Türkiye ve Suriye’deki deprem felaketi ve Alman emperyalizminin rolü

Dünya Sosyalist Web Sitesi daha önce yaptığı bir yorumda, Şubat ayı başında Türkiye’nin güneyinde ve Suriye’nin kuzeyinde geniş alanları sarsan büyük deprem felaketini “dünya kapitalizmine yönelik yıkıcı bir suçlama” olarak tanımlamıştı. Dünya çapında hükümetler silahlanma ve savaş için muazzam kaynaklar harcarken, geniş halk kitlelerinin en acil ihtiyaçlarını görmezden geliyorlar. Deprem mağdurlarına sadece cüzi yardımlar yapılıyor.

Havadan çekilen fotoğraf Türkiye'nin güneyindeki Kahramanmaraş'taki yıkımı gösteriyor, 8 Şubat 2023, Çarşamba. (Ahmet Akpolat/DIA AP aracılığıyla) [AP Photo/Ahmet Akpolat]

Alman emperyalizmi bu konuda özellikle aşağılık bir rol oynuyor. Alman hükümeti, felaketten etkilenen bölgedeki insanlara destek olmak için bugüne kadar sadece 108 milyon Avro taahhüt etti. Bu meblağı, bir yıl önce Şansölye Scholz (SPD) tarafından meşhur “yeni dış politika dönemi” konuşmasında ilan edilen, Almanya’nın Hitler’den bu yana en büyük askeri yeniden silahlanmasını finanse etmek için neredeyse bir gecede sağlanan 100 milyar avro ile karşılaştırmak gerekir. Alman ordusuna yapılan ekstra harcamalar için ayrılan bu miktar, Türkiye ve Suriye’deki depremzedeler için ayrılan paranın neredeyse bin katı!

Yaklaşık iki hafta önce hem Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock (Yeşiller Partisi) hem de İçişleri Bakanı Nancy Faeser (SPD) deprem bölgesine giderek mağdurlara acılarına ortak olduklarının gösterisinde bulundular.

“Acımız kelimelerle anlatılamaz” diyen Baerbock, felaketin ve sonuçlarının yerini haberlerde başka başlıklar alsa bile bunun acılarını azalmayacağını sözlerine ekledi.

Meslektaşı Faeser ise daha da abartılı bir şekilde konuştu: “Bu depremin Türkiye ve Suriye’de yol açtığı akıl almaz yıkımı ve sonsuz acıyı görmek yüreğimizi parçalıyor.” İçişleri Bakanı, Alman hükümetinin Türk makamlarıyla yakın koordinasyon içinde acil ve kapsamlı yardım sağlamasının çok önemli olduğunu söyledi.

Baerbock ve Faeser timsah gözyaşlarıyla kimi kandırmaya çalışıyor? Alman hükümeti Türkiye ve Suriye’deki insanları kayıtsızca kaderlerine terk ediyor. Oysaki NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü savaşı tırmandırmak için hükümet tarafından sağlanan özel finansman, depremde meydana gelen büyük hasarı onarmaya ve ayrıca önemli ölçüde yeniden inşa yardımı sağlamaya yetecek bir miktardadır.

Dünya Bankası’na göre, sayısız insanın tüm eşyalarını kaybetmesine neden olan depremin Türkiye’ye verdiği maddi zarar en az 34,2 milyar ABD doları (yaklaşık 32,4 milyar avro) tutarındadır. Suriye’de ise maddi hasarın 5,1 milyar ABD doları (yaklaşık 4,8 milyar avro) civarında olduğu tahmin edilmektedir, ancak bu rakam henüz nihai bir rakam değildir. Her iki ülke için de yeniden inşa maliyetlerinin bunun yaklaşık iki katı olacağı tahmin edilmektedir. Şiddetli artçı sarsıntılar maddi hasarı (ve aynı zamanda insani acıları) arttırabilecek olsa da, bu durumda bile 100 milyar avroyu muhtemelen aşmayacaktır.

Alman hükümeti tarafından depremzedeler için şimdiye kadar taahhüt edilen miktarın okyanusta sadece bir damla olduğu ortaya çıkıyor. Aynı zamanda Almanya’daki egemen sınıf yeniden silahlanma için daha da fazlasını talep ediyor. Scholz’un “yeni dönem” konuşmasının yıldönümünde yaptığı hükümet açıklamasında ortaya koyduğu gibi, Rusya’ya karşı NATO savaşı için Kiev’e, giderek daha fazla ağır silah gönderiliyor.

Maddi hasardan çok daha ciddi olan, felaketin yarattığı insani trajedidir: Resmi rakamlara göre şu ana kadar 53.000 kişi hayatını kaybetti. Türkiye’de 45.089, Suriye’de ise 8.476 kişinin öldüğü teyit edilmiştir. Bu sayılara her geçen gün yenileri ekleniyor ve bildirilmeyen vaka sayısının her iki ülke için de resmi rakamlardan çok daha yüksek olması muhtemel. Bu arada bütün bir bölge evsizlik, açlık ve olumsuz iklim koşullarından muzdarip bir durumda. Pek çok kişi acil durum barınaklarında ve hatta çadırlarda yaşamak zorunda kalıyor.

Almanya’da pek çok kişi Türkiye’deki afet bölgesindeki akrabalarına yardım etmek istiyor, ancak Alman Dışişleri Bakanlığı’nın sözde “basitleştirilmiş, pragmatik vize prosedürü” kötü bir şaka gibi. İçişleri Bakanlığı ile işbirliği içinde yürütülen bu prosedürün, afet bölgesindeki akrabaların Almanya’ya hızlı bir şekilde seyahat etmelerini sağlaması bekleniyor.

Dışişleri Bakanlığı’na göre “en aza indirilen” gerekli belgeler listesi, bölgedeki durum göz önüne alındığında son derece ironiktir. Prosedürü başarıyla tamamlayabilmek için depremzedelerden aşağıdaki belgeleri sunmaları beklenmektedir:

  • Resmi başvuru formu
  • Geçerli Türk pasaportu
  • Schengen bölgesi için sağlık sigortası
  • Biyometrik vesikalık fotoğraf
  • Birinci veya ikinci dereceden bir akrabadan taahhüt mektubu
  • Davet eden kişinin kimlik kartı/pasaport fotokopisi ve varsa oturma izni
  • İkamet belgesi (afet sırasında deprem bölgesinde olması gerekir)
  • İlişki kanıtı
  • Acil durumun yazılı açıklaması
  • Reşit olmayanlar için ebeveynlerin imzaları/noter tasdikli muvafakatnameleri

Dışişleri Bakanlığı’nın şartları, Türkiye’deki deprem bölgesinden gelen ve hayatlarını kurtarmaya çalışan travma geçirmiş insanlar için sadece bir aşağılama değil; fiili ve bürokratik engeller, vize sürecinin gerekliliklerini yerine getirmeyi imkansız hale getiriyor.

Eski evlerinin enkazında seyahat belgelerini kaybedenler için özel bir düzenleme yapılması - ki bu durum vakaların büyük çoğunluğunda muhtemeldir - Dışişleri Bakanlığı tarafından reddedilmiştir. Bu gibi durumlarda, mağdurlar Türk makamlarının (pek olası olmayan) işbirliğine güvenmek zorundadır.

Buna ek olarak, Almanya’daki akrabaların taahhüt beyanı, Türkiye’deki başvuru sahibinin mevcut bir adresine bir kopya olarak gönderilmelidir. Bu bölgedeki yıkım göz önüne alındığında tamamen saçma bir taleptir. Aynı durum davet eden kişinin kimlik belgesinin kopyası için de geçerlidir.

Bu sırada Almanya’daki aileler de yakınlarına gerekli belgeleri bizzat götürmek üzere tehlikeli deprem bölgesine doğru yola çıktı. Berlin’den Türkiye’nin tamamen yıkılmış Gaziantep şehrine giden yol 3.635 km’den az değil.

Dahası, Almanya’daki birçok Türkiye kökenli aile, taahhüt beyanı ile birlikte gelen mali yükü (şu anda kişi başına aylık 500 Euro’ya kadar) taşıyıp taşıyamayacaklarını ve ne kadar süreyle taşıyabileceklerini bilmemektedir. Başvuru sahibinin kişisel durumunun yazılı olarak açıklanması yönündeki alçakça talep, Alman egemen sınıfının deprem bölgesine ne kadar kayıtsız kaldığını göstermektedir.

Alman Dışişleri Bakanlığı’na göre Türkiye’de yaklaşık 20 milyon kişi depremden etkilendi, ancak Türk vatandaşları için “basitleştirilmiş” prosedür kapsamında şimdiye kadar sadece 1.097 adet üç aylık vize verildi. Yaklaşık yarısı Suriyeli olmak üzere sadece 159 kişi aile birleşimi amacıyla vize alabildi.

Suriye’deki depremzedeler görünüşte “basitleştirilmiş” vize prosedürünün dışında tutulmaktadır. Onlara Almanya’da daimi ikamet için görünüşte basitleştirilmiş bir prosedür oluşturuldu, ancak engeller Almanya’ya gelmek isteyen Türkiye’deki depremzedelerinkinden bile daha fazla.

Vize prosedüründen yararlanmak isteyenlerin, Lübnan, Ürdün ya da İstanbul’a seyahat edebilecek maddi imkanlara sahip olmalarının yanı sıra, depremlerden önce zaten neredeyse imkansız olan bir yolculuğa çıkmaları gerekiyor. (Şam’daki Alman Büyükelçiliği hala kapalı.) Suriye-Türkiye sınırını geçmek bile sadece istisnai durumlarda mümkün.

Suriye’nin depremler nedeniyle daha da derin bir toplumsal felakete sürüklenmesinde ve gerekli yardımın ulaşmamasında Alman egemen sınıfının büyük bir sorumluluğu bulunmaktadır. Alman egemen sınıfı, 2011’den bu yana Suriye’de rejim değişikliği için yürütülen ve yüz binlerce insanın hayatına mal olan, milyonlarcasının kaçmak zorunda kaldığı ve ülkenin büyük bölümünün yerle bir olduğu savaşı desteklemektedir.

O dönemde Angela Merkel liderliğindeki Alman hükümeti AB’nin Suriye’ye yönelik yaptırımlarını desteklemiş ve bu yaptırımlar o günden bu yana her yıl uzatılmıştır. Yardım kuruluşu Malteser International’a göre bu yaptırımlar bugün deprem bölgesine yardım ulaştırılmasını daha da zorlaştırıyor.

Alman Dışişleri Bakanlığı Şubat ayı başında yaptırımların “sivil halk için her türlü olumsuz sonuçtan” imkanlar dahilinde kaçınmayı dikkate aldığını söyleyerek övündü. Bu apaçık bir yalandır. Yaptırımların bir sonucu olarak, örneğin bölgedeki akrabaları desteklemek için kullanılabilecek doğrudan banka transferleri yasaklanmıştır. Hastanelerde herhangi bir tıbbi bakım da garanti edilemiyor çünkü ekipman, yedek parça ya da ilaçlar için ödeme banka havalesi yoluyla yapılamıyor.

Loading