Dün Türkiye-Suriye sınır bölgesinde iki şiddetli deprem meydana geldi. Sabah erken saatlerde merkezi Türkiye’nin güneyindeki Kahramanmaraş şehri olan 7,7 büyüklüğündeki depremi, öğleden sonra 7,6 büyüklüğünde deprem takip etti. Lübnan ve Kıbrıs’a kadar hissedilen depremler binlerce kişinin ölümüne ve on binlerce kişinin de enkaz altında çaresizce kurtarılmayı beklemesine neden oldu.
Türkiye’de 15 milyondan fazla insanın yaşadığı on şehirde meydana gelen yıkımlarda resmi açıklamalara göre en az 6.200 bina çökerken 3.381 kişi öldü ve yaklaşık 20.000 kişi yaralandı. Yıkılan binlerce bina arasında devlet hastaneleri de var. Yollar, havalimanları, elektrik trafoları ve doğalgaz iletim hattı hasar gördü; elektrik ve doğalgaz kesintileri meydana geldi.
2011’den beri NATO güçlerinin rejim değişikliği savaşı nedeniyle zaten büyük yıkıma uğramış olan Suriye’de doğrulanan can kaybı 1.300’ü geçmiş durumda. Devam eden savaş hali birçok yere kurtarma ekibinin ulaşmasını engelliyor. Suriye’nin kuzeybatısının bir kısmı Türk ordusunun ve İslamcı vekillerinin kontrolündeyken, ülkenin kuzeydoğusu ABD’nin ve Kürt milliyetçisi müttefiklerinin denetimi altında bulunuyor.
Hem Türkiye’de hem de Suriye’de çok sayıda insanın hala çöken binaların altında mahsur kalması nedeniyle ölü sayısının ciddi oranda artması bekleniyor. Yüz binlerce insan geceyi ya dondurucu soğukta ya da depremden hasar görmüş olabilecek binalarda geçirmek zorunda kaldı. Dünya Sağlık Örgütü ölü sayısının yaklaşık 30.000’e çıkabileceği uyarısında bulundu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti yedi günlük ulusal yas ilan edip duruma hızla müdahale ettiğini iddia etse de deprem bölgesindeki insanlar büyük ölçüde kendi başlarının çaresine bakmak zorunda bırakılıyor.
Başlangıçta sadece 9.000 kurtarma görevlisinin seferber edilebildiği koşullarda, halen birçok yere hiçbir resmi ekip gelmiş değil. Çeşitli illerden madenciler gönüllü olarak bölgeye arama kurtarma çalışmalarına katılmaya gidiyor. Hükümetin insanları öldürmeye yönelik SİHA’lar ve Atina’yı vurabilecek füzeler geliştirmekle övündüğü Türkiye’de, insanlar kazma ve kürekle enkaz altındakileri kurtarmaya çalışıyor.
Mali oligarşinin felakete verdiği duyarsız tepki İstanbul borsasında gözler önüne serildi: Depremden sonra çimento şirketlerinin hisseleri yükseldi.
Bu depremlerin yol açtığı kitlesel ölümler tamamen önlenebilirdir. Bu, büyük ölçüde öngörülebilir bir trajedidir. Gerçekte bu bir doğal afet değil, kapitalist sistemin sorumluluğunu taşıdığı bir toplumsal suçtur.
Dünkü depremler “Alpin Kuşağı” denilen dünyanın en sismik ikinci bölgesinde meydana geldi. Büyük fay hatlarının üzerinde olan Türkiye, deprem felaketleriyle dolu bir sicili bulunan bir ülke. 1999’daki Marmara Depremi’nde resmi olarak yaklaşık 18.000 kişi ölmüş, on binlerce kişi yaralanmıştı.
Bilim insanları dünkü felaketin yakın olduğu konusunda giderek artan uyarılarda bulunmuş ve kamu yetkililerine binaları güçlendirmeleri çağrısında bulunarak bunun yapılmamasının korkunç bir can kaybına yol açacağını belirtmişlerdir.
Ocak 2020’deki Elazığ depreminden sonra TMMOB’a bağlı Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan, İstanbul’un yanı sıra dün depremden büyük hasar gören Kahramanmaraş ve Hatay’ın da aralarında bulunduğu 18 ilin “deprem üretme potansiyeli yüksek aktif fayların geçtiği hatlar”ın üzerinde bulunduğunu belirtmiş ve olası bir büyük depremde buralarda bulunan birçok binanın “yerle bir olmasının” kesin olduğunu söylemişti.
Türkiye’deki en saygın yerbilimcilerden olan ve depreme dirençli kentler inşa edilmesini savunan Prof. Dr. Naci Görür’ün geçtiğimiz yıl Mart ayında Japonya ile Türkiye arasında yaptığı karşılaştırma çarpıcıdır. Görür, 2022’de Fukuşima’daki 7,4 büyüklüğündeki deprem sonucunda 4 kişinin öldüğünü, aynı büyüklükteki 1999 Marmara Depremi’nde 20 bin kişinin öldüğünü yazmıştı. Bu durum, Kahramanmaraş’ta dün meydana gelen depremlerde neredeyse tüm ölümlerin önlenebileceğinin altını çizmektedir.
Görür yıllardır bu bölgede yaklaşan büyük deprem tehlikesine dikkat çekiyordu. Görür dün akşam depremden sonra katıldığı bir televizyon programında yaklaşan felakette kayıpları önlemeye yönelik bir proje hazırladıklarını ancak tüm yetkililerin buna gözlerini kapattığını ifade etti.
Görür’ün bir kez daha beklenen büyük İstanbul depremine dikkat çekmesi ciddi bir uyarı olarak görülmelidir. Uzmanlar 16 milyon nüfuslu İstanbul’da yakında en az 7 büyüklüğünde bir deprem bekliyorlar. Burjuva muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) yönetimde olduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) böylesi bir depremde “sadece” 14.000 ölüm olacağını iddia ederken, Görür gerçek ölüm sayısının 400.000’i geçeceğini öngörüyor.
Depreme dayanıklı konutlar inşa etmek, kapitalizmin çözemediğini kanıtladığı kritik bir küresel sorundur. 2021 yılında International Journal of Disaster Risk Science dergisinde Çinli, Avustralyalı, ABD’li, Kanadalı ve Alman bilim insanları tarafından yayımlanan bir makaleye göre 2015 yılında 1,5 milyar insan deprem riski taşıyan bölgelerde yaşamaktaydı. Bu sayı, başta Ortadoğu ile Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Bangladeş gibi Orta ve Güney Asya’nın kırılgan ülkelerinde olmak üzere hızla artmaktadır.
Günümüzde bilim ve sanayinin gelişmişlik düzeyi, dünya çapında depreme dayanıklı şehirler inşa edilebilecek seviyededir. Peki, sosyal altyapı neden sürekli ihmal edildi? Şehirlerin yeniden planlanması ve binaların depreme dayanıklı hale getirilmek üzere yenilenmesi çağrısı, deprem sonrası kurtarma ve tedavi için hazırlık yapılması çağrıları neden göz ardı edildi?
Dünkü depremler, Stalinist bürokrasinin 1991 yılında Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının ardından ABD önderliğindeki NATO güçlerinin Ortadoğu’da otuz yıldır sürdürdüğü emperyalist savaşların merkez üssü yakınlarında meydana geldi. Trilyonlarca dolar harcanan Irak, Afganistan ve Suriye’deki savaşlar milyonlarca insanın hayatına mal oldu. Suriye’deki 12 yıllık NATO vekil savaşı, 500.000’den fazla insanın ölümüne, 10 milyondan fazla insanın da sığınmacı haline gelmesine yol açtı.
Canlarını kurtarmak için Suriye’den kaçan ve Türkiye’nin güneyinde yoksulluk içinde yaşayan çok sayıda Suriyeli sığınmacı da depremin ardından kaderine terk edildi.
Onlarca NATO üyesi devlet müttefikleri Türkiye’ye göstermelik yardım gönderme açıklamaları yaparken, Suriye’deki eş zamanlı felaketi büyük ölçüde görmezden geldi. Suriye, son derece ihtiyaç duyduğu tıbbi malzemelere ve diğer kaynaklara erişimini engelleyen felç edici bir ABD yaptırım rejimi altında kalmaya devam ediyor. Bunlar, halkın hem mevcut felaketle başa çıkmak hem de günlük yaşamı sürdürmek için acil ihtiyaç duyduğu kaynaklardır.
Gerçekte, deprem kurbanlarına ikiyüzlü bir şekilde başsağlığı dileyen emperyalist hükümetlerin liderleri, Suriye’deki savaştan ve toplumsal zenginliğin halk sağlığı ve güvenliği yerine savaşa heba edilmesinden birinci derecede sorumludur.
Doğal afetlerin feci sonuçlarının önlenmesi de dahil olmak üzere günümüzün tüm önemli toplumsal meseleleri, doğaları gereği küresel sorunlardır ve toplumsal olarak koordine edilen bir çözümü gerektirmektedir. Ne var ki, burjuvazinin özel kâr çıkarları ve dünyanın rakip ulus devletlere bölünmüş olması, böylesi bir ilerici müdahalenin önünde engel teşkil etmektedir. COVID-19 pandemisine ya da küresel iklim değişikliğine dünya çapında bilimsel bir yanıt verilememesinin nedeni de budur.
Bunun yerine, COVID-19 pandemisine karşı “bırakın yayılsın” politikasını egemen kılarak dünya çapında 21 milyondan fazla insanın ölümüne neden olan emperyalist güçler, şimdi de Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşı tırmandırarak tüm insanlığı bir III. Dünya Savaşı ile tehdit ediyorlar.
Acil toplumsal sorunlara planlı ve akılcı bir yanıt verilmesinin önündeki engel, ancak uluslararası işçi sınıfının egemen sınıfın iktidarına ve servetine cepheden saldırıya geçerek özel kâr yerine toplumsal ihtiyaçları hâkim kılmasıyla ortadan kaldırılabilir. Dünkü deprem felaketinin önlenebilir yıkımı, kapitalist sistemin yerini dünya çapında sosyalizme bırakmasının acil bir gereklilik olduğunu bir kez daha göstermiştir.