonomik mineral işleme sürecini, atıkları da dahil olmak üzere burada yoğunlaştırmak mantıklıydı.
Ancak son on beş yılda ABD, Çin’i küresel hegemonyasına yönelik varoluşsal bir tehdit olarak görmüş ve küresel askeri stratejisini Çin’i “zapt etmek”, yani kontrol altına almak ve ona boyun eğdirmek üzere yeniden düzenlemiştir. Bu hayati maddeler için rekabetçi tedarik zincirleri oluşturmak bu çabanın önemli bir parçasıdır.
Obama yönetimi döneminde, Çin’i kuşatmak ve Asya-Pasifik bölgesinde Amerikan siyasi ve ekonomik gücünü pekiştirmek amacıyla ABD silahlı kuvvetlerinde büyük çaplı bir yeniden yapılanmaya gidildi. 2016 yılında dönemin Genelkurmay Başkanı General Mark A. Milley, “yükselen Çin”e dikkat çekerek, önümüzdeki on yıllarda ABD ile büyük bir düşman arasında bir savaşın “neredeyse garanti” olduğunu ilan etti. Mart 2021’de, ABD Hint-Pasifik Komutanlığı’nın görevden ayrılan başkanı Amiral Phil Davidson, altı yıl içinde Çin ile savaş çıkabileceği konusunda uyarıda bulundu. Sadece birkaç ay sonra, Kasım’da, şu anda Genelkurmay Başkanı olan General Milley, önümüzdeki iki yıl içinde bir savaşın bile çıkabileceğini belirtti.
Dünya ekonomisinin yüzde 40’ını ve neredeyse iki milyar insanı doğrudan ilgilendiren bir savaşın nasıl hızla felaket boyutlarında bir üçüncü dünya savaşına dönüşebileceğini düşünmek için fazla hayal gücüne gerek yok.
ABD ordusu, bu çatışmaya hazırlanmak için trilyonlarca dolar harcarken, ileri teknoloji silahların yanı sıra genel ekonomi için de hayati önem taşıyan nadir toprak elementleri ve diğer kritik mineraller konusunda özellikle endişe duyuyor. Pentagon’a göre, ABD emperyalizminin Çin’in yükselişini durdurma ve geniş iç pazarını Amerikan mali sermayesine tabi kılma yönündeki genel stratejisi, bu kritik mineraller için daha büyük, daha iyi korunan tedarik zincirleri olmadan başarılı olamayacaktır. Çin’in petrol ithalatı söz konusu olduğunda ABD’nin Çin üzerinde büyük bir kozu var ancak kritik mineraller söz konusu olduğunda tersi geçerli.
Kritik minerallerin güvence altına alınması için Savunma Koruma Yasası’nın kullanıldığını duyuran 31 Mart tarihli Beyaz Saray basın toplantısında da belirtildiği üzere, “Amerika Birleşik Devletleri, temiz enerjiye geçiş için gerekli olan lityum, nikel, kobalt, grafit ve büyük kapasiteli bataryalar için manganez gibi stratejik ve kritik maddelerin birçoğu için güvenilir olmayan yabancı kaynaklara bağımlıdır... Bunların önemli bir kısmını –yüzde 100’e yakınını– başta Çin olmak üzere diğer ülkelerden ithal etmek zorunda kaldık.”
Benzer bir düşünce Avrupa basınında da dile getirilmiş ve Telegraph’ta yayımlanan bir makalede şu ifadelere yer verilmiştir: “Çin’in kritik mineraller üzerindeki hakimiyeti, Avrupa için Rusya’nın enerji silahı kadar tehlikeli olabilir... Avrupa kritik maddeler için küresel kapışmaya çok geç uyandı.”
Rusya’daki kritik mineraller
Amerikan mali sermayesinin mevcut ve gelecekteki kritik mineral kaynaklarına hükmetmeye duyduğu şiddetli ihtiyaç ve Çin’in bunlar üzerindeki orantısız kontrolü, Rusya’ya karşı savaşın arka planının önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Rusya başlıca bir kritik mineralin tek sağlayıcısı olmasa da, aşağıdaki analiz Rusya’nın küresel rezervlerin önemli bir kısmını elinde bulundurarak çeşitli kilit minerallerin üretiminde nasıl öncü bir rol oynadığını detaylı olarak açıklamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrasya’ya hakim olma ve Rusya’yı boyunduruk altına alma yönündeki daha geniş çabasını anlamak açısından bu son derece önemli kaynakların rolü göz ardı edilemez.
Nikel
Rusya, dünyanın en büyük nikel çıkarıcılarından biridir. Endonezya ve Filipinler’in ardından genellikle üçüncü ya da dördüncü sırada yer almakta ve Güney Afrika ile neredeyse başa baş gitmektedir.
Dünyada her yıl yaklaşık 2,5 milyon ton nikel çıkarılmaktadır. Bu kritik metalin en büyük kullanım alanı çeliktir. Paslanmaz çelik üretimi, bir alaşım oluşturmak için çeliğe başka elementlerin eklenmesini gerektirir. Nikelin en saf hali olan ve birinci sınıf olarak adlandırılan nikel, çeliği özellikle düşük sıcaklıklarda daha güçlü ve sert hale getirir. Ayrıca ısı ve pas direnci de sağlar.
Nikel üretiminin üçte ikisi paslanmaz çeliğe gitmektedir ve bu da inşaatta, gemilerde, bazı arabalarda, tıp sektöründe (çeşitli aletler için), enerji ve sanayide (özellikle hafif, aşınmaya dayanıklı depolama gerektiğinde) ve ayrıca pişirme kaplarında kullanılmaktadır. Nikel ayrıca türbin kanatları (jet motorları, gemicilik endüstrisi ve enerji santralleri için), elektronik (dizüstü bilgisayarlar, telefonlar, dijital kameralar) ve yüksek hassasiyetli ölçüm aletlerinin üretiminde kullanılan çeşitli, daha sofistike alaşımlar oluşturur.
IEA, Sürdürülebilir Kalkınma Senaryosu’nu (SDS) karşılamak için küresel nikel üretiminin önümüzdeki 18 yıl içinde 19 kat artması gerektiğini öngörmektedir. Bu, mevcut üretimin şaşırtıcı bir şekilde katlanması anlamına gelmektedir. Nikel sülfat tozu, lityum-iyon pillerin önemli bir bileşenidir ve pilin katodunun ana kısmını oluşturur.
Rusya’nın küresel nikel üretimindeki rolü, savaşın patlak vermesinin ardından yükselen nikel fiyatlarına da yansımıştır. Nikel 2021 yılında ton başına 20.000 doların altında işlem görüyordu. Şimdi ise fiyatı, ton başına 30.000 doların hemen altındadır. Savaşın ilk haftalarında fiyat kısa süreliğine yüzde 100 artmıştı. Rusya 6,9 milyon ton nikel rezervine ya da dünya toplamının yüzde yedisine sahiptir (Rusya dördüncü büyük rezerv sahibidir).
Rusya’nın üretiminin neredeyse tamamı, ülkenin (demir ve çelik hariç) en büyük metal şirketi olan Nornickel şirketi tarafından Norilsk Kuzey Kutup Dairesi bölgesinde gerçekleşmektedir. Nornickel sık sık dünyanın en çok nikel üreten iki şirketinden biri olarak gösterilmektedir. Nornickel’in ana üretim kaynağı olan Kola Bölümü, Kuzey Kutup Dairesi’ndeki Finlandiya sınırının yakınında yer almaktadır. Burası, Finlandiya’nın NATO’ya katılma talebinin ardından hızla askerileşebilecek bir sınırdır. Bölge aynı zamanda önemli miktarda bakır ve paladyum üretimine de ev sahipliği yapmaktadır.
Rusya’daki nikelin kalitesi de dikkat çekicidir. Rusya dünyadaki nikelin yalnızca yüzde 10’unu üretirken, Rusya’da bulunan daha yüksek kaliteli rezervler nedeniyle birinci sınıf nikelin (gelişmiş çelik ve alaşım üretiminde kullanılan daha değerli rafine form) yüzde 20’sini üretmektedir.
Platin grubu metaller (PGM’ler)
Rusya, platin grubu metallerin (PGM’ler) önde gelen üreticilerinden biridir. PGM’ler, benzer kimyasal ve fiziksel özelliklere sahip olan ve maden yataklarında sıklıkla birlikte bulunan altı metali içerir. Nikelden farklı olmalarına rağmen, PGM’ler aynı cevherde bulunur ve bazen birlikte çıkarılır. En önemli üç tanesi paladyum, platin ve rodyumdur. Diğerleri osmiyum, iridyum ve rutenyumdur. Emtia danışmanlık firması Agiboo’ya göre, üretilen tüm malların yüzde 25’i ya PGM içeriyor ya da üretim sürecinde bunlara ihtiyaç duyuyor.
Rusya, önde gelen paladyum üreticisi olarak kabaca Güney Afrika ile eşit durumda bulunuyor. Ancak Columbia Üniversitesi’nin kritik mineraller üzerine hazırladığı bir rapor, Güney Afrika’nın paladyum arzının “son on yıldır grevlerle sarsıldığını” ve bu nedenle daha az güvenilir olduğunu belirtiyor. ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu’na göre dünya 2019 yılında yaklaşık 210.000 kilogram paladyum üretti. Bunun yüzde 40’ını Rusya üretti.
Nikel üretiminde olduğu gibi, Rusya’nın bu kritik minerali çıkarması da dünyanın en büyük özel paladyum üreticisi olan Nornickel çevresinde dönüyor. Üretim, şirket tarafından işletilen ve her ikisi de Sibirya’nın en kuzeyinde, Kuzey Kutup Dairesi’nde bulunan Oktyabrski ve Taimirski adlı iki özel madende gerçekleştirilmektedir. Bu iki maden o kadar önemlidir ki, geçen yıl onları etkileyen bir sel dünya paladyum arzının beşte birini durdurmuştur. Her iki maden de aynı genel çıkarma sürecinin bir parçası olarak rodyum ve platin üretmektedir.
Paladyum fiyatı son yıllarda artış göstermiştir. 2019’dan önce fiyat kilogram başına 30.000 dolar civarında seyrediyordu. Son iki yılda ise kilogram başına ortalama 75.000 dolara yükseldi. Savaşın başında, emtia tacirlerinin Rusya’nın Ukrayna’yı istilasına tepkisiyle kısa bir süre için kilogram başına 100.000 doların üzerine çıktı.
Paladyumun temel kullanım alanı katalizörlerdir. Dünyadaki paladyum ve platin arzının yarısı katalitik konvertörler için kullanılmaktadır. Katalitik konvertörler arabalardan (karbon monoksit, nitrojen dioksit) ve diğer araçlardan çıkan zehirli yanma egzozunu karbon dioksit ve suya dönüştürür. Neredeyse her modern araçta bulunurlar ve kirliliği azaltmak için gereklidirler. Diğer iki ana PGM olan platin ve rodyum da aynı amaç için kullanılır. Daha sıkı egzoz yönetmelikleri bu PGM’lerin daha büyük miktarlarda kullanılmasını gerektirmektedir.
Son birkaç yıldır rodyum fiyatında daha da büyük bir artış yaşanmıştır. Rodyum, 2019’un başında ons başına 2.500 dolardan 2021’de (Rusya’daki Oktyabrski ve Taimirski sellerinin yarattığı panikten sonra) ons başına 23.890 dolara kadar çıktı. Şu anda ons başına 17.000 dolara yakın, yani birkaç yıl önceki fiyatının yaklaşık yedi katı.
Rodyum ve paladyum fiyatlarındaki artış o kadar güçlü ki, bu durum katalitik konvertör hırsızlıklarında büyük bir artışa neden oldu. ABD’nin Colorado eyaletine göre, eyaletteki katalitik konvertör hırsızlıkları 2019 ve 2021 yılları arasında yüzde 5.000’in üzerinde artış gösterdi. Rusya dünyanın en büyük ikinci rodyum ve platin üreticisidir. Ancak paladyumun aksine, daha büyük rezervlere sahip olan Güney Afrika üretimde Rusya’nın önemli ölçüde önünde yer almaktadır.
Katalitik konvertörlerin dışında, PGM’ler neredeyse tüm elektronik cihazlarda ve çok çeşitli diğer cihazlarda ve endüstrilerde kullanılmaktadır. Küçük miktarlarda kullanılıyor olsalar da, elektronikteki yaygınlıkları güçlü bir talebe yol açmaktadır. PGM’lerden dördü elektrotları kaplamak için kullanılır ve bu da onları elektronik endüstrisi için vazgeçilmez kılar. Platin ve rutenyum, halen küresel elektronik depolamanın büyük kısmını oluşturan sabit disk sürücülerinin manyetik bileşeni için gereklidir.
Platin ayrıca fiber-optik kablolarda ve uçak türbinlerinde (korozyona karşı korumak için kanatların kaplanması) kullanılır. Tıp endüstrisi de PGM’lere ihtiyaç duymaktadır. Örneğin, paladyum diş kronlarında kullanılır ve PGM’ler genellikle kemoterapi ilaçlarında ve radyasyon terapisinde kullanılır. Diğer PGM kullanım alanları arasında petrol hidrokrakingi, sensörler, su arıtma, kalp pilleri ve defibrilatörler, mücevherat, LCD ekranlar, yakıt hücreleri ve metalürji sanayisindeki üst düzey endüstriyel potalar yer almaktadır.
Nadir toprak elementleri
Şu anda Çin, küresel nadir toprak minerali üretim ve işleme sürecine hakim durumdadır. Nadir toprak elementleri (NTE’ler), gelişmiş elektronik üretimi için giderek önem kazanan 17 farklı mineralden oluşmaktadır. Kesinlikle nadir değildirler ancak çıkarılmalarını ekonomik hale getirecek yeterli yoğunlukta bulunmaları nadirdir.
Genellikle ağır ve hafif NTE’ler arasında bölünen bu mineraller birbirleriyle kombinasyon halinde bulunur. Çin, nadir toprak elementlerinin yüzde 60’ını çıkarmakta ve yüzde 90’ına yakınını işlemektedir. Askeri donanım da dahil olmak üzere gelişmiş elektronik cihazlarda yaygın olarak kullanılmaları, Amerikan egemen sınıfının Çin’in nadir toprak elementleri değer zinciri üzerindeki sahipliğine karşı alarm zillerini çalmasına neden oldu. Biden yönetimi 2022 yılında, yerli NTE üretimi ve işlenmesine yönelik milyarlarca dolarlık yatırımı teşvik etmek için büyük bir girişim başlattığını duyurdu.
Rusya henüz NTE işleme veya üretim zincirinin kayda değer bir bölümünü oluşturmamaktadır. Ancak işletilmesi halinde küresel NTE üretimine katkıda bulunabilecek önemli rezervlere sahiptir. Küresel NTE rezervlerinin yaklaşık yüzde 10’una sahip olan Rusya, sıralamada Çin, Vietnam ve Brezilya’dan sonra dördüncü sırada yer alıyor. NTE’ler elektrikli arabaların motorlarında, taşınabilir elektronik cihazlarda, mıknatıslarda (elektronik cihazlar için sıklıkla gereklidir), rüzgâr türbinlerindeki jeneratörlerde ve askeri donanımlarda kullanılmaktadır. Örneğin, Virginia sınıfı bir nükleer denizaltının 4,2 ton, bir F-35 savaş uçağının ise 427 kilogram nadir toprak elementine ihtiyaç duyduğu düşünülmektedir.
Rusya’nın NTE yataklarının sert iklim koşulları, NTE’leri işlemek için gereken teknoloji ve NTE projelerinin yüksek sermaye yoğunluğu, şimdiye kadar Rusya’nın NTE gelişimini engellemiştir. Deloitte’un önde gelen araştırma danışmanlarından Dimitry Kasatkin, 2019 yılında S&P Global Market Intelligence’a verdiği demeçte, “Rusya’nın NTE potansiyelini geliştirmek için zamana ve düşük jeopolitik ve ekonomik riskler gibi elverişli dış koşullara ihtiyacı olacak,” diyordu. Bununla birlikte, Rusya’nın ABD ve diğer emperyalist ülkelerin yakın ekonomik denetimi altında daha küçük devletlere bölünmesi, bu yatırımları ve bu NTE projelerini geliştirmek için gereken “düşük jeopolitik ve ekonomik riski” sağlayabilir.
Niyobyum
Periyodik tablodaki atom numarası 41 olan niyobyum, Rusya’nın sahip olduğu bir diğer kritik mineraldir. Kimyasalın birincil kullanım alanı, önemli yapıları güçlendirmek için alaşım olarak kullanılmasıdır. Nihai ürünün yüzde 0,1’i gibi küçük bir miktar çeliğe eklenerek mukavemeti arttırılabilir. Bu özel çelik, gaz boruları ve diğer kritik altyapı projelerinde kullanılabilir. Niyobyum ayrıca roket motorlarında kullanılmak üzere süper alaşımlar (en iyi çeliğin ötesine geçen son derece yüksek performanslı alaşımlar) oluşturmak için de kullanılır. Ferroniyobyum (çelik için kullanılan) formunda, niyobyum pazarının 2015-2025 yılları arasında iki katına çıkması beklenmektedir.
Niyobyum üretimine, yıllık yaklaşık 75 bin ton üretimin 66’sını gerçekleştiren Brezilya hakimdir. Fakat geçen yıl Rusya’nın en büyük altın ve gümüş üreticisi Polymetal, Rusya’nın uzak doğusundaki Tomtor madencilik projesinin küresel rezervlere 700.000 ton niyobyum oksit ekleyeceğini duyurdu. Bu miktar, Brezilya’nın 16 milyon ton kanıtlanmış rezervinin çok altında olsa da, ABD’nin sahip olduğu rezervlerin yaklaşık dört katıdır.
Tomtor, tarımda kullanılan üç ana gübreden biri olan devasa fosfat rezervleriyle biliniyor. Tomtor madeni aynı zamanda Rusya’nın en önemli NTE rezervlerinin de bulunduğu yerdir. Polymetal, madenin Batı Avustralya’daki Weld Dağı ve bu on yıl içinde büyük bir NTE çıkarma sahasına dönüştürülmesi beklenen Grönland’daki henüz el değmemiş Kvanefjeld’den sonra üçüncü en büyük nadir toprak mineralleri yatağı olduğunu iddia ediyor.
Kobalt
Küresel kobalt üretimine, üretimin yüzde 70’ini gerçekleştiren Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DKC) hakimdir. DKC’nin kobalt üretimi, köle çocuk işçiliğine dayanması nedeniyle kötü bir şöhrete sahiptir. Uluslararası Hak Savunucuları grubu, iki yıldan biraz daha uzun bir süre önce Apple, Alphabet, Dell, Microsoft ve Tesla’ya, 14 Kongolu çocuk madencinin ölümünde suç ortaklığı yaptıkları iddiasıyla dava açtı. Bu olay, bu maddeyi üretmek için yapılan gaddarlık buzdağının sadece görünen kısmıdır.
NTE’ler gibi kobalt da birçok elektronik cihaz için küçük miktarlarda gereklidir. Kobalt yenilenebilir enerji geçişi için özellikle önemlidir. IEA, Sürdürülebilir Kalkınma Senaryosu’nda (SDS) kobalt üretiminin yüzde 21 oranında artması gerektiğini öne sürmektedir.
Rusya en büyük ikinci kobalt üreticisi ülkedir. 2019’da yaklaşık 6.100 ton veya küresel payın yüzde 4’ünü üretti. DRC’nin çok gerisinde kalsa da, Rusya daha önce üretimini yılda 2.000 ton daha artırmayı ve küresel üretimdeki payını bu yıl yüzde 8’e çıkarmayı planladığını açıklamıştı. Bu rezervlerin bir kısmı Rusya’nın Pasifik kıyısında, Japonya’nın kuzeyindeki deniz yatağında bulunuyor.
Grafit
Rusya dünyanın en büyük altıncı grafit üreticisidir. Grafitin, lityumdan sonra, yenilenebilir enerjiye geçiş sürecinde en büyük artışı göstermesi beklenmektedir.
Grafit çeşitli endüstrilerde kullanılmaktadır. Yüksek iletkenliğe sahip olduğu için güneş panellerinde, elektrotlarda ve bataryalarda sıklıkla kullanılır. Grafit, yukarıda listelenen diğer mineraller ve kimyasallar kadar nadir veya pahalı değildir. Üretimi de coğrafi olarak daha geniş bir alana yayılmıştır; yaygın olarak kurşun kalemlerde kullanılan karbonun kristal bir formu olan bu madde, dünya genelinde nispeten bol miktarda bulunmaktadır.
Bununla birlikte, en çok Çin’den (650.000 ton) çıkarılmakta ve bu, Amerikan egemen sınıfında derin bir huzursuzluk kaynağı oluşturmaktadır. Sonraki en büyük üreticiler Mozambik (120.000 ton), Brezilya (95.000), Madagaskar (47.000), Hindistan (34.000), Rusya (24.000) ve Ukrayna’dır (19.000).
Rusya ise üretimini önemli ölçüde arttırmaya uğraşıyor. Rusya’nın bu alandaki Dalgraphite ve Uralgraphite adlı iki büyük şirketi, büyük miktarlarda grafit kullanan elektrikli araç bataryalarına yönelik talep patlaması nedeniyle üretimi artırmaya çalışıyor.
Lityum
Rusya önemli bir lityum üreticisi olmasa da, Ukrayna’nın doğusunda yer alan ve ağırlıklı olarak Rusların yaşadığı bölge önemli rezervlere sahiptir. Lityum, elektrikli arabalar, cep telefonları, dizüstü bilgisayarlar ve diğer elektronik cihazlarda kullanılan lityum-iyon pillerin temel bileşenidir. Tesla marka bir araç, ağırlık olarak bir bowling topuna eşdeğer miktarda lityum içerir.
Ukrayna Ulusal Bilimler Akademisi’nin 2022 tarihli bir raporunda, Ukrayna’nın sadece doğu bölgesinde kârlı bir şekilde çıkarılabilecek yaklaşık 500.000 ton lityum olduğu öne sürülmüştü. Rezervler genellikle üretim başladıktan sonra yeniden değerlendirilen tahminler olsa da, bu Ukrayna’yı Şili, Avustralya, Arjantin ve Çin’in ardından dünyanın en büyük beşinci lityum rezervi sahibi yapacaktır.
Kasım 2021’de, European Lithium adlı Avustralya sermayeli bir firma, Ukraynalı bir petrol şirketi olan Petro Consulting’i satın alma konusunda anlaştıklarını duyurdu. Petro Consulting daha önce Ukrayna’nın en büyük iki lityum yatağını araştırmak ve potansiyel olarak çıkarmak için izin sürecini başlatmıştı. Bu yatakların çoğu Ukrayna hükümetinin Rus ayrılıkçılara karşı bir iç savaş yürüttüğü Ukrayna’nın ihtilaflı doğusunda yer aldığından, bu rezervlerin nasıl geliştirileceği mevcut savaşın kaderine bağlıdır. Ancak şirketin duyurusunda, bu rezervlerin hala “kavramsal” nitelikte olduğu ve potansiyellerini değerlendirmek için daha fazla keşif yapılması gerektiği kaydedildi.
Diğer önemli kritik mineraller
Rusya, bazen nadir toprak elementlerinin bir parçası olarak sınıflandırılan bir mineral olan skandiyumun en büyük üçüncü üreticisidir. Skandiyum öncelikle yüksek performanslı metalik eşyalar için süper hafif alaşımların üretiminde kullanılır.
Columbia Üniversitesi’nin raporuna göre skandiyum, özellikle alüminyum-skandiyum alaşımı formunda “havacılık ve savunma sektörlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır.” Yüksek performanslı spor malzemeleri de bu alaşımı kullanmaktadır. Bu alaşımlar yalnızca yüzde 1’den daha az skandiyum içerir ancak bu, malzemeyi önemli ölçüde güçlendirmek için yeterlidir. Örneğin, her yıl küresel olarak sadece 15 ila 25 ton üretilmektedir.
ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu’na göre Rusya, Ural Dağları’ndaki alümina rafinasyonunun bir yan ürünü olarak skandiyumu etkin bir şekilde üretip üretemeyeceğini belirleme sürecinde bulunuyor. Bu, üretimini ciddi ölçüde artırabilir.
Rusya en büyük üçüncü titanyum süngeri üreticisidir. Titanyum, metalürjide kullanılmak üzere sünger veya pigment olarak iki şekilde üretilmektedir. Rusya, coğrafi olarak dağınık olan titanyumun pigment üretiminde öncü bir rol oynamazken, daha değerli olan sünger üretiminde önemli bir rol oynamaktadır. Rusya’nın Ukrayna’yı istilasının ardından Boeing, uçakları için Rus titanyumunu satın almayı durduracağını açıkladı.
Rusya dünyadaki alüminyumun yaklaşık yüzde 6’sını üretmektedir. Tesla, esas olarak RusAl şirketi tarafından üretilen bu alüminyumun önemli bir müşterisidir. RusAl’ın faaliyetlerinin büyük bir kısmı boksit ve alüminanın çıkarıldıkları Avustralya’dan ithal edilmesine dayanıyor. Rafine etme süreci, diğer madenlerde olduğu gibi, son derece toksik ve yüz milyonlarca ya da milyarlarca dolara mal olan fabrikalar gerektiriyor.
Rusya önde gelen bir polisilikon üreticisidir. Polisilikon, fotovoltaik hücrelerde (güneş pilleri) veya güneş panellerinde kullanılan silikonun en rafine halidir. Polisilikon daha çok silikon cevherinin işlenmesinin bir sonucudur ve bu nedenle özellikle nadir değildir. Çin, polisilikon arzının yüzde 80’inden fazlasına hakimdir. Ancak daha önce, 2009 gibi yakın bir tarihte, Rusya lider konumdaydı. Aralarında Rusya’nın Nitol Solar şirketinin projesinin de bulunduğu birkaç proje, fiyat dalgalanmaları ve yetersiz sermaye nedeniyle başarısız oldu ancak Rusya yatırımla üretimi artırabilir. Güneş enerjisi kullanımındaki patlama nedeniyle fiyatı 2019’dan bu yana üç katına çıktı.
Sonuç
WSWS Uluslararası Yayın Kurulu Başkanı David North, Savaşla Geçen Çeyrek Yüzyıl: ABD’nin Küresel Egemenlik Yönelimi 1990-2016 kitabının önsözünde şöyle yazmıştı:
Sovyetler Birliği’nin ve Çin’deki anti-kapitalist rejimin varlığı, ABD’yi insan emeğine, hammaddelere ve dünyanın büyük bir bölümünün, özellikle de Avrasya kara parçasının potansiyel pazarlarına sınırsız erişim ve bunları sömürme imkânından mahrum bıraktı. Bu durum ABD’yi, hem Avrupa ve Asya’daki büyük müttefikleriyle hem de ABD-Sovyet Soğuk Savaşı’nın sağladığı taktiksel fırsatlardan yararlanan daha küçük ülkelerle ekonomik ve stratejik konulardaki pazarlıklarda tercih edeceğinden daha büyük ölçüde taviz vermeye zorladı.
Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağıtılması ve Haziran 1989’daki Tiananmen Meydanı katliamının ardından Çin’de kapitalizmin restorasyonu, Amerikan egemen sınıfı tarafından II. Dünya Savaşı sonrası dönemin tavizlerini reddetmek ve ABD’nin hegemonyasını tesis etmek amacıyla küresel jeopolitiğin yeniden yapılandırılmasını hayata geçirmek için bir fırsat olarak görüldü.
NATO ile Rusya arasında tırmanan savaş, bu sürecin yıkıcı bir sonucudur. Bugün askeri ve siyasi stratejistler gözlerini tek bir sonuca dikmiş durumdalar: Rusya’nın tamamen parçalanması.
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından finanse edilen Avrupa Politika Analizi Merkezi’nde çalışan ve Kiev’de ikamet eden Anders Östlund, “Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı, Rusya Federasyonu’nun parçalanmasıyla sona erecektir. Rusya Federasyonu’nun yerini, anayasalarında tarafsızlığın yazılı olduğu küçük, askerden arındırılmış ve güçsüz cumhuriyetler alacak,” diye yazıyor. Östlund’un parçalanmış, “güçsüz” bir dizi devlet vizyonu, ABD ve Avrupalı müttefiklerinin Rusya’daki genel emellerine açılan bir penceredir.
Gelişmiş elektronik ve yenilenebilir enerji teknolojilerinin inanılmaz gelişiminin ortasında, kritik mineraller pazarının önümüzdeki on yıllarda patlama yapması bekleniyor. Rusya bu maddelerin önde gelen kaynaklarından biridir. Yeterli yatırım yapılması halinde gelecekte daha da büyük bir rol oynayabilir.
Rusya’nın parçalanması ve Amerikan sermayesinin hakimiyeti altında girmesi, Amerikan egemen sınıfının Çin’i ve daha geniş anlamda Avrasya’yı kendi amaçlarına tabi kılarak “yeni bir Amerikan yüzyılı”nı dayatma çabalarında stratejik bir basamak olacaktır. Kaynaklar bunda rol oynamaktadır. Petrol ve doğalgaza duyulan devamlı ihtiyacın yanı sıra kritik minerallere duyulan ihtiyacın hızla arttığı bir ortamda Rusya, çok çeşitli zenginliklere sahip hayati bir kara parçası olarak görülmektedir.
Sosyalistlerin görevi bu gerici gidişata karşı çıkmaktır. Amerika Birleşik Devletleri’nin hegemonya ve kaynak arayışı, on yıllardır süren ekonomik gerilemesini telafi etme çabası, uluslararası işçi sınıfı için bir felaket tehdidi oluşturmaktadır.
Bununla birlikte, WSWS’nin 2022 1 Mayıs kutlamasında açıkladığı gibi, “Dünya savaşı tehdidi yaratan çelişkiler aynı zamanda dünya sosyalist devriminin koşullarını da oluşturuyor. İşçi sınıfının karşı karşıya olduğu zorlu görev şudur: dünya savaşına yol açan nesnel eğilimleri baltalayıp zayıflatırken, devrime yol açan nesnel eğilimleri güçlendirmek ve hızlandırmak.” Dünyanın dört bir yanındaki Sosyalist Eşitlik Partilerinin görevleri işte bunlardır.
Dipnotlar
[1] Vladimir İ. Lenin, Emperyalizm (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2009), s. 18. Çeviren: Ferit Burak Aydar.
[2] Age. s. 88.
[3] Age. s. 89.