TUSAŞ saldırısı ne anlama geliyor?

Çarşamba günü öğleden sonra devlete ait stratejik savunma şirketi Türk Havacılık ve Uzay Sanayii Anonim Şirketi’nin (TUSAŞ) Ankara tesislerinin giriş kapısına taksiyle gelen teçhizatlı iki kişi bombalı ve silahlı saldırı düzenledi.

Saldırıda bir taksi şoförü ve 4 TUSAŞ çalışanının yaşamını yitirdiği, 7’si özel harekât polisi 22 kişinin ise yaralandığı bildirilirken, yaşanan çatışma sonrası saldırıyı düzenleyen iki kişinin de öldürüldüğü açıklandı.

Ankara Kahramankazan'daki TUSAŞ tesisleri. [Photo: TUSAŞ (TAI)]

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, saldırının arkasında Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) olduğunu öne sürdü. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, kimliği tespit edilen iki saldırganın da PKK üyesi olduğunu söyledi. Bu yazı yazılırken PKK saldırının sorumluluğunu üstlenen ya da reddeden bir açıklama yapmamıştı.

Web sitesindeki açıklamada “havacılık ve uzay sanayi sistemlerinin geliştirilmesi, modernizasyonu, üretimi, sistem entegrasyonu ve yaşam döngüsü destek süreçlerinde Türkiye’nin teknoloji merkezi” olduğu belirtilen TUSAŞ, son dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin “yerli savunma sanayi” kampanyasının temel ayaklarından birini oluşturuyor. Saldırının düzenlendiği Ankara tesisinde 15.000 ila 18.000 kişinin çalıştığı bildiriliyor.

Saldırı sırasında BRICS zirvesi için Rusya’da bulunan Erdoğan, “Türk savunma sanayisinin lokomotif kuruluşlarından olan TUSAŞ’a yönelik düzenlenen terör eylemi; ülkemizin bekasını, milletimizin huzurunu ve ‘Tam Bağımsız Türkiye’ idealimizin timsali olan savunma atılımlarımızı hedef alan alçakça bir saldırıdır,” dedi.

Kürt milliyetçisi Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Sezai Temelli, Erdoğan’ın faşist müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Bahçeli’nin saldırıdan bir gün önce hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan’a yaptığı atıfta bulunarak, saldırının “provokasyon” olduğunu söyledi.

Temelli, bu tür saldırıların hükümetin PKK ile yeni müzakere girişimini baltalamamasını ima ederek, “Bu tür gelişmelere karşı inatla, toplumun beklentisi olan barış içinde yaşama beklentisine ısrarla yanıt vermek zorundayız,” diye ekledi.

2016’dan beri siyasi tutuklu olarak cezaevinde bulunan Halkların Demokrasi Partisi (şu anda DEM Parti) eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, benzer ifadelerle saldırıyı kınadı: “Sorunlarımızın konuşarak, diyalogla, siyaset yoluyla çözülmesi arayışlarını kanla kesmeye çalışan anlayış bilmeli ki eğer Öcalan bir inisiyatif alır ve siyasetin önünü açmak isterse tüm gücümüzle arkasında olacağız.”

CHP Genel Başkanı Özgür Özel de “Bu saldırıyı görünce zamanlamanın ne kadar dikkat çekici olduğunu düşünmeden edemiyor insan,” diyerek bir provokasyona işaret etti.

Erdoğan hükümeti, saldırıya cevap olarak gece boyunca Irak ve Suriye’deki PKK-YPG mevzileri olduğu iddia edilen yerlere hava saldırıları düzenledi. Millî Savunma Bakanlığı “Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde terörist hedeflere hava harekatı icra edilmiş, 32 hedef başarılı şekilde imha edilmiştir. Hava harekatlarımız kararlı şekilde devam etmektedir,” açıklamasını yaptı.

Mezopotamya Ajansı, hava saldırısının “Kuzey ve Doğu Suriye’nin Kobanê, Rimêlan, Amûdê, Til Rifat, Dêrîk, Qamişlo, Tirbespiyê kentleri ile Qereçox Dağı ve Mêrkamira köyünü” hedef aldığını ve 12 kişinin öldüğünü, onlarca kişinin yaralandığını bildirdi.

YPG’nin omurgasını oluşturduğu ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri (SGD) Genel Komutanı Mazlum Abdi, sosyal medya hesabında şu açıklamada bulundu: “Türkiye sistemli ve temelsiz bir şekilde bölgelerimizi bombalıyor. Hizmet merkezleri, sağlık merkezleri ve siviller hedef alınıyor. Bunlar savaş suçudur. Bizler bir çok kez diyaloga hazır olduğumuzu ifade etmiştik ancak güçlerimizin halkımızı ve topraklarımızı korumaya hazır olduğunu bildiriyoruz.”

TUSAŞ’taki saldırı Erdoğan’ın önderlik ettiği “Cumhur İttifakı”nın parçası MHP’nin lideri Bahçeli’nin Salı günü yaptığı eşi görülmemiş hemen ardından geldi. Bahçeli, hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tecridinin kaldırılarak mecliste konuşma yapmasını ve “terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırmasını” önermişti.

Bahçeli’nin Erdoğan tarafından desteklenen bu açıklaması, PKK ile yeni bir “barış süreci”nin başlangıcı olarak muhalefetteki DEM Parti ve CHP tarafından olumlu karşılanmıştı. Ankara’daki saldırıdan önce, sabah saatlerinde, kendisine 44 aydır uygulanan tecridi kaldırma yönünde bir işaret olarak, Abdullah Öcalan’ın yeğeni DEM Parti Şanlıurfa milletvekili Ömer Öcalan ile görüşmesine izin verildi.

Bu beklenmedik gelişmeler, Ortadoğu’da ABD destekli İsrail’in Gazze’deki soykırımı bir imha savaşına dönüştürdüğü, Lübnan’ı istila ettiği ve İran’a kapsamlı bir saldırıya hazırlandığı koşullarda gerçekleşiyor.

Erdoğan, PKK ile müzakere girişiminin arkasında esas olarak neyin yattığını Salı günü şu sözlerle ortaya koymuştu: “Haritalar yeniden kanla çizilmek istenirken, İsrail’in Gazze’den Lübnan’a taşıdığı savaş sınırlarımıza yaklaşırken, iç cephemizi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz.”

Ankara’nın PKK ile Öcalan üzerinden anlaşma işaretine karşın, Türkiye özellikle Suriye ve Irak’taki PKK-YPG güçlerini hedef almayı sürdürüyordu. Milli Savunma Bakanlığı’nın 17 Ekim’de yaptığı açıklamada “Son bir haftada 45 terörist etkisiz hale getirilmiş, 1 Ocak’tan bugüne kadar etkisiz hale getirilen terörist sayısı, 2 bin 194 olmuştur,” diye belirtilmişti.

Türk egemen seçkinleri, karşı karşıya gelmek istemedikleri müttefikleri ABD ve İsrail tarafından Ortadoğu’da savaşın tırmandırılması karşısında ellerini güçlendirmeyi ve saflarını sıklaştırmayı hedeflerken, Irak’ın Kandil Dağı’nda konuşlu PKK önderliğinin Ankara’nın bu girişimine tepkisinin ne olacağı belirsizdi.

PKK önderliğinin, 25 yıldır İmralı Adası’nda tutuklu lideri Öcalan ve Türkiye’deki Kürt burjuvazisinin ve orta sınıfının çıkarlarını dile getiren DEM Parti ile aynı motivasyonla bu sürece dahil olacağından şüphe duymak için çok fazla neden vardır.

Her şeyden önce dört ülkede örgütlü bir hareket olarak PKK, Kürt burjuvazisinin Irak, Suriye ve İran’a yayılmış çıkarlarına da seslenmektedir ve son on yıllarda ABD ile sıkı işbirliği temelinde Ortadoğu’da önemli bir siyasi-askeri güç haline gelmiştir.

2003’te ABD’nin Irak’ı istilasını memnuniyetle karşılayan PKK, Suriye’de 2011’de başlayan rejim değişikliği savaşı sırasında ABD’nin ülkedeki başlıca vekil gücü olmuştur. Suriye’nin kuzeydoğusunda Pentagon ile birlikte hareket eden YPG-SDG, iyi eğitimli ve ağır silahlarla donatılmış bir kuvvet olarak tanımlanıyor. European Union Agency for Asylum’un 2020’de belirttiğine göre, “Various sources estimate SDF’s strength to be around 40 000 to 60 000 fighters, of which estimated 20 000 to 30 000 fighters are from YPG.” İran rejimi, ülkede PKK ile bağlantılı PJAK’ın olası bir savaşta ayrılıkçı bir rol oynayabileceğinden korkuyor.

PKK önderliğindeki Kürt milliyetçisi güçlerin planlarını, ABD’nin Ortadoğu’yu tam egemenliği altında yeniden biçimlendirme savaşı doğrultusunda yaptığı koşullarda, Erdoğan’ın ve Öcalan’ın koşulsuz “silah bırakma” çağrısını memnuniyetle karşılamaları beklenemez.

Buna dikkat çeken gazeteci Fehim Taştekin, Gazete Duvar’daki yazısında şunları belirtti:

Bu tabloya ABD’nin İsrail eliyle Orta Doğu’da güç dengesini değiştirme planları eklenince [Ankara’da] bir panik hali oluştu. Rojava eksenli düşünen Kürtler, ABD-İsrail-Körfez eksenindeki yeni düzende kendilerini [ABD ve İsrail’le] potansiyel müttefik olarak konumlandırıyor. Bu minvalde Suriye, Irak ve İran’a uzanan karşı eksenin çökertilmesi halinde büyük bir fırsat doğacağı değerlendirmesi yapılıyor.  

PKK liderlerinden Murat Karayılan, Ankara’daki saldırı öncesi Yeni Özgür Politika’ya verdiği röportajda, Ortadoğu’da tırmanan savaşa, bölgenin ABD önderliğinde yeniden biçimlendirilmesi ve sınırların yeniden çizilmesi olasılığına dikkat çekerek şunları söyledi:

Bugün bölgemiz Ortadoğu, adeta kaynamaktadır. Bölgedeki 3. Dünya Savaşı, tırmanış halindedir ve giderek bunun daha da gelişeceği görülmektedir. Küresel hegemonik güçler, bu savaşla birlikte bölgeye yeniden bir dizayn vermek istiyor. Açıkça görülen husus budur.

Erdoğan hükümetinin amacının “bölgede gelişebilecek yeni dizaynda Kürt halkının yer almaması, statüsüzlüğe mahkûm edilmesi” olduğunu söyleyen Karayılan şunları ekledi:

Bölgede acımasız bir biçimde katliamlarla gelişen bu savaş, beraberinde köklü birtakım değişiklikleri de sağlayacaktır. Bu sürecin bazı tehlikeli yanları olabileceği gibi avantajları ve fırsatları daha fazla olacaktır.

Karayılan, Erdoğan hükümeti ile herhangi bir müzakerede Öcalan ile DEM Parti’den çok PKK önderliğinin belirleyici olduğunu şöyle ifade ediyordu: “Kuşkusuz Önder Apo’nun [Öcalan] da işaret ettiği gibi PKK’nin, yine yasal-demokratik Kürt siyasetinin çözümde oynayacağı önemli roller vardır. Rejimin yaptığı, birini öbürüyle çatıştırmak gibi basit bir taktiktir. Bundan uzak durulmalı. Kürt bileşenlerin her birinin oynayabileceği rol de göz önünde bulundurulmalı.”

İsrail’in ABD’nin tam desteğiyle Gazze’de yaptığı soykırım, Lübnan’a yönelik saldırıları ve İran’a karşı topyekûn savaş hazırlığı, büyük güçleri ve bölge devletlerini içine alacak Ortadoğu çapında bir çatışmanın fitilini ateşliyor. Türk ve Kürt egemen seçkinleri de bu tırmanışta kendi konumlarını sağlamlaştırmaya ve gerici çıkarlarını ilerletmeye çalışıyorlar. Emperyalizme göbekten bağlı burjuva milliyetçi önderliklerin, küresel savaşın Ortadoğu cephesinde çatışmanın tırmandığı koşullarda Türkiye’de “barış ve demokrasi”yi sağlama iddiası, her zamankinden daha büyük bir sahtekarlığı ifade ediyor.

Loading