Halkların Demokratik Partisi (HDP) önderliğinde kurulan ve Türkiye İşçi Partisi (TİP), Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) ve Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) gibi sahte sol partileri içeren Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) 24 Eylül’de düzenlediği bir etkinlikle deklarasyonunu ilan etti. EÖİ’yi oluşturan partilerin sicili ve ilan ettikleri deklarasyon, bu ittifakın ana burjuva muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) önderliğindeki Millet İttifakı’nın bir sözde “sol” uzantısı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü savaşın insanlığı bir nükleer kıyametin eşiğine getirdiği, hayat pahalılığının ve dayanılmaz yaşam şartlarının işçi sınıfını her yerde giderek artan oranda mücadeleye ittiği koşullarda, Türkiye 2023’te cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine doğru gidiyor. Resmi enflasyonun yüzde 80'i geçtiği ve nüfusun yaklaşık yüzde 90'ının yoksulluk sınırının altında yaşadığı Türkiye'de, sınıfsal gerilimler özellikle şiddetlenmiş durumda ve sendikalarla sahte sol da dahil olmak üzere tüm kapitalist siyaset kurumu gelişmekte olan toplumsal patlamayı kontrol altına almaya çalışıyor.
Bu koşullarda kurulan Emek ve Özgürlük İttifakı, Türkiye Komünist Partisi (TKP), Sol Parti, Türkiye Komünist Hareketi (TKH) ve Devrim Hareketi tarafından 20 Ağustos’ta kurulan Sosyalist Güç Birliği (SGB) ile aynı işleve sahiptir: işçi sınıfı ve gençlik içinde hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki hükümete hem de ondan özünde farklı olmayan “Millet İttifakı”na artan öfkeyi ve muhalefeti kapitalist düzen kanallarına yönlendirmek. Bu, gerçek bir değişimin tek anahtarı olan işçi sınıfının bağımsız devrimci siyasetinin geliştirilmesini engellemek demektir.
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin (WSWS) daha önce belirttiği gibi, EÖİ ile SGB arasındaki başlıca ayrım stratejik değil taktikseldir. Her iki sözde “sol” ittifak da özünde burjuvaziye yönelmekte, ulusalcı, parlamentarist bir reform programı öne sürmekte ve işçi sınıfına dayanan bir uluslararası sosyalizm programını reddetmektedir. SGB bileşenlerini EÖİ’ye katılmamaya iten şey Türk milliyetçiliğinin baskın gelmesi olsa da bu iki ittifak arasında işbirliği girişimleri devam etmektedir.
Kemalist CHP dışında beş sağcı burjuva partisini içeren Millet İttifakı, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Cumhur İttifakı’nın bir alternatifi değil, en az onun kadar emperyalizm yanlısı ve işçi sınıfı düşmanı rakibidir. Millet İttifakı’nda MHP’den kopan aşırı sağcı İYİ Parti’nin, AKP’nin içinden çıktığı İslamcı Saadet Partisi’nin ve AKP’den kopan eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ile eski ekonomi ve dışişleri bakanı Ali Babacan’ın DEVA partisinin var olması durumu özetlemektedir.
Egemen sınıfın başlıca bir siyasi hizbi olarak Millet İttifakı, emekçilerin karşı karşıya olduğu temel toplumsal sorunlarını çözmekten yapısal olarak acizdir ve dahası buna karşıdır. Millet İttifakı sadece Türk burjuvazisinin kesimlerinin değil, ABD ve Avrupalı emperyalist güçlerin önemli kesimlerinin de desteğini almıştır. ABD Başkanı Joe Biden, Aralık 2019’da, başkanlık yarışı sırasında, Türkiye’deki “muhalefetin önderliğini desteklediğimizi açıkça ortaya koyarak, [Erdoğan’a karşı] artık çok farklı bir yaklaşım gösterme” çağrısında bulunmuştu.
Millet İttifakı’na ve dolayısıyla burjuvaziye, NATO’ya ve emperyalizme yönelim, her iki sahte sol ittifakın da özünde sağcı ve işçi sınıfı karşıtı karakterini gözler önüne sermektedir. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın şu anda mecliste temsil edilen partilerinden HDP ve TİP liderleri, sağcı Millet İttifakı ile Erdoğan’a karşı ortak adaylık arayışlarında olduklarını defalarca vurgulamıştır. TİP Genel Başkanı Erkan Baş “İkinci turda oy verebileceğimiz bir adaya ilk turda niye oy vermeyelim?” diye sorarak ittifakın asıl işlevini açıkça ifade etmiştir. 2019’daki yerel seçimlerde, HDP ve çeşitli sahte sol partiler, İstanbul ve Ankara gibi kritik şehirlerde Millet İttifakı’nın sağcı adaylarını desteklemişti.
Bununla birlikte, EÖİ, yaklaşık 6 milyonluk bir oy desteğine sahip olan HDP aracılığıyla seçimlerde belirleyici bir rol oynayabilir. EÖİ, içerdiği sahte sol partiler ve ilan ettiği reform programıyla, düzen siyasetinin dışında devrimci bir çıkış yolu aramaya başlayan işçi ve gençlik kitlelerini Millet İttifakı ve parlamento üzerinden kontrol altına alma rolünü oynamayı amaçlamaktadır.
EÖİ, özünde, Millet İttifakı’nın içinde yer almadan onu desteklemekte ve onun “sol” kanadını oluşturmaktadır. Küresel kapitalist krizin ve sınıf mücadelesinin şiddetlenmesinin, CHP önderliğinde kurulacak bir hükümette EÖİ üyesi partilere yer açması hiç de küçük bir olasılık değildir. Başta HDP olmak üzere bu partilerin Yunanistan’daki Syriza, İspanya’daki Podemos ve Almanya’daki Sol Parti gibi emperyalizm yanlısı sahte sol partilerle olan bağları, işçi sınıfına karşı kurulmakta olan tuzağı haber vermektedir.
Yeni ittifakın kuruluş deklarasyonu, önümüzdeki dönemin acil görevinin “Ekonomiden siyasete birçok alanda Cumhur İttifakı’nın yarattığı yıkımı durdurmak, Tek Adam Yönetimi’ni sonlandırmak, halkın çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek, demokratik hak ve özgürlükler temelinde bir değişim ve dönüşümün gerçekleşmesini sağlamak” olduğunu ilan ediyor.
Bu “acil görev”, yaklaşan seçimlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında Millet İttifakı’nın adayının desteklenmesi ve parlamentoda bir grup oluşturmaktan ibarettir. “Halkın çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek, demokratik hak ve özgürlükler temelinde bir değişim ve dönüşümün gerçekleşmesini sağlamak” ifadeleri, ittifakın bir bütün olarak egemen sınıfa ve kapitalist sömürü sistemine hiçbir şekilde karşı olmadığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda bir sahtekârlıktan ibarettir.
Halkın, daha doğrusu nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek, emperyalizme göbekten bağlı olan burjuvazinin egemenliğine, ayrıcalıklarına ve servetine cepheden bir saldırıyı gerektirmektedir. Kürt sorunu başta olmak üzere demokratik sorunların çözümü de bundan ayrı düşünülemez. Bu, uluslararası sosyalizm mücadelesinin bir parçası olarak Türkiye’de sosyalist devrim ve işçi iktidarı uğruna mücadele demektir.
Kuruluş deklarasyonunun bir diğer özelliği ise vurgunun geçmişteki benzer ittifakların seçim programlarındaki kimlik politikaları merkezli sahte “demokratikleşme” yerine sosyoekonomik sorunlara yapılmasıdır. Bu, HDP’nin ve diğer ittifak bileşenlerinin sola kaymasının değil, şiddetlenen sınıfsal gerilim koşullarında geniş işçi ve gençlik kitlelerinin sola kaymasına bir yanıt vermek zorunda kalmalarının bir ifadesidir. İşçiler ve gençler, durmadan artan hayat pahalılığına, nükleer savaş tehlikesine ve otoriter rejime karşı gerçekten solcu bir alternatif aramaya başlarken, bu ittifaklar onları kapitalist düzen kanallarında tutmak üzere sol retoriği kullanıyor.
“İnsanca çalışılacak ve yaşanacak bir ekonomik düzen” başlıklı ilk bölümde “Bu iktidarın program ve icraatları, emperyalizmin, sermaye sınıfının, kendi yandaş şirket ve holdinglerinin çıkarlarını önceleyen bir politik anlayışa ve uygulamalara dayanıyor,” deniyor.
Açıklama şöyle devam ediyor: “Hayat pahalılığı, düşük ücretler, işsizlik, yoksulluk, geçinme, barınma vb. sorunlarının çözülmesi için somut adımların atılması ve işçilerin, emekçilerin, ezilen halk kitlelerinin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi bugün herkes için ilk meseledir. Bu gerçekten hareketle yaşanan ekonomik krizin ve çok yönlü toplumsal yıkımın ağır faturasını yerli ve yabancı sermayeye ödetecek, emekçilerin yaşadığı güvencesizliğe ve geleceksizliğe son verecek politikaların izlenmesi şarttır.”
Yukarıda da belirttiğimiz gibi EÖİ, “emperyalizme ve sermaye sınıfına” karşı değildir. Türk ve Kürt burjuvazisinin ve hali vakti yerinde orta sınıflarının bir kesiminin siyasi ittifakı olan EÖİ, emperyalizmin ve sermaye sınıfının egemenliğini hiçbir şekilde sorgulamamaktadır. Bu, siyasi bir hata değil, ittifakın sınıfsal karakterinin bir sonucudur. Dahası, EÖİ’nin özünde sosyal demokrat ulusal reform programı, geçtiğimiz kırk yılda kapitalist üretimin küreselleşmesiyle birlikte tamamen geçersizleşmiştir.
“Yaşanan ekonomik krizin ve çok yönlü toplumsal yıkımın ağır faturasını yerli ve yabancı sermayeye ödetmek”, tüm büyük bankaların ve şirketlerin işçi sınıfının demokratik denetimi altında kamulaştırılmasından geçmektedir. Böyle bir adım ancak işçi sınıfının uluslararası sosyalist bir program temelindeki kitlesel seferberliğiyle ve EÖİ’nin yönetmeye aday olduğu burjuva devlet aygıtıyla karşı karşıya gelerek atılabilir.
EÖİ’nin işlevi ise, Türkiye işçi sınıfının, küresel bir hareketin parçası olarak, burjuvaziyle büyük bir çatışmaya doğru gittiği koşullarda, işçileri ve gençleri siyasi olarak silahsızlandırmak ve yanlış yönlendirmektir. Dahası EÖİ, bir iktidar değişikliği halinde, işçi sınıfı muhalefetinin devlet eliyle bastırılmasında rol oynamaya potansiyel olarak adaydır.
Sosyalist Enternasyonal’de istişari üye olan ve Yunanistan’daki Syriza’yı kendisine model alan HDP, onun Türkiye’deki kardeş partisidir. Bu kardeşlik ilişkisi, Syriza’nın 2015’te iktidara geldikten sonra Yunan halkına Avrupa Birliği’nin ve büyük bankaların şiddetli kemer sıkma programını dayatmasından sonra da değişmemiştir.
Syriza, AB’nin Erdoğan hükümetiyle yaptığı kirli anlaşmanın bir parçası olarak Yunanistan’da sığınmacılar için toplama kampları kurdu. Syriza lideri ve eski başbakan Aleksis Çipras, İsrail’deki Siyonist rejimle ve Mısır’daki kanlı El Sisi diktatörlüğü ile askeri ve siyasi bağlarını geliştirdi. Bugün Syriza, Türkiye’deki şoven milliyetçi burjuva partileriyle benzer şekilde, Türk ve Yunan burjuvazileri arasındaki gerici çatışmada savaşçı bir dil kullanıyor.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın “Kemal beye değer veriyoruz, çabalarını önemli buluyoruz” dediği CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da daha önce iktidara gelmesi halinde Yunanistan ile bir savaş çıkaracak adımlar atacağını ilan etmişti. Kılıçdaroğlu, 2017’de yaptığı bir açıklamada Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki adalarını kastederek “O adaların hepsini gelip alacağım,” demişti.
Tüm insanlığı bir nükleer dünya savaşıyla tehdit eden ABD-NATO’nun Rusya’ya karşı savaşına doğrudan değinmeyen açıklama, Türkiye ile Yunanistan arasında artan silahlı çatışma riski karşısında da sessiz kalıyor.
“Yurtta, bölgede ve dünyada barıştan yana, uzun vadeli halklar arası iş birliğine yönelik politikalar”ın acil ihtiyaç olduğunu belirten deklarasyon, “Bunun için emperyalist güçlerin ve iş birlikçilerinin çıkarları değil halkların ihtiyaçları esas alınmalıdır,” diyor ve şöyle devam ediyor: “Komşularımız başta olmak üzere diğer ülkelerle savaş ve çatışmaya, askeri güç gösterisine dayalı, yayılmacı politikaları terk etmek; eşit haklara dayalı, ilkeli ve barışçıl bir dış politika yürütmek gerçek anlamda bir halk egemenliği için zorunludur.”
İttifakın sahte sol bileşenlerine göre emperyalizm ve kapitalist ulus devlet sistemi varlığını sürdürürken “dünya barışı” mümkündür. Bilgisizlikten ya da siyasi bir hatadan kaynaklanmayan bu yalan, başta HDP olmak üzere tüm ittifak üyelerinin emperyalizmle ve kendi egemen sınıflarıyla uzlaşma yöneliminin bir ifadesidir. Stalinizmin sözlüğünden ödünç alınan “halk egemenliği” ifadesi ise, üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olan egemen sınıfın, nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfını sömürmesinin ve baskı altında tutmasının devam etmesi, yani burjuva egemenliği demektir.
Doğrusu, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın emperyalizme ve nükleer dünya savaşı tehlikesine karşı mücadele gibi bir gündemi söz konusu değildir. İttifakın omurgasını oluşturan HDP, NATO Parlamenterler Meclisi’nde yer almaktadır. Dahası, bir bütün olarak Kürt burjuva milliyetçi hareketi, tüm sahte savaş karşıtı ve barış yanlısı söylemlerine karşın, 2003’te ABD’nin Irak’ın istila etmesini ve 2011’de Suriye’de Türkiye de dahil NATO güçlerinin başlattığı rejim değişikliği savaşını desteklemiştir. EÖİ, Suriye’de ABD emperyalizminin başlıca vekil gücü haline gelen Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) sözde “Rojava Devrimi”nin öncüsü olarak görmektedir.
EÖİ, Kürt sorunun çözümü konusunda “inkâr ve bastırma siyaseti yerine demokratik ve barışçı bir çözüm için adım atılması gereklidir. Savaş politikaları, silah ve çatışma yöntemleri yerine, diyalog ve müzakere seçeneklerinin kendini tarihsel olarak dayattığı ve güncel olduğu aşikârdır,” diye belirtiyor. Bu, özünde, Erdoğan hükümeti ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında kesintilerle birlikte 2015’e kadar süren sözde “barış süreci”nin canlandırılması demektir.
WSWS’nin daha önce açıklamış olduğu gibi 2009 yılında başlatılan bu süreç, gerçekte, ABD ve diğer emperyalist güçlerin gözetiminde, Türk ve Kürt burjuvazileri arasındaki bir “barış” süreciydi. Bu sözde “barış”, Ortadoğu’daki emperyalist yağma savaşının bir parçası olarak geliştirilmişti ve hem bölgedeki hem de dünya genelindeki emekçilerin toplumsal özlemlerine düşman güçlerin ürünüydü.
Bu sürecin 2015’te kanlı bir çatışmayla sona ermesi, Erdoğan’ın ya da başka bir siyasi liderin öznel niyetlerinin değil, emperyalist savaşın nesnel dinamiklerinin bir ürünüydü. Suriye’de YPG’nin ABD’nin desteğiyle yükselişi ve Türkiye’nin güney sınırında bağımsız bir Kürt devletinin kurulma olasılığı Türk burjuvazisini dehşete düşürdü. Topraklarını ve etkisini genişletme hayali kuran Türk burjuvazisi, kendi Kürt bölgesini kaybetme olasılığının gündeme geldiği korkusuyla sözde “barış süreci”ni sona erdirdi.
Hatırlatmak gerekir ki HDP ve önceli Kürt burjuva partileri ile müttefiki sahte sol güçler, söz konusu süreç boyunca Erdoğan hükümeti ile ciddi düzeyde işbirliği içindeydi ve bugün Millet İttifakı hakkında yaptıkları gibi o zaman da AKP hakkındaki yanılsamaları besliyordu. Bu işbirliği nedeniyle, milyonlarca insanın AKP’ye karşı sokaklara döküldüğü 2013’teki Gezi Parkı protestoları sırasında, o dönemki adıyla Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), Kürt işçileri ve gençleri protestolara katılmaktan vazgeçirmeye çalışmış ve CHP ile sendikaların çizgisini izlemişti. HDP’nin Suriye’deki emperyalist rejim değişikliği savaşında Erdoğan hükümetinden talebi, Türk ordusunun YPG ile birlikte hareket etmesi şeklindeydi.
Sosyalist Eşitlik Grubu, Kürt halkının temel demokratik taleplerinin derhal karşılanması için mücadele eder. Kürtçenin resmi dil haline getirilmesi, devlet okullarında anadilinde eğitimin başlatılması, Kürt dilinin ve kültürünün önündeki tüm engellerin kaldırılması ve tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması bu haklı talepler arasındadır. Bununla birlikte, bu demokratik talepler için ya da savaşa karşı mücadele, emperyalizme ve onun bölgedeki tüm burjuva vekillerine karşı mücadeleden ayrılamaz. Kürt sorununun çözümü, ezilen kitleleri arkasına alan işçi sınıfının, uluslararası sosyalist devrimin bir parçası olarak Ortadoğu’daki emperyalizm destekli burjuva rejimleri devirerek iktidarı ele geçirmesi ve gerçekten demokratik bir sosyalist federasyon kurmasıyla mümkündür.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kapitalizm yanlısı sağcı karakteri, COVID-19 pandemisi konusundaki sessizliğiyle de vurgulanmaktadır. EÖİ, bırakalım yeni bir yükselişle beraber şiddetle devam eden COVID-19 pandemisini durdurma yönünde bir perspektif öne sürmeyi, pandeminin varlığını bile görmezden gelmektedir.
Bu, Çin hariç dünyanın dört bir yanında egemen sınıfın “COVID ile yaşamayı öğrenme” dayatmasına sahte solun açık desteğinin bir ifadesidir. Bugüne kadar 20 milyondan fazla önlenebilir ölüme ve milyarlarca enfeksiyona yol açan pandemi gerekli halk sağlığı önlemlerinin alınmasıyla kısa sürede kontrol altına alınabilir. Ancak bunun için, kâr çıkarları ve serveti zarar göreceğinden bu önlemleri almayı reddeden egemen sınıfın ölüm politikasına cepheden karşı çıkan uluslararası bir işçi sınıfı seferberliği gerekmektedir. Dünyada bu bilimsel program uğruna mücadele eden tek siyasi eğilim, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’dir (DEUK).
Yalnızca DEUK, her biri tüm dünyadaki emekçi nüfusu doğrudan ilgilendiren küresel sorunlar olan emperyalist savaşa, pandemiye, hayat pahalılığına, otoriter rejime ve eklemek gerekir ki iklim değişikliğine karşı işçi sınıfına dayanan küresel bir devrimci sosyalist program öne sürmektedir.
DEUK’un Türkiye’deki destekçileri olan Sosyalist Eşitlik Grubu’nu Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan ya da diğer sahte sol partilerden aşılmaz bir sınıfsal ve siyasi uçurum ayırmaktadır. Kapitalist ulus devlet sistemine ve emperyalizme göbekten bağlı sözde “alternatiflerin” işçi sınıfına ve gençliğe yeni yıkımlardan başka sunabileceği bir şey yoktur.
Çıkış yolu, Türkiye’de ya da başka bir ülkede var olan bir gerici kapitalist hükümetin yerine bir yenisini geçirmekten değil, emperyalizme ve kapitalizme karşı işçi iktidarı ve dünya sosyalizmi uğruna mücadelede işçi sınıfının büyük tarihsel geleneklerine yönelmekten geçmektedir. Bu, 1917 Ekim Devrimi’ne yol gösteren dünya sosyalist devrimi programını Stalinizme, sosyal demokrasiye ve her türden küçük burjuva milliyetçi eğilime karşı onlarca yıl boyunca kararlılıkla savunan DEUK’un Türkiye’de ve dünya çapında şubelerinin inşası demektir.