Türkiye, geçtiğimiz haftalarda, sağlık sisteminin ve halk sağlığının kapitalist kâra tabi kılınmasının bir parçası olarak en az 12 bebeğin öldürülmesini de içeren ve büyük bir toplumsal öfkeye yol açan bir skandala tanık oldu.
İstanbul’da 112 Acil Çağrı Merkezi’nde ve hastanelerde çalışan kişilerle ortak hareket ederek, bebek acil hastalarını önceden anlaştıkları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk eden bir çetenin varlığı medyanın ve sosyal medyanın gündemine geldi.
22’si tutuklu 47 zanlı, en az 12 bebeğin ölümüne yol açmakla ve Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) haksız kazanç elde etmekle suçlanıyorlar. Soruşturma kapsamında 10 özel hastanenin ruhsatlarının iptal edildiği duyuruldu. Söz konusu çeteye ilişkin iddianame 16 Ekim’de tamamlandı.
Soruşturmada ortaya çıkanlar sadece kötü niyetli bireylerin suç oluşturan eylemlerini göstermiyor. Bu soruşturma aynı zamanda kârın insan hayatından önce geldiği kapitalist sistem içinde giderek içi boşaltılan mevcut sağlık sisteminin özünü açığa çıkartıyor.
Soruşturmaya göre zanlılar, bebekleri işlettikleri yoğun bakımın servisinde uzun süre tutmaya çalışarak SGK’den yüksek tutarlarda ödemeler aldılar. Kapasite üzerinde ve uygun tedavi koşullarına sahip olmayan ünitelerde yetersiz bakım alan 12 bebeğin ölümüne yol açıldığı iddia ediliyor.
Salı günü Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve İstanbul Tabip Odası (İTO) konu ile ilgili ayrıntılı bir basın toplantısı düzenledi. TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Alpay Azap yaptığı açıklamada “Geldiğimiz noktada sağlık sistemi tamamen çökmüş durumdadır. Bebek ölümleriyle bunu çok acı bir şekilde anlamış olmak hepimizi yaralıyor… Yaşananlar, uygulanan politikalarının kaçınılmaz sonucudur,” dedi.
Azap konuşmasını şöyle devam etti: “Sağlık sistemindeki sorunlar pansuman tedbirler ile çözülemez. Sağlık sistemi yeniden kurgulanmalıdır… Bu konunun geçici tedbirlerle, ‘bir grup ahlak ve vicdan yoksunu kişinin işleri’ denilerek kapatılamayacağını biliyoruz. Bu sistemin değişmesi için elimizden geleni yapacağız. Eşit, nitelikli, parasız, ulaşılabilir bir sağlık sistemi mümkün.”
Yaşananlar halk içinde büyük bir öfke uyandırırken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Salı günü yaptığı konuşmayla hükümetinin bu suçtaki inkar edilemez sorumluluğunu gizlemeye büyük çaba sarf etti.
Erdoğan, 2002’den beri sağlıkta bir devrim yaptıklarını, yaşanan olayın sağlık sistemiyle alakalı olmadığını iddia etti ve failleri “birkaç çürük elma” olarak göstermeye çalıştı.
Erdoğan, hükümetin kamuda sağlık hizmetinin işlevsizleştirerek halkı özel sağlık kuruluşlarına tabi kılan politikalarına yönelik eleştirilere ise şu cevabı verdi: “muhalefetin ve muhalif medyanın, … bizi, bakanlıklarımızı, sağlık sistemimizi, hatta topyekûn sağlık çalışanlarımızı hedef alması ülkemiz siyaseti ve basını adına büyük bir şuursuzluktur.”
Gerçekte ise sağlık hizmetlerinin neredeyse tamamen kapitalist piyasaya tabi kılınması, bu tür suç yapılanmalarının oluşmasının maddi zemini oluşturmaktadır. Erdoğan hükümeti, kendisinden önceki hükümetler tarafından başlatılan ve burjuvazinin son on yıllarda dünya çapında işçi sınıfına yönelik önemli bir sosyal saldırısını oluşturan sağlık hizmetinin özelleştirilmesi sürecini doruk noktasına ulaştırmıştır ve dolayısıyla, bu tür suçların siyasi sorumluluğunu taşımaktadır.
Erdoğan’ın “sağlık cenneti” iddialarının aksine, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara geldiği 2002 yılından itibaren kamu hizmetlerinin büyük bankaların ve şirketlerin kontrolüne aktarılması sürecine hız verdi. 2003 yılında uygulamaya konan “Sağlıkta Dönüşüm Programı” da sağlık hizmetlerinin dönüşümünde önemli bir dönüm noktasıydı. 20 yıldan fazla süredir uygulanan bu program hastaneleri kapitalist ticarethane, hastaları ise müşteri haline getirdi.
Sağlık Bakanlığı’nın 2023 yıllığına göre Türkiye’de 933 kamu, 68 üniversite ve 565 özel olmak üzere toplam 1.566 adet hastane bulunmaktadır. 2002’de ise 836 kamu, 50 üniversite ve 270 özel olmak üzere 1156 hastane mevcuttu. Bu verilere göre kamu hastanesi sayısı yüzde 12 civarında artarken özel hastane sayısı yüzde 110 oranında artmıştır. Özel sektör hastanelerinin toplam hastaneler içindeki payı yüzde 23’ten yüzde 36’ya çıkmıştır. Bununla birlikte, 2002’de Türkiye nüfusu yaklaşık 68 milyonken, 2023’e kadar yüzde 25 artarak 85 milyonu geçmiştir.
2023 yılında özel sektörün toplam yoğum bakım yatak sayısı hastane oranı ile paralel şekilde yüzde 36 gözüküyor. Buna karşın çok kârlı bir alan olarak görülen yenidoğan yoğun bakım yatak sayısı, özel hastanelerde çoğunluğu oluşturuyor. Bugün 13.657 adet toplam yenidoğan yatak sayısının 7.144’ü (yüzde 52,3) özel hastanelerde bulunuyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2008 yılında özel sektör yenidoğan yatak sayısı sadece 1.420 (yüzde 38) adetti.
Tüm dünyada kapitalist hükümetlerin “hayatlardan önce kâr” politikasının suç teşkil eden karakteri, COVID-19 pandemisi başlamasının ardından en keskin ifadesini bulmuştur. Hükümet politikaları dünya çapında 30 milyona doğru yaklaşan fazladan ölüme yol açmıştır. Bu politikalara, halk sağlığını korumak için yayılması önlenebilir bir hastalıkla mücadele değil, küresel tedarik zincirlerinin ve mali piyasaların aksamasını engelleme dürtüsü yol göstermiştir.
Pandemi karşısında kaderlerine terk edilen milyonlarca insanın, özellikle de yaşlıların ve bakıma muhtaçların hayatını kaybetmesi sosyal harcamalarda azalma anlamına geldiği için, egemen sınıf tarafından memnuniyetle karşılanmıştır.
Türkiye’de bakanlığın son verilerinde 102 bin kişinin COVID-19 nedeniyle öldüğü belirtiliyor. Oysa TTB Pandemi Çalışma Grubu’nda “fazladan ölümler” üzerine raporlar hazırlayan Güçlü Yaman, 2023 sonu itibariyle pandemiye bağlı 335 binin üzerinde fazladan ölüm tespit etmişti.
Geniş kapsamlı sağlık krizine ve devam eden COVID-19 pandemisine verilecek yanıt, evrensel, toplumsallaştırılmış tıbbın kurulmasını gerektirmektedir. Kâr güdüsü tüm sağlık sisteminden çıkarılarak yerine ücretsiz ve herkes için erişilebilir yüksek nitelikli evrensel sağlık hizmeti getirilmelidir.
Bu, egemen sınıfın servetine ve iktidarına cepheden bir sosyal saldırı olmaksızın gerçekleştirilemez. İşçi sınıfı, dünya çapında halk sağlığına açılan savaşa kendi küresel sosyalist stratejisiyle karşılık vermelidir. Sağlık ve diğer hayati hizmetler için “para olmadığı” yalanı reddedilmelidir. Özel hastanelerin ve sigorta şirketlerinin hakimiyetine son verilmeli, süper zenginlerin servetleri ve savaşa heba edilen kaynaklar, yüksek nitelikli, ücretsiz ve erişilebilir kamusal sağlık hizmeti ve COVID-19’un ortadan kaldırılması da dahil olmak üzere nüfusun acil ihtiyaçlarını karşılamak için yeniden tahsis edilmelidir.