David North
Lev Troçki’yi Savunurken

Troçki’nin 20. Yüzyıl Tarihindeki Yerini Yeniden Ele Almaya Doğru

21 Ocak 2001’de Avustralya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Sidney’de düzenlediği uluslararası okulda verilen konferans.

Bundan altmış yıl önce; 21 Ağustos 1940’ta, Lev Troçki bir Sovyet gizli polis ajanının bu tarihten bir gün önce açtığı yaralar nedeniyle hayatını kaybetti. Stalinist rejim bu cinayetin sadece kendisine en büyük muhalifin siyasal faaliyetlerinin değil fakat aynı zamanda onun tarihteki yerinin de kökünü kazıyacağını umuyordu. Totaliter pragmatizmin hesaplamalarında basiretsiz olduğu kanıtlandı. Katil, Troçki’nin hayatına son vermişti. Fakat bu büyük devrimcinin fikirleri ve yazıları yaşamaya devam etmektedir. Troçki’nin öldürülmesi, kurucusu olduğu dünya hareketinin siyasal çalışmalarına son vermemiştir. Nihayetinde Dördüncü Enternasyonal Stalinist rejimin çöküşünü görecek kadar yaşamıştır. Bunu elbette suikastın Troçki’yi tarihten silmeyi başaramaması takip etmiştir. Tarihçiler yirminci yüzyılı araştırıp yorumladıkça, Lev Troçki figürü daha da belirgin hale gelmektedir. Geçen yüzyılın mücadeleleri, büyük amaçları ve trajedileri, Troçki’de görüldüğü kadar derinden ve asilce çok az kişiye yansımıştır. Thomas Mann’ın “zamanımızda kişinin kaderi siyasal terimlerle kendini ifade eder,” gözleminin doğru olduğunu kabul edersek, kaderin en bilinçli gerçeklik kazanışını Troçki’nin altmış yıllık yaşamında bulduğunu söyleyebiliriz. Lev Troçki’nin biyografisi, dünya sosyalist devriminin yirminci yüzyılın ilk yarısında geçirdiği iniş çıkışların yoğunlaştırılmış bir ifadesidir.

Ölümünden üç yıl önce şüpheci bir Amerikalı gazeteciyle olan görüşmesinde Troçki, kendi yaşamını bir dizi hayret verici ve nihayetinde trajik parçalar olarak değil, devrimci hareketin tarihsel yörüngesi içindeki farklı aşamalar olarak gördüğünü açıklamıştı. Onun 1917’de iktidara yükselişi, işçi sınıfının devrimci ayaklanmasının ürünüydü. Altı yıllık iktidarı, bu hücumun yarattığı toplumsal ve siyasal ilişkilere bağlıydı. Troçki’nin şahsi siyasal talihindeki düşüş, devrimci dalganın zayıflamasından kaynaklanmıştı. Troçki; Stalin’den daha az yetenekli bir siyasetçi olduğundan değil ama gücünün dayandığı toplumsal güç olan Rus ve uluslararası işçi sınıfının siyasal olarak gerilemesinden dolayı iktidarı kaybetti. Nitekim Troçki’nin siyasete tarihsel olarak bilinçli yaklaşımı –özellikle de devrimci yıllarda bu çok etkili olmuştur– siyasal tutuculuğun giderek büyüdüğü bir dönemde, onu ahlaki değerleri hiçe sayan hasımları karşısında dezavantajlı bir konuma soktu. İç Savaş’ın ardından Rus işçi sınıfının tükenişi, Sovyet bürokrasisinin giderek büyüyen siyasal gücü ve Avrupa işçi sınıfının –özellikle de Almanya’daki– yenilgisi, son tahlilde Troçki’nin iktidardan düşüşündeki belirleyici etmenlerdi.

Uluslararası işçi sınıfının yenilgisi, Troçki’nin kendi kişisel kaderinde de kayıtlıdır: Çin Devrimi’nin 1927’de yenilgiye uğramasının açığa çıkardığı siyasi moral bozukluğu Stalin’e; Sol Muhalefet’i Komünist Enternasyonal’den atma ve Troçki’yi, ilk önce Alma-Ata’ya, hemen sonra da Sovyet sınırları dışına sürgüne gönderme fırsatını verdi. Hitler’in, Stalinistlerin önderliği altındaki Almanya Komünist Partisi’nin izlediği politikaların mümkün kıldığı 1933’teki zaferi, Moskova Duruşmalarını, Stalinist Halk Cepheciliğinin siyasi felaketlerini ve Troçki’nin Avrupa’dan sonra uzaktaki Meksika’ya son sürgününe yol açan bir dizi olaylar zincirini harekete geçirdi.

Troçki’nin Stalinist ajan Ramon Mercader tarafından öldürüldüğü yer, Meksiko’nun banliyösü Coyoacán’dı. Troçki’nin ölümü faşist ve Stalinist karşıdevrimin doruk noktasında gerçekleşti. 1940’a gelinceye dek Troçki’nin eski yoldaşlarının neredeyse tamamı Sovyetler Birliği’nde ortadan kaldırılmıştı. Troçki’nin dört çocuğunun dördü de öldürülmüştü. Diğer iki kızı ise, babalarına yönelik zulmün neden olduğu sıkıntılardan dolayı erken yaşta öldüler. İki oğlu Sergey ve Lev, Stalinist rejim tarafından katledilmişti. Lev Sedov, Şubat 1938’de Paris’te hayatını kaybettiğinde, Dördüncü Enternasyonal’de babasının ardından en önemli siyasi figürdü. Dördüncü Enternasyonal’in sekreterliğindeki diğer olağanüstü şahsiyetler olan Erwin Wolf ve Rudolf Klement ise 1937 ve 1938’de suikasta kurban gittiler.

1940’taki ölümüne kadar Troçki, kendisinin de kaçınılmaz olarak suikasta uğrayacağını biliyordu. Bu onun kaderine boyun eğdiği anlamına gelmiyordu. Stalin ve onun GPU/NKVD aygıtındaki ajanları tarafından hazırlanan bu darbeyi geciktirmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Fakat Troçki, Stalin’in eylemlerinin Sovyet bürokrasisinin ihtiyaçları doğrultusunda belirlendiğini anlamıştı. “Bu dünyada yaşıyor olmam,” diye yazıyordu Troçki, “kurala uygun değil, istisnai bir durumdur.”[1] Stalin’in bir darbe indirmek için 1940’ın ilkbahar ve yaz ayları boyunca Batı Avrupa’da sıcak savaşın patlak vermesinden yararlanacağını öngörmüştü. Troçki’nin yanılmadığı ortaya çıktı.

İlk ciddi suikast girişimi 24 Mayıs 1940’ta, dünyanın gözü Hitler’in Fransız ordusunu bozguna uğratmasına çevrilmişken gerçekleşti. İkinci ve bu kez başarıya ulaşan girişim ise, aynı yılın yaz aylarının sonunda Britanya Savaşı devam ederken meydana geldi.

Sürgünde ve görünen o ki tamamen çevreden yalıtılmış durumdayken Troçki’den neden bu kadar korkuluyordu? Stalin onun öldürülmesini neden zorunlu görüyordu? Buna Troçki’nin bizzat kendisi siyasal bir açıklama getirmiştir. 1939 sonbaharında Stalin-Hitler Paktı’nın imzalanmasından ve İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından birkaç hafta sonra (ki bunu da öngörmüştü) Troçki, bir Paris gazetesinde yer alan ve Hitler ile Fransız büyükelçisi Robert Coulondre arasında geçen bir konuşmaya dikkat çekmiştir. Hitler’in Stalin’le imzaladığı antlaşmanın Almanya’nın batıdaki düşmanlarını yenmek için elini serbest bırakmasıyla böbürlendiği sırada, Coulondre Führer’in sözünü bir uyarıyla yarıda keser: “(Savaş durumunda) gerçek kazanan Troçki olacaktır. Bunun üzerine hiç etraflıca düşündünüz mü?” Hitler, Fransız büyükelçisinin değerlendirmesine katıldığını dile getirmekle birlikte, kendisini bunu yapmaya mecbur bırakan düşmanlarını suçluyordu. Bu şaşırtıcı habere atıf yapan Troçki, şunları yazmıştı: “Bu beyefendiler devrim hayaletini bir kişinin ismiyle adlandırmaktan hoşlanıyorlar… Hem Coulondre hem de Hitler, Avrupa üzerinde ilerleyen barbarlığın temsilcileridir. Aynı zamanda hiçbiri barbarlıklarının sosyalist devrim eliyle yenilgiye uğratılacağından kuşku duymuyor.”[2]

Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus ordularının yenilgisinin çarlık rejiminin itibarını sarsarak kitleleri harekete geçirdiğini Stalin de unutmamıştı. Eğer savaş patlak verirse Hitler’le olan anlaşmaya karşın yine de benzer bir tehlike yok muydu? Yaşadığı sürece Troçki, bürokratik diktatörlüğe yönelik büyük devrimci alternatif; Ekim 1917 programının, ruhunun ve ideallerinin somutlaşmış hali olarak kalacaktı. İşte Troçki bu yüzden öldürüldü.

Fakat ölümü bile Troçki korkusunu dindiremedi. Sadece yaşarken değil ölümünden on yıllar geçtikten sonra bile iktidardakileri korkutma gücünü elinde tutan bir başka kişi bulmak zordur. Troçki’nin tarihsel mirası, her türlü özümsemeye ve içerilmeye karşı direnmektedir. Marx’ın ölümünden sonraki 10 yıl içinde, Alman Sosyal Demokrasisinin teorisyenleri onun yazılarını toplumsal reform perspektifine uyarlamanın bir yolunu bulmuşlardı. Lenin’in kaderi bundan daha feci olmuştur; kendisinden kalanlar mumyalanmış, kuramsal mirası da tahrif edilerek bürokratik olarak tasdiklenmiş bir devlet dinine dönüştürülmüştür. Bunun Troçki için mümkün olmadığı ortaya çıktı. Yine, Troçki’nin çözümlediği siyasal sorunlar, tanımladığı sosyopolitik ilişkiler ve hatta kendisinin son derece yerinde ve ince bir şekilde nitelendirdiği partiler dahi yüzyılın geri kalanının çoğunda ayakta kaldılar.

1991 yılında Duke Üniversitesi, Robert J. Alexander’ın Uluslararası Troçkist harekete ilişkin 1000 sayfalık çalışmasını yayımladı. Bu eserin giriş bölümünde Alexander şunları gözlemler:

1980’lerin sonu itibarıyla Troçkistler hiçbir ülkede iktidara gelebilmiş değildir. Uluslararası Troçkizm; Stalinizmin varisleri gibi köklü bir rejimin desteğinden yararlanmamakla birlikte hareketin çok çeşitli ülkelerde kalıcı olmaya devam etmesi, dünya uluslarının siyasal hayatındaki istikrarsızlıkla beraber ele alındığında Troçkist bir partinin öngörülebilir bir gelecekte iktidara gelme olasılığının tamamen göz ardı edilemeyeceği anlamına gelmektedir.[3]

Bu “köklü rejim” Alexander’ın kitabının yayımlanmasından çok kısa bir süre sonra ortadan kayboldu. Sovyet bürokrasisi Lev Troçki’ye itibarını hiçbir zaman iade etmedi. Sıklıkla dile getirildiği gibi, tarih en büyük ironi ustasıdır. On yıllar boyunca Stalinistler; Troçki’nin Sovyetler Birliğini yıkmayı amaçladığını, SSCB’yi parçalamak için emperyalistlerle beraber komplolar kurduğunu iddia ettiler. Troçki sözüm ona bu suçlardan ötürü Sovyet rejimi tarafından gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı. Fakat en nihayetinde, Troçki’nin zamanında isabetli bir biçimde uyardığı gibi, SSCB’yi ortadan kaldıran Sovyet bürokrasisinin kendisi olmuştur. Sovyet bürokrasisi bunu; Troçki’ye ve oğlu Lev Sedov’a isnat edilen suçları hiçbri zaman açıkça ve samimi bir şekilde inkar etmeden yapmıştır. Bunun yerine, Gorbaçov ve Yeltsin için SSCB’nin idam fermanını imzalamak, Troçki’ye karşı tüm suçlamaların düzmece olduğunu kabul etmekten daha kolaydı.

Son altmış yıldaki muazzam ekonomik ve toplumsal değişimlere rağmen, Troçki’nin ele aldığı sorunlardan, konulardan ve temalardan çok da uzaklaşmış değiliz. Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra bile, Troçki’nin eserleri sıra dışı bir biçimde çağdaş bir nitelik taşımaya devam etmektedir. Troçki’nin eserlerini incelemek, sadece yirminci yüzyılın siyasetini anlamak bakımından değil fakat aynı zamanda yirmi birinci yüzyılın çok karmaşık dünyasında bir kişinin siyasal olarak yönünü bulabilmesi açısından temel öneme sahiptir.

Bir siyasal şahsiyetin büyüklüğü eğer bıraktığı mirasın kapsam ve kalıcılık bakımından zamanımızla olan ilgisi üzerinden ölçülürse, o halde Troçki yirmi birinci yüzyıl liderleri arasında ilk sıraya yerleştirilmelidir. Şimdi bir an için 1940’ta dünya sahnesinde yer alan siyasal figürlere göz atalım. O dönemin totaliter liderlerinin (Hitler, Mussolini, Stalin ve Franco) isimlerini ağzını bozmadan anmak bile zordur. Tarifi mümkün olmayan suçların hatırası dışında onlardan geriye bir şey kalmadı. Emperyalist demokrasilerin “büyük” liderleri Roosevelt ile Churchill’e gelince; dikkat çekici figürler oldukları ve geleneksel parlamenter siyaset çerçevesinde yetenekli olduklarını reddetmek mümkün değil. Amerikan başkanından daha zeki olan Churchill yetenekli bir hatip ve bir dereceye kadar da yeteneği olan bir yazardı. Fakat bunların günümüze bir miras bıraktıklarından bahsetmemiz mümkün mü? Görkemi artık solmakta olan Britanya İmparatorluğu’na Churchill’in düzdüğü methiyeler, ona hayran olanlarca bile anakronistik bulunmaktadır. Yazıları tarihsel belgelerin konusudur fakat günümüzle ilgileri çok sınırlıdır. Roosevelt’e gelirsek kendisi, zamanının sorunlarına üçkağıtçılık ve sezgilerinin karışımıyla tepki veren dört dörtlük bir pragmatistti. Churchill’in ve Roosevelt’in konuşmalarında ve/veya kitaplarında (Roosevelt zaten hiç yazmamıştır) yirmi birinci yüzyılda karşılaştığımız sorunlara katkı sağlayacak tahlil ve kavrayışların bulunabileceğini ciddi olarak ileri sürmek mümkün müdür?

Kendi zamanında bile Troçki çağdaşı olan siyasetçiler arasından sivriliyordu. Tüm düşmanlarının etkisi, devlet iktidarının araçları üzerinde doğrudan kontrol sağlayabilmelerine bağlı ve bağımlıydı. Bu güçten ayrı kaldıklarında ise dünyanın dikkatini çekmeleri hemen hemen mümkün değildi Kremlin’den ve onun terör aygıtından ayrı düşmüş bir Stalin’in, Ekim 1917’den önceki halinden pek de bir farkı kalmayacaktı: Sadece “gri bir bulanıklık.”

Troçki, 1927 yılı itibarı ile iktidarın bütün resmi araçlarından yoksun durumdaydı. Fakat asla güçsüz değildi. Troçki, Ibsen’in Bir Halk Düşmanı’nın sonunda Dr. Stockman’ın söylediği şu sözleri alıntılamayı çok severdi: “En güçlü insan, tek başına kendi ayakları üzerinde duran insandır.” Büyük Norveçli oyun yazarının bu sezgisi, Rus devrimcilerinin en büyüğünün yaşamında gerçeğe dönüştü. Troçki, insanlığın ilerici mücadelelerine karşılık gelen ve bunları dile getiren fikirlerin ve ideallerin gücünü sınırsız bir biçimde ortaya koymuştur.

Bir yazar olarak Troçki

Troçki’nin fikirlerinden bahsederken insan kendini onun eserlerinden uzun uzun alıntılar yapmaktan alıkoyamıyor. Bunu yapan kişi, en azından dinleyicisine sıra dışı estetik bir deneyim yaşatmış oluyor. Siyasal duygularını bir an için bir kenara bırakan ve nesnel yargılarıyla hareket etme kapasitesine sahip herhangi birinin Troçki’nin yirminci yüzyılın en büyük yazarları arasında olduğunu reddetmesi mümkün değildir. Troçki tarafından yazılmış bir kitabı –anıtsal Rus Devrimi’nin Tarihi– ilk defa okumamın üzerinden 30 yıl kadar geçti. Eminim ki Troçki’nin düz yazılarıyla ilk karşılaştığı zaman duygusal ve entelektüel etkiyi hâlâ hatırlayan tek kişi ben değilimdir. Troçki’yi çeviri eserlerinden okumuş biri olarak, kendisinin eserlerini Rusça orijinalinden okuyabilenler üzerinde bir yazar olarak bıraktığı etkiyi kestiremiyordum. Beklenmedik bir şekilde bu merakımı giderecek bir fırsat karşıma çıktı. Ekim Devrimi’nin ardından ülkesinden kaçmış yaşlı bir uzmanın verdiği Rus Edebiyatı dersine katıldım. Bu adamın Troçki’ye en ufak bir sempatisi bile yoktu. Yirminci yüzyıl Rus edebiyatının değerlendirildiği dersin sonunda, kendisine bir yazar olarak Troçki hakkında ne düşündüğünü sordum. Hem verdiği cevabı hem de bunu ifade ederken kullandığı koyu şiveyi bugün gibi hatırlıyorum: “Troçki, Rus nesrinin Tolstoy’dan sonraki en büyük ustasıdır,” diye cevap vermişti. Çok yıllar sonra bu değerlendirme, 1989’da Sovyetler Birliği’ne yaptığım ilk ziyaretimde karşılaştığım bir öğrencinin yaptığı tespitte kulaklarımda çınladı. Troçki okumanın onun için çok zor bir deneyim olduğunu itiraf etmişti. Neden böyleydi? “Troçki okurken kendimi ona katılmak zorunda hissediyorum ama katılmak da istemiyorum!” diye açıklamıştı.

Troçki’nin; sanat, edebiyat ve kültür, bilimsel gelişmeler, hayat sorunları ve elbette siyaset üzerine yazdıklarının çeşitliliği neredeyse akıl almayacak ölçüde geniştir. Biz zavallı faniler daha mütevazı yeteneklerle idare edip ancak Troçki’nin edebi ürünleri karşısında hayrete düşebiliriz. İnsan kendi kendine soruyor; acaba Word işlemcisi ve imla kontrolü çağından önce bunu nasıl yapabildi? Bunun cevabı kısmen kendisinin önemli bir özelliği olan, neredeyse yazarken olduğu gibi güzel ve ikna edici bir şekilde ex tempore (doğaçlama, irticalen konuşma –ç.n) konuşabilme yeteneğinde yatmaktadır. Tüm eserlerindeki imlası, çok yetenekli yazarların üzerlerinden geçilmiş metinlerinden bile daha iyidir.

Yirminci yüzyıl edebiyatının önemli bir figürü olan Troçki, on dokuzuncu yüzyılın büyük Rus edebiyat ustalarına, özellikle de Turgenyev’e, Tolstoy’a, Herzen’e ve Belinski’ye çok şey borçludur. Milyonlarca kişiyi heyecanlandıran resmi bildirilerin ve savaş emirlerinin askeri sert ifadelerini yazan kişiyle insanı kendinden geçiren güzellikteki pasajları yazan kişi aynıdır. Örneğin, Sibirya’daki sürgünden 1907’deki kaçışına ilişkin anımsadığı bir anıyı kendisi şu şekilde aktarır:

Kızak, yumuşak ve sessizce kayıyordu; sanki bir geminin durgun bir göl yüzeyindeki ilerleyişi gibi. Giderek kesifleşen karanlıkta orman öncesinden daha devasa görünüyordu. Yolu göremiyordum ve kızağın hareketini zar zor hissediyordum. Ağaçlar efsunlanmışçasına bize doğru koşuyor, çalılar yanımızdan kayıp gidiyor ve karla kaplı yaşlı ağaç kütükleri önümüzden geçip gidiyordu; her şey gizemle dolu gibiydi. İşittiğimiz tek ses, ren geyiklerinin hızlı ve düzenli çu-çu-çu-çu şeklindeki soluk alıp verişleriydi. Sessizliğin tam ortasında uzun zamandır unutulmuş binlerce ses kafama doluşuyordu. Birdenbire karanlık ormanın derinliğinden bir yerden gelen keskin bir ıslık duydum. Esrarlı ve son derece uzaklardan geliyor gibiydi. Oysaki bu sadece bizim Ostyak’ın ren geyiğine verdiği bir işaretti. Sonra bir kez daha sessizlik, uzaklardan yine gelen ıslıklar, tekrar karanlıktan karanlığa sessizce koşuşturan ağaçlar.[4]

Troçki siyasetin paradokslarına ve çelişkilerine ilişkin sıra dışı bir hassasiyete sahipti. 1905 Devrimi yenilgisinden sonra Troçki kendi duruşması için yazarken, “kılıçlarını çekmiş jandarmalarla dolu olan” mahkeme binasının sert ve tehditkar resmi ortamı ile devrimci sanıkların hayranlarının ve destekçilerinin getirip duruşma salonunu doldurdukları “sınırsız sayıda çiçek” arasındaki çelişkiyi betimler:

Yakalara çiçekler iliştirilmişti, ellerde ve kucaklarda çiçekler tutuluyordu, nihayet sıraların üstüne yayılmış olan çiçekler vardı. Mahkeme başkanı bu güzel kokulu davetsiz misafirleri dışarı atmaya cesaret edemedi. En sonunda, hüküm süren atmosferden dolayı “moralleri” tamamen “bozulan” jandarmalar ve mahkeme görevlileri çiçekleri sanıklara vermeye başladılar.[5]

Troçki’nin rakibinin kalemiyle uçurduğu kafasını alıp etrafa bunun içinde zaten beyin olmadığını gösterdiğini açıklayan sanırım George Bernard Shaw’dan daha aşağı kalan bir yazar değildi. Ne var ki Troçki’nin polemiklerinin gücü; şu ya da bu siyasetçinin öznel hedefleri ile devrimci bir çağdaki nesnel gelişmeler arasındaki uyuşmazlığı açığa çıkarmasındaki mükemmellikte yatar. Tarihsel sürecin kendini zorunlu ortaya çıkarışını kendine ölçü değneği olarak alan Troçki’nin karşısındakini sindiren eleştirileri zalimce değildir. Sadece isabetli atışlardır. Buradan hareketle 1917’de burjuva Geçici Hükümet’in önde gelen önderine dair şunları yazmıştır:

Kerenski bir devrimci değildi, devrimde sadece başıboş gezen biriydi. … teorik hazırlığı, siyasal eğitimi, düşünme yeteneği ve siyasal iradesi yoktu. Bunların yerine hemen gösterilen bir alınganlığa, çabuk parlayan bir öfkeye ve ne akıl ne de iradeyle değil sinirleri vasıtasıyla işleyen türden bir belagate sahipti.[6]

Sosyalist Devrimcilerin önderi Viktor Çernov için ise şunu ifade eder:

Kafasında dağınık halde bulunan ama hatırı sayılır ölçüde bilgiye sahip, eğitimli olmasa da iyi okuyan biri olan Çernov elinin altında her zaman emrine amade her duruma uygun çeşit çeşit sayısız alıntı bulundururdu. Bunlar uzun bir zaman boyunca Rus gençliğine bir şey öğretmekten ziyade onların ilgisini çekmeye yaramıştır. Ağzı çok kalabalık bu önderin yanıt veremediği sadece tek bir soru vardı: Kimlere, nereye doğru götürmek için önderlik ediyordu? Çernov’un ahlakçılık ve dizelerle süslenmiş eklektik formülleri, en hassas zamanlarda farklı yönlere savrulan karmakarışık bir halkı bir süre bir arada tutabildi. Çernov’un, Lenin’in “sekterliği” ile kendi parti kurma yöntemlerini kendini beğenmiş bir eda ile karşılaştırmış olmasına şaşırmamalıdır.[7]

Yine son olarak Alman Sosyal Demokrasisinin bir zamanlar müthiş bir teorisyeni olan kişi için şunları söyler:

Kautsky için kurtuluşa giden net ve tek bir yol vardı: demokrasi. Gerekli olan tek şey, herkesin bunu kabul edip, kendini buna bağlamasıydı. Sağ sosyalistler, burjuvazinin isteklerini yerine getirmeye yarayan kana susamış katliamlardan vazgeçmek zorundadır. Bizzat burjuvazi ise, son nefesine kadar ayrıcalıklarını korumak için Noskeleri ve teğmen Vogelleri kullanma fikrini terk etmelidir. Son olarak proletarya ilk ve son kez olmak üzere Anayasada öngörülenden farklı araçlarla burjuvaziyi alaşağı etme fikrini reddetmelidir. Sayılan bu koşullar yerine getirildiği takdirde, toplumsal devrim sancısız bir şekilde demokrasinin içinde eriyecektir. Gördüğümüz gibi, bunun başarıya ulaşabilmesi için çalkantılı tarihimizin kafasına gece takkesini geçirip, Kautsky’nin enfiye kutusundan bir tutam bilgelik alması yeterlidir.[8]

Troçki’nin edebi dehasının mükemmel biçimde yansıdığı pasajlardan alıntı yapılarak hiç zorlanmadan bir gün geçirilebilir. Fakat bu deha, basitçe ya da sadece bir üslup meselesi değildir. Troçki’nin edebi eserlerini kendi zamanının diğer siyasal düşünürlerinin üstüne çıkaran daha derin ve daha temel bir unsur vardır. Tarih kendi dolaysız akışı içinde bilinçli eklemlenmeleri bulabildiği ölçüde, bu süreç Lev Troçki’nin yazılarında ortaya konulur. Genellikle siyasal yorumlardan daha kısa ömürlü olan bir şey yoktur. Çok iyi yazılmış bir gazete köşe yazısının bile yarılanma ömrü genelde, bir fincan kahve içmek için gereken zamandan daha fazla değildir; daha sonra bu yazı kahvaltı masasından doğruca çöp kutusuna gider.

Troçki’nin yazdıkları için durum böyle değildir ve bununla sadece kendisinin temel eserlerini değil aynı zamanda gazetelere yazdığı yorumları da kastediyorum. Troçki’nin yazıları ve şunu da eklemeliyim ki konuşmaları, tarihin böyle yaparak neyi amaçladığını elinden gelenin en iyisiyle açıklamaya yönelik gerçekleştirilen ilk girişimmiş gibi görünür. Troçki’nin en muhteşem siyasal yazılarının amacı, –yani en son meydana gelen olayların sosyalist devrimin dünya tarihsel yörüngesindeki yerini saptamak– yazılarına seçtiği başlıklara şu şekilde yansımıştır: “Hangi Aşamadan Geçiyoruz?”, “Britanya Nereye Gidiyor?”, “Fransa Nereye?”, “Sosyalizme mi, Kapitalizme mi Doğru?” Bir keresinde Lunaçarski, Troçki hakkında şunları söylemiştir: Kendisi her zaman tarihteki konumunun farkındaydı. Troçki’nin gücü buydu; bu güç oportünizme ve her türden baskıya karşı siyasal direnişinin kaynağıydı. Troçki, Marksizmi “perspektif bilimi” olarak algılıyordu.

Devrimci kadroların Stalin tarafından ortadan kaldırılmasının ve buna bağlı olarak işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin teorik bir silahı olarak Marksizmin aşındırılmasının bir sonucu, bu mücadeleyle herhangi bir bağı olmayan her türden insanın büyük Marksistler olarak kutsanması olmuştur: Marksist iktisatçılar, Marksist filozoflar, Marksist estetikçiler vb. gibi. Ne var ki; diyalektikteki sözüm ona ustalıklarını yaşadıkları zamanın olaylarının siyasal tahliline uygulamaya kalkıştıklarında, bunların yetersiz oldukları meydana çıkmıştır. Troçki, Marksist düşünce okulunun son büyük temsilcisidir ki buna klasik okul diyebiliriz. Bu okulun diyalektikteki ustalığı her şeyden önce bir siyasal durumu değerlendirebilme, gidişata yönelik siyasal bir düşünce ileri sürebilme ve stratejik bir yönelimi detaylıca geliştirebilme kapasitesinde kendini göstermiştir.

Troçki’yi yeniden değerlendirmek

Dördüncü Enternasyonal’in tarihi boyunca en önemli görevlerinden biri, Stalinistlerin çamur atmalarına karşı Troçki’nin tarihsel rolünü savunmak olmuştur. Bu görev sadece bir kişinin değil, aynı zamanda uluslararası Marksizmin ve Ekim Devrimi’nin bütün programatik mirasının da savunulmasını içeriyordu. Dördüncü Enternasyonal Troçki’yi savunurken, Bolşevik Devrimi’nin dayandığı ilkelerin tahrif edilmesine ve bu ilkelere ihanet edilmesine karşı tarihsel gerçeğin tarafında olmuştur.

Hal böyleyken, Lev Troçki’yi uzlaşmaz bir biçimde savunmuş olmasına rağmen, Dördüncü Enternasyonal “İhtiyar”ın siyasal ve tarihsel mirasının tam olarak hakkını verebilmiş midir? Şimdi, Troçki’nin yaşadığı yüzyıl gerimizde kalmışken, onun siyasal mirasının ve tarihsel öneminin daha cömertçe takdir edilebilmesinin mümkün olduğuna inanacak haklı nedenlerimiz var. Gelin bu göreve Troçki’nin 1917 Ekim Devrimi’ne kendi katkısını değerlendirdiği meşhur pasajı eleştirel bir yeniden değerlendirmeye tabi tutarak başlayalım.

Troçki, 25 Mart 1935 tarihinde günlüğünün giriş kısmına, şunları yazmıştır:

1917’de Petersburg’da olmasaydım da Ekim Devrimi, Lenin’in orada olması ve komuta etmesi koşuluyla, yine meydana gelecekti. Fakat ne Lenin ne de ben Petersburg’da olmasaydık, Ekim Devrimi de olmayacaktı: Bolşevik Parti önderliğinin devrimin olmasını engelleyeceğinden en ufak bir kuşkum yok! Eğer Lenin Petersburg’da olmasaydı, Bolşevik önderlerin direnişini kırmayı başarıp başaramayacağımdan emin değilim. “Troçkizm”le (yani proleter devrimle) mücadele 1917 Mayıs’ında başlamış olur ve devrimin sonucu da şüpheye düşerdi. Fakat tekrar ediyorum, Lenin’in orada bulunması halinde Ekim Devrimi her halükarda zafere ulaşacaktı. Bu tespitin aynısı genel itibarıyla İç Savaş için de geçerlidir; her ne kadar ilk döneminde, özellikle de Simbirsk’in ve Kazan’ın kaybedildiği zamanlarda Lenin tereddütte kalıp, şüpheye düşmüş olsa bile. Fakat bu kuşkusuz, kendisinin muhtemelen benim dışımda hiç kimseye itiraf dahi edemediği geçici bir ruh haliydi… Dolayısıyla 1917-1921 arası dönemde bile kendi çalışmamın “vazgeçilmezliğinden” söz edemem.[9]

Acaba bu yerinde bir değerlendirme midir? Bu pasajda Troçki öncelikle Bolşevik Parti içindeki siyasal mücadeleye atıfta bulunuyor. Oldukça doğru bir şekilde, kalkış noktasını Bolşevik Parti’nin 1917 Nisan’ında yaşanan kritik önemdeki yön değişikliğinden başlatıyor. Lenin’in 1917’deki en büyük başarısı –ki Devrim’in başarısı da buna bağlıydı– Eski Bolşevik önderlerin, özellikle de Kamenev’in ve Stalin’in Bolşevik politikadaki stratejik değişikliğe gösterdikleri direncin üstesinden gelmesidir.

Hal böyleyken Bolşevik Parti içindeki mücadelenin önemi; siyasal perspektif sorunları üzerine Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi içinde yaşanan daha önceki anlaşmazlıkların yarattığı geniş kapsamlı sonuçların vurgulanmasını mümkün kılmasıdır. Lenin’in Bolşevik Parti içinde iktidarın ele geçirilmesi ve proletarya diktatörlüğünün kurulması yönelişinin benimsenmesine karşı direnişi kırmada kritik bir rol oynamış olduğunu kabul etsek bile, aslında Lenin, zamanında kendisinin de Lev Troçki’nin perspektifine muhalif olarak uzun yıllar savunduğu siyasal çizgiye bağlı kalanlara karşı bir mücadele yürütüyordu.

Lenin Nisan 1917’de Rusya’ya dönüp “proletarya ve köylülerin demokratik diktatörlüğü” perspektifini reddedince, kendisinin –bunu açıkça kabul etmese bile– Troçki’nin on yıldan fazla bir süredir bağlı bulunduğu siyasal çizgiyi, yani Sürekli Devrim’i benimsediğini neredeyse herkes anlamıştı.

Sürekli Devrim Teorisi

Rus devrimci hareketinin çarlık rejiminin son on yıllarında karşılaştığı temel meseleleri kısaca ele alacağım. Rus sosyopolitik gelişmesinin yörüngesini çizmek için ortaya koyduğu çabada Rus sosyalist düşüncesi birbiriyle çatışan üç olasılık ileri sürmüştür. Rus Marksizminin babası Plehanov, Rusya’nın toplumsal gelişimini; bu gelişmenin tarihsel aşamalarının verili bir ekonomik gelişmişlik düzeyi tarafından belirlendiği, biçimsel mantığa dayanan bir ilerleme bağlamında ele almıştır. Nasıl ki kapitalizm feodalizmin yerini almışsa, ekonomik gelişmenin gerekli tüm koşulları sağlandığında kapitalizm de yerini sosyalizme bırakacaktır. Plehanov’un üzerinde çalıştığı teorik model, Rusya’nın gelişmesinin Batı Avrupa’nın tarihsel olarak geçirdiği burjuva demokratik evrimin tarihsel yolunu takip edeceği varsayımına dayanır. Yani batısındaki daha ileri ülkelerden önce Rusya’nın sosyalist bir yöne doğru ilerlemesi olasılığı yoktur. Yirminci yüzyıla girilirken Plehanov, Rusya’nın önce burjuva demokratik devrimini başarma işini halletmesi gerektiğini düşünüyordu. Bununla kastettiği şey, çarlık rejiminin yıkılarak gelecekteki uzak bir sosyal devrimin siyasal ve ekonomik önkoşullarının yaratılmasıydı. Her halükarda, Rusya’nın, ekonomik ve toplumsal yapısı sosyalist bir dönüşümü kaldırabilecek duruma gelmeden önce on yıllar boyu devam edecek bir burjuva demokratik parlamenter gelişim sürecinden geçmesi gerekiyordu. Rusya’nın gelişimine ilişkin bu biçimsel kavrayış, yirminci yüzyılın ilk yılları boyunca Rus sosyal demokrat hareketinin geniş kesimlerine hakim olan makbul görüşü oluşturuyordu. Ne var ki Plehanov’un konumunda Rusya’nın sosyal gelişiminin özgün karakterini oluşturan çözümlenmemiş bir çelişki vardı. Daha 1889’da Plehanov, Rus işçi sınıfının yaklaşan devrimde öncü bir rol üstleneceğini öngörmüştü. İkinci Enternasyonal’in kuruluş kongresinde, Rus devriminin ancak bir işçi devrimi olarak başarılı olabileceğini savunmuştu. Fakat bu kavrayış nasıl olur da devrimden sonra siyasal iktidarın Rus burjuvazisinin ellerine teslim edilecek olmasıyla uzlaştırılabilirdi? Plehanov bu soruya hiçbir zaman tatmin edici bir yanıt verememiştir.

1905 olayları –yani ilk Rus Devrimi’nin patlaması– Plehanov’un teorik modelinin uygulanabilirliğine ilişkin ciddi şüpheleri ortaya çıkarmıştır. Rus Devrimi’nin en belirgin boyutu, çarlığa karşı mücadelede proletaryanın oynadığı egemen siyasi roldü. Genel grevlerin ve ayaklanmaların yaşandığı bir ortamda, Rus burjuvazisinin siyasi önderlerinin manevraları zavallı ve güvenilmez görünüyordu. Burjuvazi arasında bir Robespierre ya da Danton yoktu. Kadet Partisi (Anayasal Demokratlar) Jakobenlere hiç benzemiyordu.

Lenin’in tahlili Plehanov’dan daha ileri gitti ve daha derine indi. Lenin de Rus Devrimi’nin burjuva demokratik karakterde olduğunu kabul ediyordu. Fakat bu tanımlama devrimdeki sınıfsal güçler arasındaki ilişki ve güç dengesi meselesini yeterince çözmüyordu. Lenin’e göre, işçi sınıfının görevi, kendi bağımsız örgütü ve mücadelesi aracılığıyla, burjuva demokratik devriminin en geniş ve radikal biçimde gelişmesini sağlamak için bütünüyle uzlaşmaz bir mücadele vermekti. Diğer bir ifadeyle; çarlık feodalizminin ekonomik, siyasal ve toplumsal bütün kalıntılarını yok edip, böylelikle de Rus işçi hareketinin serpilmesi için gerçekten ilerici anayasal demokratik çerçevenin kurulmasına yönelik olarak en uygun koşulları yaratmaktı. Lenin’e göre bu demokratik devrimin tam kalbinde “tarım sorununun” çözülmesi yatıyordu. Bunun anlamı feodalizmin tüm ekonomik ve hukuki artıklarının ortadan kaldırılmasıydı. Soyluluğun elindeki muazzam genişlikteki toprak mülkiyeti, hem Rusya’da yaşamın demokratikleşmesine, hem de modern kapitalist bir ekonominin gelişmesine engel teşkil ediyordu.

Lenin’in burjuva devrimi anlayışı, Plehanov’un aksine biçimsel siyasi önyargılarla sınırlandırılmış değildi. Burjuva demokratik devrime deyim yerindeyse kendi içinden yaklaşıyordu. Parlamenter demokrasinin burjuva devriminin kaçınılmaz sonucu olacağı şeklindeki biçimsel bir şemadan hareket etmek yerine Lenin, siyasal biçimi devrimin özünde ve içinde yer alan toplumsal içerikten türetiyordu.

Rusya’nın yaklaşmakta olan demokratik devrimine içkin olan muazzam toplumsal görevlerin farkında olan Lenin, Plehanov’un aksine bu görevlerin başarıya ulaşmalarının Rus burjuvazisinin siyasal önderliği altında olmasının mümkün olmadığı konusunda ısrarcıydı. Rusya’da burjuva demokratik devrimin zaferi ancak işçi sınıfının burjuvaziden bağımsız olarak ve aslında ona karşı, demokrasi uğruna mücadele yürütmesi durumunda mümkün olabilirdi. Fakat sayısal zayıflığı yüzünden demokratik devrimin kitle tabanını sadece işçi sınıfı oluşturamazdı. Rus proletaryası, tarım sorununa ilişkin ödünsüz radikal demokratik bir kararlılık ortaya koyarak kendi peşi sıra milyonlarca Rus köylüsünü de seferber etmeliydi.

Peki, o halde bu iki büyük halk sınıfının devrimci ittifakından doğacak rejimin devlet biçimi ne olacaktı? Lenin, bu yeni rejimin “proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü” olacağını tasarlıyordu. Aslında her iki sınıf da devlet iktidarını paylaşacak ve demokratik devrimin tam olarak gerçekleşebilmesi için ortaklaşa yönetimde olacaklardı. Lenin böyle bir rejimde geçerli olacak güç paylaşımı düzenlemelerinin kesin doğası ile ilgili hiçbir ayrıntı sunmadığı gibi, bu iki sınıf diktatörlüğünün uygulanacağı devlet biçimini de tanımlamaz ya da tarif etmez.

Bununla birlikte demokratik diktatörlüğün siyasal radikalizmine karşın, bu diktatörlüğün amacının toplumun sosyalist çizgide ekonomik olarak yeniden düzenlenmesi olmadığı üzerinde ısrarla durmuştur. Aksine, devrim zorunluluklar nedeniyle ekonomik programı bağlamında kapitalist olarak kalacaktı. Gerçekten de toprak sorununun radikal çözümünü savunurken bile Lenin, toprağın –Rus latifundialarına karşı– ulusallaştırılmasının sosyalist değil burjuva demokratik bir önlem olduğunun altını çizdi. Lenin, polemiklerinde bu kritik husus konusunda tereddütsüzdü. 1905 yılında şöyle yazmıştı:

Marksistler Rus devriminin burjuva karakterde olacağından son derece eminler. Bu ne demektir? Bunun anlamı, Rusya için vazgeçilmez nitelikte olan bu demokratik dönüşümlerin … özünde kapitalizmin yıkılmasına, burjuva yönetiminin yıkılmasına işaret etmediği tam aksine ilk defa gerçek bir yol olarak Asya tipi değil Avrupalı bir kapitalizmin geniş ve süratli bir gelişimi için zemini temizleyeceğidir. Bunlar, bir sınıf olarak burjuvazinin egemenliğini ilk kez mümkün hale getirirler.[10]

Troçki’nin konumu ise hem Menşeviklerden hem de Lenin’den köklü bir şekilde farklıdır. Farklı sonuçlara varmakla birlikte hem Plehanov hem de Lenin kendi bakış açılarını Rus ekonomik gelişmesinin veri olarak kabul edilen düzeyi ve halihazırda ülkede var olan sosyal güçler arasındaki ilişkilere dayandırmıştır. Fakat Troçki’nin esas kalkış noktası Rusya’daki ekonominin var olan düzeyi ya da sınıf güçleri arasındaki iç ilişki değil, aksine Rusya’nın gecikmiş demokratik devriminin açığa çıkmaya yazgılı olduğu dünya-tarihsel bağlamdı.

Troçki, burjuva devriminin tarihsel yörüngesini, kendisini klasik olarak ilk ortaya koyduğu on sekizinci yüzyıldan başlayıp on dokuzuncu yüzyıldaki iniş çıkışlarından geçerek en nihayetinde 1905’in modern bağlamına vararak takip etmiştir. Tarihsel koşullardaki değişimlerin –özellikle de dünya ekonomisinin gelişimi ve uluslararası işçi sınıfının doğuşunun– burjuva demokratik devriminin toplumsal ve siyasal dinamiklerini nasıl değiştirdiğini açıklamıştır. Yeni koşullarda, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında geçerli olan koşullara dayanan geleneksel siyasal denklemlerin fazla bir kıymeti yoktu.

Troçki, Lenin’in formülasyonunun siyasi sınırlılığını tespit etmişti. Lenin’in formülü siyasal açıdan gerçekçi değildi: Lenin’in teorisi devlet iktidarı sorununa cevap vermekten kaçınıyordu. Troçki, Rus proletaryasının kendisini biçimsel demokratik nitelikteki önlemlerle sınırlayacağını kabul etmedi. Sınıf ilişkilerinin gerçekliği, işçi sınıfını kendi siyasal diktatörlüğünü burjuvazinin ekonomik çıkarlarına karşı yürütmeye zorlayacaktı. Diğer bir ifadeyle, işçi sınıfının mücadelesi zorunluluk gereği sosyalist bir nitelik alacaktı. Fakat Rusya’nın sosyalizme hazır olmadığı açıkça görülebilen geri kalmışlığı –kendi ekonomik gelişmesinin sınırlılıkları– göz önünde bulundurulduğunda, bu nasıl mümkün olabilecekti?

Rus Devrimi’ne içeriden bakıldığında bu sorunun bir çözümü yokmuş gibi görünmektedir. Fakat Rus Devrimi hem dünya tarihi hem de kapitalist ekonominin gelişimi noktasından incelendiğinde, beklenmedik bir çözüm kendi kendine ortaya çıkmaktadır. Daha 1905 yılının Haziran ayında Troçki “kapitalimin tüm dünyayı tek bir ekonomik ve siyasal organizmaya dönüştürdüğünü” ifade ediyordu:

Bu, şu anda gelişen olaylara derhal uluslararası bir karakter kazandırmakta ve geniş bir ufuk açmaktadır. Rusya’nın işçi sınıfı önderliğindeki siyasi kurtuluşu, bu sınıfı tarihte daha önce görülmemiş bir doruğa çıkartacak, ona devasa bir güç ve kaynak aktaracak ve onu dünya kapitalizminin tasfiyesinin –tarih bunun tüm nesnel koşullarını yaratmıştır– öncüsü haline getirecektir.[11]

Troçki’nin bu yaklaşımı kritik bir teorik ilerlemeydi. Devrimci sürecin ele alındığı analitik perspektifi değiştirdi. 1905 öncesinde devrimlerin gelişimi, sonuçları ulusal devletlerin iç sosyoekonomik yapısı ve ilişkileri tarafından belirlenen ulusal düzeydeki olaylar olarak görülüyordu. Troçki başka bir yaklaşım önermiştir: modern çağda devrimi, kökleri siyasi olarak ulus devlette olan sınıflı toplumdan, küresel olarak bütünleşmiş ekonomi ve uluslararası düzeyde birleşmiş insanlık temelinde gelişen sınıfsız bir topluma doğru ilerleyen, özünde dünya-tarihsel bir toplumsal dönüşüm olarak anlamak.

Troçki, bu devrimci süreç kavrayışını, sosyalist hareketin, var olan teorik çerçeve içinde layıkıyla işlenememiş bir sosyoekonomik ve siyasal bir veri akışı ile karşı karşıya olduğu bir noktada geliştirmişti. Modern dünya ekonomisinin büsbütün karmaşık olması eski biçimsel tanımlara meydan okuyordu. Dünyadaki ekonomik gelişmelerin ortaya çıkan etkisi, her bir ulusal ekonomiyi çevreleyen sınırlara şimdiye dek tahmin edilemeyen ölçüde nüfuz ediyordu. Uluslararası yabancı yatırımların bir sonucu olarak geri kalmış ekonomilerin içinde bile kimi son derece gelişmiş özellikler bulunabiliyordu. Siyasi yapıları Orta Çağ’ın kalıntıları ile dolu olup, içinde ağır sanayinin önemli rol oynadığı kapitalist bir ekonomi üzerinde yükselen feodal veya yarı feodal rejimler vardı. Ne de gecikmiş kapitalist gelişme içindeki ülkelerde “kendi” demokratik devriminin başarısına yerel işçi sınıfından daha az ilgi gösteren bir burjuvazi ile karşılaşmak garip değildi. Bu tür aykırılıklar, sosyal olguların varlığının iç çelişkilerle daha az parçalandığı varsayımı üzerinden hesaplamalarını yapan biçimsel stratejik talimatlarla bağdaştırılamazdı.

Troçki’nin büyük başarısı; modern toplumsal, ekonomik ve siyasal karışıklıklara denk düşen teorik bir yapıyı ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuş olmasında yatıyordu. Troçki’nin yaklaşımında ütopik olan hiçbir şey yoktu. Aksine dünya ekonomisinin toplumsal ve siyasal yaşama etkisine yönelik derin bir kavrayışı temsil ediyordu. Siyasete gerçekçi bir biçimde yaklaşmak ve etkili bir devrimci stratejinin sağlam bir biçimde oluşturulması yalnızca sosyalist partiler uluslararası olanın ulusal olan üzerindeki önceliğini kendilerine nesnel çıkış noktası olarak aldıkları ölçüde mümkün olabilirdi. Bu, sadece uluslararası proleter dayanışmanın teşvik edilmesi anlamına gelmiyordu. Proletarya enternasyonalizmi, onun dünya ekonomisi içindeki nesnel temeli anlaşılmadığı ve dünya ekonomisinin nesnel gerçekliği stratejik düşüncenin temeli haline getirilmediği, esas olarak ulusal temelde örgütlü sosyalist partilerin program ve pratiğiyle ilişkisiz kaldığı sürece, ütopyacı bir ideal olarak kalacaktı.

Dünya kapitalizminin tarihsel gelişiminden ve Rusya’nın uluslararası ekonomik ve siyasal ortama nesnel bağımlılığından hareket eden Troçki, Rus devriminin sosyalist doğrultuda gelişimini öngörmüştür. Rus işçi sınıfı iktidara geçmek ve sosyalist karakterde önlemler almak zorunda kalacaktı. Ne var ki sosyalist çizgi doğrultusunda ilerlese de Rusya’daki işçi sınıfı kaçınılmaz olarak ulusal ortamın kısıtlamalarıyla karşı karşıya gelecekti. Bu ikilemden nasıl bir çıkış yolu bulunabilirdi? Kendi kaderini; kendi mücadelesinin son tahlilde bir dışavurumunu oluşturduğu Avrupa ve dünya devrimine bağlayarak.

Troçki’nin Sürekli Devrim teorisi dünya devriminin gerçekçi temellerde kavranmasını mümkün hale getirdi. Ulusal devrimler çağı artık sona ermişti, ya da daha yerinde bir ifadeyle, artık ulusal devrimler ancak uluslararası sosyalist devrimin çerçevesi içinde anlaşılabilirdi.

Troçki ve Bolşevikler

Troçki’nin çözümlemesinin sonuçları ele alındığında, onun hem Bolşevik hem de Menşeviklerle olan farklılıkları daha iyi değerlendirilebilir. Buradaki niyetim; devrimci bir hareket dahilinde siyasal oportünizme karşı mücadelenin ve bunu parti faaliyetleri ve örgütünün her kademesine yaymanın önemini herkesten daha derin bir biçimde kavramış olan Lenin’in büyük başarısını herhangi bir şekilde küçültmek değildir. Ne var ki yirminci yüzyıl deneyiminin işçi sınıfına öğrettiği –ya da öğretmesi gereken– ve en az devrimci örgüt meselesi kadar can alıcı ve kritik olan bir başka mesele de, doğru bir devrimci perspektif ile yönlendirilmediği takdirde en sıkı örgütlenmenin bile devrime bir engel teşkil edebileceği ya da edeceğidir.

Troçki’nin Rus sosyal demokrat işçi hareketi içindeki tüm eğilimlere karşı takındığı tutumu belirleyen bu eğilimlerin perspektifleri ve programlarıdır. Troçki’nin sorduğu soru; bunların Rus devriminin evrimini ve kaderini belirleyecek olan dünya güçlerini doğru değerlendiren bir siyasi programa ne ölçüde dayandıklarıdır. Bu açıdan bakıldığında Troçki, haklı olarak Bolşevik Parti’nin programına ve yönelimine eleştirel bir şekilde yaklaşıyordu. Şimdi müsaadenizle Troçki’nin Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi içindeki çeşitli hiziplerin farklı siyasal konumlarını araştırdığı 1909 tarihli bir makaleden bir parça okuyayım. Troçki şöyle yazıyordu:

Lenin, proletaryanın sınıf çıkarları ile nesnel koşullar arasındaki çelişkinin, proletaryanın kendi üzerine siyasal bir kısıtlama koymasıyla ve proletaryanın bizzat önde gelen bir güç olduğu devrimin aslında bir burjuva devrimi olduğu şeklindeki teorik bilincin bu kendi kendini kısıtlama durumuna yol açmasıyla çözüleceğine inanıyor. Nesnel çelişkileri proletaryanın bilincine aktaran Lenin, bu çelişkileri bir sınıf çileciliği aracılığıyla çözer. Bu çileciliğin kökeninde ise dini inançlar değil, “bilimsel” bir şema vardır. Bunun nasıl da umutsuzca idealist bir şey olduğunu anlamak için bu entelektüel kurguyu net biçimde görmek yeterlidir.

… Sorun şu ki Bolşevikler proletaryanın sınıf mücadelesini sadece devrimin zafere ulaştığı ana kadar tahayyül ediyorlar, bundan sonrasında ise mücadeleyi geçici bir süre “demokratik” koalisyonun içinde eritiyorlar. Mücadelenin saf bir şekilde ama bu sefer doğrudan sosyalizme yönelik olarak yeniden ortaya çıkışı ancak tam bir cumhuriyet sisteminin kurulmasından sonra oluyor. “Bizim devrimimiz burjuva devrimidir” soyut düşüncesinden ilerleyen Menşevikler, devlet iktidarının burjuvaziye devredilmesini temin etmek için proletaryanın sahip olduğu tüm taktikleri liberal burjuvazinin davranışıyla uyumlu hale getirmek zorunda olduğu sonucuna varıyorlar. Bolşevikler ise aynı derecede soyut bir düşünceden –‘demokratik diktatörlük, sosyalist diktatörlük değil’– hareket ediyor ve kendine burjuva-demokratik sınırlama koyan, devlet iktidarına sahip bir proletarya fikrine ulaşıyorlar. Bu konuda ikisi arasındaki farkın çok önemli olduğu doğrudur: Menşevizmin devrim karşıtı boyutu zaten net bir biçimde açığa çıkıyorken, Bolşevizminki ancak bir zafer durumunda ciddi bir tehlike haline gelecektir.[12]

Bu Rus Devrimi’nde tam olarak ne olacağına ilişkin ileri görüşlü bir kavrayıştı. Çarlık rejimi artık bir kere yıkıldığında, Lenin’in demokratik diktatörlük perspektifinin sınırlılıkları derhal açığa çıktı. Troçki, Rus işçi sınıfının iktidarı ele geçirmeye zorlanacağını ve “sosyalizmin nesnel sorunlarıyla karşılaşacağını ama bu sorunların çözümünün belli bir aşamada ülkenin ekonomik geri kalmışlığı yüzünden engelleneceğini” söylemeye devam ediyordu. “Ulusal bir devrim çerçevesinde bu çelişkiden kurtulmanın yolu yoktur.” Dolayısıyla Troçki, Lenin’in perspektifindeki sınırlılıkların sadece siyasi hesaplamalarında değil, bu siyasi hesaplamaların, Rus Devriminin içinde gerçekleşeceği uluslararası çerçeveden çok, ulusal bir çerçeveye dayandırılmasından kaynakladığını berrak bir biçimde tespit etmişti.

Troçki şöyle devam ediyordu:

En başından itibaren işçi hükümeti, gücünü Batı Avrupa’daki sosyalist proletaryanınki ile birleştirme göreviyle karşılaşacaktır. Ancak bu yolla kendisinin geçici nitelikteki devrimci hegemonyası sosyalist bir diktatörlüğün başlangıcı olacaktır. Böylelikle Rus proletaryası için sürekli devrim sınıfın kendini koruması sorununa dönecektir. İşçilerin partisi eğer atılgan devrimci taktikler için ipleri yeterince ele alamazsa, eğer kendisini yalnızca ulusal ve yalnızca demokratik olan bir diktatörlüğün kanaatkar perhizi ile sınırlarsa; Avrupa’nın birleşen gerici güçleri bir işçi sınıfının iktidara gelmesi durumunda bütün gücüyle sosyalist devrim uğruna mücadele etmek zorunda olduğunu gözler önüne sermek için hiç zaman kaybetmeyecektir.[13]

Temel mesele buydu. Devlet iktidarı biçiminin siyasal açıdan değerlendirilmesi, devrimci hareketin elde edeceği siyasi sonuç üzerinde belirleyici bir etken olarak uluslararası düzeyin taşıdığı önemin birbirinden farklı şekillerde değerlendirilmesinden kaynaklanıyordu. Bolşevik Parti’nin gelişimini tahlil ederken şu noktaların vurgulanması gerekir. Her program toplumsal güçlerin etkisini ve çıkarlarını yansıtır. Burjuvazinin gelişiminin geç kaldığı ve devrimin ulusal ve demokratik hedeflerini durmadan savunabilmesinin mümkün olmadığı ülkelerde, bu hedefleri oluşturan unsurlar işçi sınıfının programının bir parçası haline gelir. İşçi sınıfı, ilerici bir anlam taşımaya devam eden bu demokratik ve ulusal taleplerin arkasında durmalıdır. Yirminci yüzyıl boyunca sosyalist hareketin demokratik ve ulusal sorumlulukları üstlenmek zorunda kaldığı ve bu görevleri kendileri için birincil önemde gören –ancak işçi sınıfının sosyalist ve enternasyonalist özlemlerini daha az önemli bulan– unsurları kendi saflarına çektiği çok sayıda durum yaşanmıştır. Ulusal-demokratik ve sosyalist eğilimlerin birbirinin içine geçmesi Bolşevik Parti’nin gelişimini belirgin bir biçimde etkilemiştir. Hiç kuşkusuz Lenin, Bolşevik Parti içinde bu tür ulusalcı ve küçük burjuva demokratik önyargılara karşı en tutarlı muhalefeti temsil ediyordu. Lenin bunların varlığının farkındaydı ve bunları göz ardı edemezdi.

Birinci Dünya Savaşının patlak vermesinden sonra Lenin Aralık 1914’te şunları yazmıştı:

Bir ulusal gurura sahip olma duygusu bize, sınıf bilincine sahip Büyük Rus proleterlerine yabancı bir duygu mudur? Kesinlikle değildir! Bizler dilimizi ve ülkemizi seviyoruz ve onun uğraşıp didinen emekçi halk kitlesini (yani nüfusumuzun onda dokuzunu) demokratik ve sosyalist bilinç düzeyine yükseltebilmek için elimizden gelen en büyük gayreti gösteriyoruz. Çarın kasaplarının, soylularının ve kapitalistlerinin ellerinden güzel ülkemizin çektiği zulümleri, baskı ve aşağılanmaları görerek içimizde hissetmek bizler için en acı şeydir. Bu zulümlere karşı içimizden çıkardığımız; Büyük Rusların içinden çıkan direnişle övünüyoruz. Radişçev’in, Dekabristlerin ve yetmişlerin devrimcilerinin içimizden çıkmış olmasından, 1905’te Büyük Rus işçi sınıfının kitlelerin güçlü devrimci partisini yaratmış olmasından ve Büyük Rus köylüsünün demokrasiye yönelerek ruhban sınıfını ve büyük toprak sahiplerini alaşağı etmeye kalkışmış olmasından gurur duyuyoruz…

… Büyük Rus ulusu da bir devrimci sınıf yarattığı için; bu ulus da insanlığa, yalnızca katliamlar, sıra sıra idam sehpaları, zindanlar, büyük açlık ve papazlara, çarlara, büyük toprak sahiplerine ve kapitalistlere kölece bağlılık örnekleri değil, özgürlük ve sosyalizm uğruna büyük mücadele örnekleri verebildiği için, ulusal gururla doluyuz.[14]

Bu satırların yazarı Lenin’di. Bu makaleyi Lenin’in Büyük Rus şovenizmine verdiği bir taviz olarak okumak haksızlık olur. Kendisinin tüm yaşantısı Büyük Rus milliyetçiliğine karşı amansız muhalefetini kanıtlamaktadır. Fakat bu makale, Lenin’in işçi sınıfı arasında kökleşmiş milliyetçi duygularda devrimci bir etki yaratma ve bu duyguları devrimci amaçlar için kullanma teşebbüsüdür. Bu, Lenin’in sadece bir bütün olarak işçi sınıfındaki değil ama aynı zamanda kendi partisi içindeki milliyetçi duygulara duyduğu hassasiyeti de yansıtır. Milliyetçi duyguları devrimci amaçlar için kullanmak ile devrimci amaçları milliyetçiliğe uyarlamak arasında ince bir çizgi vardır. Yazarın iletmek niyetinde olduğu mesaj ile bu mesajın nasıl yorumlanacağı arasında tam bir örtüşme bulunmaz. Neredeyse kaçınılmaz olarak, daha büyük bir dinleyici kitlesine ulaştıkça mesajın siyasal niteliğinde bir alçalma söz konusu olur.

Lenin’in muhtemelen Büyük Rus işçi sınıfının devrimci geleneğini övme niyeti, parti işçilerinin daha geri kesimleri tarafından Büyük Rusların devrimci kapasitelerinin yüceltilmesi olarak yorumlanmış olabilir. Troçki haklı olarak Lenin’in bu yöntemine eleştirel yaklaşmıştı. 1915’te yazdığı gibi:

Bir toplumsal devrimin olasılıklarını ulusal sınırlar içinde ele almak, sosyal yurtseverliğin özünü oluşturan aynı ulusal sığlığın kurbanı olmaktır. … Unutulmamalıdır ki, sosyal yurtseverlikte reformizmin en bayağı halinin yanı sıra ulusal devrimci bir Mesihçilik de vardır. İster ulaştığı endüstriyel seviyeden olsun isterse “demokratik” biçiminden ya da devrimci fetihlerinden olsun, bu Mesihçilik kendi ulusal devletinden insanlığa sosyalizme ya da “demokrasiye” doğru gidişinde önderlik etmesinin talep edildiğini varsayar. Eğer zafer kazanmış bir devrim diğerlerine göre daha gelişmiş tek bir ulusun sınırları içinde kavranabilir olsaydı, ulusal savunma programıyla beraber bu Mesihçiliğin de görece tarihsel bir haklılığı olabilirdi. Fakat doğruyu söylemek gerekirse bu olanaksızdır. Proletaryanın uluslararası bağlarını zayıflatan böylesi yöntemlerle devrimin ulusal temelini korumak için mücadele etmek aslında devrimin kendi altını oymak anlamına gelir. Devrim; ulusal zeminde başlar ama Avrupa devletlerinin devam etmekte olan savaşta olduğu kadar böylesine güçlü bir şekilde daha önce hiç ortaya çıkmamış olan halihazırdaki ekonomik, askeri ve siyasi karşılıklı bağımlılıkları altında bu temelde tamamlanamaz.[15]

Lenin’in kendi siyasal perspektifini yeniden değerlendirdiği koşullar de incelemeye değerdir. Birinci Dünya Savaşı’nın etkisi altında dünya ekonomisini incelemesi Lenin’e Rus Devrimi’nin dinamiklerine ilişkin daha derin bir kavrayış kazandırarak aslında uzun yıllardır Troçki ile anılan perspektifi benimsemesini sağlamıştır.

Lenin 1917 yılında Nisan Tezleri’niokuduğunda salondakiler kendisinin Troçki’nin çizgisini ileri sürmekte olduğunu anlamışlardı. Tabi derhal “Troçkizm” suçlaması ortaya çıktı; sırf bu olguya bakarak bile bizler o yıl Troçki’nin devrimin başarıya ulaşmasındaki entelektüel katkısının boyutlarını anlayabiliriz. Bolşevik Parti’nin içindeki tartışmaların nereye kadar uzanabileceğinin entelektüel ve siyasi çerçevesi Troçki tarafından zaten oluşturulmuştu. Yani tamamen gökten zembille inmiş değildi. Yeni perspektifin görece hızlı bir zafer kazanmasını Lenin’in kişiliği ve Bolşevik Parti içindeki tartışmasız saygınlığı mümkün kılmış olsa da, Troçki’nin Sürekli Devrim perspektifine öncülük etmesi, özellikle Rusya’da kitlelerin 1917 yılında giderek sola kaydıkları koşullarda Lenin’in Bolşevik Parti içindeki işini kolaylaştırmıştır.

1917 yılının baharı, yazı ve güzünde olanlar aslında ondan 12 yıl önce olanların belli bağlamda bir başka biçimidir. Menşevik Theodore Dan tarafından yazılmış Bolşevizmin Kökenleri adlı kitaptan ilginç bir pasaj okumak istiyorum. Kendisi 1905 devrimi ile ilgili şu gözlemlerde bulunmuştur:

Bu “özgürlük günleri” [1905 devriminin doruğu] öylesine bir ortam yarattı ki, gerçeği söylemek gerekirse hem Menşevikler hem de Bolşevikler “Troçkizme” doğru kaydılar. Kısa bir süreliğine “Troçkizm” (elbette o zaman böyle bir ismi henüz yoktu) Rus Sosyal Demokrasisinin tarihinde ilk ve son olarak altında birleşilen bir çatı haline geldi.[16]

Yani 1905’de Rus işçi sınıfının sola doğru infilak edercesine kaydığı koşullar altında Troçki’nin perspektifi muazzam saygınlık ve değer kazanmıştı. Bu süreç 1917 yılında tekrarlandı. 1917 zaferi Troçki’nin Sürekli Devrim perspektifinin doğruluğunun kanıtlanmasıdır. Ne var ki 1922-1923 yıllarında Ekim Devrimi’ne karşı siyasal gericiliğin başlaması ve Rus milliyetçiliğinin yeniden ortaya çıkışı Bolşevik Parti içindeki Troçkizm karşıtı eski eğilimlerin tekrar su yüzüne çıkmasıyla siyasal ifadesini bulmuştur. O zamanın eğilimleri, sanki bunlar 1917’de Bolşevik Parti’de mevcut olan siyasal bölünmelerle alakalı değillermiş gibi ele alınamaz. Elbette bu, onların birebir aynı oldukları anlamına da gelmez.

Bolşevizmin 1917 yılındaki büyümesi işçi sınıfının önemli kent merkezlerinde muazzam derecede radikalleşmesine dayanıyordu. Partinin 1922 ve 1923’teki büyümesinde etkili olan ve Lenin’i oldukça kaygılandıran toplumsal güçler; özellikle devrimin kendileri için sayısız yükselme fırsatı yarattığı şehirli alt orta sınıftan ve elbette belirtmeye gerek yok ki çarlık bürokrasisinin kalıntılarından oluşan, büyük ölçüde proleter olmayan unsurlardı. Bu unsurların gözünde Rus Devrimi, uluslararası bir olaydan ziyade aşağı yukarı ulusal bir olay olarak görülüyordu. Daha 1922’de Lenin bir tür ulusal Bolşevizmin büyümekte olduğu uyarısını yapıyor ve şoven eğilimlere karşı suçlamalarında giderek sertleşiyordu. 1922’nin sonlarında 1923 yılı başlarında bu uyarılar özellikle; Lenin’in zihninde iğrenç bir toplumsal tip olan “Büyük Rus şoveni zorbanın” vücut bulmuş hali Stalin’e yönelmişti.

Troçkizmle mücadele esas itibarıyla parti içinde Sürekli Devrim teorisine yönelik muhalefetin yeniden ortaya çıkışıydı. Peki, o halde Troçki’yi bunu dile getirmekten alı koyan neydi? Sanırım bunun cevabı, Lenin’in son hastalığı ve ölümüyle ortaya çıkan olağanüstü zor koşullarda bulunabilir. Troçki muhtemelen daha önce kendisini Lenin’den ayıran farklılıklar üzerinde konuşmayı neredeyse imkansız bulmuştur. Nitekim bunu dile getirmek, Kasım 1927’de Troçki’nin Komünist Parti’den ihraç edilmesini protesto etmek için intihar etmeden saatler önce kaleme aldığı ünlü mektubunda Adolf Joffe’ye düşmüştür. Mektubunda Joffe; temel perspektif meselelerine dair, ki buna Sürekli Devrim meselesi de dahildir, kendisinden ziyade Troçki’nin haklı olduğunu Lenin’in sık sık söylediğini işitmiş olduğunu belirtmektedir. Troçki’nin parti önderliği içinde gelişen siyasal gerilimlerin milliyetçi alt metninin farkında olmaması mümkün değildir. Hayatının sonuna doğru Troçki; Sovyetler Birliği’nde Troçkizme karşı mücadelenin köklerinin Bolşevik Parti içindeki 1917 öncesi farklılıklara kadar uzandığını açıkça ifade etmiştir. 1939 yılında yazmış olduğu gibi: “Teorik düzlemde ele alındığında bir bütün olarak Stalinizmin, 1905’te formüle edilen sürekli devrim teorisinin eleştirisinden türetildiğini söylemek mümkündür.”[17]

Troçki devrimci hareketin bilincinde dünya devriminin teorisyeni olarak geniş bir yer tutarak hatırlanmaya devam edecektir. Elbette kendisi Lenin’den daha uzun yaşamış ve yeni sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Ne var ki 1905’ten başlayarak 1940’taki ölümüne kadar Troçki’nin bütün eserlerinde temel bir süreklilik vardır. Dünya devrimi perspektifinden mücadele etmek kendisinin bütün eserlerindeki belirleyici ve başat temadır. Rus Devrimi Lenin’e ait olan ne varsa içinde barındırır. Fakat Troçki için Rus Devrimi hayatında bir bölümden ibarettir; bu elbette ki çok büyük bir bölümdür fakat daha büyük bir dünya sosyalist devrimi piyesi içinde sadece bir bölümdür.

Troçki’nin iktidardan düştükten sonraki eserlerini ele almak tek bir konferansın sınırlarını aşar. Fakat bu konuşmayı nihayete erdirirken Troçki’nin teorik mirasına ilişkin kritik bir unsuru vurgulamak istiyorum: Troçki’nin klasik Marksizmin son büyük temsilcisi olarak üstlendiği rol.

Klasik Marksizmden bahsederken aklımızda iki temel anlayış bulunmaktadır: Bunlardan ilki toplumdaki temel devrimci gücün işçi sınıfı olduğu ve ikincisi de Marksistlerin temel görevinin hem teorik hem de pratik olarak dur durak bilmeden bu sınıfın siyasal bağımsızlığı için çalışmasıdır. Sosyalist devrim bu sürekli ve ödünsüz faaliyetin nihai ürünüdür. İşçi sınıfının siyasal bağımsızlığı zeki taktikler yoluyla değil en temel anlamıyla eğitim yoluyla –her şeyden önce de işçi sınıfının siyasi öncüsünün eğitimiyle– sağlanabilir. Kestirme yollar yoktur. Troçki’nin sıklıkla uyarıda bulunduğu gibi devrimci stratejinin en büyük düşmanı sabırsızlıktır.

Yirminci yüzyıl, işçi sınıfının hem en büyük zaferlerine hem de en trajik yenilgilerine tanık oldu. Geçen 100 yıldan alınan dersler içselleştirilmelidir ve bu görevi yerine getirmeye başlamış olan sadece bizim hareketimizdir. Tarihte hiçbir şey boşa gitmez ve unutulmaz. Uluslararası işçi sınıfının bir sonraki büyük yükselişi –ve bunun uluslararası kapsamı kapitalist üretimin küresel bütünleşmesi tarafından güvence altına alınmıştır–Troçkizmin, yani klasik Marksizmin düşünsel olarak yeniden canlanmasına tanıklık edecektir.


[1]

Writings of Leon Trotsky [Lev Troçki’nin Yazıları] [1939-40] (New York: Pathfinder Press, 2001), s. 298.

[2]

Lev Troçki, In Defence of Marxism [Marksizmi Savunurken](Londra: New Park Publications, 1971), s. 39.

[3]

Robert J. Alexander,International Trotskyism, 1929-1985: A Documented Analysis of the Movement [Uluslararası Troçkizm, 1929-1985: Hareketin Belgeli Analizi] (Durham: Duke University Press, 1991), s. 32.

[4]

Lev Troçki, 1905 (New York: Vintage, 1971), s. 459-460.

[5]

Age., s. 356.

[6]

Lev Troçki, History of the Russian Revolution [Rus Devrimi’nin Tarihi] (Londra: Pluto Press, 1977), s. 201.

[7]

Age., s. 247.

[8]

Lev Troçki, Terrorism and Communism [Terörizm ve Komünizm] (Ann Arbor: University of Michigan Press, 1969), s. 28.

[9]

Lev Troçki, Trotsky’s Diary in Exile, 1935 [Troçki’nin Sürgün Günlüğü, 1935](New York: Atheneum, 1963), s. 46-47.

[10]

Writings of Leon Trotsky [1939-40] içinde alıntı, s. 65.

[11]

Lev Troçki, Permanent Revolution [Sürekli Devrim](Londra: New Park, 1971), s. 240.

[12]

Lev Troçki, “Our Differences,” [“Farklılıklarımız”]: 1905 içinde(New York: Random House, 1971), s. 314-317.

[13]

Age., s. 317-318.

[14]

V.İ. Lenin, Collected Works [Toplu Eserler], Cilt 21 (Moskova: Progress Publishers, 1964), s. 103-104.

[15]

Lev Troçki, The Third International After Lenin [Lenin’den Sonra Üçüncü Enternasyonal] (Londra: New Park Publications, 1974), s. 53’de alıntılanmıştır.

[16]

Theodore Dan, The Origins of Bolshevism (New York: Schocken Books, 1970), s. 345.

[17]

Writings of Leon Trotsky [1939-1940], s. 64.