Perspektif

Sosyalist Eşitlik Grubu’nun seçimler üzerine açıklaması

Savaşa hayır! Egemen sınıfın emperyalizm yanlısı ittifaklarını reddedin! Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa edin!

Savaşa karşı küresel bir işçi ve gençlik kitle hareketi için! Ortadoğu ve Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri için!

14 Mayıs’taki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri, NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı tırmanan savaşının yoğunlaştırdığı nükleer bir dünya savaşı tehlikesi ve işçi sınıfının uluslararası ölçekte gelişen hareketi koşullarında düzenleniyor. Avrupa ile Asya arasında bir köprü konumunda bulunan, Karadeniz’e açılan boğazları kontrol eden Türkiye’deki seçimlerin sonucu uluslararası bir önem taşıyor.

Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO ittifakı, Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşı tırmandırarak ve Çin’e karşı savaş hazırlıklarını hızlandırarak insanlığı nükleer bir Üçüncü Dünya Savaşı’nda yok oluşla tehdit ediyorlar. Dünyadaki hükümetler militarizme ve finans piyasalarına trilyonlar akıtırken, kitlelerin yaşam standartları ve alım gücü görülmedik bir hızla düşüyor ve uluslararası işçi sınıfı içinde direniş büyüyor.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Türkiye şubesi olan Sosyalist Eşitlik Grubu (SEG), emperyalizme ve toplumsal felaketten başka bir şey vaat etmeyen kapitalist siyaset kurumuna karşıdır. Emperyalist savaşa, devam etmekte olan COVID-19 pandemisine, hayat pahalılığı ve toplumsal eşitsizliğe ve otoriter yönetim biçimlerine karşı mücadele, işçi sınıfının sosyalist bir program temelinde kapitalizme karşı uluslararası devrimci seferberliğini ve iktidarı almasını gerektirmektedir.

SEG’in perspektifi tarihten çıkarılan derslere dayanmaktadır. Türkiye, emperyalist savaşın küresel tırmanışının yarattığı girdabın içine çekiliyor. Ülkenin birkaç yüz kilometre kuzeyinde bulunan Ukrayna’daki NATO savaşının Türkiye’deki siyasi durum üzerinde geniş kapsamlı etkileri olacaktır.

Yirminci yüzyılın başındaki ilk küresel çatışma, çeşitli devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası üzerine çekiştiği Balkanlar’da patlak vermişti. 1912-1913’teki Balkan Savaşlarını, Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın öldürülmesiyle tetiklenen I. Dünya Savaşı takip etti. Osmanlı İmparatorluğu’nu paramparça eden ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin içinden çıktığı dünya savaşına yol açan jeopolitik çatışmalar bugün daha da patlayıcı bir biçimde geri dönüyor.

Bu ilk küresel katliam, Vladimir Lenin ve Lev Troçki’nin liderliğindeki Bolşevik Parti’nin yol gösterdiği işçi sınıfının 1917 Ekim Devrimi’yle sona erdirildi. Yirminci yüzyılda insanlığı iki kez dünya savaşına sürükleyen kapitalizmin küresel çelişkilerinin bir Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açmasını durdurabilecek olan da uluslararası işçi sınıfının devrimci müdahalesidir.

Milyonlarca insanı evsiz bırakan ve on binlerce insanın ölümüne neden olan 6 Şubat’taki Türkiye-Suriye deprem felaketi, kapitalist ulus devlet sisteminin uluslararası ölçekte acil toplumsal sorunlara planlı ve akılcı bir yanıt verilmesinin önünde bir engel olduğunu trajik bir şekilde gözler önüne sermiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin ve tüm siyaset kurumunun beklenen deprem felaketine hazırlık yapmamış olması, politikanın kâr ve servet birikimi temelinde belirleniyor olmasından kaynaklanmaktadır. Deprem gibi büyük doğa olayları yapay ulusal sınırları tanımazken, kapitalist hükümetlerin politikasına salt ulusal kaygılar egemendir.

COVID-19 pandemisine verilen feci “hayatlardan önce kâr” yanıtının arkasında da aynı nesnel temel yatmaktadır. 20 milyondan fazla insanın ölümüne neden olan pandemi, kitlesel enfeksiyona, güçten düşmeye ve ölümlere yol açmaya devam ederken, dünya nüfusu aynı zamanda iklim değişikliği ve yeni pandemilerin tehdidi altında bulunuyor.

Kapitalist ittifaklar ve SEG’in tavrı

Sosyalist Eşitlik Grubu, mevcut siyasi krizin çok keskin bir ifadesi olan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde işçi sınıfını temsil eden hiçbir ilerici alternatifin olmadığını açıklamakta ve hiçbir adaya destek vermemektedir. Bu seçimlere katılan partilerin hiçbiri, en sınırlı biçimde bile olsa, işçi sınıfının çıkarlarını savunmamaktadır.

Genç bir siyasi eğilim olarak SEG, henüz doğrudan kendi adaylarını çıkarabilecek durumda değildir. Bununla birlikte SEG, uluslararası Troçkist hareketin muazzam tarihsel deneyiminden ve işçi sınıfının burjuva ve orta sınıf partilerinden siyasi bağımsızlığını sağlama uğruna verdiği mücadelesinden yararlanarak, bu seçimlere, işçi sınıfının ve gençliğin en bilinçli kesimlerine siyasi meseleleri açıklamak, uluslararası sosyalist bir program sunmak ve sadece seçim gününde değil ama sonrasında ne yapmaları gerektiğini açıklamak için müdahale ediyor.

Egemen sınıfın rakip hizipleri bu seçimlere iki ana ittifak halinde katılıyor: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) ve faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) önderlik ettiği Cumhur İttifakı ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi ve MHP’den kopan İYİ Parti’nin önderlik ettiği Millet İttifakı. Millet İttifakı’nda ayrıca AKP’nin içinden çıktığı İslamcı Saadet Partisi ve eski AKP’li başbakan ve dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ve eski AKP’li ekonomi bakanı Ali Babacan’ın DEVA partisi yer alıyor.

Çoğu Kılıçdaroğlu’nun önde olduğunu gösteren kamuoyu yoklamaları, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalabileceğine işaret ediyor. Yüzde 10’un altında oy alması beklenen iki aday daha seçime katılıyor. 2018 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’nin adayı olan Muharrem İnce, esasen Davutoğlu ve Babacan’ın Millet İttifakı parçası olmasına itiraz ederek cumhurbaşkanı adayı olurken, Zafer Partisi’nin başını çektiği Ata İttifakı’nın adayının kampanyası yabancı düşmanı bir program temelinde aşırı sağcı bir hareket geliştirmeye çalışıyor.

Erdoğan anayasaya aykırı bir şekilde üçüncü kez aday olmuş durumda. Erdoğan’ın iktidar bloğu ya da burjuva muhalefet ittifakları, nüfusun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfına ileriye giden bir yol sunmamaktadır. Bu gerici burjuva ittifakların ortak özelliği, emperyalizme bağlılık ve işçi sınıfına düşmanlıktır. Onların en büyük korkusu, devasa bir ekonomik ve toplumsal krizle ve NATO’nun Rusya’ya karşı savaşının daha da tırmanması tehlikesiyle karşı karşıya olan işçi sınıfının kitlesel olarak harekete geçmesidir.

Kılıçdaroğlu’nun arkasına dizilerek kitlelerin öfkesini kontrol altına almak üzere sahte sol grupların desteğiyle çeşitli ittifaklar kuruldu. Bunların ilki, Kürt milliyetçisi Halkların Demokratik Partisi (HDP) ile müttefiki Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Emek ve Özgürlük İttifakı’dır (EÖİ). HDP, Erdoğan hükümetinin partiyi kapatmaya yönelik gerici tehdidi nedeniyle seçimlere Yeşil Sol Parti (YSP) adıyla giriyor.

Sahte solun bir diğer hizbini oluşturan Sosyalist Güç Birliği (SGB) ittifakındaki Stalinist Türkiye Komünist Partisi (TKP) ile Sol Parti (eski Özgürlük ve Dayanışma Partisi, ÖDP) de aynı sağcı politikayı izliyor. Emek ve Özgürlük İttifakı gibi bu ittifak da işçi sınıfını mevcut siyasi ve toplumsal düzen sınırları içine hapsetmeye çalışmaktadır.

SEG, bu ittifaklara katılmayan ama onları şu ya da bu şekilde desteklemeye çalışan ilkesiz sahte sol eğilimlerle arasına aşılmaz bir siyasi mesafe koyar.

Bunlardan biri, Yunanistan’daki İşçilerin Devrimci Partisi’nin (EEK) Türkiye’deki kardeş partisi Devrimci İşçi Partisi’dir (DİP). Bu partiler, NATO’nun emperyalist saldırganlığına karşı gerici Putin rejimini destekleyen Rus neo-Stalinist güçlerle ittifak halindeler. Haziran 2018 seçimlerine kadar NATO ve Avrupa Birliği (AB) yanlısı HDP’yi destekleyen DİP, bu milletvekili seçimlerinde Stalinist Türkiye Komünist Hareketi’ni (TKH) destekleyeceğini ilan etti. Bununla birlikte, TKH, cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’nu destekleyen TKP ve Sol Parti ile SGB içindeki ittifakını sürdürüyor.

Aynı durum, NATO’nun Rusya’ya karşı savaşını coşkuyla destekleyen Uluslararası Sosyalist Birlik’in (ISL) eski Türkiye şubesi olan Sosyalist Emekçiler Partisi’nin tavrı için de aynısı geçerlidir. Ankara’da kendi bağımsız milletvekili adayını gösteren Sosyalist Emekçiler Partisi, geri kalan yerlerde Kılıçdaroğlu’nun arkasına dizilen Emek ve Özgürlük İttifakı’nı destekleme çağrısı yaparak kapitalist düzene muhalefetinin tamamen ikiyüzlü ve sahte olduğunu açıkça ortaya koydu.

Sosyalist Eşitlik Grubu, işçi ve gençlik kitlelerinin iki sağcı burjuva ittifakı ve onların destekçileri arasında seçim yapmak zorunda olduğu iddiasını şiddetle reddeder. Sonuçları ne olursa olsun, seçimler işçi sınıfının karşı karşıya olduğu temel sorunların hiçbirini çözmeyecektir. Bunun nedeni, bu sorunların hiçbirinin ulusal temelde ya da mali sermayenin servetine cepheden bir sosyal saldırı yapılmaksızın çözülemeyecek olmasıdır.

Seçimlere katılan partiler temel sorunları çözmekten tamamen acizdir. Aksine onlar NATO’ya tam bağlılık içinde emperyalist savaş kampında yer alıyor, pandemiyi ve kitlesel ölümleri görmezden geliyor ve beklenen yeni depremler karşısında kitleleri yıkıma ve ölüme terk ediyorlar. Onların derinleşen ekonomik krize yanıtı, taktiksel farklılıkları ne olursa olsun, bankalar ve büyük şirketler adına işçi sınıfına ağır bir sosyal kemer sıkma programı dayatmak olacaktır.

Sosyalist Eşitlik Grubu, sahte sol güçlerin ulusal burjuvaziye uyarlanmayı meşrulaştırmak için başvurduğu karamsarlığı reddeder. Küresel kapitalizmin emperyalist savaşa, toplumsal karşıdevrime ve diktatörlüğe yol açan çelişkileri, aynı zamanda işçi sınıfının küresel hareketinin yükselişine neden olmaktadır.

Geçtiğimiz yıl Sri Lanka devlet başkanını ülkeyi terk etmeye zorlayan kitlesel halk ayaklanmasının ardından burjuva egemenliğinin ve temel sorunların olduğu gibi yerinde kalması nedeniyle, işçi sınıfı ve kır yoksulları yeni devlet başkanına karşı yeniden harekete geçiyor.

Avrupa’nın dört bir yanındaki ülkelerde grevler ve protestolar büyüyor. Fransa’da işçi sınıfının Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un emeklilik yaşını artırmasına karşı verdiği mücadele ve karşılaştığı çıplak kapitalist devlet şiddeti, Macron’un devrilmesini ve iktidarın işçi sınıfına aktarılması gerekliliğini gündeme getiriyor.

Emperyalist sistemin kalbi Amerika Birleşik Devletleri’nde işçi sınıfı giderek radikalleşiyor. Birleşik Otomotiv İşçileri (UAW) sendikası seçimlerinde, Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı’nın (TK-Uİİ) adayı olan Will Lehman’ın “iktidarın tabana aktarılması” çağrısında bulunan sosyalist bir program temelinde yaklaşık 5.000 oy aldığı kampanya, bunun en bilinçli siyasi ifadesidir.

Aylar süren kitlesel protestoların İran rejimini sarsmasının ardından İsrail’de Başbakan Netanyahu’nun yargı darbesi girişimine karşı ülke tarihinin en kitlesel protestoları gelişirken, Ortadoğu genelinde Yahudi, Arap, İranlı ve diğer milliyetlerden işçilerin siyasi birliğini sağlamanın koşulları olgunlaşıyor.

Geçtiğimiz yıl görülmemiş bir fiili grev dalgasının meydana geldiği Türkiye’de de, seçimlerin sonucu ne olursa olsun, büyük sınıf mücadeleleri gündemdedir. İleriye giden yol, işçi sınıfının sendika bürokrasisine muhalefet içinde gelişen hareketini Troçkist bir programla ve DEUK’un Stalinizme, Pabloculuğa ve burjuva milliyetçiliğine karşı onlarca yıllık mücadelesinde cisimleşen tarihin dersleriyle donatmaktan geçmektedir.

NATO’nun Rusya’ya karşı savaşı ve Türkiye’deki egemen seçkinler

Karadeniz’in kuzeyinde bulunan Ukrayna’da Rusya ile şiddetle devam eden çatışma, ABD önderliğindeki NATO güçlerinin hızla Türkiye’yi, Avrupa’yı ve dünyanın geri kalanını içine çekebilecek emperyalist bir savaşıdır.

Erdoğan hükümetinin NATO destekli Ukrayna ile Rusya arasında arabuluculuk yapma girişimi, son tahlilde, Türk burjuvazisinin hem NATO hem de Rusya ile olan sıkı ekonomik, askeri ve siyasi bağlarından kaynaklanmaktadır. Ne var ki, savaşın tırmanması, Ankara’nın NATO ile Rusya arasında manevra yapma kabiliyetini daraltmakta ve onu tarafını açıkça seçmeye zorlamaktadır.

Türkiye’deki burjuva siyaset kurumunun, Rusya’ya karşı savaşta önemli bir tırmanmanın parçası olan Finlandiya’nın NATO üyeliğini TBMM’de oybirliğiyle kabul etmesi, onun emperyalizm yanlısı ve gerici karakterinin inkâr edilemez bir ilanıydı.

Bu, 1917 Ekim Devrimi’nin Vladimir Lenin ile birlikte önderi ve Dördüncü Enternasyonal’in kurucusu Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’ni çarpıcı bir şekilde doğrulamıştır. Troçki’nin yaklaşık 90 yıl önce açıkladığı gibi,

Burjuva gelişmesi gecikmiş ülkelerle, özellikle de sömürge ve yarı sömürge ülkelerle ilgili olarak, sürekli devrim teorisi, bu ülkelerin demokrasiye ve ulusal kurtuluşa ulaşma görevlerinin tam ve gerçek çözümünün ancak boyunduruk altındaki ulusun, özellikle de köylü kitlelerinin lideri olarak proletaryanın diktatörlüğü yoluyla mümkün olabileceğini ifade eder.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yıldönümünde burjuvazi, emperyalizmden bağımsızlığı sağlama ya da demokratik bir rejim kurma görevlerini yerine getirme konusunda bir asır öncesine göre daha da aciz bir durumdadır.

Burjuvazinin arkasına dizildiği NATO’nun geçtiğimiz yıl Ukrayna’da kışkırttığı savaş, ABD emperyalizminin, Stalinistlerin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasından bu yana neredeyse aralıksız devam eden emperyalist saldırganlığının ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin bir ürünüdür.

Bu emperyalist saldırganlık sürecinde Irak’tan Yugoslavya’ya, Afganistan’dan Suriye’ye kadar sayısız ülke mahvedilmiş, milyonlarca insan öldürülmüş ve on milyonlarca insan evsiz sığınmacı haline getirilmiştir. AB sığınmacıların kıtaya ulaşmasını engellemeye yönelik “Avrupa Kalesi” politikasını uyguladığı için, binlerce insan Akdeniz’de boğularak ölmüştür.

Türk ve Kürt burjuvazisinin bu savaşlara suç ortaklığı yaparak emperyalist yağmadan kırıntılar alma çabasının yıkıcı sonuçları oldu. Erdoğan, 2011’de CIA’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’i devirmek üzere organize ettiği ve 500 binden fazla insanın ölümüne yol açan savaşta önemli bir rol oynadı.

Aynı dönemde, Erdoğan’ın Kürt milliyetçisi Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile sürdürdüğü NATO destekli “barış süreci”, ABD emperyalizminin Suriye’deki Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) başlıca vekil gücü haline getirmesi sonucu 2015 yılında çöktü. Suriye’de ABD destekli bir Kürt devletinin ortaya çıkmasının Türkiye’de de benzer bir sonucu tetikleyebileceği korkusu, Ankara’yı dehşete düşürdü ve yeniden çatışmaya yöneltti.  PKK-YPG ve HDP’yi şiddetle ezmeye kararlı olan Erdoğan hükümeti, bunda CHP’nin büyük ölçüde desteğini aldı.

Ankara ile emperyalist müttefikleri arasında artan gerilimler, 15 Temmuz 2016’da Erdoğan’a karşı düzenlenen NATO destekli başarısız darbe girişiminde şiddetle patlak verdi. Kitlesel muhalefet nedeniyle darbe girişimini atlatan Erdoğan, NATO müttefikleriyle anlaşmaya varma arayışını sürdürdü. Bu, emperyalizme göbekten bağlı olan ve her şeyden çok işçi sınıfından gelen tehditten korkan Türk burjuvazisinin konumunu gözler önüne sermektedir.

Bununla birlikte, Erdoğan’ın Cumhur İttifakı ABD önderliğindeki NATO güçleri ile Rusya ve Çin arasında manevra yapma politikasını savunurken, Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı NATO emperyalizmine daha iyi hizmet etmeyi taahhüt ediyor. Kılıçdaroğlu geçtiğimiz Ekim ayında ABD’yi ziyaretinde, Erdoğan’dan daha net bir tavırla, “Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna’nın yanında yer almamız gerektiğini düşünüyoruz” diye ilan etmişti.

Daha önce Erdoğan’a karşı Kılıçdaroğlu’nun önderlik ettiği ittifakı desteklediklerini açık ya da örtülü olarak beyan eden ABD Başkanı Biden ve onun Avrupalı müttefikleri, Kılıçdaroğlu’nda daha güvenilir bir müttefik görmektedir. Doğrusu, Kılıçdaroğlu bu konuda emperyalist güçlere güven vermek için elinden geleni yapmıştır. Finlandiya’nın NATO üyeliğini coşkuyla destekleyen CHP, iktidarı alması durumunda İsveç’in üyeliğinin de mecliste hızla kabul edileceğini taahhüt ediyor.

Bununla birlikte, seçilmesi halinde Kılıçdaroğlu’nun, Türk burjuvazisinin Erdoğan döneminde NATO ile yaşadığı aynı anlaşmazlıklarla karşılaşmayacağını düşünmek için hiçbir neden yoktur. Bu anlaşmazlıklar, Kürt milliyetçileri ve Türkiye’nin emperyalist müttefikleriyle çatışmayla sonuçlanmıştı. Ancak Kılıçdaroğlu’nun kampanyası, emperyalizmle ilişkileri geliştirmeyi amaçladığını açıkça ortaya koymuştur.

Demokratik yönetim biçimlerinin çöküşü

Kılıçdaroğlu geçtiğimiz yıl NATO’nun “21. yüzyılda demokrasinin güvencesi” olduğunu öne sürmüştü. Gerçekte ise ABD önderliğindeki NATO güçleri, 2014’teki Ukrayna darbesi ve 2016’daki Türkiye darbe girişimi dahil olmak üzere, yirminci ve yirmi birinci yüzyıl boyunca dünyanın dört bir yanında seçilmiş hükümetlere karşı düzenlenen antidemokratik operasyonların merkez üsleri olmuştur.

Demokratik yönetim biçimlerinin çöküşü en çarpıcı ifadelerini NATO’nun önde gelen güçleri olan ABD’de ve Fransa’da göstermiştir. Cumhurbaşkanı Macron Fransa halkının dörtte üçünün karşı çıktığı emeklilik kesintilerini, mali oligarşinin kontrolündeki kapitalist devlet şiddetiyle kabul ettirmeye çalışıyor. Eski Başkan Donald Trump’ın 6 Ocak 2021’de seçim sonuçlarını iptal ettirmek için bir darbe girişiminde bulunduğu ABD’de Başkan Biden önümüzdeki on yılda demokrasinin var olup olmayacağından emin olmadığını söylüyor.

Daha yedi yıl önce bir darbe girişimine tanık olunan ve Erdoğan’ın buna yanıt olarak otoriter bir başkanlık rejiminin inşasına hız verdiği Türkiye’deki kırılgan “demokrasi” de bundan muaf değildir. Eğer burjuvazi içindeki gruplar seçimlere müdahale etmeye ya da seçimleri çalmaya çalışırsa, işçiler ve gençler buna kitlesel olarak karşı çıkmalıdır.

Egemen sınıfın her yerde diktatörce yönetim biçimlerine doğru artan yönelimi, kapitalist sistemin uluslararası krizinden kaynaklanmaktadır ve bir hükümet değişikliğiyle ortadan kaldırılamaz. Troçki’nin 1929’da, Avrupa’da diktatörlük yönetimlerinin ortaya çıkmasını değerlendirirken yazmış olduğu gibi:

Elektrik mühendisliği ile bir benzerlik kurarsak, demokrasi, ulusal ve toplumsal mücadele tarafından aşırı yüklenmiş akımlara karşı korumaya yönelik bir emniyet şalteri ve sigorta sistemi olarak tanımlanabilir… Aşırı gerilimli sınıfsal ve uluslararası çelişkilerin etkisi altında, demokrasinin emniyet şalteri ya yanar ya da patlar. Diktatörlük kısa devresinin betimlediği şey özünde budur.

Erdoğan hükümeti, dünyadaki benzerleri gibi, COVID-19 pandemisi sırasında işçi sınıfından mali oligarşiye devasa bir servet aktarımına başkanlık etti. Emekçilerin ezici çoğunluğu yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve yıllık gerçek enflasyonun yüzde 100’ün üzerinde olduğu koşullarda reel ücretlerindeki kayıpları durdurmaya çalışıyor. Türk bankacılık sektörünün net kârının 2022’de yüzde 350’in üzerinde artış kaydetmesinde kendini gösteren bu toplumsal karşıdevrim, egemen sınıfın tüm hizipleri tarafından desteklenmektedir.

Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a yakın büyük şirketlere yönelik demagojik söylemleri ne olursa olsun, uluslararası ve yerli mali sermayenin çıkarlarına hizmet edecek bir hükümet kurmayı planladığını açıkça ortaya koymuştur. Kılıçdaroğlu’nun derinleşen ekonomik krize “çözüm”ü, Türkiye ve uluslararası işçi sınıfının karşı karşıya olduğu devasa hayat pahalılığının ve yoksullaşmanın başlıca sorumlularının bulunduğu New York ve Londra mali sermaye çevreleriyle bağları sıkılaştırmaktır. O, bunun için, Erdoğan’ın eski ekonomi kurmayı Ali Babacan’ı yanına almış durumda. Kılıçdaroğlu’nun enflasyonu düşürme adına faiz oranlarını artırma konusunda ABD ve Avrupa merkez bankalarını takip etme programı, ekonomik durgunluk, yaygın işten çıkarmalar ve kemer sıkma anlamına gelmektedir.

Dolayısıyla, Millet İttifakı’nın toplumsal koşulları iyileştirme, demokratik hakları yeniden tesis etme ve parlamenter sisteme geri dönme gibi seçim vaatlerinin hiçbir değeri yoktur. Erdoğan’ın sağcı otoriter rejiminin gelişimine yön veren kapitalizmin küresel krizi ve sınıf mücadelesinin yükselişi, seçimin sonucundan bağımsız olarak, dünya çapında yoğunlaşacaktır. İşçi sınıfı, her halükarda, yeni burjuva hükümetiyle bir hesaplaşmaya girecektir.

Kürt milliyetçiliğinin emperyalizm yanlısı rolü

Sosyalist Eşitlik Grubu, Kürt halkına ve siyasetçilere yönelik devlet baskısına tavizsiz biçimde karşı çıkmaktadır. Kürt halkının temel demokratik hakları tanınmalı ve siyasi tutuklular serbest bırakılmalıdır. Ancak demokratik hakların ilkesel olarak savunulması, hiçbir şekilde burjuva milliyetçi hareketlere destek anlamına gelmez. Kürt milliyetçiliğinin emperyalizm yanlısı sicili, milliyetçiliğin iflasının ve ilerici içerikten yoksun olduğunun çarpıcı bir örneğidir.

NATO’nun Rusya’ya karşı savaşı tırmandırması, savaşa karşı ve barış için HDP’nin desteklenmesi gerektiği iddiasının siyasi bir tuzak ve sahtekârlık olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. HDP, Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkmadığı için oylamaya katılmadı ve NATO güçlerinin retoriğini tekrarlayarak “Finlandiya’nın güvenlik kaygılarını meşru gördüğünü” ilan etti.

Sahte bir “anti-emperyalist” söylemi sürdüren HDP’nin bu tavrı Kürt milliyetçiliğinin tarihsel siciliyle ve emperyalizme yönelimiyle uyumludur. ABD’nin 2003’teki Irak istilasını memnuniyetle karşılayan Kürt milliyetçileri, YPG’nin Suriye’de ABD ile kurduğu ittifakı “Rojava Devrimi” olarak selamlamaktadır. NATO Parlamenterler Meclisi’nde temsil edilen HDP, NATO’nun Rusya’ya karşı savaşında merkezi bir rol oynayan Alman Sosyal Demokratlar ve Yeşiller ile güçlü bağlara sahiptir.

HDP, ABD ve AB destekli “barış süreci” adına 2015’e kadar Erdoğan hükümeti ile siyasi işbirliği içindeydi. Bu sürecin sona ermesi ve Erdoğan hükümetin –CHP tarafından büyük ölçüde desteklenen– artan baskıları karşısında giderek CHP’ye yöneldi. O dönem Erdoğan hükümetiyle anlaşmaya varmanın “barış ve demokrasi” getireceğini iddia eden HDP, bugün CHP önderliğindeki Millet İttifakı hakkında aynı yanılsamaları yayıyor.

Sosyalist Eşitlik Grubu, işçi sınıfına ve Kürt halkına yeni felaketlerden başka bir şey getirmeyecek bu iddiaları bir aldatmaca olarak şiddetle reddeder. Kürt sorununun çözümü ve Ortadoğu’daki katliamın sona erdirilmesi, işçi sınıfının emperyalizme ve onun burjuva vekillerine karşı sosyalist bir program temelinde seferber edilmesini ve iktidarı almasını gerektirmektedir.

İleriye giden tek yol, işçilerin savaşa ve baskıya karşı tüm Ortadoğu’da ve dünyada sosyalizmin inşası uğruna mücadelede Ortadoğu’daki ve emperyalist ülkelerdeki tüm milliyetlerden kardeşleri ile birleşmesidir.

Sahte solun iflası

Sosyalist Eşitlik Grubu, hem Erdoğan rejimine hem de Kılıçdaroğlu’nun olası cumhurbaşkanlığına uluslararası işçi sınıfının perspektifiyle karşı çıkmaktadır. SEG, aralarında TİP, EMEP, TKP, Sol Parti ve çeşitli Pablocu/Morenocu eğilimlerin de bulunduğu sahte sol güçlerin Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığının demokratik ve toplumsal koşulları iyileştireceği iddiasını apaçık bir yalan olarak reddeder. Bu güçler, büyüyen toplumsal muhalefeti Millet İttifakı’nın arkasına yönlendirmeye çalışarak emperyalizm yanlısı ve işçi sınıfı düşmanı karakterlerini bir kez daha ortaya koymaktadır.

2018 seçimlerinde HDP listelerinde meclise giren TİP, bugün Erdoğan rejimine ve kapitalizme karşı sağcı Millet İttifakı’nın dışında sol bir alternatif arayan kitleleri çıkmaza sürüklemekte kritik bir rol oynamaktadır. 2014’te Stalinist TKP içinde meydana gelen bölünmenin ardından 2017’de kurulan TİP, geçtiğimiz yıl burjuva muhalefet yanlısı medyanın da desteğiyle hızla büyüdü.

TİP’in gerçek karakteri, en açık biçimde, TBMM’deki oylamada Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkmamasında kendisini göstermiştir. Bu, NATO’ya karşı çok büyük bir muhalefetin hâkim olduğu işçi sınıfına değil ama emperyalizm yanlısı HDP’ye ve Millet İttifakı’na yönelmenin sonucu olan son derece bilinçli bir karardı.

TİP lideri Erkan Baş, Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi halinde “işçi düşmanlarının iktidarının” son bulacağını ilan etmiş durumda. Gerçekte, hangi aday kazanırsa kazansın, ekonomik kriz ve egemen sınıfın sosyal saldırıları derinleşecektir. Türkiye’yi sarsan kapitalizmin küresel krizi, bir başka sağcı, NATO yanlısı burjuva politikacı olan Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın yerine cumhurbaşkanı olmasıyla ya da Erdoğan’ın meclis çoğunluğunu kaybetmesiyle sona ermeyecektir. Krizi durdurmak, işçi sınıfının Türkiye’de ve uluslararası ölçekte sosyalist devrim yoluyla iktidarı almasını gerektirmektedir.

CHP’nin işçi düşmanı karakteri, yönettiği belediyelerdeki politikalarında da apaçık ortadadır. COVID-19 pandemisinin patlak vermesinin ardından hem CHP hem de onu destekleyen DİSK, hükümetin “hayatlardan önce kâr” politikasına başından itibaren arka çıkmıştır. CHP yönettiği belediyelerde aynı politikayı uygularken, DİSK işçilerin tehlikeli koşullarda çalıştırılmasına nezaret etti. CHP’nin İstanbul’da yönetimde olduğu belediyelerde greve giden işçilere yanıtı, onları “hükümete hizmet etmek” ile suçlamak ve grev kırıcı adımlar atmak oldu.

Sahte sol örgütlerin Millet İttifakı’na açık desteğinin en kirli ifadelerinden biri, Kılıçdaroğlu’nun yabancı düşmanı programı karşısındaki ölüm sessizlikleridir. Türkiye’de, Ankara’nın da suç ortağı olduğu Afganistan ve Suriye’deki savaşlardan kaçan milyonlarca sığınmacı en temel haklardan yoksun bir şekilde yaşıyor. Kılıçdaroğlu uzun bir süredir, büyüyen toplumsal muhalefeti sığınmacılara karşı gerici bir yöne saptırmaya çalışıyor ve sığınmacıları iki yıl içinde AB ile işbirliği içinde ülkelerine geri göndermeyi vaat ediyor.

Sosyalist Eşitlik Grubu, Millet İttifakı’nın ve arkasındaki sahte sol güçlerin sığınmacı karşıtı politikasını koşulsuzca reddeder ve işçileri sığınmacıları savunmaya çağırır. Emperyalist savaşın kurbanları olan sığınmacılar, istedikleri ülkede yurttaşlık da dahil olmak üzere eşit haklarla yaşama ve çalışma hakkına sahip olmalıdır.

Sahte sol güçlerin Millet İttifakı’na uyarlanmaları, onların orta sınıfın kapitalizm altında daha iyi bir konum peşinde koşan hali vakti yerinde kesimlerini temsil ettikleri gerçeğini yansıtmaktadır. Onların Yunanistan’daki Syriza, Almanya’daki Sol Parti ya da İspanya’daki Podemos gibi uluslararası müttefiklerinin yerel ya da ulusal iktidar sicili, işçilere ve gençlere yönelik bir uyarıdır.

İspanya’da büyük sermaye partisi Sosyalist Parti ile birlikte hükümette olan Podemos, NATO’nun Rusya’ya karşı savaşının ateşli bir destekçisidir ve işçilerin grevlerini şiddetle ezmektedir. Sol Parti, Alman emperyalizminin geri dönüşünü desteklemekte ve yönetime geldiği eyaletlerde sert kemer sıkma politikaları uygulamaktadır.

2015’te iktidara gelen Syriza, Yunan halkına Avrupa Birliği’nin ve büyük bankaların şiddetli kemer sıkma programını dayattı. AB’nin Erdoğan hükümetiyle yaptığı kirli anlaşmanın bir parçası olarak Yunanistan’da sığınmacılar için toplama kampları kurdu. Syriza lideri ve eski başbakan Aleksis Çipras, İsrail’deki Siyonist rejimle ve Mısır’daki kanlı El Sisi diktatörlüğü ile askeri ve siyasi bağlarını geliştirdi.

Yunanistan’da 21 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde iktidara geri dönme peşinde koşan Syriza, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynakları ve Ege Denizi’ndeki adalar üzerine Türkiye ile var olan çatışmada Fransa destekli Yunanistan adına sertlik yanlısı bir politikayı savunuyor. Sahte solun arkasında hizaya geçtiği Kılıçdaroğlu da Türk burjuvazisinin gerici çıkarları doğrultusunda Yunanistan’a karşı saldırgan bir politikadan yana olduğunu ilan etmiş ve 2017’de yaptığı bir açıklamada, “2019’da o adaların hepsini gelip alacağım,” demişti.

Sosyalist Eşitlik Grubu, işçi sınıfı içinde Troçkizm uğruna verdiği mücadele ile sahte sol grupların küçük burjuva milliyetçi politikasını birbirinden ayıran siyasi ve sınıfsal uçurumu göstererek, işçi sınıfının siyasi bağımsızlığını oluşturmaya çalışmaktadır. İşçi sınıfı, siyasi iktidar mücadelesine, yalnızca uluslararası işçi sınıfının çıkarlarını burjuvazinin çıkarlarından net bir şekilde ayırt etmeye yönelik bu mücadele yoluyla hazırlanabilir.

SEG neyi savunuyor?

* Türkiye ve uluslararası işçi sınıfını NATO emperyalizmine ve dünya savaşı tehlikesine karşı harekete geçirin.

Sosyalist Eşitlik Grubu, DEUK’un gençlik hareketi Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’in (IYSSE) savaşa karşı küresel bir işçi ve gençlik hareketi inşa etme kampanyasını destekler. Putin’in Ukrayna’ya yönelik gerici istilasına karşı çıkan SEG, bunu ABD-NATO emperyalist savaşını desteklemenin bahanesi olarak kullanan sahte sol güçlere uzlaşmaz biçimde karşı çıkmaktadır.

İnsanlığı bir nükleer çatışmayla tehdit eden Ukrayna’daki savaşın “ulusal savunma” ile hiçbir ilişkisi yoktur. Stalinist bürokrasinin 1991’de SSCB’yi dağıtmasının yıkıcı bir sonucu olan bu savaş, ABD önderliğinde Balkanlar’dan Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya kadar 30 yıldır süren emperyalist savaşının bir devamıdır. Son tahlilde, küresel kapitalizmin çelişkilerinden kaynaklanan savaşın ulusal bir çözümü yoktur. Tek ilerici çözüm, uluslararası işçi sınıfının devrimci müdahalesinde yatmaktadır.

Dünya çapında olduğu gibi Türkiye’de de emekçilerin ezici bir çoğunluğu Ukrayna’daki savaşa karşıdır. Geçtiğimiz yıl yapılan bir anket, halkın yüzde 80’inin savaşa karşı olduğunu gösteriyordu. Türkiye’de ve uluslararası ölçekte savaş karşıtı bir hareketin dayanması gereken toplumsal temel budur. Bu hareket ancak emperyalizm yanlısı tüm siyaset kurumundan bağımsız ve ona karşı, uluslararası sosyalist bir program bir temelde inşa edilebilir.

SEG aynı zamanda tüm emperyalist güçlerin Ortadoğu’dan çekilmesini ve Türkiye’nin de Suriye ve Irak dahil yurt dışındaki silahlı kuvvetlerinin geri çekilmesini savunur.

* Sıfır COVID politikası

Hükümetlerin bilim dışı iddiaları ne olursa olsun, COVID-19 pandemisi devam etmektedir. SEG, uygulandığında virüsün yayılmasını durdurmakta ve hayatları kurtarmakta son derece başarılı olduğu kanıtlanan Sıfır COVID politikasını savunmaktadır. Ancak bu politika, COVID-19’u yalnızca küresel ölçekte -19’u ortadan kaldırabilir ve bu, işçilerin işyerlerinde ve okullarda iş güvenliği taban komiteleri kurarak harekete geçmesini gerektirmektedir.

SEG DEUK’un COVID-19 Pandemisine Yönelik Küresel İşçi Soruşturması’nı desteklemekte, işçi sınıfını Sıfır COVID politikasının gerekliliği konusunda eğitmek için mücadele etmekte işçileri ve bilim insanlarını bu soruşturmaya katılmaya çağırmaktadır.

* Taban komiteleri kurun, işçileri sendika bürokrasilerinden bağımsız olarak kemer sıkmaya ve baskıya karşı mücadele etmek üzere örgütleyin

DEUK, yozlaşmış, şirket yanlısı sendikalardan bağımsız ve onlara karşı işyerinde uluslararası mücadele örgütleri inşa etmeye ve bunları birbirine bağlamaya çalışan tek siyasi eğilimdir. İşçilerin on yıllardır süren kemer sıkma politikalarının ve polis devleti baskısının yarattığı toplumsal koşullara duydukları öfke, böyle bir hareketin gelişimini beslemektedir.

Türkiye, ücretler bakımından Avrupa’daki ülkeler arasında en alt sıralarda yer almaktadır. Dört kişilik bir aile için aylık yoksulluk sınırının 33 bin lirayı geçtiği koşullarda, emekçilerin önemli bir kısmı 8.500 liralık asgari ücret civarındaki bir gelirle geçinmeye çalışıyor. Resmi gıda enflasyonu yüzde 70 seviyesindeyken, pek çok aile sağlıklı beslenmekten uzaktır. 2022’de nüfusun tepedeki yüzde 20’sinin milli gelirden aldığı payın yüzde 48’e çıkması (son 16 yılın en yüksek seviyesi), toplumsal eşitsizlikteki büyümeye tanıklık etmektedir. Sendikalar, on yıllardır sosyal hakların ortadan kaldırılmasında ve ücretlerin aşağıya doğru çekilmesinde hükümetle açık veya örtülü bir suç ortaklığı yapmıştır.

Temel sosyal hakları yeniden kazanma, COVID-19 ölümlerine son verme ve emperyalist savaşa karşı çıkma mücadelesi, şirket yanlısı olan ve devletle bu temelde görüşmeler yapan ulusal sendika bürokrasilerine bırakılamaz. Ulusötesi şirketlere karşı verilecek her türlü ciddi endüstriyel mücadele, işçilerin sendikalardan bağımsız olarak ve ulusal sınırların ötesinde örgütlenmesini gerektirir. SEG, bu amaçla, DEUK’un Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı’nı (TK-Uİİ) inşa etme çağrısını desteklemektedir.

* Deprem ve diğer acil toplumsal sorunların çözümü için mali aristokrasiyi mülksüzleştirin

Mali aristokrasi, büyük merkez bankaları tarafından para basılması yoluyla trilyonlarca dolar zenginleştirildi. Mali spekülatörlere aktarılan bu fonlar enflasyonu körükledi ve devlet borcunu büyük ölçüde arttırdı ama aynı anda borsaları da yükseltti. Çalışmalar, şirket kârlarındaki artışın enflasyonun temel itici gücü olduğunu göstermektedir.

Pandemi sırasında milyonlarca insanın canı pahasına işçileri güvenli olmayan koşullarda çalıştırarak kâr elde eden asalak bir aristokrasi toplumu yağmalamaktadır. Türkiye-Suriye depreminde sayısız insanın güvenli olmadığı bilinen binalarda ölüme mahkûm edilmesinin arkasında da bu vardır. SEG, Marmara Bölgesi’nde ve hem Türkiye’de hem de dünya çapında büyük deprem ve benzeri “doğal afetlerin” beklendiği yerlerde yaşayan yüz milyonlarca insana derhal düzgün ve güvenli barınma koşullarının sağlanmasını savunmaktadır.

Zenginlerin yağmaladığı kamu fonlarına el konulmalı ve bunlar halkın acil sosyal ihtiyaçlarının karşılanması için kullanılmalıdır. Bu da devlet iktidarının Türkiye’de, Avrupa’da ve uluslararası ölçekte işçi sınıfının eline geçmesini gerektirmektedir.

Uluslararası işçi sınıfının gücüne, siyasi bağımsızlığı için mücadeleye ve iktidarı ele geçirmesi gerekliliği üzerine inşa edilen bu tür öneriler, SEG’i işçi sınıfına yönelmiş Marksist-enternasyonalist bir eğilim, yani Troçkist bir grup olarak tanımlamakta ve onu Türkiye’deki tüm diğer siyasi eğilimlerden köklü bir şekilde ayırt etmektedir.

Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa edin!

Seçimler, işçi sınıfının ve gençliğin karşı karşıya olduğu hiçbir toplumsal ve demokratik sorunu çözmeyecektir. Türkiye’de ve dünya çapında belirleyici sorun, tarihsel perspektif ve siyasi önderlik sorunudur. Bu, DEUK’u ve onun Sosyalist Eşitlik Partisi adlı şubelerini işçi sınıfının devrimci öncüsü olarak inşa etmek demektir.

İşçileri ve gençleri ulusal burjuvaziye yönlendirmeye çalışan sahte sol güçlere karşı DEUK ve SEG, işçi sınıfını dünya çapında gelişmekte olan nesnel olarak devrimci krize hazırlama mücadelesi vermektedir. İşçileri giderek her yerde kapitalist devletle karşı karşıya getiren çatışma, iktidarın “düzeltilmesi” ile değil, sosyalist devrim yoluyla işçi sınıfına aktarılması yoluyla çözülebilir. Kitlesel devrimci mücadeleler patlak vermeden önce Troçkist bir partinin inşa edilmesini gerektiren bu mücadelenin teorik ve siyasi temeli, Bolşevik Parti’nin önderlik ettiği 1917 Ekim Devrimi’nde olduğu gibi, Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’dir.

SEG, kendisini, Marksist-Troçkist hareketin sürekliliğini temsil eden tek siyasi eğilim olan DEUK’un tarihsel mücadelelerine dayandırmaktadır. Geçtiğimiz yıl DEUK’a katılma ve Sosyalist Eşitlik Partisi’ni kurma kararında belirttiğimiz gibi, “Bu süreklilik; Rusya’da Vladimir Lenin ve Lev Troçki liderliğindeki Bolşevik Parti’nin önderliğindeki 1917 Ekim Devrimi’ne yol gösteren dünya sosyalist devrimi stratejisini ve programını ulusalcı Stalinist yozlaşmaya karşı savunmak üzere 1923’te Lev Troçki önderliğinde Sol Muhalefet’in kurulmasına dayanmaktadır.”

Türkiye, bu yıl yüzüncü yıldönümü kutlayan Troçkist hareketin tarihinde önemli bir yere sahiptir. Troçki; Stalinist bürokrasinin amansız bir muhalifi olarak sürgün edildiği İstanbul’da en önemli eserlerinin bir kısmını yazmakla kalmamış, 1933’te Dördüncü Enternasyonal’in kurulması çağrısını da Büyükada’dan (Prinkipo) yapmıştı.

1938’de Troçki liderliğinde kurulan Dördüncü Enternasyonal’e 1953’ten beri önderlik eden Uluslararası Komite, Stalinizme, Sosyal Demokrasiye, Pabloculuğa ve her türden küçük burjuva milliyetçiliğine karşı Troçkizmi savunmuştur. Bugün uluslararası işçi sınıfının devrimci önderlik sorununu çözmek için mücadele eden tek örgüt DEUK’tur.

Sosyalist Eşitlik Grubu, Türkiye’de ve Ortadoğu’da Sosyalist Eşitlik Partilerini inşa etme ve işçi sınıfını emperyalist savaşa karşı dünya sosyalist devrimi uğruna seferber etme mücadelesinde, Avrupa’nın ve dünyanın dört bir yanındaki DEUK üyesi kardeş partileriyle sıkı bir siyasi işbirliği içinde çalışır.

SEG, bu açıklamayla hemfikir olan ve emperyalist savaşa, toplumsal karşıdevrime ve polis devletine karşı mücadelede gerçekten sosyalist bir alternatif arayan herkesi DEUK’u ve Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa etme mücadelesine katılmaya çağırır.

Loading