Donald Trump ile Kamala Harris arasında Salı günü yapılan münazaradaki bayağı gösteri, olağanüstü kriz içindeki bir siyasi sisteme ayna tuttu. Trump’ın çılgın saçmalıkları ile savaş çığırtkanı Harris’in gerici basmakalıp sözleri arasındaki tartışma, Amerikan kapitalizminin vahşi yüzünü ortaya koydu.
Her iki aday da ABC moderatörlerinin yardımıyla, emekçi kitlelerin karşı karşıya olduğu yakıcı sosyal meseleleri tartışmaktan kaçınmaya özen gösterdi. Tüm 90 dakikalık münazara boyunca eşitsizlik, yoksulluk, işten çıkarmalar veya artmayan ücretler hakkında tek bir tartışma veya soru yoktu. Her iki aday da haftada 1.000 kişinin COVID-19’dan öldüğünden ve pandeminin işyerleri ve okullar aracılığıyla yayılmaya devam ettiğinden bahsetmedi.
Trump, “büyük ekonomisinin” kanıtı olarak kendi yönetimi sırasında borsadaki yükselişe işaret ederken, Harris ekonomik gündemini geçerli göstermek için ABD’nin en büyük yatırım bankası olan Goldman Sachs’ın otoritesine atıfta bulundu. Wall Street’in bu iki adayını da nüfusun en alttaki yüzde 90’ının karşı karşıya olduğu gerçeklerden ayıran büyük bir sosyal uçurum var.
Zaman zaman tamamen dengesiz bir görüntü çizen Trump, ülkede var olan tam olgunlaşmamış öfke ve hayal kırıklığına hitap etti. Trump bu öfkeyi gerçek kaynağı olan kapitalist sistemden ve egemen sınıftan uzaklaştırıp göçmen işçilere yöneltmeye çalışıyor. Göçmenler “hapishanelerden, akıl hastanelerinden ve tımarhanelerden ülkemize akın ediyor” diye bağıran Trump, “Geliyorlar ve şu anda Afro-Amerikalılar, Hispanikler ve de sendikalar tarafından işgal edilen işleri alıyorlar,” iddiasında bulundu.
Trump, kampanya ekibinin geçen hafta Ohio’nun sanayisizleştirilmiş Springfield kentinde Haitili fabrika işçilerine karşı başlattığı faşist provokasyona defalarca atıfta bulundu. Oradaki neo-Naziler, Haitili işçilerin ailelerin evcil hayvanlarını çaldığına dair uydurma bir dedikodu yaymıştı. Trump, “Amerika Birleşik Devletleri’nin dört bir yanındaki kasabalara neler olduğuna bir bakın,” dedi. “Springfield’a gitmeyin. Springfield’da köpekleri yiyorlar. Gelen insanlar. Kedileri yiyorlar. Burada yaşayan insanların evcil hayvanlarını yiyorlar.”
Trump Amerikan faşizminin belirli bir biçimini temsil etmektedir. Seçimin sonucu ne olursa olsun, Trump ve Cumhuriyetçiler 70 milyon civarında oy almış olacak, ülkenin büyük bir bölümünde yönetimi ele geçirecek ve birçok eyalet hükümetini ve muhtemelen Kongre’nin bir ya da iki kanadını kontrol edecek.
Trump’ın önemli bir destek toplamak bir yana, bir kampanya yürütebilmesi bile Demokratik Parti’nin siyasi açıdan tamamen iflas ettiğini göstermektedir. Demokratik Parti, halk kitlelerinin toplumsal özlemlerine yönelik herhangi bir geniş çağrı yapmaya düşmanca yaklaşmakta ve her şeyi Amerikan emperyalizminin savaş hedeflerine tabi kılmaktadır. Bu sadece hatalı bir taktik değildir; Trump ve Cumhuriyetçilerden daha az olmamak üzere, bankaları ve şirketleri temsil eden Demokratik Parti’nin sınıfsal karakterinin bir ifadesidir.
Harris’in münazara performansı, kampanyasının bütünü gibi, Cumhuriyetçi Parti’ye, orduya ve ulusal güvenlik aygıtına yönelikti. Trump’a karşı geniş toplumsal muhalefete hitap etmekten kasıtlı olarak kaçınmakla kalmadı, kendisini 21. yüzyılın en nefret edilen siyasetçilerinden bazılarıyla aktif bir şekilde ilişkilendirdi: “Daha önce Başkan Bush, Mitt Romney ve John McCain ile çalışmış 200 Cumhuriyetçinin desteğine sahibim, bunların arasında eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve Kongre üyesi Liz Cheney de var.”
Harris İsrail’in Gazze’deki soykırımını meşrulaştırdı ve İran’a karşı savaş tehdidinde bulundu: “Sizi her zaman temin edeceğim tek şey, özellikle İran’a karşı, İran ve vekillerinin İsrail’e karşı oluşturduğu herhangi bir tehditle ilgili olarak İsrail’in her zaman kendisini savunmasını sağlayacağımdır.”
Trump’a Çin konusunda sağdan saldıran Harris, Trump yönetiminin “ordularını geliştirip modernize etmelerine yardımcı olmak için Çin’e Amerikan çipleri sattığını” iddia etti ve Trump’ı Ukrayna’da Rusya’ya karşı ABD önderliğinde yürütülen savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesi çağrısında bulunduğu için kınadı.
Harris son olarak şunları söyledi: “Amerika’nın dünyadaki konumunu sürdürmek ve ordumuza saygı duyulmasını ve dünyadaki en ölümcül savaş gücüne sahip olmamızı sağlamak da dahil olmak üzere haklı olarak hak ettiğimiz saygıyı görmemizi sağlamak için birlikte bir şeyler yapabileceğimize inanıyorum.”
Harris’in emperyalist savaş tehditleri, Trump’a ABD’nin Rusya ile savaşına karşı büyüyen muhalefete demagojik bir çağrı yapma fırsatı verdi. “Neler olup bittiğine dair hiçbir fikrimiz yok,” diyen Trump, her iki taraftaki kayıpların medyada yer alandan çok daha fazla olduğuna dikkat çekti. “Ortadoğu’da devam eden savaşlar var. Rusya ve Ukrayna ile devam eden savaşlarımız var. Sonunda üçüncü bir dünya savaşına gireceğiz. Ve bu, nükleer silahlar yüzünden ve silahların gücü nedeniyle eşi benzeri olmayan bir savaş olacak.”
Kendisi de vahşi bir emperyalist politikacı olan Trump’ın bir “barış” adayı gibi davranabilmesi, seçimler yaklaşırken iki partili sistemdeki tehlikeli bir dinamiğe işaret etmektedir.
Münazara moderatörleri adaylara 6 Ocak 2021’deki darbe girişimini sorduğunda da aynı dinamik ortaya çıktı. Trump, kendi rolünü “vatanseverlik” olarak nitelendirdi ve Harris’e göçmenlik konusunda saldırmaya yöneldi: “Size şunu soruyorum. Kongre Binası hakkında konuşuyorsunuz. Neden milyonlarca insanın güney sınırından geçmesine izin veriyoruz?”
Harris, 6 Ocak darbe girişimini, 2024’teki yakın geleceğe dair bir uyarı olarak değil, geçmişte kalmış bir şey olarak sunan bir dizi basmakalıp ifadeyle yanıt verdi: “6 Ocak’ın ne olduğunu hatırlayan herkes için söylüyorum: geriye dönmek zorunda değiliz. Geri dönmeyelim. Geri dönmeyeceğiz. Sayfayı çevirmenin zamanı geldi. Ve eğer bu sizin için çok uzak bir köprüyse, kampanyamızda sizin için de bir yer var. Ülkemizi savunmak için. Demokrasimiz için. Hukukun üstünlüğünü savunmak için. Ve kaosu sona erdirmek için.”
Gerçekte 6 Ocak, anayasayı ortadan kaldırmaya ve bir diktatörlük rejimi kurmaya yönelik sürmekte olan ve giderek artan bir çabanın bir aşamasını oluşturuyordu. Trump kaybettiği her seçimin sonuçlarını yok sayma sözü verdi ve Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçiler tüm seçmenlerin vatandaşlıklarını kanıtlamalarını zorunlu kılacak bir yasa tasarısı hazırlıyorlar; bu da pasaportu olmayan ya da doğum belgelerine kolayca erişemeyen milyonlarca düşük gelirli seçmenin haklarını ellerinden alacak bir girişimdir. Tasarının (SAVE Yasası olarak adlandırılıyor) yasalaşması mümkün olmasa da, amaç; Trump’ın milyonlarca belgesiz göçmenin sözde “oy kullanması” nedeniyle Demokratların zaferinin gayrimeşru olduğunu iddia etmesine olanak sağlamaktır. Trump, münazaradan saatler önce Truth Social’da şu paylaşımı yaptı: “DEMOKRATLAR SEÇMEN KAYITLARINI YASA DIŞI ALICILARLA ‘DOLDURMAYA’ ÇALIŞIYOR. BUNA İZİN VERMEYİN-KAYITLARI KAPATIN!!!”
Artık 5 Kasım’a sekiz haftadan az bir süre kaldı ve anketler yarışın bu iki emperyalist savaş ve toplumsal karşıdevrim adayı arasında başa baş gittiğini gösteriyor. Başa baş bir yarış; Trump’ın yedek planı olan seçimleri hileli ilan etme ve destekçilerini mahkemelerde ve sokaklarda seçimleri iptal ettirmek üzere harekete geçirme planını hayata geçirmesi için ihtiyacı olan tek şeydir.
Sosyalist Eşitlik Partisi başkan adayı Joseph Kishore münazaranın ardından her iki partiyi de kınayan bir açıklama yayımladı:
Harris ve Trump arasında Salı günü yapılan münazara, tüm siyasi sistemin ve egemen sınıfın her iki adayının da gerici karakterini ortaya koymuştur. Trump ve Cumhuriyetçi Parti, seçimlerde ne olursa olsun, otoriter bir rejimin çerçevesini oluşturmaya çalışıyor. Ancak bu tehdide, Wall Street ve emperyalizmin partisi olan Demokratlara destek vererek karşı çıkılamaz.
Gerçek meselelerin tartışılmasını engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Tartışmada “eşitsizlik”, “kapitalizm” ve “sosyalizm” terimleri geçmedi. Tüm anketler hem Demokratlara hem de Cumhuriyetçilere karşı geniş bir memnuniyetsizliğin olduğunu göstermesine rağmen, Sosyalist Eşitlik Partisi de dahil olmak üzere diğer tüm adaylar seçimden dışlanıyor.
Kishore, “ezici borç seviyeleri”, “yükselen fiyatlar”, “bir ev ya da kirayı karşılamayı imkansız hale getiren konut maliyeti”, “durgun ücretler” ve “toplu işten çıkarmalar” dahil olmak üzere işçi sınıfının karşı karşıya olduğu uç seviyelerdeki sosyal krize işaret ederek şunları ekliyordu:
Önümüzdeki sekiz hafta ve sonrasında acil görev, işçi sınıfı içinde, onun çıkarlarını her iki kapitalist partiye karşı dile getiren sosyalist bir önderlik inşa etmektir. Gericiliğin, diktatörlüğün ve savaşın güçlerinin altını oymak ancak bu temelde mümkündür.