Bu, üç bölümlük yazı dizisinin ilk bölümüdür. İkinci Bölüm 7 Şubat’ta, Üçüncü Bölüm 8 Şubat’ta yayımlandı.
Deprem bölgesinde trajedi devam ediyor
Bir yıl önce bugün, 6 Şubat’ta, Türkiye’nin güneyinde, Suriye sınırına yakın Kahramanmaraş şehrinde, dokuz saat içerisinde Richter ölçeğine göre 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde meydana gelen iki yıkıcı depremde on binlerce kişi hayatını kaybetti, milyonlarca kişi evsiz kaldı. Bölgede yüz binlerce kişi halen konteynerlerde veya çadırlarda yaşıyor.
Aradan bir yıl geçmesine karşın depremzedelerin büyük kısmı sorunların devam etmesi, hiçbir gerçek sorumlunun hesap vermemesi, hükümetin vaatlerinin gerçekleşmemesi, merkezi ve yerel yönetimler tarafından başta Marmara bölgesinde beklenen olmak üzere yeni deprem tehditlerine yönelik hiçbir ciddi hazırlık yapılmaması, egemen sınıfın ve tüm siyaset kurumunun emekçi kitlelerin yaşamına ve güvenliğine yönelik kayıtsızlığını gözler önüne seriyor.
Bu kayıtsızlık depremin hemen sonrasındaki kurtarma çalışmalarının yetersizliği ile açığa çıkmıştı. Depremde ölenlerin birçoğu günlerce kurtarılma umuduyla enkazın altında beklediler. Enkaz altından bir şekilde çıkarak kurtulanlarsa enkazdan gelen yardım çağrılarına karşı bir şey yapamamanın çaresizliğini yaşadılar.
Arama-kurtarma çalışmalarının en hızlı biçimde yapılması gereken depremin ilk saatleri ve günlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, depremin oluşturduğu felakete hızlı ve organize bir yanıt veremedi. Hükümetin, bir deprem ülkesi olan Türkiye’de bu konuda ciddi bir hazırlık yapmaması, organize olamaması, yurt dışından ve yurt içinden gelen arama, kurtarma, yardım ekiplerinin ve malzemelerinin bölgeye ulaştırılmasındaki beceriksizliği toplumda ciddi bir öfke oluşturdu.
Erdoğan depremden sonraki ilk günlerde iktidarın adeta felç olduğu bu durumu, depremden yaklaşık bir ay sonra Adıyaman’da yaptığı açıklamada “Maalesef ilk birkaç gün Adıyaman’da arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik,” sözleriyle itiraf etmişti.
Deprem felaketi üzerine kapsamlı bir yayın yapan Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin ilk perspektif yazısında açıkladığı gibi, yapay ulusal sınırları tanımayarak Türkiye’nin güneyini ve Suriye’nin kuzeyini yerle bir eden deprem felaketi, tüm önemli toplumsal sorunların küresel karakterini ve uluslararası sosyalist bir çözümü gerektirdiğini feci bir şekilde göstermişti. “Burjuvazinin özel kâr çıkarları ve dünyanın rakip ulus devletlere bölünmüş olması, böylesi bir ilerici müdahalenin önünde engel” teşkil ediyordu.
Aradan geçen bir yılda bu iki ülkede ya da International Journal of Disaster Risk Science’a göre dünya genelinde en az 1,5 milyar insanın yaşadığı deprem riski taşıyan bölgelerde yeni felaketleri önlemeye yönelik neredeyse hiçbir önlem alınmaması, bir bütün olarak kapitalist sistemin iflasını ve sosyalizmin gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Ölü sayısı hâlâ bilinmiyor
Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti deprem konusunda aradan bir yıl geçmesine rağmen bırakın depremin yarattığı olumsuz etkileri ortadan kaldırmayı, yaşanan can kayıpları hakkında bile somut bir bilgi ortaya koyamadı.
22 Nisan günü dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından depremde 50.783 kişinin öldüğü, 107.204 kişinin yaralandığı açıklanırken, depremin yıldönümüne 4 gün kala İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya bu sayıları 53 bin 537 ölü, 107 bin 213 yaralı olarak güncelledi ve depremde 38 bin 901 binanın yıkıldığını söyledi.
13 Şubat 2023’te, depremin vurduğu Gaziantep’in Nurdağı ilçesine “koordinatör” olarak atanan Şırnak Valisi Osman Bilgin, sosyal medyaya sızan bir konuşmasında, o sırada 31 bin olarak belirtilen ölü sayısının gerçekte “3-4, belki 5 kat daha kötü” olabileceğini söylemişti. Bölgede halen birçok kayıp insanın olması, hafriyat çalışmaları sırasında enkaz altından çıkan cesetler, gerçek ölü sayının resmi rakamın çok üzerinde olduğu iddialarını güçlendiriyor.
Depremden etkilenen illerde kayıtlı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sayısı resmi verilere göre 14 milyonun üzerindeydi. Bu, ülke nüfusunun yüzde 16’sını oluşturuyor. Bu oran, her altı TC vatandaşından birinin depremden doğrudan etkilendiğini gösteriyor.
Aynı resmi verilere göre, bölgede “geçici koruma” kapsamındaki Suriyeli sayısı ise 1,7 milyondu. Başka bir ifadeyle, Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin yaklaşık yarısı, depremden doğrudan etkilenen bölgede yaşıyordu. Sığınmacıların hesaplamalarda ne kadar dikkate alındığı bilinmiyor.
Ayrıca yıllardır ABD önderliğindeki emperyalist güçler ve müttefikleri tarafından mahvedilen, yaptırımlara ve ambargoya tabi tutulan Suriye’de deprem sonucunda resmi rakamlara göre 10.000’e yakın insan hayatını kaybetti, binlerce insan yaralandı. Deprem sonrasında Suriye’de yaşanan yıkım burjuva ve sahte sol basın tarafından büyük ölçüde görmezden gelindi. ABD önderliğindeki ambargo nedeniyle Suriye’deki deprem bölgesine ve sağ kurtulan insanlara neredeyse hiçbir düzenli yardım ulaştırılamadı.
Koşullarda iyileşme yok
Sınırın her iki tarafındaki depremzedeler, bir yılın ardından hem ekonomik güçlüklerle hem de zorlu yaşam koşullarıyla başa çıkmaya çalışarak yaşam mücadelesini sürdürüyor.
Deprem bölgesinde yüz binlerce insan hâlâ konteyner, çadır, baraka gibi sağlıksız koşullarda yaşıyor.
Temiz su ve hijyen malzemeleri eksikliği ile duş ve tuvalet sıkıntısı, bölge genelinde yaygın bir uyuz ve bit salgınına neden oluyor.
Deprem hasarı nedeniyle hastane erişimi yetersiz, ameliyat ve muayenelerin yapılamamasını ve onkoloji gibi ciddi hastalıkları olanların tedaviye erişememeleri sonucunu doğuruyor. Devlet kaynakları bu konular için bile hala harekete geçirilememiştir.
Çadır kentlerde ve konteynerlerde yaşayan insanlar, özellikle sıcak yaz aylarında, böcekler, yılanlar gibi haşere sorunlarıyla karşılaştılar. Kış aylarının gelmesi ile depremin etkilediği bazı bölgelerde geceleri havanın -10 derecelere kadar inmesi birçok insanda, özellikle çocuklarda ve yaşlılarda sağlık sorunlarına yol açtı. Depremzedelerin ısınmak için çadır ve konteynır içinde soba yakmak zorunda kalmaları da hayati tehlike yaratıyor. Çadırlarda ve konteynırlarda çıkan yangınlar ve soba gazından zehirlenen depremzedeler ile ilgili haberler sıklıkla basında yer alıyor.
Deprem bölgesindeki plansızlık ve öngörüsüzlük nedeniyle mevcut çadır ve konteyner kentler, gerekli altyapı inşa edilmeden ve uygun olmayan alanlarda kurulmuş durumda. Bu nedenle çadır ve konteynerler her sağanak yağışın ya da fırtınanın ardından adeta harabeye ve göle dönüyor. Depremden yaklaşık bir ay sonra bölgedeki şiddetli yağmur sonucunda bazı çadırlarla birlikte Adıyaman’da bir konteyner, içinde iki kişi ile birlikte selde sürüklenmiş, Adıyaman ve Şanlıurfa’da oluşan sellerde resmi olarak 21 kişi hayatını kaybetmişti.
Tüm bu olumsuz tablonun yanında depremzedelerin fiziksel ve psikolojik sağlıklarını korumak adına yeterli çalışmaların yürütülmemiş olması da uzmanlar tarafından can alıcı sorunlardan biri olarak görülüyor.
Toplu taşıma araçlarının oldukça yetersiz olması, yolların hala araç trafiğine uygun olmaması başka önemli bir sorun olmayı sürdürüyor.
Tarihi Antakya merkezi de dahil Hatay kenti depremin ardından geçen bir yıla rağmen halen harabe görünümünde. Hükümetin hiçbir planlama yapmadan, adeta inşaat firmalarına devrettiği şehirde, birçok sokakta yıkım çalışmaları kontrolsüz bir biçimde sürerken, kentin her yerinde yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı yapılar görülüyor.
Yıkım ve hafriyat çalışmalarındaki kontrolsüzlük nedeniyle kentte oluşan toz, insanların solunum yollarında ve ciğerlerinde akut rahatsızlıklara neden olurken, beton enkazının içeriğindeki asbestin toz olarak havaya karışması halk sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Yetkililer deprem bölgesinde havada asbest olmadığını iddia ederken, yapılan araştırmalar bunun aksini gösteriyor. Bilim insanları ise insan vücuduna giren asbest içeren bir lifin bile ciddi sağlık sorunlarına neden olabileceğini söylüyor.
Devam edecek