11 Kasım 2017’de verilen konferans.
Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin Ağustos 1914’te savaş kredileri lehine oy vermesine Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht ile birlikte karşı çıkmış olan büyük sosyalist tarihçi, gazeteci ve teorisyen Franz Mehring, 1917’nin son gününde, sadece altı hafta önce Bolşeviklerin burjuva Geçici Hükümet’i deviren ayaklanmaya önderlik ettiği Petrograd’daki olayları değerlendirmişti. Mehring, Bolşeviklerin iktidara gelmesinin muazzam siyasi sonuçlarını teşhis ederken, Petrograd’da meydana gelen olayın, zamanla, uzun süreli ve zorlu bir mücadelenin sadece başlangıcı olduğunun büyük ihtimalle kanıtlanacağını vurguluyordu. Mehring, şöyle yazmıştı:
Devrimler, eğer gerçek devrimlerse, uzun solukludurlar; on yedinci yüzyılın İngiliz Devrimi, on sekizinci yüzyılın Fransa Devrimi; her birinin kendisini sonuçlandırması yaklaşık kırk yıl aldı ve İngiliz ve hatta Fransız Devrimi’nin karşı karşıya olduğu güçlükler, Rus devriminin karşı karşıya olduğu devasa sorunlarla karşılaştırıldığında, neredeyse çocuk oyuncağıydı.[1]
Gerçekten de, Petrograd’da hemen hemen kansız bir şekilde başarılmış olan iktidarın zaptını, hemen sonra üst üste gelen siyasi krizler izlemişti. İlk olarak, hükümet kurma konusunda anlaşmazlık vardı. Bunu, kısa süre sonra, Bolşeviklerin dağıtmaya karar verdiği Kurucu Meclis üzerinden yaşanan çatışma takip etti. Ardından, Almanlar ile müzakereler üzerine yaşanan şiddetli anlaşmazlık ve –Bolşevik önderlik içindeki keskin bölünmelerin ortasında– Alman emperyalistlerinin talep ettiği sert tavizleri kabul etme ve barış antlaşmasını imzalama kararı geldi. 1918 baharına gelindiğinde, Sovyet Rusya topyekün bir iç savaşın içine çekilmişti. Temmuz’da, Lenin, Sosyalist Devrimci Parti’nin bir üyesi tarafından iki kez vuruldu. Lenin, bu suikast girişiminden güçlükle sağ çıktı. Bütün bunlara rağmen, sayısız tarihsel anlatıda, Bolşevikler en makul çağrılara bile kayıtsız, kana susamış fanatikler olarak sunulmaktadır. Diğer taraftansa, onların özellikle Menşevikler arasındaki karşıtları, uzlaşma abideleri olarak betimlenmektedir. Fakat bunun gerçekle bir ilgisi yoktur. Önce, ayaklanma sonrası krizleri inceleyelim.
Menşevik ve Sosyalist Devrimci partiler, hemen, Bolşeviklerin “maceraları”nı sonlandırmalarını ve iktidardan vazgeçmelerini talep ettiler. Onlar, ayaklanmayı örgütlemiş olan Askeri Devrimci Komite silahsızlandırılmadıkça Bolşeviklerle görüşme bile yapmayacaklarını ilan ettiler. Komitenin (Troçki gibi) önderleri, yazgılarına gelecekteki bir Kurucu Meclis oturumunda karar verilene kadar kişisel güvenlikleri için geçici güvenceler alacaktı.[2] Küstah taleplerine bakılırsa, bu partiler Petrograd’daki güç dengesini gerçekten anlamamış görünüyorlardı.
Vikzel olarak bilinen demiryolu işçileri sendikasının sağcı önderleri tarafından desteklenen sözde “ılımlı” sosyalist partilerin uzlaşmazlığı, Bolşevik Parti Merkez Komitesi içinde Lev Kamenev’in önderlik ettiği ve hükümetin tabanını genişletmek için büyük tavizler vermeye hazır olan önemli bir hizbin varlığı eliyle cesaretlendiriliyordu. “Ilımlı” sosyalistlerin ve Kent Duması’nın, Lenin ile Troçki’nin yeni bir koalisyon hükümetinde önderlik makamlarının dışında bırakılması talebine yanıt olarak Bolşevik Parti Merkez Komitesi, devrimin başlıca iki önderinin yokluğunda, “partilerin aday göstermeleri konusunda karşılıklı kimi fedakarlıklar hoş görülebilir,” diye belirten bir açıklama yayımladı.[3]
Lev Kamenev’in sonraki bir açıklamasıyla iyice pekiştirilen Merkez Komite görüşü, tarihçi Alexander Rabinowitch’in belirttiği gibi, “Lenin’in ve Troçki’nin dokunulmaz olmadığının ve hatta tüm sosyalist partileri içeren bir hükümette Bolşevik çoğunluğunun mutlak bir zorunluluk olmayabileceğinin bir işaretiydi.”[4] Menşeviklerin Lenin ile Troçki’nin iktidardan dışlanması talebi, özünde, işçi sınıfının siyasi ve fiziksel olarak başının kesilmesi çağrısıydı. Menşevik Parti’nin önderlerinden biri olan Fyodr Dan, gerçekten de Petrograd işçilerinin silahsızlandırılması çağrısı yapmıştı.
“Ilımlı” sosyalistlerin Bolşevik karşıtı kudurganlığı, Martov’un önderlik ettiği daha solcu Menşevik-Enternasyonalistlerin bir kesimini korkutmuştu. Bu hizbin temsilcilerinden A. A. Blum, sağcı “ılımlılar”a şu soruyu sormuştu: “Bolşeviklerin yenilgisinin ne anlama geleceğini herhangi bir şekilde düşündünüz mü? Bolşeviklerin eylemi, işçilerin ve askerlerin eylemidir. İşçiler ve askerler, proletarya partisi ile birlikte ezilmiş olacaktır.”[5]
Bolşevik Merkez Komite içindeki teslimiyetçi düşüncelere karşın, Petrograd işçileri arasında Sovyet iktidarına güçlü destek varlığını sürdürüyordu. Lenin, ayaklanmayı ve gerçekten devrimci bir hükümetin kurulmasını savunması konusunda uzlaşmazdı. 1 Kasım 1917’de yapılan ve şiddetli tartışmaların yaşandığı Merkez Komite toplantısında, Lenin, Kamenev’e ve Parti önderliğindeki diğer teslimiyetçilere karşı çok öfkeli bir sözlü saldırıya girişti. Burjuva güçlerin devrime şiddetli bir şekilde direndiği Moskova’da esir alınan askerlerin burjuva Junker subayları tarafından vurulmasına ilişkin raporlardan alıntı yaptı. Yenilgiye uğrayan ve kan içinde boğulan işçi sınıfı ayaklanmalarını hatırlatan Lenin, teslimiyetçilere, “Eğer burjuvazi zafer kazanmış olsaydı, 1848’de ve 1871’de yaptığı gibi hareket edecekti,” diye vurguladı.[6] Söz konusu tarihsel göndermeler, Paris işçilerinin Haziran 1848’de General Cavaignac tarafından katledilmesi ve Mayıs 1871’de Paris Komünü’nün ezilmesi sırasında Versay hükümetinin burjuva ordusunun en az 10.000 işçiyi kurşuna dizmesi hakkındaydı.
Geçici Hükümet’i desteklemiş olan partilere taviz vermek ve onlarla koalisyon kurmak, Ekim Devrimi’nden vazgeçmekle eşdeğerdi. Tüm Merkez Komite üyeleri içinde, Lenin’in ayaklanma karşıtları ile bir koalisyon kurmayı reddetmesini tartışmasız bir şekilde ve coşkuyla savunmuş bir tek kişi vardı. Lenin, bu konuda şunu ilan etmişti: “Uzlaşmaya gelince, bu konuda ciddi bir şekilde konuşamıyorum bile. Troçki uzun zaman önce birleşmenin imkansız olduğunu anladı ve o zamandan beri ondan daha iyi bir Bolşevik yoktur.”[7]
Lenin, işçi sınıfının önderliği olarak Parti’nin, kendi çıkarlarını savunmak zorunda olduğunda ısrar etti. Sağa taviz verme talebiyle bir kez daha Kamenev ile ittifak kurmuş olan Zinovyev’e yanıt veren Lenin, şunları belirtiyordu:
Zinovyev, bizim Sovyet iktidarı olmadığımızı söylüyor. Lütfen, bizler sadece, Sosyal Devrimcilerin ve Menşeviklerin ayrılmasından beri yalnız bırakılmış Bolşevikleriz, vesaire. Ama bundan biz sorumlu değiliz. Biz Sovyetler Kongresi tarafından seçildik. Bu örgüt yeni bir şeydir. Mücadele etmek isteyen herkes onun içine girer. O, halktan değil; kitlelerin peşinden gittiği öncüden oluşur. Biz kitlelerle yürüyoruz; yorgun değil, aktif kitlelerle. Şimdi ayaklanmayı genişletmekten geri durmak, yorgun kitlelere [teslim olmaktır] ama biz öncüyle beraberiz. Sovyetler [mücadele içinde] biçimlenmektedir. Sovyetler, proleter kitlelerin öncüsüdür.[8]
Lenin’in tutumunu destekleyen Troçki, siyasi gerçeklere ilişkin açık ve duygularla hareket etmeyen bir değerlendirme sundu:
Bize gelişmekten aciz olduğumuz söyleniyor. Bu durumda biz, iktidarı bize karşı mücadele etmekte haklı olanlara öylece teslim etmeliyiz. Ama biz daha şimdiden büyük bir emek harcadık. Bize süngülerin üzerine oturamayacağımız söyleniyor. Fakat süngüsüz de yönetemeyiz. Burada oturabilmek için süngülere ihtiyacımız var. Halihazırda içinden geçmekte olduğumuz deneyim bize bir şeyler öğretmiş olmalı. Moskova’da bir savaş yaşandı. Evet, oradaki Junkerler ile ciddi bir savaş oldu. Ancak bu Junkerler ne Menşeviklere ne de Vikzel’e sadakat borçludur. Vikzel ile uzlaşma, burjuvazinin Junker kıtalarıyla çatışmayı ortadan kaldırmaz. Hayır. Bize karşı gelecekte de amansız bir sınıf mücadelesi yürütülmeye devam edecek. Şu anda taraf seçmekten aciz olan tüm bu orta sınıf bitleri, Hükümetimizin güçlü bir hükümet olduğunu keşfettiklerinde, Vikzel ile birlikte bizim tarafımıza gelecekler. [General] Krasnov’un Kazaklarını Petersburg’un aşağısında ezmemizden dolayı, hemen ertesi gün kutlama telgrafları yağmuruna tutulduk. Küçük burjuva kitleler kendilerini teslim etmeleri gereken gücü arıyorlar. Bunu anlamayanlar, evrendeki ve en azından devlet aygıtındaki herhangi bir şeye ilişkin en ufak bir kavrayışa sahip olamaz. Daha 1871’de, Karl Marx, yeni bir sınıfın eski devlet aygıtını öylece kullanamayacağını söylemişti. Bu aygıt, bizim göğüs germemiz gereken kendi çıkarlarını ve alışkanlıklarını yaratmaktadır. O, paramparça edilmeli ve yenisiyle değiştirilmelidir; bizler ancak o zaman başarılı olabiliriz.
Eğer öyle olmasaydı, eğer eski Çarlık aygıtı bizim yeni hedeflerimize uygun olsaydı, o zaman tüm devrim içi boş bir yumurta kabuğu etmezdi. Bizler, fiilen halk kitlelerinin ortak çıkarlarını aygıtın kendine has çıkarlarının üzerine yerleştirecek türde bir aygıt yaratmalıyız.
Aramızda, sınıflar ve sınıf mücadelesi sorununa yönelik bütünüyle kitabi bir tavır geliştiren birçok kişi var. Onlar, devrimci gerçeklikten bir nefes aldıkları an, farklı bir dil konuşmaya başladılar (yani, uzlaşma ve mücadele etmeme dili).
Şimdi en derin toplumsal krizi yaşıyoruz. Şu anda proletarya devlet aygıtının imhasını ve yenisiyle değiştirilmesini gerçekleştiriyor. Onların direnişi, bizim büyüme süreçlerimizi yansıtıyor. Hiçbir söz onların bize yönelik nefretini azaltamaz. Bize, onların programının bizimkiyle muhtemelen benzer olduğu söyleniyor. Onlara birkaç koltuk verin ve her şey çözülsün... Hayır. Burjuvazi, kendisinin bütün sınıf çıkarları gereğince bize karşı birlik oluyor. Ve Vikzel ile uzlaşma yoluna giderek karşılığında ne elde edeceğiz?... Biz, yalnızca kendi şiddetimiz yoluyla üstesinden gelebileceğimiz silahlı şiddetle karşı karşıyayız. Lunaçarski, kan akıyor diyor. Ne yapalım? Belli ki hiç başlamamalıydık.
Öyleyse, en büyük hatanın Ekim’de değil de, gelecekteki iç savaş alanına girdiğimiz Şubat sonuna doğru yapılmış olduğunu neden açıkça itiraf etmiyorsunuz.[9]
Bolşevik önderlik içindeki mücadele bir haftadan uzun süre şiddetle devam etti. Menşeviklerle, Sosyalist Devrimcilerle ve Bolşeviklerin önderliğindeki 24-25 Ekim ayaklanmasının diğer karşıtlarıyla bir koalisyon kurma yönündeki taleplerin üstesinden gelmek için, Lenin’in Troçki’nin desteğiyle büyük çaba göstermesi gerekmişti.
Partiyi bir kez daha bölünmenin eşiğine getirmiş olan Bolşevik önderlik içindeki çatışma, Merkez Komite’nin önemli bir kesiminin, yalnızca Ekim’de iktidarın ele geçirilmesine değil, Lenin’in Nisan 1917’de Rusya’ya dönmesinin ardından uygulamaya konmuş olan tüm siyasi yönelime karşı muhalefetinin varlığını ne ölçüde sürdürdüğünü gösteriyordu. Kamenev’in; Lenin ile Troçki’nin yeni hükümetteki görevlerden menedilmesi anlamına gelse bile Bolşevik Parti’nin bir koalisyona razı olması talebi, onun Şubat Devrimi’nin hemen ardından Stalin ile birlikte ileri sürmüş olduğu görüşlerin önemli noktalarını yineliyordu.
Lenin’in dönüşünden önce, Kamenev ile Stalin önderliğindeki Bolşevik Parti’nin, Şubat Devrimi’nin hemen ardından ortaya çıkmış olan siyasi uzlaşmalara kendisini uyarlamış olduğunu unutmayalım. Parti, burjuva Geçici Hükümet’in otoritesini kabul etmişti. Yeni kurulan Sovyet, demokratik olarak yenilenmiş burjuva devletin politikalarının belirlenmesinin üzerinde soldan etkide bulunma girişiminden fazlasını yapmayacaktı. Burjuva egemenliğinin kabul edilmesinin kaçınılmaz sonucu, Rusya’nın, çarlık rejiminin devrilmesinden beri bir “demokrasiyi savunma savaşı” olarak yeniden makyajlanmış olan emperyalist savaşa katılımının sürdürülmesine destek verilmesiydi.
Şubat ayaklanmasına yönelik bu ilk Bolşevik tepkisinin altında yatan siyasi perspektif, Rusya’nın, hedefi Büyük Britanya’da ya da Fransa’da var olana benzer bir parlamenter demokrasinin kurulması olan burjuva demokratik bir devrimden geçiyor olduğuydu. Bir işçi hükümeti, yani proletarya diktatörlüğü uğruna mücadele, tarihsel ve ekonomik açıdan erken olarak reddedilmişti. Ekonomik olarak geri kalmış ve büyük çoğunluğu köylülerden oluşan bir nüfusa sahip olan Rusya, sosyalizm için hazır değildi. Bu görüşü savunan Kamenev ve diğer Bolşevik önderlere karşı dürüst olmak gerekirse, onlar, meşru bir şekilde, Şubat Devrimi’ne verdikleri yanıtın, Bolşeviklerin köklü proletarya ile köylülüğün demokratik diktatörlüğü programına dayandığını iddia edebilirlerdi ve doğrusu, ettiler de.
Bu program, çarlık hükümetinin devrilmesi temelinde ortaya çıkacak rejimin sınıfsal doğası konusunda, en iyimser görüşle, muğlaktı. Dahası, proletarya ile köylülüğün demokratik diktatörlüğü programı, 1905 Devrimi sırasında ve onun hemen sonrasında Troçki tarafından formüle edilmiş olan sürekli devrim perspektifinden köklü bir şekilde ayrılıyordu. İyi bilindiği üzere, Troçki’nin teorisi, çarlığa karşı demokratik devrimin, hızla, işçi sınıfının iktidarı kendi ellerine almasını, sosyalist politikalar uygulamaya koymasını ve burjuva-kapitalist mülkiyete şiddetli ve hatta öldürücü saldırılarda bulunmasını gerektiren bir sosyalist devrime dönüşeceğini öngörüyordu.
Troçki’nin yaklaşan Rus Devrimi’nin sosyalist bir karakter edineceği tahmini, onun Bolşevikler de dahil olmak üzere soldaki neredeyse tüm siyasi çağdaşları tarafından, Rusya’nın koşullarına ilişkin gerçek dışı ve hatta ütopyacı bir değerlendirme olarak reddedilmişti. Ekonomisi sosyalist önlemler için yeterince hazır olmayan bir ülkede işçi sınıfının iktidarı doğrudan ele geçirmesini savunmak, tek kelimeyle olanaksızdı.
Ne var ki, Troçki’yi eleştirenler, onun temel savına yeterli ilgiyi göstermemişlerdi. Troçki’nin sosyalist bir devrim beklentisi, Rusya’nın koşullarına ilişkin ulusal temelli bir değerlendirmeden çok kapitalist dünya ekonomisinin yirminci yüzyıldaki gelişimine ve onun bütün ülkelerin siyasi yaşamı üzerindeki etkisine ilişkin bir çözümlemeden kaynaklanıyordu. Troçki, 1907’de, kapitalizmin küresel gelişiminin, “tüm dünyayı tek bir ekonomik ve siyasal organizmaya dönüştürmüş” olduğunu ileri sürmüştü. Ekonomik ilişkilerin karmaşık bir şekilde birbirine kenetli ağı, tüm ülkeleri, kaçınılmaz olarak, “tanık olunmadık boyutlarda bir toplumsal krizin” içine çekecekti. Önüne geçilemez krizin patlak vermesi, burjuva egemenliğinin “kökten, dünya çapında tasfiyesine” yol açacaktı. Troçki’nin küresel kriz çözümlemesi, Rus Devrimi’ne ilişkin stratejik kavrayışını belirlemişti. Kapitalist krizin “uluslararası karakteri”, Rus işçi sınıfı için “geniş ufukların” kapısını açacaktı. “Rusya’nın işçi sınıfı önderliğindeki siyasi kurtuluşu,” diye yazıyordu Troçki, “bu sınıfı tarihte daha önce görülmemiş bir doruğa çıkartacak, ona devasa bir güç ve kaynak aktaracak ve onu dünya kapitalizminin tasfiyesinin –tarih bunun tüm nesnel koşullarını yaratmıştır– öncüsü haline getirecektir.”[10]
1914 öncesinde Lenin, Troçki’nin sürekli devrim teorisinden çıkan stratejik yönelimi reddetmişti. Ancak I. Dünya Savaşı’nın patlaması ve İkinci Enternasyonal’in ulusal şovenizme derhal teslim olması, Lenin’in Rus Devrimi kavrayışında çok derin bir etkide bulundu. Eğer herhangi bir olay “her şeyi değiştirebiliyor” ise, dünya savaşının patlak vermesi böyle bir gelişmeydi. Ağustos 1914’ten itibaren, Lenin’in dünya savaşının nedenlerine ve İkinci Enternasyonal’in ihanetine ilişkin çözümlemesi, onun tüm siyasi gelişmelere ilişkin kavrayışının temeli haline geldi. Karl Kautsky’nin umduğunun tersine savaş, sona ermesinin ardından her şeyin az çok Ağustos 1914 öncesindeki haline döneceği basit bir olay değildi. Lenin için dünya savaşı, dünya politikasında yeni bir çağın başlangıcına işaret ediyordu.
Savaştan sadece iki yıl önce, İkinci Enternasyonal’in 1912’deki Basel Kongresi’ne katılan delegeler, savaşın patlamasının yaratacağı krizden kapitalist sistemin dünya çapında tasfiyesini gerçekleştirmek için yararlanma sözü veren bir kararı kabul etmişlerdi. Delegelerin ezici çoğunluğunun, kararı, siyasi açıdan anlamsız tumturaklı bir yorumdan ibaret görmüş olduğu güvenle varsayılabilir. Ancak Lenin, bu kararı, İkinci Enternasyonal’in tüm şubelerini bağlayan ciddi bir politika açıklaması olarak görmüştü.
Dahası, Lenin’in çözümlemiş olduğu gibi, savaş, şu ya da bu hükümetin hatalarının ve yanlış hesaplamalarının sonucundaki bir kaza değildi. Savaş, kapitalist-emperyalist dünya düzeninin ekonomik ve jeopolitik dengesinin sistem çapında yıkıcı bir şekilde parçalanmasından başka bir şey değildi. Savaşın, milyonlarca insanı dehşet verici ve görülmemiş bir şiddet girdabına çekecek şekilde patlak vermesi, Avrupa’nın kapitalist egemen sınıflarının bu sistem çapındaki başarısızlığa yanıtıydı. Savaş, onların “sistemi yeniden başlatma” yöntemiydi ve bu, sömürge topraklarının ve etki alanlarının, sonunda yeni bir ekonomik ve siyasi denge kurulacak şekilde yeniden paylaşımını gerektiriyordu.
Tüm emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfının kapitalist çözüme karşı gerekli ve kaçınılmaz yanıtı, dünya sosyalist devrimiydi. Emperyalist egemen sınıfların nesnel pratiğinde savaş biçimini alan sistemsel çöküş, uluslararası işçi sınıfının nesnel pratiğinde kapitalizm karşıtı sınıf mücadelesinin yoğunlaşması ve sosyalist devrim biçimini alacaktı. Savaşın sona ermesi, kapitalist sınıfların alaşağı edilmesini, kapitalist mülkiyete ve kâr sistemine dayanan ekonomik sistemin ortadan kaldırılmasını ve ulus devletin imhasını gerektiriyordu. Dünya sosyalist hareketinin politikasına hem programatik hem de pratik olarak yön vermesi gereken, toplumsal ve ekonomik gelişmenin bu nesnel eğilimine ilişkin bilinçti.
Emperyalist savaş bu küresel çerçeve içinde kavrandığında, dünya ekonomisinin yalıtılmış bir “ulusal” birimi olarak Rusya’nın sosyalist devrim için “hazır” olmadığını ileri sürenlerin meseleyi anlamadıkları açıktı. Lenin, ulusal temelli bir sosyalizm programı savunmuyordu. Lenin (ve elbette, Troçki) için, Rusya, dünya çapında bir mücadelede son derece önemli bir cepheyi oluşturuyordu. Karmaşık bir dizi koşul, Rus işçi sınıfının önüne, dünya sosyalist devrimindeki ilk büyük cepheyi açma görevini koymuştu.
Lenin, Rusya’ya döner dönmez, Bolşevik Parti içinde devrimi ulusal bir çerçevede gören tüm eğilimlere karşı yoğun bir siyasi mücadele yürütmek zorunda kaldı. Lenin, 24 Nisan 1917’de, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Yedinci Tüm Rusya Konferansı’nı aşağıdaki açıklama ile açmıştı:
Yoldaşlar, proletarya partisinin Rus devrimi ve aynı zamanda gelişen bir dünya devrimi koşullarındaki ilk konferansı için burada toplandık. Bilimsel sosyalizmin kurucularının savının ve Basel Kongresi’nde toplanan sosyalistlerin oybirliğine dayanan öngörüsünün; yani dünya savaşının kaçınılmaz olarak devrime yol açacağının doğru olduğunun her yerde kanıtlandığı saat yaklaşıyor…
Devrimi başlatma büyük onuru Rus proletaryasına düşmüştür. Ancak Rus proletaryası, hareketinin ve devriminin, yalnızca, örneğin Almanya’da her geçen gün ivme kazanmakta olan dünya devrimci proleter hareketinin bir parçası olduğunu unutmamalıdır. Görevlerimizi yalnızca bu açıdan belirleyebiliriz.[11]
Lenin, şöyle devam etmişti:
Marksizmin bakış açısından, bütün kapitalist ülkeler sıkı bir şekilde kaynaştığı için, emperyalizmi ele alırken kendini tek bir ülkedeki koşullarla sınırlamak saçmadır. Şimdi, savaş zamanında, bu bağ, sonsuz derecede daha güçlenmiş durumdadır. Tüm insanlık, hiçbir ulusun kendi başına kurtulamayacağı karmakarışık kanlı bir yığının içine atılmıştır. Daha fazla ve daha az gelişmiş ülkeler var olmasına rağmen, bu savaş hepsini pek çok iplikle birbirine bağlamıştır; kendi başına hareket eden herhangi bir ülkenin tek başına bu kördüğümden çıkması hayal edilemez.[12]
Lenin, partiyi iktidar için mücadele perspektifine kazanmasından sonra bile, partinin stratejisinin enternasyonalist temellerini durmak bilmeden vurgulamaya devam etti. Makalelerinde, kitlesel mitinglerde ve bilimsel konferanslarda, savaşın ve Rusya’daki devrimin dünya emperyalizminin krizinden ortaya çıktığını açıkladı. Lenin, 4 Mayıs 1917’de verdiği “Savaş ve Devrim” başlıklı bir konferansta, şunları belirtiyordu:
Tüm kapitalistlerce sürdürülen savaş, bu kapitalistlere karşı bir işçi devrimi olmaksızın sona erdirilemez. Kontrol, eylem yerine sırf söz olarak kaldıkça, kapitalistlerin hükümetinin yerini devrimci proletaryanın hükümeti almadıkça, hükümet yalnızca şunu tekrarlamaya mahkumdur: Felakete doğru gidiyoruz, felakete, felakete…
Bu savaşı sona erdirmenin tek yolu, birçok ülkede bir işçi devriminden geçmektedir. Bu süre içerisinde, bu devrim için hazırlıklar yapmalı, ona yardım etmeliyiz.[13]
Bolşeviklerin iktidarı alma kararı, olağanüstü bir siyasi cesaret ve eklemek gerekir ki, terimin en iyi anlamında bir siyasi “irade” gösterisiydi. Bu tarihsel durumda, Bolşeviklerin “iktidar iradesi”, bir tür öznel iradecilik ifadesi değil; siyasi pratiğin nesnel gerçeklik ile gerekli uyumuydu. Ekim Devrimi’nin eleştirmenleri, hatta onun büyük sosyalist amaçlarına sempati dile getirenler bile, iktidarı alma kararının çok fazla risk içerdiğini ileri sürdüler. Lenin ile Troçki’nin Sovyet Rusya’nın yazgısının sosyalist devrimin Orta ve Batı Avrupa’ya, özellikle de Almanya’ya yayılmasına bağlı olduğuna inandıkları göz önünde tutulursa, Bolşevik politikasını başka bir ülkenin işçilerinin iktidarı ele geçirmesine dayandırmak tehlikeli, hatta düşüncesizce değil miydi? Acaba Bolşevikler Alman devriminin başarısına çok büyük bir bahis mi oynamışlardı? Almanya’daki devrimci hareketin gelişimi başarı olasılığını daha az şüpheli hale getirene kadar Rusya’daki devrimci eylemi ertelemek daha akıllıca olmaz mıydı?
Bu kuşkucu bakış açısı, hem tarihsel sürece hem de uluslararası devrimci mücadeleye ilişkin yetersiz bir kavrayışı açığa vurmaktadır. Lenin, Ekim Devrimi’nden kısa süre önce yazılmış olan Bolşevikler Devlet İktidarını Elde Tutabilecekler mi? başlıklı broşürde, bir toplumsal devrime yalnızca, “eğer tarih ona sanki bir Alman ekspres treni istasyona giriyormuş gibi huzurlu, sakin, düzgün ve kesin bir şekilde yol açarsa… Ağırbaşlı bir kondüktör kapıyı açıp da, ‘Toplumsal Devrim İstasyonu! Alle aussteigen!’ diye anons ederse” onay vermeye razı olanlarla alay ediyordu.[14]
Lenin, ayrıca, iktidarın alınmasına karşı sık sık öne sürülen bir başka sava da değiniyordu. Buna göre, eğer siyasi durum “olağanüstü karmaşık” olmasaydı, devrim son derece tavsiye edilen bir eylem şekli olurdu. Alaycılığını gizlemeyen Lenin, Bolşevikleri “karmaşık olmayan” bir durumun ortaya çıkmasını beklemeye çağıran “akil adamlara” şu yanıtı vermişti:
Böyle devrimler hiçbir zaman olmaz ve böyle bir devrim için iç çekişler, bir burjuva entelektüelin gerici feryatlarından başka bir şey değildir. Bir devrim çok karmaşık görünmeyen bir durumda başlasa bile, devrimin gelişimi her zamanolağanüstü karmaşık bir durum yaratır. Bir devrim, Marx’ın ifadesini kullanırsak, gerçek, büyük bir ‘halk’ devrimi; eskinin ölümüne ve yeni toplumsal düzenin doğuşuna dair, on milyonlarca insanın yaşam biçimine dair akıl almaz derecede karmaşık ve sancılı bir süreçtir. En yoğun, şiddetli, gözü kara sınıf mücadelesi ve iç savaştır devrim…
Eğer durum olağanüstü karmaşık olmasaydı devrim olmazdı. Kurtlardan korkuyorsanız ormana gitmeyin.[15]
Genelde tarih, özelde ise devrimler; eğer her zaman kesinlikle öngörülebilir sonuçlara sahip açık alternatifler sunsalardı ve eğer en sağduyulu ve ilerici eylem rotaları her zaman en az tehlikeli ve en az zahmetli olan olsaydı, çok basit şeyler olurlardı. Gerçekte ise, büyük tarihsel projeler kendilerini büyük riskler içeren ve muazzam fedakarlıklar gerektiren, sancılı kararlar talep eden şiddetli sorunlar biçiminde sunarlar.
İlk işçi devletini kuran Ekim devrimi, tam da böylesine büyük ve şu sözcüğü kullanırsam, karmaşık bir projeydi. Ekim 1917’deki ve onu izleyen aylar ve yıllardaki olayların gelişimini etkileyen belirli önemli koşulları unutmayalım. Devrim, yeryüzünün altıda birini kaplayan devasa ve kadim bir imparatorluğun dağılmasını hızlandırmış olan küresel bir çatışmanın ortasında meydana gelmişti. Şubat ile Ekim arasındaki olayların şaşırtıcı hızını, 1917’de Rusya’yı sarmış olan jeopolitik, toplumsal ve ekonomik krizin ölçeği belirlemişti. Lenin 1917 sonbaharında “yaklaşan felaket” uyarısında bulunduğunda, sözcük seçiminde abartının izi yoktu. Burjuva Geçici Hükümet ve onun Sovyet’teki Menşevikler ile Sosyalist Devrimciler arasındaki müttefikleri, böylesine devasa büyüklükte bir krizle başa çıkmak için tutarlı politikalar uygulamak şöyle dursun, bunları formüle etmekten bile aciz durumdaydılar. Vladimir Putin, Ekim Devrimi’nin yüzüncü yıldönümü üzerine tek yorumunda, 1917 krizine daha barışçıl bir çözüm bulunmamış olmasına yönelik üzüntüsünü dile getiriyordu:
Şu soruyu sormak gerekiyor: Bir devrim yaşamak yerine evrimsel bir yol izlemek gerçekten mümkün değil miydi? Devletimizi yıkmak ve milyonlarca insanın kaderini mahvetmek yerine adım adım ve istikrarlı bir ilerleme yoluyla evrim geçiremez miydik?[16]
Putin’i, 1917’de, halkın devletin eski kurumlarını reddetmesine kızmış, sokaklardaki şiddetten dehşete düşmüş, General Kornilov’un düzeni yeniden kurmakta başarısız olmasından hayal kırıklığına uğramış ve Bolşeviklere şiddetle düşman olan, Geçici Hükümet’in polis bağlantılı bir bölümünün memuru olarak hayal edebilirsiniz.
1917’deki krize evrimsel ve barışçıl bir çözüm, tek kelimeyle, yoktu. Geçici Hükümet’in ve Ekim öncesi Sovyetlerin “ılımlı” sosyalist önderliğinin tüm reformist perspektifinin başarısızlığı, krizin kapitalist bir temelde ya da Rus milliyetçiliği çerçevesinde çözülemeyeceği gerçeğini kanıtlamıştı.
Lenin ve Troçki tarafından ileri sürülen dünya sosyalist devrimi programı, Avrupa savaşının patlamasıyla başlayan sistemsel çöküşe yönelik uygulanabilir tek stratejik yanıttı. Rosa Luxemburg, Bolşevik politikaların bazı yönlerine eleştiride bulunmakla birlikte, şöyle yazmıştı: “Bolşeviklerin politikalarını tümüyle dünya proleter devrimine dayandırmış olmaları, onların siyasi ileri görüşlülüklerinin, ilkesel katılıklarının ve politikalarının gözü pek ufkunun en açık kanıtıdır.”[17]
Tarih Bolşeviklere karşı daha lütufkar olsaydı, Almanya’da işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi daha önce gerçekleşir ya da en azından Ekim Devrimi ile eş zamanlı olarak meydana gelirdi. Fakat Troçki’nin de sonradan yazacağı gibi, tarih lütufkar değil; “kötü bir üvey anne” idi. Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin ihaneti, bu olasılığı önledi. Bu ihanet Alman devrimini ertelemekle kalmamış; Alman işçi sınıfına kafa karışıklığı ve bölünme getirmişti.
Özellikle General Kornilov’un 1917 yazının sonundaki karşıdevrim girişiminin ardından, yalnızca Geçici Hükümet’in devrilmesinin devrimi kurtarabileceği netlik kazanmıştı. Bu yüzden Bolşevikler, devlet iktidarını siyasi tecrit koşullarında almak durumunda kaldılar. Onlar, devrimi Rusya içindeki (dünya emperyalizminden destek alan) karşıdevrimci güçlere karşı savunma ve aynı zamanda dünya sosyalist devrimi davasını ilerletmek için mümkün olan her şeyi yapma biçimindeki ikili görevle karşı karşıydılar. Bolşeviklerin devrimci politikasının ayrılmaz bir şekilde bağlantılı bu iki yönü, Kızıl Ordu’nun yaratılmasında ve Komünist (Üçüncü) Enternasyonal’in (Komintern) kurulmasında ifadesini bulmuştu. Komintern’in ilk kongresi, Mart 1919’da, Moskova’da düzenlendi. Tartışmaları ve kararları bugün hâlâ devrimci Marksistlerin teorik ve siyasi eğitiminin vazgeçilmez unsurları olmayı sürdüren sonraki üç kongre, yılda bir –1920’de, 1921’de ve 1922’de– toplandı.
Devrimin varlığını sürdürmesi, özellikle de Sovyet Rusya sınırları dışındaki işçi sınıfının yenilgilere uğradığı koşullarda, Kızıl Ordu’nun yaratılması olmaksızın mümkün olmazdı. Burada, savaş komiseri ve Kızıl Ordu’nun başlıca komutanı olarak Troçki’nin kritik öneme sahip rolüne kısaca değinmek gerekir. Rus İç Savaşları (yazar çoğul kullanıyor) hakkında değerli bir çalışmanın yazarı olan tarihçi Jonathan D. Smele, şöyle yazıyor: “Troçki’nin, 1912’de Balkanlar’daki bir savaş muhabiri olarak birkaç aylık deneyime sahip bir propagandacıdan milyonlarca kişilik bir ordunun örgütleyicisine dönüşmesi olağanüstüydü.” Smele, “Troçki’nin bağlılık aşılama yeteneğine” ve “akıllı danışmanlar seçme becerisine”, onun önderliğinin önemli özellikleri olarak dikkat çekiyor.[18]
Başka bir çalışmada, ABD Harp Akademisi’nde ders veren Albay Harold W. Nelson, Troçki’nin bir askeri stratejist ve önder olarak istisnai becerilerini vurguluyor. “Taktiksel zaferlerden ziyade hıza olan ihtiyaç konusunda daha tam bir kavrayışa sahipti ve askerleri siyasi hedefleri yakalamak için ayırmaktansa onları kritik öneme sahip harekat alanı için toplamanın önemini algılamıştı.” Troçki’nin Balkan Savaşları üzerine eski yazıları, savaşın savaşmaya zorlananlar üzerindeki etkisine yoğun bir ilgi göstermişti. Troçki, “insanların savaşta ne yaptığını öğrenmek istemiş ve savaşın insanlara ne yaptığını keşfedebileceğini ummuştu. Onunkisi gözlemcinin boş merakı değil, öğrencinin tutkulu ilgisiydi… Yaşamsal sorunlara yönelik bu tutkulu ilgi Troçki’nin doğasında vardı ve savaşı da ekonomi, dil ve devrimci teori ile önceki temaslarına göstermiş olduğu aynı şiddetli arzuyla incelemişti.”[19]
Troçki, olağanüstü yönetsel ve örgütsel yeteneklere sahipti. Fakat Troçki’nin Kızıl Ordu’ya önderlik etmesindeki en önemli unsur, onun, Rusya içinde işleyen toplumsal güçler arasındaki etkileşim; dünya emperyalist sistemi içinde işleyen ve durmadan değişen jeopolitik ve ekonomik çıkarlar ve uzlaşmazlıklar ve tüm bu küresel süreçlerin farklı ülkelerdeki sınıf mücadelesine ve bir bütün olarak dünya sosyalist devriminin gelişimine etkileri konusundaki benzersiz tarihsel ve siyasal kavrayışıydı. Dahası, bu süreç içinde, işçi sınıfının mücadelesi ve özellikle de Marksist öncünün siyasi girişimleri, dünya tarihinin rotasının belirlenmesinde önemli ve bazı istisnai koşullarda belirleyici bir rol oynuyordu.
Troçki, Kızıl Ordu’nun mücadelesini birden çok düşmana ve binlerce kilometreye uzanan sayısız askeri cephede yönlendirirken, Ekim Devrimi’nin sosyalist devrimin küresel gelişimi içindeki yerini harıl harıl anlamaya çalışıyordu. Dünya devrimlerinin uçsuz bucaksız muharebe alanlarının bir kısmındaki geçici başarısızlıklara rağmen, bir başka kısmında bir atılım için stratejik fırsatlar ortaya çıkabilirdi.
Almanya’daki ve Macaristan’daki ayaklanmaların yenilgisinin ardından Bolşevikler, Avrupa’daki sosyalist devrimin zaferinin başlangıçta ummuş olduklarından daha uzatmalı bir süreç olacağını anladılar. Bununla birlikte Bolşeviklerin zaferiyle siyasi yaşama gözlerine açan Doğu’daki kitlelerin kıpırtısı, dünya devriminin gelişmesi için yeni olanaklar sağlamıştı. Ağustos 1919’da Troçki, askeri treninden –partinin yeni adıyla– Rusya Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne uzun bir bilgilendirme yazısı gönderdi. Orada şunları yazmıştı:
Kızıl Ordu’muzun, dünya politikasının Asya bölgesinde Avrupa bölgesindekinden kıyaslanamaz ölçüde daha kuvvetli bir güç oluşturduğuna hiç kuşku yok. Burada, önümüzde, Avrupa’da olayların nasıl geliştiğini görmek için sadece uzun süre beklemek yerine Asya alanında faaliyet yürütme konusunda su götürmez bir olasılık açılıyor. Verili anda, Hindistan yolunun, bizim için Sovyet Macaristan’a giden yoldan daha kolay aşılabilir ve daha kısa olduğu kanıtlanabilir. Şu anda Avrupa terazisinde büyük bir önem taşımayabilecek ordu türü, Asya’nın sömürge bağımlılığı ilişkilerinin istikrarsız dengesini altüst edebilir, ezilen kitlelerin ayaklanmasına doğrudan bir itki sağlayabilir ve Asya’da böyle bir ayaklanmanın zaferini güvenceye alabilir…
Urallar’daki ve Sibirya’daki askeri başarılarımız, Asya’nın tüm ezilenleri içerisinde Sovyet Devrimi’nin saygınlığını olağanüstü yüksek bir seviyeye çıkartmalıdır. Bu etmeden yararlanmak ve Urallar’da ya da Türkistan’da bir yerde, hemen önümüzdeki dönemde Üçüncü Enternasyonal’in Yürütme Komitesi’nden çok daha etkili olabilecek bir Devrimci Akademi’ye; Asya Devrimi’nin siyasi ve askeri karargahına yoğunlaşmak gerek.[20]
Avrupa’daki işçi sınıfının 1919 ile 1921 arasındaki dönemde uğradığı yenilgiler, sosyalist devrimin gelişiminin Bolşeviklerin başlangıçta beklediklerinden daha uzun bir süreç olacağını açıklığa kavuşturmuştu. Bu, burjuva tarihçilerin genellikle iddia ettiği gibi, Rusya’da iktidarı alma kararının Avrupa koşullarına ilişkin yanlış bir değerlendirmeye dayandırılmış olduğu anlamına gelmiyordu. Gerçekte, Ekim Devrimi, Avrupa’daki işçi sınıfının muazzam bir şekilde radikalleşmesine katkıda bulunmuştu ve Avrupa’da ayaklanmalar (Almanya ve Macaristan) ve büyük çapta grevler (İtalya) meydana gelmişti. Ancak bu hareketlerin yenilgisi, devrimci perspektifin belirli unsurlarını yeniden işlemeyi gerektiriyordu.
Ekim Devrimi’nden ve sonuçlarından kesinlikle can alıcı dersler ortaya çıkmıştı. İlk ders, sosyalist devrimin zaferinin, işçi sınıfına önderlik etme kapasitesine sahip devrimci Marksist bir partinin varlığına bağlı olduğudur ki bunun önemi 1914 öncesinde bir dereceye kadar anlaşılamamıştı. Devrimin uzun bir siyasi dönem için kaderinin sadece birkaç kritik gün içinde karara bağlanabileceği gerçeği, önderlik sorununa olağanüstü bir siyasal ve tarihsel önem kazandırmıştı. İkincisi, Ekim Devrimi, kapitalistlerin sosyalist devrim korkusunu çok daha şiddetli hale getirmişti.
Egemen seçkinler Bolşevik zaferinin tersine çevrilmeyeceğinin ve iktidarı kaybetmenin ne anlama geldiğinin farkına varır varmaz, bu deneyimin tekrarlanmasını her ne pahasına olursa olsun engellemeye karar verdiler. Siyasi tehlikeye ilişkin bu artan farkındalık, işçi sınıfına ve onun siyasi öncüsüne karşı devasa bir karşıdevrimci şiddet seferberliğini beraberinde getirdi. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, Ocak 1919’da, Berlin’de, devrimci Spartakist ayaklanmanın kanlı bir şekilde bastırılması sırasında katledildi. Faşist hareketler Avrupa genelinde güçlendirildi.
Troçki, Temmuz 1921’de, burjuvazi “doğrudan doğruya toplumsal mahvoluşla tehdit edildiği an, güçlerinin ve kaynaklarının, siyasi ve askeri aldatma, baskı ve provokasyon araçlarının en büyük yoğunlaşmasına, yani kendi sınıf stratejisinin olgunlaşmasına erişir,” uyarısında bulunmuştu. Kapitalist kriz ve çöküş çağı, burjuvazi içinde onun karşıdevrimci stratejisinin olgunlaşmasında ifadesini bulur. Troçki, bunu, “tatlılıktan, profesyonel vaiz vaazlarına ve grevcilere makineli tüfekle ateş açılmasına kadar, her yöntemle proletaryaya karşı birleşik bir mücadele yürütme sanatı…” olarak nitelemişti.[21]
İşçi sınıfı, kendi kurtuluşunu sağlamak, egemenliğine yönelik tüm tehditleri ortadan kaldırmak için bütün yöntemlere başvuran burjuvazinin kararlılığına nasıl karşılık verecekti? Troçki, buna şu yanıtı veriyordu: “İşçi sınıfının görevi –Avrupa’da ve dünya genelinde– burjuvazinin bütün yönleriyle düşünülmüş karşıdevrimci stratejisine, aynı şekilde baştan sona düşünülmüş kendi devrimci stratejisiyle karşı koymaktan oluşmaktadır.”[22]
* * * * *
1921 ile 1924 arasındaki yıllar, Sovyetler Birliği’nde son derece önemli bir siyasi geçiş dönemine işaret ediyordu. Rusya, 1914’ten 1921’e kadar önceki yedi yıl boyunca, sarsıcı seviyede bir siyasal ve toplumsal altüst oluş yaşamıştı. Avrupa’daki işçi sınıfının yenilgileri, söz konusu zaman diliminin hâlâ on yılları değilse de yılları kapsayacağını umut ediyor olmasına rağmen, Sovyetler Birliği’nin siyasi ve ekonomik yalıtılmışlığının süreceği anlamına geliyordu. Mart 1921’de uygulamaya konulan ve bütünüyle haklı bir şekilde, zorunlu bir geri çekilme olarak gerekçelendirilen Yeni Ekonomi Politikası (NEP), kapitalist piyasa güçlerine verilen azımsanmayacak tavizler içeriyordu. Gelgelelim Komünist Parti’nin ve devlet aygıtının artan bürokratikleşmesiyle ve Batı Avrupa’da kapitalizmin geçici istikrarıyla etkileşimde bulunan kapitalist güçlerin bunu takip eden sağlamlaşmasının önemli siyasi sonuçları oldu. 1922’nin sonuna gelindiğinde, Sovyet devletinin ilk yıllarında var olan devrimci ruh halinin zayıfladığı yönünde çok sayıda belirti vardı. Bu, Parti önderliği içindeki ulusal şovenist eğilimlerin canlanmasında siyasi ifadesini buldu.
Lenin Mayıs 1922’de ciddi bir felç geçirmişti ve Ekim 1922’ye kadar siyasi faaliyete geri dönemedi. Döndüğünde ise, parti önderliği içindeki siyasi ortamda yaşanan değişimden dolayı şoka uğradı. Lenin, Stalin’in Gürcistan Sovyet Cumhuriyeti Komünist Partisi’nin temsilcilerine yönelik kaba muamelesine öfkeli bir şekilde itiraz etti ve onu “Büyük Rus şovenisti bir zorba” olarak niteledi. Lenin, Mart 1923’te, son siyasi eylemlerinden birinde, Stalin ile tüm kişisel ilişkilerini kesme tehdidinde bulunmuştu. Ama sadece bir gün sonra, siyasi yaşamına son veren çok ağır bir felç geçirdi ve 21 Ocak 1924’te öldü.
Ekim 1923’te, Komünist Parti, Almanya’daki başka bir büyük devrimci fırsatı boşa harcadı. Bir diğer büyük başarısızlık da Bulgaristan’da yaşandı. Bu yenilgiler, yaygın biçimde, altı yıl önce Rusya’da başlamış olan Orta ve Batı Avrupa’daki devrimci altüst oluşlar döneminin sonu olarak yorumlandı. Rusya Komünist Partisi ve işçi sınıfının geniş kesimleri içinde, büyük bir kapitalist ülkedeki muzaffer bir devrimin Rusya’nın yalıtılmışlığına son vereceği ve sosyalist bir ekonominin gelişimi için kaynak sağlayacağı olasılığına yönelik bir güven kaybı söz konusuydu.
Ekim ile dünya sosyalist devrimi arasındaki bağı diğer tüm önderlerden daha çok cisimleştiren Lev Troçki, Lenin’in sahneden çekilmesiyle birlikte, Rusya Komünist Partisi içinde giderek artan bir şekilde tecrit edildi. 1924 sonbaharında, ayaklanmanın önderinin, ayaklanma öncesinde Bolşevik Parti içinde yaşanan siyasi mücadeleleri incelediği Ekim Dersleri’nin yayımlanması, Troçki’ye ve sürekli devrim teorisine yönelik kin dolu bir siyasi saldırıyı dizginlerinden boşalttı. Bu süreçte Troçki’nin ayaklanmanın örgütlenmesindeki ve başarısındaki ve daha sonra Kızıl Ordu’nun karşıdevrimci güçler karşısındaki zaferindeki merkezi rolü yadsınmakla kalınmadı. Troçki’nin Komünist Parti Siyasi Komitesi’ndeki düşmanları (esas olarak Kamenev, Zinovyev ve Stalin), onun sürekli devrim teorisinin artık “Leninizm” olarak bilinen şeyin bir revizyonu olduğunu ve bu teorinin Bolşevik Parti’nin iktidar uğruna mücadele hazırlığında izlediği stratejiyle hiçbir ilgisinin bulunmadığını ileri sürdüler.
Lenin’in Nisan 1917’de Kamenev’in ve Stalin’in çizgisine karşı siyasi mücadelesi, önemsiz bir tartışma olarak bir kenara atıldı. Onlar, Lenin’in Nisan Tezleri’yle öne sürülen perspektifin, mantıksal olarak proletarya ile köylülüğün demokratik diktatörlüğü biçimindeki eski Bolşevik programdan geliştiğini ve Troçki’nin sürekli devrim teorisiyle hiçbir ilişkisinin olmadığını iddia ettiler.
“Büyük Yalan” çağı başlamıştı. Kamenev’in Kasım 1924’te sunduğu, “Troçkizm mi, Leninizm mi” başlıklı uzun bir rapor, Troçki’yi itibarsızlaştırma ve şeytanlaştırma amacıyla tarihin pervasızca tahrif edilmesini başlatıyordu. Bu, Sovyet siyasi yaşamının başlıca özelliği haline gelecekti. Kamenev, şunları ileri sürmüştü:
[Troçki] Rus devriminde işçi sınıfı ile köylülük arasındaki ilişkilere dair Leninist teoriyi anlamadı. Kendisi bunu Ekim’den sonra bile anlamadı ve partimizin köylülükten herhangi bir ayrılış olmaksızın proletarya diktatörlüğüne ulaşma manevrası yaptığı her dönüm noktasında bunu yine anlamadı. Bunu anlaması, ona göre “bütünüyle doğrulanmış” olan kendi teorisi tarafından engellenmişti. Eğer Troçki’nin teorisinin doğru olduğu kanıtlanmış olsaydı, bu, Rusya’daki her türlü Sovyet iktidarının varlığının çoktan son bulmuş olacağı anlamına gelirdi.[23]
Kamenev’in Troçki’ye yönelik saldırısının ve sürekli devrimi mahkum etmesinin siyasi ve teorik özü, 1917’de reddedilmiş olan ulusal yönelimli perspektifi Yeni Ekonomi Politikası bağlamında yeniden yürürlüğe koyma girişimiydi. Kamenev’in saldırısı, özellikle, Troçki’nin, dünya sosyalist devrimi perspektifinin ulusal politikanın belirlenmesindeki önceliğinde ısrar etmesine karşı yöneltilmişti. Kamenev, Troçki’nin sürekli devrim teorisine, “Rusya’daki işçi hükümetini Batı’daki acil proleter devrime tamamen bağımlı hale getireceği” için kfarşı çıkıyordu.[24] Kamenev, Troçki’nin teorisinde özellikle sakıncalı olan şeyin, Rusya’nın kapitalist gelişimi sorununa “ulusal bir devrim çerçevesi içinde” hiçbir çözümün söz konusu olamayacağındaki ısrarı olduğunu ileri sürmüştü.[25]
Kamenev’in Kasım 1924’te Troçki’yi alenen suçlaması, Stalin’in Aralık 1924’te Ekim Devrimi’nin perspektifini ve programını açıkça ulusalcı bir şekilde revize etmesinin önünü açtı. Stalin, “Ekim Devrimi ve Rus Komünistlerinin Taktikleri” başlıklı bir makalede, dikkati, Troçki’nin 1906’da yayımlanan Devrimimiz broşürüne çekti. Troçki orada şöyle yazmıştı: “Avrupa proletaryasının doğrudan devlet desteği olmaksızın, Rusya’daki işçi sınıfı iktidarda kalamaz ve geçici egemenliğini kalıcı bir sosyalist diktatörlüğe dönüştüremez. Bundan bir an bile kuşku duyulamaz.” Stalin, şöyle devam ediyordu:
Bu alıntı ne anlama geliyor? Bu, sosyalizmin tek ülkede –bu durumda Rusya’da– zaferinin, “Avrupa proletaryasının doğrudan devlet desteği olmaksızın”, yani Avrupa proletaryası iktidarı ele geçirmeden önce imkansız olduğu anlamına gelmektedir.
Bu “teori” ile Lenin’in, sosyalizmin “kapitalist bir ülkede ayrı olarak ele alınan” zaferi olasılığı üzerine tezi arasındaki ortaklık nedir?
Açıkça görülüyor ki, hiçbir ortaklık söz konusu değildir.[26]
Stalin’in, devrimci enternasyonalizmin yerine ulusal bir mesihçilik biçimini geçirmesi, Troçki’nin görüşlerine yönelik aşağıdaki suçlamayla özetlenmişti:
Devrimimizin gücüne ve kapasitelerine güvenden yoksunluk, Rus proletaryasının gücüne ve kapasitelerine güvenden yoksunluk: “sürekli devrim” teorisinin kökeninde yatan, işte budur.[27]
1924 yılında Troçki’ye yönelik saldırı ve sürekli devrim teorisinin inkar edilmesi, Lenin’in, partinin ulusal savunmacılığa uyarlanmasını kırmaya ve dikkati emperyalist savaşa karşı uluslararası devrimci mücadeleye yönlendirmeye çalışırken mücadele ettiği ulusalcı eğilimlerin yeniden canlanması anlamına geliyordu. Tek ülkede sosyalizm programının ilanı, Sovyetler Birliği’nin, içinden çıkmış olduğu dünya sosyalist devrimine yabancılaşmasında belirleyici bir adıma işaret ediyordu. Troçki’nin uyarmış olduğu gibi, hızla büyüyen bürokratik seçkinler içinde siyasi destek bulan bu ulusalcı geri çekilme, Sovyetler Birliği’nin yazgısını dünya sosyalizmi uğruna mücadeleden ayırdı. 1919’da dünya sosyalist devriminin stratejik merkezi olarak kurulmuş olan Komünist Enternasyonal, Sovyetler Birliği’nin karşıdevrimci dış politikasının bir uzantısına indirgendi. Troçki’nin 1929’da Sovyetler Birliği’nden sürülmesi, bürokratik rejim ile dünya sosyalist devrimi arasındaki kopuşu simgeliyordu. Kremlin’deki ofisine kurulmuş olan Stalin, gizli polisin desteğiyle bir ulusal devlete hükmediyordu. Sürgünde olan Lev Troçki ise, dünya sosyalist devriminin devam eden tarihsel sürecine çok daha güçlü silahlarla, düşünceleri ve kalemi ile önderlik ediyor ve ona ilham veriyordu.
* * * * *
Stalin’in haince ve yanlış yönlendiren politikaları, 1930’larda işçi sınıfının Almanya’da, Fransa’da, İspanya’da ve daha birçok ülkede yıkıcı yenilgilere uğramasına yol açtı.
Karşıdevrimci ulusalcı gericilik, Sovyetler Birliği içinde, siyasi olarak sosyalist enternasyonalizm temelinde eğitilmiş bütün bir Marksist işçiler, parti militanları ve devrimci aydınlar kuşağının imhası biçimini aldı. 1936 ile 1940 yılları arasındaki Moskova Duruşmaları ve Büyük Terör, özellikle Sovyet devletinin kuruluşunun dayandırıldığı enternasyonalist program ve entelektüel kültürle özdeşleşmiş herkesin fiziksel imhasını amaçlayan bir siyasi soykırım biçimiydi.
1917 Ekim Devrimi ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiyi kavramak son derece önemlidir. İkincisi, ilkinden doğmuştu. Fakat Ekim Devrimi ile Sovyet devleti denk olgular değildi. Ekim Devrimi, dünya sosyalist devrimi tarihsel çağının başlangıcıydı. Sovyet devletinin tarihi, bu çağın önemli bir bölümüydü. Bir çağın ifadesi olarak Ekim Devrimi ile özel bir siyasi dönem olarak Sovyet devletinin yaratılması arasındaki ayrımın kabul edilmesi, siyasi dile yansımıştı. Kapitalist sistemin kendi ülkelerinde gelecekte yıkılmasını bekleyen devrimciler, gelecekteki kendi “Sovyetler Birliği” devletlerinden değil ama yaklaşan “Ekim”lerinden söz edeceklerdi.
Devrimin Sovyetler Birliği içindeki başarıları kuşkusuz muazzamdı. Ekim Devrimi, bir zamanlar Rus İmparatorluğu olan şeyi köklü bir şekilde dönüştürmüştü. Devrim öncesinde, nüfusun yaklaşık yüzde 80’i okuma yazma bilmiyordu. Bir kuşaktan ciddi ölçüde kısa bir süre içinde, okuma yazma bilmeme hemen hemen yok edilmişti. Ekim Devrimi’nin bir ürünü olan üretim araçlarının ulusallaştırılması, önemli ekonomik ilerlemeleri mümkün kılmıştı. Kapitalist olmayan bir temelde gelişmiş bir toplum kurma olanağı, Sovyetler Birliği’nin 74 yıllık tarihi sırasında kanıtlandı.
Sovyetler Birliği, sosyalist bir toplum değildi. Troçki’nin İhanete Uğrayan Devrim’de açıkladığı gibi, o; kapitalizm ile sosyalizm arasında, yazgısı hâlâ belirlenecek olan bir geçiş rejimiydi. Stalin’in vahşi terör temelinde uygulanan ulusalcı politikaları, işçilerin karar alma süreçleri üzerindeki demokratik denetimini gerektiren sosyalist planlamanın bir taklidiydi. Troçki’nin “bürokrasinin halk üzerindeki sorumsuz despotluğu” olarak nitelediği şey, insan yaşamının gereksiz olduğu kadar acımasızca ve korkunç bir şekilde harcanması ve maddi kaynakların anlamsızca heba edilmesi ile sonuçlandı.
Siyasi iktidarı gasp etmiş ve devletin baskı organlarını toplumda kendisi için ayrıcalıklı bir konumu güvenceye almak için kullanmış olan Stalinist bürokrasi, sosyalist eşitlikçiliğin en temel ilkelerini çiğnemişti. Eski yoldaşlarının ve sayısız Marksist devrimcinin işkence edilip öldürülmesini bizzat emretmiş ve yönetmiş olan Stalin, tarihteki en kötü caniler arasında yer almaktadır.
1938’de Lev Troçki tarafından kurulan Dördüncü Enternasyonal, Ekim Devrimi’nin sonucunda elde edilmiş olan tüm toplumsal kazanımları savundu. Fakat Dördüncü Enternasyonal’in bu başarıları –yani, Devrim’in mümkün kıldığı toplumsal ve ekonomik ilerlemeyi– savunması, siyasi olarak devrilmesi için mücadele ettiği Stalinist rejime yönelik uzlaşmaz muhalefet temelinde gerçekleştirildi.
* * * * *
Bu yıl kutladığımız şey, Dünya Sosyalist Devrimi’nin yüzüncü yıldönümüdür. Rusya’da Şubat ile Ekim 1917 arasında meydana gelen çok önemli olayları, bu tarihsel bağlam içinde inceleyip açıkladık. Bu konferanslar, gerici akademisyenlerin ve sosyalizm karşıtı medyanın bitmek bilmeyen tahrifatına ve iftiralarına yaşamsal bir siyasi ve entelektüel panzehir sağlamıştır.
Egemen seçkinlerin Marksizm karşıtı histerisi, Ekim Devrimi’nin yüzüncü yıldönümünde açıkça öldürücü bir karakter edindi. 1991’den sonra sosyalizmin konu dışı olduğu iddiasını sonunda terk eden New York Times, Stalin’e hayranlık gösteren bir biyografi yazan Simon Sebag Montefiore’nin bir köşe yazısını yayımladı. Montefiore orada şöyle yazıyordu:
Vladimir Lenin tarafından tam yüz yıl önce örgütlenmiş olan Ekim Devrimi, Sovyetler Birliği çöktüğünde düşünülemez gibi görünse de, hâlâ güncel...
Yüz yıl sonra, Ekim 1917, olayları yankılanmaya ve ilham vermeye devam ederken, destansı, efsanevi ve büyüleyici görünüyor. Onun etkileri o kadar büyüktü ki, gerçekleştiği şekilde tekrarlanmaması imkansız görünüyor...
[Geçici] hükümet onu [Lenin’i] bulmalı ve öldürmeliydi fakat bunu yapmakta başarısız oldu. O [Lenin] kazandı.[28]
En etkili Amerikan gazetesinde yayımlanan bu açıklamayla birlikte, liberal antikomünizm ile faşizm arasındaki fark hemen hemen silinmiştir. Kitlesel işçi sınıfı hareketinin gözde önderi Lenin öldürülmeliymiş. Montefiore, New York Times’ın liberal editörlerinin onayıyla, faşistlerin Luxemburg’un ve Liebknecht’in hakkından geldiği gibi, Lenin’in de hakkından gelinmiş olması gerektiğini yazıyor. Buradaki mesaj nedir? Sosyalizmin kapitalizmi tehdit etmesi halinde, sosyalist hareketlerin önderlerini yakalayın ve öldürün. “Tarihin Sonu”na ve liberal demokrasinin zaferine bakın!
Montefiore’ninki gibi açıklamalar, hem burjuva toplumunun entelektüel savunucularının ahlaki yozlaşmasına hem de onların moral bozukluğuna ve çaresizliğine tanıklık etmektedir.
Marksizmi, sosyalizmi ve komünizmi itibarsızlaştırma yönündeki bütün çabalara rağmen, emekçiler hâlâ kapitalizme bir alternatif görmek için can atıyor. Yeni yayımlanan bir anket, Amerikalı “Y Kuşağı” (28 yaş altındakiler) içinde, çoğunluğun kapitalist bir toplumdan çok sosyalist veya komünist bir toplumda yaşamayı tercih edeceğini gösteriyor.
Franz Mehring haklıydı. Devrimler, uzun solukludur. Ekim Devrimi, sadece tarihte değil, günümüzde de yaşamaktadır.
“Neujahr 1918,” Franz Mehring Gesammelte Schriften içinde, Cilt 15 (Berlin: Dietz Verlag, 1977), s. 759. Yazarın kendi çevirisi.
Alexander Rabinowitch, The Bolsheviks in Power: The First Year of Soviet Rule in Petrograd [Bolşevikler İktidarda: Petrograd’da Sovyet İktidarının İlk Yılı] (Bloomington: Indiana University Press, 2007), s. 27–28.
Age., s. 27.
Age.
Age., s. 29.
Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi Petersburg Komitesi Oturumu, 1 (14) Kasım 1917, akt. Lev Troçki “The Lost Document” [“Kayıp Belge”], The Stalin School of Falsification [Stalin’in Tahrifat Okulu], (New York: Pathfinder Press, 2004), s. 144.
Age., s. 139.
Age., s. 145. Köşeli parantez içindekiler özgün metinden.
Age., s. 150–152.
Lev Troçki, “Introduction to Ferdinand Lassalle’s Speech to the Jury” [“Ferdinand Lassalle’ın Jüriye Söylevi’ne Giriş”], Witnesses to Permanent Revolution [Sürekli Devrimin Tanıkları], düzenleyenler: Richard B. Day ve Daniel Gaido (Leiden ve Boston: Brill, 2009), s. 444–45.
V.İ. Lenin, “The (April) All-Russia Conference” [“Tüm Rusya (Nisan) Konferansı”], Collected Works [Toplu Eserler], Cilt 24 (Moskova: Progress Publishers, 1977), s. 227.
Age., s. 12.
Age., “War and Revolution” [“Savaş ve Devrim”], s. 416 ve s. 419.
V.İ. Lenin, “Can the Bolsheviks Retain State Power?,” Collected Works, Cilt 26 (Moskova: Progress Publishers, 1977), s. 119. Çevirmenin notu: Alle aussteigen – Herkes insin.
Age., 118–19.
Shaun Walker, The Guardian, “Revolution, what revolution? Russians show little interest in 1917 centenary” [“Devrim mi? Ne devrimi? Ruslar 1917’nin yüzüncü yıldönümüne çok az ilgi gösteriyor”], 6 Kasım 2017. Erişim: https://www.theguardian.com/world/2017/nov/06/revolution-what-revolution-russians-show-little-interest-in-1917-centenary
Rosa Luxemburg, “The Russian Revolution” [“Rus Devrimi”], The Rosa Luxemburg Reader [Rosa Luxemburg Seçkisi], düzenleyenler: Peter Hudis ve Kevin B. Anderson (New York: Monthly Review Press, 2004), s. 283.
Jonathan D. Smele, The “Russian” Civil Wars 1916–1926: Ten Years That Shook the World [“Rus” İç Savaşları 1916–1926: Dünyayı Sarsan On Yıl] (Oxford: Oxford University Press, 2015), s. 131.
Harold Walter Nelson, Leon Trotsky and the Art of Insurrection 1905–1917 [Lev Troçki ve Ayaklanma Sanatı 1905–1917] (Londra: Frank Cass and Company, Ltd., 1988, Routledge, 2013 basımı), s. 63–64.
The Trotsky Papers 1917–1922 [Troçki Belgeleri 1917–1922], Cilt 1, düzenleyen: Jan M. Meijer (Lahey: Mouton & Co., 1964), s. 623–25.
Lev Troçki, The First Five Years of the Communist International [Komünist Enternasyonal’in İlk Beş Yılı], Cilt 2 (Londra: New Park Publications, 1974), s. 4; 6.
Age., s. 7.
Trotsky’s Challenge: The “Literary Discussion” of 1924 and the Fight for the Bolshevik Revolution [Troçki’nin Meydan Okuması: 1924’ün “Yazınsal Tartışması” ve Bolşevik Devrimi Uğruna Mücadele] , çeviren ve düzenleyen: Frederick C. Corney (Leiden, Chicago: Brill, 2016), s. 244.
Age.,
Age.,
Age., s. 442.
Age., s. 447.
Simon Sebag Montefiore, “What If the Russian Revolution Had Never Happened?” [“Ya Rus Devrimi Hiç Olmasaydı?”], New York Times, 6 Kasım 2017, erişim: https://www.nytimes.com/2017/11/06/opinion/russian-revolution-october.html