6 Şubat tarihinde Türkiye ve Suriye’de büyük yıkıma ve can kaybına neden olan Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından iki aydan fazla bir süre geçti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin deprem bölgesinde uyguladığı enkaz kaldırma ve inşaat faaliyetleri devasa yıkıma ve on binlerce can kaybına yol açan bilim dışı ve kâr odaklı politikaların aralıksız devam ettiğini gösteriyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 5 Nisan’da yaptığı açıklamada can kaybının 50 bin 399’a yükseldiğini söyledi. Depremden kuzey bölgeleri ciddi biçimde etkilenen Suriye’de de hayatını kaybedenlerin sayısının en az 8 bin 476 kişi olduğu açıklandı. Ancak her iki ülkede de gerçek can kaybının bu rakamların çok üzerinde olduğu düşünülüyor.
Felaketin üzerinden iki ay geçmesine rağmen deprem bölgesinde ciddi sorunlar devam ediyor. Barınma sorunu hâlâ en önemli sorun olarak duruyor. Türkiye nüfusunun yüzde 16’sını oluşturan yaklaşık 15 milyon kişiyi etkileyen depremde en az 35 bin 355 bina yıkıldı.
Depremin ilk gününden itibaren yaklaşık 2,5 milyon kişi barınma sorunu yaşarken en az 5 milyon kişinin bölgedeki yaşam koşullarının olumsuzluğu nedeniyle farklı kentlere göç ettiği tahmin ediliyor.
Büyük bir çoğunluk kış koşullarına uygun olmayan çadır kentlerde kalıyor. Bazı depremzedeler ise kendi inşa ettikleri basit çadırlarda yaşamaya çalışıyor. Bölgede yağmura ve soğuğa karşı daha iyi koruma sağlayan konteyner evler halen çok az sayıda mevcut.
Mevcut çadır ve konteyner kentler ise gerekli altyapısı inşa edilmeden ve uygun olmayan alanlarda kurulmuş durumda. Bununla bağlantılı olarak, geçtiğimiz ay deprem bölgesindeki Adıyaman ve Şanlıurfa’da oluşan sellerde resmi olarak 21 kişi hayatını kaybetti. Bazı çadırlarla birlikte Adıyaman’da bir konteyner, içinde iki kişi ile birlikte selde sürüklendi. Depremden kurtulanlar yağmur ve sel sularıyla mücadele etmek zorunda kaldılar.
Depremden sonra bölgeye arama kurtarma ekiplerinin gönderilmesi, yardımların ulaştırılması ve organizasyon konusunda hükümetin yetersizlikleri halk içinde büyük öfkeye yol açmıştı. On binlerce insan bilim insanları tarafından uzun süredir öngörülen bir depremde ölüm gönderilirken, enkaz altında sağ kalan birçok kişi de hükümet müdahalesinin iflası nedeniyle can verdi.
Hükümetin son yıllardaki pandemi politikasına ve artan hayat pahalılığına karşı öfke ile birleşen bu toplumsal tepki, yaklaşan 14 Mayıs seçimleri öncesinde hükümette alarm zillerini çalmış durumda. Anketlere göre Erdoğan’ın Cumhur İttifakı, hem cumhurbaşkanlığını hem de parlamento çoğunluğunu kaybetme riskiyle karşı karşıya bulunuyor.
Bu gidişatı tersine çevirmek isteyen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti halkın barınma sorununu, 14 Mayıs’ta yapılacak seçime yönelik kampanyalarını ve egemen sınıfın ekonomik çıkarlarını gözeterek ele alıyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, konut inşaatı ihalelerini temel bilimsel kriterleri göz ardı ederek hükümete yakın inşaat şirketlerine veriyor. Erdoğan’ın yayınladığı, 23 Şubat 2023 tarihli ”Olağanüstü hal kapsamında yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararnamesi” ile istendiğinde konut yapımı için bölgedeki tarım ve orman alanlarının hızlı yapılaşmaya açılması yasal olarak mümkün hale getirildi.
23 Şubat tarihli kararnameye tepki gösteren İTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyeleri, 28 Mart’ta yayımladıkları ortak bildiride şunları belirttiler: ”Bu kararname, Türkiye’de köklü bir geçmişe sahip şehir ve bölge planlama bilim alanı ve mesleğinin birikimlerini göz ardı etmekte, daha orta ve uzun vadede büyük sorunlara yol açabilecek bir nitelik taşımaktadır.”
Bildiri şöyle devam ediyordu: “İTÜ Şehir Bölge Planlama Bölümü olarak çağrımız, Kahramanmaraş Gaziantep depremlerinden etkilenen bölgede kırsal, kentsel yerleşimlerin tümü ile yeni yerleşim alanlarının- toplumsal ve mekânsal adalet, çevresel ve ekonomik sürdürülebilirlik ile adil yönetişim ilkeleri ışığında planlanmasıdır.”
İTÜ yönetimi, 31 Mart’ta bu açıklamanın yayınlandığı bölümün internet sitesine önce erişimi engelledi, ardından bildiriyi yayımdan kaldırdı. Bu adımların ardından Şehir ve Bölge Planlama Bölüm Başkanı Prof. Dr. Funda Yirmibeşoğlu İTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanlığı tarafından görevden alındı. Ayrıca bildirinin, “bölümün internet sitesinde yayımlanmasına ilişkin” soruşturma başlatıldı.
İTÜ yönetiminin bu kararlarına karşı ilk tepki sosyal medyada şehir plancıları ve akademisyenlerden geldi. Yirmibeşoğlu’nun görevden alınmasına tepki gösteren öğrenciler ise 6 Nisanda yaptıkları basın açıklamasında, “yeniden yapılaşmanın başladığı bir dönemde bilim yuvası olan üniversitelerin susmasının beklenemeyeceği ve rektörlüğün müdahalesinin kabul edilemez olduğunu” vurguladılar.
Öğrencilerin açıklamasında, “Bugüne kadar rant ve sermaye odaklı bir yapılaşma olması depremin yıkıcılığını artırmış, deprem sonrasında bölgeye yeterli müdahale yapılmamıştır. Depremin yaralarını sarmak için hocalarımızın önerileri canlı yaşamını önceleyen bir planlamayı sağlamaya yöneliktir. Akademiyi susturma çabalarının karşısında hocalarımızın yanındayız!” denildi.
Bilim insanları, deprem bölgesinde artçı sarsıntılar devam ederken kalıcı konut inşaatlarına başlanmaması konusunda hükümeti tekrar tekrar uyardılar. Detaylı zemin etütleri, bilimsel bir çalışma ve kentsel planlama olmaksızın bu durum yeni felaketlere zemin hazırlayacaktır.
Bununla birlikte, sahte solun arkasında birleştiği Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu da evini kaybeden ev sahibi depremzedelere “ücretsiz konut sağlama” taahhüdünde bulunduğu konuşmada, “Deprem konutlarının hemen yapılması gerektiği konusunda” Erdoğan ile hemfikir olduğunu ilan etti. Bu, deprem felaketini seçim kampanyasında bir araç olarak kullanan tüm burjuva siyaset kurumunun bilimi ve halk sağlığını hiçe sayma konusunda hemfikir olduğunun bir ifadesidir.
Erdoğan hükümetinin “bir an önce bina enkazlarının kaldırılması ve yeni binaların inşa edilmesi” talimatı, deprem bölgesinde önemli bir sorunu daha beraberinde getirdi: Molozların içinde bulunan asbest ve kimyasal maddeler.
Yıkılan on binlerce binanın yapımında kullanılan ve enkazla birlikte açığa çıkan asbest, kurşun ve boya temelli kimyasallardan oluşan molozların hiçbir önlem alınmadan yerleşim yerlerinin kenarlarına yığılması, deprem bölgesinde kanserojen tehlike oluşturuyor. Asbest içeren tozlar molozların kaldırılması, yüklenmesi ve depolanması aşamalarında rüzgârla birlikte nefes yoluyla insanlara bulaşıyor. Depolama alanlarında toprakta yalıtım yapılmadığından bu kanserojen maddeler yağmurlarla birlikte yer altı sularına ve nehirlere karışıyorlar. Bu döngü, sulama sularıyla toprağa, sebzelere ve oradan yine insanlara bulaşma tehlikesini içeriyor.
Bu nedenle son haftalarda deprem bölgesinde Hatay ve Malatya illeri başta olmak üzere moloz dökümü yapılan yerlere yakın köy ve mahallelerde kitlesel protestolar düzenlendi. 4 Nisan’da Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Yeşilköy’de moloz dökümüne karşı nöbet başlatan halkın direnişine jandarma saldırdı ve yaklaşık 20 depremzedeyi gözaltına aldı.
Deprem bölgesinde halen temiz su ve barınma sıkıntısı olması, enkaz kaldırma işleminin ve yeni konutların halk sağlığını ve güvenliğini hiçe sayarak yapılması, yalnızca Erdoğan hükümetine değil, tüm siyaset kurumunun savunduğu “hayatlardan önce kâr” politikasının kaynağı olan kapitalist sisteme yönelik bir suçlama niteliğindedir.