Yerel seçimler yaklaşırken Kürt siyasi mahpusların açlık grevi sürüyor

27 Kasım tarihinde Kürt milliyetçi hareketinden siyasi mahpuslar tarafından süreli-dönüşümlü bir açlık grevi eylemi başlatıldı. 15 Şubat’a kadar devam edeceği duyurulan ve bir aya yaklaşan açlık grevinin Türkiye genelinde yüzden fazla cezaevine yayıldığı belirtiliyor. Yüzlerce mahpus dönüşümlü açlık grevi yapıyor.

Açlık Grevleri İzleme ve Takip Koordinasyonu’nun hazırladığı raporu sunan Reyhan Gök, açlık grevlerine katılanların talepleri şu şekilde sıraladı: “Türkiye’deki hapishanelerde yaşanan insan hakları ihlallerinin sonlandırılması, ağırlaşan infaz koşullarının düzeltilmesi, İmralı Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutulan Abdullah Öcalan üzerinde uzun zamandır sürdürülen tecrit koşullarına son verilerek, aile ve avukat görüşlerinin sağlanması ve Kürt meselesine demokratik çözüm.”

PKK kurucusu Abdullah Öcalan, 1997. [Photo by Halil Uysal - Archive of the International Initiative "Freedom for Abdullah Ocalan - Peace in Kurdistan / CC BY-SA 3.0]

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin açlık grevcilerinin taleplerini süreç daha tehlikeli bir noktaya evirilmeden dikkate alması gerektiği belirten Gök, “mahpusların sağlık ve yaşam hakkına yönelik ortaya çıkacak üzücü sonuçlardan da yine siyasal iktidar sorumlu olacaktır,” dedi. 

Tecrit koşullarının kaldırılması talep edilen yasa dışı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan, yetkililerin içeriğini açıklamadığı “disiplin cezaları” nedeniyle dört buçuk yıldır avukatlarıyla; yaklaşık üç yıldır da ailesiyle görüştürülmüyor. Öcalan, CIA destekli bir operasyonla yakalandığı 1999’dan beri Marmara Denizi’ndeki İmralı Adası’nda hapsediliyor.

Kürt milliyetçisi harekete dönük tutuklama ve baskılarda sözde “barış süreci”nin sona erdiği 2015 yılı bir dönüm noktası oldu.

Erdoğan hükümeti, 2011’de CIA’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı devirmek üzere organize ettiği ve 500 binden fazla insanın ölümüne yol açan savaşın en önemli destekçilerindendi. Aynı dönemde, Erdoğan’ın PKK ile sürdürdüğü NATO destekli “barış süreci”, ABD emperyalizminin Suriye’deki Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) başlıca vekil gücü haline getirmesi sonucu 2015 yılında çöktü. YPG de Öcalan’ı önderi olarak görüyor ve PKK ile birlikte Kürdistan Topluluklar Birliği’nin (KCK) çatısı altında bulunuyor.

Suriye’de ABD destekli bir Kürt devletinin ortaya çıkma olasılığının Türkiye’de de benzer bir sonucu tetikleyebileceği korkusu, Ankara’yı dehşete düşürdü ve yeniden çatışmaya yöneltti. 2015 yılından itibaren bir yandan Türk ordusu ve polisi Suriye’nin kuzeyinde YPG’yi ve Türkiye’deki Kürt illerinde de PKK’yi şiddetle yok etmeye yönelirken diğer yandan Kürt politikacılara dönük baskı ve tutuklama kampanyası başlatıldı.

Geçtiğimiz hafta Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti, eski HDP/YSP), Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Eş Sözcüleri Nuray Özdoğan ve Öztürk Türkdoğan, 2015 sonrası partilerine yönelik saldırı ve hak ihlallerine ilişkin açıkladığı rapor bu saldırıların boyutunu gözler önüne serdi.  Rapora göre, 2015 yılından itibaren en az 22.818 parti üyesi gözaltına alınmış; aralarında eş genel başkanları, milletvekilleri, il ve ilçe eş başkanları, parti yöneticileri ve üyelerinin de bulunduğu en az 4.334 kişi tutuklanmıştır. Tutuklananlar arasında iki eş genel başkan, 24 milletvekili ve 30 MYK üyesi bulunuyor.

Raporda 30 Mart 2014’te seçilen 93 belediye eş başkanının tutuklanıp, 95 belediyeye kayyım atandığı; yine 31 Mart 2019’da seçilen 43 belediye eş başkanının tutuklanıp 48 belediyeye kayyım atandığı ve hâlihazırda 17 belediye eş başkanı, 7 milletvekili ve 14 MYK üyesinin hapiste olduğu vurgulanıyor.

Raporda ayrıca Kürt hareketine dönük 2015 yılındaki şiddet eylemlerine de yer veriliyor. Bunlar arasında bombalı saldırılar sonucu 109 kişinin öldürüldüğü Ankara Gar Katliamı ve 34 kişinin öldürüldüğü Suruç Katliamı da var. 2015-2016’da birçok Kürt ilinde ve kasabasında sokağa çıkma yasağı ilan edilerek devlet ve paramiliter güçler tarafından terör estirilmişti. Yüz binlerce sivilin yerinden edildiği bu operasyonlar, boyut olarak İsrail’in Gazze soykırımına yaklaşamazsa da şehir savaşı yöntemleri benzeşmektedir.

Sosyalist Eşitlik Grubu (SEG), emperyalizm ve NATO yanlısı Kürt burjuva milliyetçisi önderlikler ile iyice belgelenmiş ve uzlaşmaz siyasi farklılıklara sahiptir. Ancak bu bizim devletin baskısına muhalefetimizi hiçbir şekilde azaltmaz. SEG, işçileri ve gençliği, ilkesel olarak, Kürt milliyetçileri de dahil olmak üzere tüm siyasi mahpusların serbest bırakılmasını talep etmeye çağırır. Burada temel demokratik haklar söz konusudur.

Bu mücadele, ister Erdoğan’a ister Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) önderliğindeki burjuva muhalefete olsun, kapitalist siyaset kurumuna yapılan çağrılarla ve kapalı kapılar arkasındaki pazarlıklarla ilerletilemez.

Hükümetin 2015 yılından sonra başlattığı şiddetli baskılar CHP’nin de aktif desteğiyle hayata geçirilmiştir. CHP birçok sınır ötesi operasyon tezkeresini desteklemiş ve Kürt hareketinden milletvekillerini hedef alan dokunulmazlıkların kaldırılması yönündeki anayasa değişikliğinin mecliste geçmesinde hükümete kritik oy desteği vermiştir. Daha önce Erdoğan ile pazarlık ve işbirliği halindeki Kürt milliyetçi hareketi, bunlara rağmen, gerek 2019’daki yerel seçimde gerekse bu yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP adaylarını desteklemekte sakınca görmedi.

Mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun aşırı sağcı Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile yaptığı Kürt ve sığınmacı karşıtı protokole rağmen HDP’nin Kılıçdaroğlu’na desteği devam etti. Yapılan protokol Erdoğan’ın binlerce Kürt siyasetçiyi tutuklamak, Kürt illerinde seçilmiş belediye başkanlarını görevden almak, Suriye ve Irak’a yasa dışı askeri harekâtlar düzenlemek için kullandığı bahane olan “terörle mücadele”yi sürdürme sözü veriyordu.

DEM Parti’nin 2024 Mart ayında yapılması planlanan yerel seçimlere ilişkin açıklamaları da esasen Erdoğan hükümetiyle ve CHP önderliğindeki muhalefet partileriyle yapılacak manevralara ve pazarlıklara odaklanıyor. Emperyalizm yanlısı ve işçi sınıfı karşıtı karakterleri, aralarındaki şiddetli anlaşmazlıklara karşın onları sürekli gerici uzlaşma arayışlarına yöneltmektedir.

DEM Parti İstanbul İl Eş Başkanı Murat Kalmaz kısa süre önce yerel seçimde İstanbul için kapılarının AKP’ye de CHP’ye de açık olduğunu söyledi. Kalmaz, bu kez bir ittifaka destek vereceklerse “şartları olacağını” ve “kazanımlara odaklanacaklarını” belirtti.

Kalmaz’ın konuşmasının devamında örneklendirdiği şartlar veya kazanımlar demokratik haklara değil belediyelerde koltuk pazarlığına ilişkindi: “Örnek diyorum Esenyurt olur, Adalar olur, başka yerler olabilir. Biz deriz ki biz kendi adayımızla girelim, siz burada bize destek verin, biz de şurada size destek veriyoruz.”

Geçen hafta DEM Parti’nin Parti Meclisi toplantısı sonucunda ise “Türkiye’nin sorunları ancak müzakere yöntemleriyle çözülür. Bu nedenle siyasi partiler arasında diyalog ve müzakerelere kıymet biçiyoruz. Yerel demokrasi, demokratik uzlaşı, özgür siyaset, evrensel insan hakları ve kadın özgürlükçü politikaları esas alan herkesle müzakere etmeye hazırız,” denilerek hem Erdoğan’a hem de burjuva muhalefet partilerine seslenildi.

Kürt Araştırmaları Merkezi Direktörü Reha Ruhavioğlu, Medyascope’ta konuyla ilgili şu yorumu yaptı: “DEM Parti’nin ‘Müzakereye açığız’ söyleminin birinci adresinin iktidar olduğunu düşünüyorum. Kürt sorununun demokratik çözümü, kayyum meselesi gibi konular bir muhalefet partisinin çözebileceği sorunlar değil. Esasen bunlar, bir iktidar gücüyle ilişkili talepler olduğu için, öncelikli çağrının daha çok iktidar kanadına olduğunu görüyorum.”

Ortadoğu’yu onlarca yıldır kan gölüne çeviren ve bugün İsrail’in Gazze’de Filistinlilere yönelik soykırımının başlıca kolaylaştırıcısı olan NATO emperyalizminin müttefiki ve suç ortağı Türk ve Kürt burjuva partilerinin Kürt sorununa “demokratik çözüm” getirmeleri mümkün değildir. Bu görev, emperyalizme ve onun bölgesel vekillerine karşı uluslararası sosyalist bir program temelinde birleştirilmesi gereken işçi sınıfına düşmektedir.

Loading