Artemis I görevi 16 Kasım Çarşamba günü ABD Doğu Saatiyle 13:47’de Kennedy Uzay Merkezi’nden başlatıldı ve NASA’nın Uzay Fırlatma Sistemi’nin ilk başarılı testi oldu. Görevin amacı ana yük olan mürettebatsız Orion uzay aracını Ay’ın yörüngesine göndermek ve ardından güvenli bir şekilde Dünya’ya geri dönmek. 26 gün sürmesi planlanan görev, muhtemelen bir kez daha insanları Ay’ın yüzeyine indirecek olan gelecekteki mürettebatlı görevler için bir test uçuşu işlevi görüyor.
Fırlatmayla ilgili olarak, çeşitli gericilik biçimlerini teşvik eden resmi tantanalar söz konusu oldu. Başkan Yardımcısı Kamala Harris, “Amerika Ay’a geri dönüş yolunu çiziyor,” diyerek Amerikan milliyetçiliğini dile getirdi. Başkan Biden kimlik politikalarını ön plana çıkararak “Bu gemi ilk kadın ve ilk beyaz olmayan kişinin Ay yüzeyine ayak basmasını sağlayacak,” dedi. NASA Yöneticisi Bill Nelson ise Artemis’in “cenneti keşfedeceğini” iddia ederek bilim ile dini birbirine karıştırdı.
En çok da Artemis’i Apollo görevlerine benzetme çabası vardı. Örneğin New York Times, fırlatmanın “geçmiş Apollo dönemini çağrıştırdığını” yazdı. Washington Post, fırlatmanın NASA için “önemli bir dönüm noktası” olduğunu iddia etti ve Apollo astronotu Eugene Cernan’ın 1972’de Apollo 17 görevinin sonuna doğru Ay yüzeyinden ayrılırken söylediği “geri döneceğiz” sözünü kendine mal etti.
Bilimsel açıdan bakıldığında Artemis en iyi ihtimalle Apollo’nun izinden gidiyor ama ötesine geçmiyor. Uzay Fırlatma Sistemi (SLSL), mevcut tüm roket sistemlerinden daha fazla ilk itiş gücüyle fırlatılsa da ve 1980’lerin Rus Energia roketinden sonra ikinci sırada yer alsa da, Saturn V’in faydalı yük kapasitesinin yalnızca üçte ikisini taşıyabilmektedir. Saturn V, Ay’ın yörüngesine girmek ve Ay’a inmek için dokuz mürettebatlı uçuşta ve Skylab uzay istasyonunu fırlatmak için kullanılmıştı.
Sonuç olarak, Satürn V yükünü Ay’a taşıyabilmiş ve sadece birkaç gün içinde yörüngeye girebilmişti. Buna karşılık, SLS sadece Orion uzay aracını Ay’ın yerçekiminin Dünya’nınkinden daha güçlü olduğu noktaya zar zor götürecek kadar itme gücüne sahiptir ve bu noktada Ay’ın yerçekimi uzay aracını yörüngeye çekmek için kullanılır. WSWS’ye konuşan bir gökbilimci şunları belirtti: “Bu, bir tepeyi aşmak için neredeyse hiç yüke sahip olmadan tepenin zirvesine kadar pedal çevirmek, sonra da ötesindeki çukura doğru hafifçe aşağı inmek gibi bir şey.”
Sonuç olarak Apollo görevleri Ay’a iki günde ulaşırken, Orion’un Ay’ın yanından geçmesi altı gün, yörüngeye girmesi ise dört gün sürecek. Ay’ın yörüngesine girmek için gereken enerjinin azaltılmasına yönelik bilimsel bir argüman kesinlikle mevcut olsa da, gerçek şu ki SLS NASA’nın Ay’a dönmek için üretebildiği en ucuz rokettir, en etkilisi değil.
Elbette bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Orion uzay aracı bataryalar yerine güneş panelleriyle çalıştığından görevler teorik olarak aylarca uzatılabilmektedir. Ayrıca bu uzay aracı, Apollo döneminin komuta ve hizmet modüllerinden çok daha büyük ve üç astronotun sıkışık bir şekilde seyahat etmesi yerine altı astronotun rahatça seyahat etmesine olanak sağlıyor. Uzay aracını genel olarak daha uzun süreli uzay uçuşu yapabilecek hale getirmek için bilgi işlem alanındaki bazı modern gelişmeler de dahil edilmiştir.
Ancak genel olarak Artemis büyük ölçüde Apollo’nun bir tekrarıdır. Geliştirme maliyetlerini daha da düşürmek için hizmet dışı bırakılan uzay mekiklerinin yeniden kullanılan ana motorlarıyla birlikte, katı roket iticileri eklenmiş daha küçük bir Saturn V kullanılarak fırlatılmıştır. Uzay uçuşlarını 1960’ların roketçiliğinin ötesine taşımak için on yıllar boyunca geliştirilen sayısız fikirden hiçbiri dikkate alınmamış, hiçbiri kullanılmamış ve nihayetinde çok pahalı ve verimsiz bir çabanın ötesine geçmek için önemli bir finansman sağlanmamıştır.
Dahası, Artemis’in Apollo ile esasen aynı olan jeostratejik yönleri de vardır. Unutulmamalıdır ki, Sovyetler Birliği 1957’de Sputnik’i fırlatarak Başkan Eisenhower’ı üç ay sonra Explorer 1’i fırlatarak karşılık vermeye zorlamıştı. Eğer bu zorlama olmasaydı ABD’nin bir uzay programı bile olmayabilirdi. Başkan Kennedy de ancak SSCB’nin bir dizi başarı ve ilke imza atmasının ardından Ay’a insanlı bir görev yapılacağını duyurdu. Amerikan kapitalizminin imajının, 1917 Ekim Devrimi’nden doğan ve yozlaşmış olan işçi devletinin süregelen zaferleri tarafından zedelenmemesini sağlamak oldukça ciddi bir zaruretti.
Bugün ABD’nin uzaya dönüşü de jeopolitik çatışmalardan kaynaklanıyor; bu kez Amerikan egemen seçkinleri hegemonik dünya konumunu korumaya çalışırken Çin’in kendi uzay keşif programını geliştirme çabalarına yanıt olarak bunu gerçekleştiriyor. 1990’lardan bu yana uzay uçuşuyla ilgili teknik bilgilerin Çin hükümetine ya da Çinli şirketlere ulaşmasını engellemeye yönelik girişimler oldu. Obama yönetimi bu girişimleri kanun haline getirmek için çalıştı ve 2011 yılında NASA’nın Çin Ulusal Uzay Ajansı ile “herhangi bir şekilde” etkileşime girmesini resmen engelleyen Wolf Yasa Değişikliği’nin kabul edilmesini sağladı.
Artemis ile bağlantılı başka ABD emperyalist çıkarları da var. Uzayı savaş alanı dışı bırakan çok sayıda uluslararası antlaşma ve anlaşmaya rağmen, 2019’da ABD Uzay Kuvvetleri’nin kurulmasının da gösterdiği gibi, uzay hâlâ bir savaş alanı olarak görülmektedir. Başta Çin olmak üzere diğer ülkelerin Mars’a sonda gönderme, Ay’a keşif aracı indirme ve hatta kendi uzay istasyonlarını (Çin’in Tiangong uzay istasyonu 2021’de fırlatıldı) fırlatma kabiliyetleri, öncelikle askeri tehditler olarak görülüyor.
Elbette Çin Komünist Partisi’ne ve her burjuva hükümete de bu tür çıkarlar yön vermektedir. Dünyanın rekabet halindeki ulus devletlere bölünmesi, rekabetin uzaya da yayılması anlamına gelmektedir. Roketler öncelikle bilim için değil, prestij ve dünya güçleri arasındaki tehditler içindir.
Apollo ve Artemis görevleri arasındaki en büyük fark, muhtemelen, programın başarısına yatırım yapan özel sektör çıkarlarının büyük ölçüde artmasıdır. Bu, NASA’nın ilk uzay programında ticari çıkarların yoğun bir şekilde yer almadığı anlamına gelmez. Boeing, Lockheed Martin, Northrop Grumman gibi havacılık ve savunma şirketleri ABD uzay araçlarının yapımında her zaman yer almışlardır. Ancak o dönem hem roketçilikte hem de günlük yaşamda kullanılan çeşitli teknolojilerin geliştirilmesine yol açan gerçek bir inovasyon vardı.
Artık milyarlarca dolarlık girişimler yalnızca seçkin kişilerin portföylerini geliştirmek için tasarlanıyor. Bu konuda en kötü şöhrete sahip olan Elon Musk, sık sık SpaceX’in uzay yolculuğuna giden yolu açacağını iddia ediyor ve bu iddia köle ruhlu şirket medyası tarafından sürekli yineleniyor. Yine de son birkaç on yılda teknolojide meydana gelen ve Musk’ın yararlanabildiği bilgi işlem, minyatürleştirme ve 3D baskı gibi büyük ilerlemelere rağmen, SpaceX’in amiral gemisi Falcon Heavy, Saturn V’in yalnızca yüzde 45’i kadar yeteneklidir.
Musk’a Amazon CEO’su Jeff Bezos ve şirketi Blue Origin’in yanı sıra Richard Branson’ın The Spaceship Company’si de katılıyor. Son ikisi gerçek uzay uçuşlarıyla pek ilgilenmiyor, daha çok kendileri gibi süper zengin müşterilerin astronot unvanını alabilmeleri için yörünge altı uçuşlar sağlamakla ilgileniyorlar.
Özel şirketlerin uzay uçuşu gerçekleştirme çabasının daha kötü niyetli bir yönü de var. Başta Musk olmak üzere pek çok şirket Ay’a ve hatta Mars’a özel görevler düzenlemeyi hedefliyor. Bunlar nihayetinde, hiçbir denetim ya da düzenleme olmaksızın ve hem kaynakları hem de işgücünü şimdiye kadar görülmemiş bir ölçekte sömürme yeteneği ile tüm dünyalar üzerinde özel hak iddia etme girişimidir. Nihayetinde Ay’daki işçiler, eğer bir kişi keyfine göre yaşam destek cihazlarını kapatıp hayatlarını sona erdirilebilir olursa, bunu nasıl protesto edebilirler ki?
Artemis projesinin ve bir bütün olarak uzay araştırmalarının kapitalizm altındaki mantığı budur. İnsanlığın doğayı anlama ve onu denetimi altına alma dürtüsünün sürekli genişlemesi olması gereken şey, kapitalizm altında kaçınılmaz olarak insan sömürüsünün ve özel kârın genişlemesine tabi kılınmıştır.