Maine Üniversitesi’nin Climate Reanalyzer verilerine göre 3, 4 ve 5 Temmuz, insanlık tarihinde kaydedilen en sıcak üç gün oldu. Enstitü, Pazartesi günü ortalama küresel sıcaklığın (24 saat boyunca ortalaması alınan tüm Dünya yüzeyindeki sıcaklık) 17,01 santigrat dereceye (62,61 Fahrenheit), Salı ve Çarşamba günleri ise 17,18 santigrat dereceye (62,92F) yükseldiğini bildirdi. Her iki sıcaklık da 14 Ağustos 2016’daki 16,92 santigrat derecelik (62,45F) bir önceki rekoru kırdı.
Avrupa Birliği tarafından yönetilen Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nden alınan veriler de aynı yeni yüksek değerleri kaydetti. Biraz farklı ölçütler kullanan Copernicus, Pazartesi günü 16.88 santigrat derece (62,38F) ve Salı günü 17,03 santigrat derece (62,65F) ile Ağustos 2016’daki 16,80 santigrat derece (62,24F) rekorunun geride bırakıldığını bildirdi.
Her iki verinin de ön veriler olmasına ve önümüzdeki haftalarda ve aylarda teyit edilecek olmasına rağmen, bunlar Dünya’nın ısınmakta olduğuna ve insan kaynaklı iklim değişikliğinin hızlandığına dair keskin bir uyarıdır. Geçtiğimiz Haziran ayı şimdiden kayıtlara en sıcak ay olarak geçti. Kuzey Yarımküre’de yılın en sıcak günleri olan Temmuz’un geri kalanı ve Ağustos ayı henüz gelmedi.
Genel ısınma bu yıl, Pasifik Okyanusu’nda düzensiz olarak ortaya çıkan ve devam ettiği aylar veya yıllar boyunca daha yüksek sıcaklıklara neden olan bir sıcak su salınımı olan El Niño ile daha da arttı. Mevcut döngünün 2023-24 kışına kadar Kuzey Yarımküre’yi ısıtmaya devam edeceği tahmin ediliyor.
Her iki iklim gözlemcisinin raporları, on yıllardır bilinen bir gerçeği teyit ediyor: kapitalist üretimin anarşik doğası nedeniyle her yıl Dünya atmosferine milyarlarca ton sera gazı salınıyor, giderek daha fazla ısı hapsediliyor ve giderek daha korkunç ekolojik felaketler ortaya çıkıyor. Küresel sıcaklıklar 19. yüzyılın başında, büyük ölçüde kömürün trenleri ve daha sonra ilk kömürle çalışan elektrik santrallerini çalıştırmak için geniş ölçekli kullanılmasıyla keskin bir şekilde yükselmeye başladı. 1912 gibi erken bir tarihte, kömür yakmanın ve bunun sonucunda ortaya çıkan karbondioksitin “havayı dünya için daha etkili bir battaniye haline getirme ve sıcaklığını yükseltme eğiliminde olduğu” belirtilmiştir.
Küresel sıcaklıklar 20. yüzyılın ortalarında dengelenmiş olsa da, 1970’lerde küresel sıcaklıklarda ikinci ve daha dik bir tırmanış başlamıştır ve bu tırmanış günümüzde de devam etmektedir.
Dünya’nın ortalama yüzey sıcaklığındaki küçük değişikliklerin bile ne kadar enerji içerdiğini anlamak için, sanayi devrimi ve kapitalizmin küresel olarak ortaya çıkmasından önceki 1750 yılına kıyasla şu anda gezegenimizde sera gazları tarafından ne kadar güneş enerjisinin hapsedildiği karşılaştırılabilir. O zamandan bu yana sıcaklıklar yaklaşık 1,2 santigrat derece (2,2F) artmıştır ve atmosfer şu anda 273 yıl öncesine kıyasla Dünya’nın tüm yüzeyinde metrekare başına fazladan 3,22 watt enerji emmektedir.
Atmosferde tutulan ekstra enerji miktarı, her on saniyede bir 1 megatonluk nükleer savaş başlığı patlatmaya eşdeğerdir.
İklim değişikliğinin sadece bu yılki etkileri bile yıkıcı olmuştur. South of China Today’de yer alan bir habere göre, Çin’de sıcaklıklar o kadar yüksekti ki Guangşi eyaletinde yetiştirilen sazanlar henüz suyun içindeyken “yanarak öldüler.” Hindistan’da en az 44 kişi yükselen sıcaklıklar nedeniyle hayatını kaybederken gerçek sayının çok daha yüksek olması muhtemel. Meksika’daki sıcak hava dalgaları ise sadece bu yıl en az 112 kişinin ölümüne yol açtı.
Yükselen küresel ortalama sıcaklıklar, Kanada’daki tarihi orman yangınıyla da bağlantılıdır. Yangın, Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri’nin büyük kısmını günlerce kül ve diğer partiküllerle kapladı. Hava kirliliği küresel ölümlerin önde gelen nedenlerinden biridir; Our World in Data, 2019 yılında yaklaşık 6,7 milyon insanın dış ve iç ortam hava kirliliği nedeniyle öldüğünü, bunun da küresel olarak tüm ölümlerin yaklaşık yüzde 12’sine denk düştüğünü bildirmiştir. Orman yangınları, özellikle de şu anda meydana gelenler ve son yirmi yılda dünya çapında ortaya çıkan büyük orman yangını sezonları, bu ölümlere önemli bir katkıda bulunmaktadır.
Geçen yıl Pakistan’da ülke çapında yaşanan sel felaketi, iklim krizinin ne kadar ileri boyutlarda olduğunu gösteren bir başka örnekti. World Weather Attribution tarafından yayımlanan bir rapora göre, selden en çok etkilenen eyaletler olan Sind ve Belucistan’da yağışlar, küresel ısınma olmasaydı yaşanacak olanın yüzde 75 üzerinde gerçekleşti. Himalayalar’da hızla eriyen buzullarla birleşen rekor yağış, üçte biri çocuk ve genç olmak üzere 1.700’den fazla insanın ölümüne neden olan su duvarları oluşturdu. 2,2 milyon ev yıkıldı, 4,4 milyon dönüm ekin sular altında kaldı ve 8 milyon erkek, kadın ve çocuk kalıcı olarak yerinden oldu. Ekonomik açıdan toplam maliyet 40 milyar ABD dolarıydı ve sellerin en yoğun olduğu dönemde ülkenin üçte biri sular altındaydı.
Ve son 20 yılda olağan hale gelen uzun süreli kuraklıklar, daha güçlü kasırgalar, giderek daha soğuk kutup girdapları ve sayısız diğer aşırı hava olaylarından hiç söz etmiyoruz bile.
İklim değişikliğinin muazzam etkisi, özel bir “iklim sığınmacıları” kategorisinin ortaya çıkmasına bile neden olmuştur. BM Sığınmacılar Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre her yıl ortalama 21,5 milyon insan iklim değişikliğine bağlı felaketler nedeniyle yerinden oluyor. Kurum, 2050 yılına kadar, büyük çoğunluğu dünyanın en yoksul bölgelerinden olmak üzere, bu tür 1,2 milyar sığınmacı olacağını tahmin ediyor. Ve 1951’de oluşturulan resmi sığınmacı tanımına girenlerin aksine, büyük ölçekli çevresel olaylar nedeniyle evlerinden ayrılmak zorunda kalanların zulümden kaçınmak veya başka ülkelere yerleşmek için başvurabilecekleri yasal yollar yok denecek kadar azdır.
Krizin boyutu, her türlü çözümü zorunlu olarak küresel kılmaktadır. Hava hiçbir gümrük kontrol noktasını tanımaz, su da deniz egemenliğini umursamaz. Ancak böylesine büyük bir insani sefalet karşısında bile, dünyanın rakip ulus devletlere bölünmüş kapitalist egemenleri, iklim değişikliğini yalnızca “karbon kredileri” için mücadele etmenin ve “kayıp ve zarar” fonları kurmanın bir yolu olarak görüyorlar. Başka bir ifadeyle, bu süregelen ve giderek felakete dönüşen sorunu öğrenmek ve hafifletmek için bir yüzyıldan fazla zamanı olan burjuvazi, yeni finansal spekülasyon biçimleri geliştiriyor ve giderek daha boş olan göstermelik hareketler yapıyor.
Gerçek çözüm, iklim değişikliğinden en çok zarar gören ve aynı zamanda etkili ve özünde küresel bir toplumsal güç olan işçi sınıfına yönelmekten geçmektedir. Nasıl ki Kanada’daki liman işçilerinin grevi, ABD’deki UPS sürücüleriyle, Britanya’daki öğretmenlerle, Güney Kore genelindeki işçilerle ve Fransa’daki kitlesel protestolarla ulusal sınırların ötesinde birleştirilmek zorundaysa, küresel ısınmayı sona erdirme ve tersine çevirme mücadelesi de uluslararası olmalıdır.
Ve bu siyasi bir mücadeledir. Ekolojik felaketi sona erdirecek teknolojik araçları geliştirmek yeterli değildir; işçi sınıfının dünya sosyalist devrimiyle, hem kapitalizme hem de ondan çıkar sağlayan sömürücüler sınıfına son verilmelidir.