31 Mart’taki yerel seçimler, NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı tırmanan emperyalist savaşının yoğunlaştırdığı nükleer bir çatışma tehlikesi, İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırımı ve İran’a karşı savaş hazırlığı ve işçi sınıfının uluslararası ölçekte gelişmekte olan hareketi koşullarında yapılıyor.
Seçimler Türkiye’nin güneyinde, Suriye sınırına yakın Kahramanmaraş şehrinde meydana gelen iki yıkıcı depremden yaklaşık bir yıl sonra düzenleniyor. Deprem sonrası Türkiye’de resmi olarak 53 binin, Suriye’de ise 10 binin üzerinde insan hayatını kaybetti, milyonlarca kişi evsiz kaldı. Bölgede yüz binlerce kişi halen konteynerlerde veya çadırlarda yaşıyor.
Depremzedelerin sorunları ya da bir deprem ülkesi olan Türkiye’de beklenen büyük Marmara depremi tehlikesi, seçimlerde önemli bir gündem değil. Aksine, büyük bir depremin yaklaşmakta olduğu uyarısında bulunan bilimsel raporları görmezden gelen ve halkın güvenli olmadığı bilinen binalarda kalmasına izin veren bazı siyasetçiler, gerek iktidar gerekse muhalefet partileri tarafından önemli şehirlerde tekrar aday gösterildi. Bu, halkın can güvenliğine karşı aynı canice suçları tekrar işleyeceklerine dair bir uyarıdır.
Deprem gerçeği karşısındaki bu kayıtsızlık, devam eden ve hâlâ binlerce insanın ölümüne sebep olan COVID-19 pandemisi için de geçerlidir. Tüm kapitalist düzen partileri uzun süre önce pandemiyi ve halk sağlığını sözlüklerinden çıkardılar. İklim değişikliği ve küresel ısınma gibi temel küresel sorunlar da seçim gündeminde yer almıyor.
Nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfının karşı karşıya olduğu tüm bu kritik meseleler orta sınıf sahte sol eğilimler tarafından da bilinçli olarak seçim kampanyalarında gündeme getirilmiyor. Onlar ulusalcı bir programla ve koltuk pazarlıkları etrafındaki ilkesiz ittifaklarıyla seçimlere müdahale ediyorlar. İşçileri ve gençleri, yerel seçimlerde koltuk kazanırlarsa sorunların düzelebileceği konusunda aldatmaya çalışıyor ve onları kapitalist siyaset kurumuna yöneltiyorlar.
Dünya Troçkist hareketi Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Türkiye şubesi olan Sosyalist Eşitlik Grubu (SEG) ile bütün bir orta sınıf sahte sol eğilimler arasında aşılmaz bir siyasi ve sınıfsal uçurum bulunmaktadır. SEG, felaketten başka bir şey vaat etmeyen emperyalist-kapitalist sisteme cepheden karşıdır ve burjuvazinin şu ya da bu hizbine değil, enternasyonalist ve sosyalist bir program temelinde uluslararası işçi sınıfına yönelmektedir.
SEG, sahte solun, burjuva devlet aygıtının bir parçası olan yerel yönetimleri kazanarak kitlelerin koşullarının iyileştirilebileceği yanılsamasını yaymasını şiddetle reddetmektedir. Türkiye’de ve dünya genelinde, emekçi kitlelerin karşı karşıya olduğu temel sorunlar, egemen sınıfın servetine ve iktidarına cepheden bir saldırı yapılmaksızın ve iktidar işçi sınıfına aktarılmaksızın çözülemez. Bu, işçi sınıfının uluslararası sosyalist bir program temelinde devrimci kitlesel seferberliğini gerektirmektedir.
2024 yerel seçimlerinde işçi sınıfının siyasi bağımsızlığı ve uluslararası sosyalizm uğruna böyle bir devrimci program öne süren bir parti bulunmamaktadır.
Üçüncü Dünya Savaşı’na ve nükleer çatışma yönelimine hayır!
İnsanlık, nükleer bir çatışma tehlikesinin eşiğinde duruyor. Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO, Stalinist bürokrasinin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının, Ekim Devrimi’ne nihai ihanetinin ardından on yıllardır doğuya doğru genişleyerek ve 2014 yılında bir darbe düzenledikleri Ukrayna’yı Rusya’ya karşı silahlandırarak Kremlin’in Ukrayna’ya gerici istilasını kışkırttı. ABD önderliğindeki NATO geçtiğimiz yıl Ukrayna’nın başarısız karşı hücumundan sonra geri adım atmaktansa, Rusya ile nükleer bir savaş riskini de göze alacak şekilde, Rusya’yı askeri olarak yenmek için savaşı daha da tırmandırıyor.
Kısa süre önce Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Avrupa birliklerinin Ukrayna’ya gönderilmesinin “ihtimal dışı olmadığını” belirtti. Fransa’nın yanı sıra Kanada, Litvanya, Hollanda ve Polonya gibi diğer NATO ülkeleri de Rusya’ya karşı savaşmak üzere NATO birlikleri göndermeye açık olduklarını ifade ettiler. Bu açıklamalara, Alman ordu kurmaylarının Ukrayna’ya Taurus seyir füzeleri göndererek Rusya topraklarına saldırı düzenleme olasılığını tartıştıkları bir ses kaydının yayınlanması eşlik etti.
ABD Savunma Bakanlığı, NATO ile doğrudan çatışma riskinin arttığı bir ortamda Ukrayna’ya 300 milyon dolarlık ilave silah göndereceğini açıkladı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise son dönemdeki bir röportajında, Rusya’nın nükleer güçlerinin Rusya ile NATO arasında topyekûn bir savaş çıkması durumuna “hazır” olduğunu söyledi.
Rusya’ya karşı bir NATO savaşı, İkinci Dünya Savaşı öncesine benzer bir savaş ekonomisine ve yeniden silahlanmaya ihtiyaç duymaktadır. Uluslararası ilişkiler alanındaki bir uzmanın zamanda yazmış olduğu gibi: “Savaşın kaçınılmaz olduğu bir kez kabul edildiğinde, önderlerin ve askerlerin hesapları değişir. Artık, sorun, savaşın olup olmayacağı ya da olması gerekip gerekmediği değil; ne zaman en avantajlı şekilde yapılabileceğidir.” Bu çerçevede 5 Mart’ta Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, AB ekonomisini savaşa hazır hale getirecek ve silah endüstrisine büyük kaynaklar aktaracak geniş kapsamlı bir planı kabul etti.
Tüm bunlar halkın arkasından planlanıyor ve planlanan askeri harcamalar sosyal harcamalara, yaşam standartlarına ve demokratik haklara yönelik sert saldırılar anlamına geliyor. İşçiler nükleer savaşa doğru ilerleyişi desteklemeye ikna edilemezler.
Bu koşullarda, ABD ile Rusya arasında manevra yapmaya çalışan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, burjuva muhalefetle birlikte, Finlandiya’nın ve İsveç’in NATO’ya katılmasının önünü açarak emperyalist ittifaka bağlılığını teyit etmiş durumda.
NATO’nun Rusya’yı hedef alan genişlemesinin ve savaşı tırmandırışının ve İran ile Çin’e yönelik savaş hazırlıklarının ortasında ileriye giden tek yol, tüm dünyadaki işçileri emperyalist savaşa ve kapitalizme karşı uluslararası sosyalist bir program temelinde birleştirerek seferber etmekten geçmektedir.
İsrail’in Gazze soykırımını durduralım!
ABD-NATO destekli İsrail’in Gazze’de işlediği dehşet verici suç, bir soykırımdır. Yüzölçümü bakımından Türkiye’nin en küçük ili Yalova’nın yarısından küçük bir bölgede, 2,3 milyon insanın yaşadığı Gazze’de, İsrail ordusu tarafından beş ayı aşkın süredir sistematik bir bombardıman gerçekleştiriliyor.
Hastaneler ve okulların yanı sıra aşırı kalabalık mülteci kampları ve BM tarafından yönetilen barınaklar ve tesisler bombalanıyor ve yerle bir ediliyor. Soykırımın ilk beş ayında, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 32.000’den fazla insan öldürüldü. Nüfusun yüzde 70’i feci şekilde açlık çekiyor.
Gazze’deki soykırım münferit bir olay değil, emperyalizmin ve ulus devlet sisteminin tarihsel krizinin bir ifadesidir. Soykırım, gelişmekte olan dünya savaşının Ortadoğu cephesinde, başta ABD olmak üzere emperyalist güçler tarafından her yolla desteklenmektedir. ABD saldırıların ilk gününden itibaren bölgeye yığınak yapmakta; İsrail soykırımını bölgede özellikle İran’a ve onunla bağlantılı güçlere karşı savaşta bir sıçrama tahtası olarak kullanmaktadır.
Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan şok olmuş durumda ve derhal ateşkes yapılması ve çatışmalara son verilmesi çağrısında bulunuyor. Başta emperyalist ülkelerde olmak üzere, aralarında çok sayıda Yahudi’nin de bulunduğu milyonlarca işçi ve genç protestolara katıldı.
Bununla birlikte, kapitalist hükümetlere ve siyaset kurumuna, hatta Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumlara yapılan çağrıların boşuna olduğu açığa çıkmıştır. Emperyalist devletlere hizmet etmediği sürece BM kararlarının ve yaptığı çağrıların bir yaptırım gücü olmadığı ortadadır.
Soykırıma ve savaşa karşı mücadele bunların nedeni olan kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele ile birleştirilmeli ve uluslararası işçi sınıfının sosyalist bir program temelinde seferber edilmesine dayanmalıdır.
Türk ve Kürt burjuvazisinin emperyalizm ve Siyonizm ile suç ortaklığı
Türkiye’deki burjuva siyaset kurumu, geçtiğimiz yıl Rusya’ya karşı savaşta önemli bir tırmanmanın parçası olan Finlandiya’nın NATO üyeliğini TBMM’de oybirliği ile kabul ederek emperyalizm yanlısı ve gerici karakterini gözler önüne sermişti.
Ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), oturumda Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğini coşkuyla desteklemiş, Kürt burjuva milliyetçisi Halkların Demokratik Partisi (HDP) ile sahte sol Türkiye İşçi Partisi (TİP) de oylamaya katılmayarak “hayır” oyu vermemiş ve emperyalizm yanlısı yönelimlerini ortaya koymuşlardı.
Geçtiğimiz Ocak ayında, Gazze soykırımının ortasında, Erdoğan ve hükümeti İsveç’in üyeliğini de meclise taşıdı ve burjuva partilerinin büyük onayı ile NATO’nun genişlemesi kabul edildi. Bu durum Ankara’nın Netanyahu rejimini kınamasının ya da Washington’a ve Avrupa başkentlerine yönelik eleştirilerinin sahteliğini bir kez daha gösterdi.
Bununla birlikte, Ankara, ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya egemen olma yöneliminin sonucunda İran’a karşı Türk burjuvazisinin çıkarlarını zedeleyecek bir savaşın içine çekilebileceğinden korkuyor. Türk burjuvazisinin buna rağmen soykırımın ortasında NATO’nun genişlemesine verdiği destek onun açmazını dışa vurmaktadır.
Bu açmaz kendini, Erdoğan’ın İsrail hükümetini üst perdeden kınarken Türkiye’nin İsrail’e, Filistinlilere karşı savaşta kullanılan çelik ve yakıt da dahil kritik ihracatını sürdürmesinde ve herhangi bir yaptırım uygulamayı reddetmesinde göstermektedir.
Bu durum, Türk devletinin 2011’den beri emperyalist güçlerle suç ortaklığı içinde mahvettiği Suriye’de de kendini göstermektedir. Müttefiki ABD emperyalizminin Kürt milliyetçisi güçlerle kurduğu ittifaktan rahatsız olan Ankara, bir kez daha, Kürt sorununa “nihai çözüm” amacıyla Suriye’ye ve Irak’a yasa dışı askeri harekâtlara hazırlanıyor. Daha önceki kara operasyonları, yüz binlerce Kürt sivilin yerinden edilmesiyle ve binlerce ölümle sonuçlanmıştı.
NATO ve Siyonizm ile müttefik ve işçi sınıfına düşman olan Türk ve Kürt burjuva milliyetçisi partiler, emperyalizme karşı çıkmaktan ve kitlelerin demokratik haklarını savunmaktan aciz olduklarını kanıtlamışlardır. NATO ve Siyonizm yanlısı burjuva partileriyle açık veya örtülü ittifaka odaklanan sahte sol partiler ise, Gazze’deki soykırımı ve NATO’nun Rusya’ya karşı savaşını uzun süre önce gündemlerinden çıkardılar.
Otoriter rejime karşı çıkın! Demokratik hakları savunun!
Dünya kapitalizminin krizinin derinleştiği koşullarda, her yerde olduğu gibi Türkiye’de de demokratik yönetim biçimleri çöküyor. Egemen sınıfın diktatörce yönetim biçimlerine doğru artan yönelimi, demokratik hakları bastırması, sığınmacı karşıtı histerinin ve aşırı sağcı hareketlerin teşvik edilmesi, kapitalist sistemin uluslararası krizinden kaynaklanmaktadır ve özünde işçi sınıfından gelen potansiyel tehdidi hedef almaktadır.
Savaş ve soykırım yanlısı politikalar, COVID-19 pandemisi karşısında “yaşamdan önce kâr” politikası, toplumsal eşitsizlikteki ve hayat pahalılığındaki artış, tüm bunlar demokratik yöntemlerle uygulanamaz.
Aralarında çok sayıda parti lideri ve milletvekilinin de bulunduğu binlerce Kürt siyasetçi, TİP’in seçilmiş milletvekili Can Atalay ve sayısız gazeteci, temel demokratik hakları hiçe sayılarak hapiste tutuluyor.
Sahte solun, demokratik hakların ortadan kaldırılmasının suç ortaklığını yapan CHP önderliğindeki burjuva muhalefete yönelimi, onun iflasının altını çizmektedir. Hükümetin 2015 yılından sonra başlattığı şiddetli baskılar CHP’nin aktif desteğiyle hayata geçirilmiştir. CHP birçok sınır ötesi operasyon tezkeresini desteklemiş ve Kürt hareketinden milletvekillerini hedef alan dokunulmazlıkların kaldırılması yönündeki anayasa değişikliğinin meclisten geçmesinde hükümete kritik oy desteği vermiştir. Ayrıca 2023 seçimlerinde doruk noktasına ulaşan sığınmacı karşıtı bir kampanyayı sürekli teşvik etmektedir.
Daha önce Erdoğan ile pazarlık ve işbirliği halindeki Kürt milliyetçi hareketi, bunlara rağmen, gerek 2019’daki yerel seçimde gerekse geçen yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP ile ittifak kurmakta sakınca görmedi.
Büyük Rus devrimci ve Dördüncü Enternasyonal’in kurucusu Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nde açıkladığı üzere, Türkiye gibi geç kapitalist gelişmeye sahip ülkelerde burjuvazinin hiçbir hizbi demokratik bir rejim kurma ya da emperyalizmden bağımsızlığı tesis etme gibi görevleri yerine getiremez. Bu görevler, burjuvazinin baş tehdit olarak gördüğü işçi sınıfına düşmektedir.
Sahte sol burjuva düzen siyasetine uyarlanıyor
Türkiye’de yerel yönetimler esas olarak toplumsal kaynakların siyasetçiler ve şirketler arasında yağmalanmasına hizmet etmektedir. Genel seçimlerin aksine bir barajın bulunmaması partiler arasında ulusal ittifaklar yerine şehir ve ilçelerde rekabeti ve ilkesiz koltuk pazarlıklarını öne çıkarmaktadır.
Geçtiğimiz yılki milletvekili seçimlerine Erdoğan önderliğindeki Cumhur İttifakı içinde katılan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve ortağı faşist Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), belirli bölgelerde ittifak halinde iken başka bölgelerde birbirine rakip adaylar çıkarıyor. Necmettin Erbakan’ın “Milli Görüş” geleneğinden gelen ve İslamcı bir sosyal demagoji temelinde yoksullaşan orta sınıfa ve emekçilere seslenen Yeniden Refah Partisi, hemen her bölgede kendi adaylarıyla yarışıyor.
CHP önderliğindeki sağcı Millet İttifakı ise tamamen dağılmış durumda. CHP, 2019’daki yerel seçimlerin aksine, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi başlıca şehirlerde taktiksel anlaşmazlıklar nedeniyle DEM Parti’nin (eski HDP) desteğini alamazken, sahte sol eğilimler birçok yerde bu sağcı burjuva partisinin imdadına yetişmiş durumda.
Yerel seçimler öncesi hayat pahalılığına karşı ülke genelinde fiili grev hareketi genişler ve emperyalizm ve Siyonizm yanlısı burjuva partilerine yönelik toplumsal öfke büyürken, orta sınıf sahte sol partiler bu öfkeyi kendileri üzerinden kapitalist sistem sınırları içinde tutmaya ve kendi koltuk pazarlıklarını ilerletmede kullanmaya çalışıyor.
Sağcı burjuva partilerinin uzantısı işlevi gören bu partiler, emperyalizme ve kapitalizme karşı bir muhalefeti temsil etmemekte; burjuva devlet aygıtı içinde konum elde etme yoluyla üst orta sınıfın çıkarlarını ilerletmeye çalışmaktadır.
Bu konuda başrolü, CHP ve DEM Parti ile açıkça ittifak kuran TİP oynamaktadır. Fakat 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde onunla birlikte CHP’nin NATO yanlısı ve sığınmacı düşmanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun arkasına dizilen Stalinist Türkiye Komünist Partisi (TKP), Emek Partisi (EMEP) ve Sol Parti gibi daha birçok eğilim de aynı düzen siyasetinin bir parçası konumundadır.
Morenocu İşçilerin Uluslararası Birliği’nin (UIT-CI ya da İUB-DE) Türkiye şubesi İşçi Demokrasisi Partisi ve Uluslararası Sosyalist Birlik’in (ISL) eski Türkiye şubesi, Arjantin’deki Partido Obrero’nun (İşçi Partisi, PO) yeni müttefiki Sosyalist Emekçiler Partisi de CHP’nin uzantısı işlevi gören TİP’le çeşitli yerlerde ilkesiz işbirliklerine girerek bu gerici düzen siyasetine dahil olmuş durumdalar. Bu partilerin adayları seçime TİP listelerinden katılıyor.
Benzer bir ilkesiz siyasi tavır, Yunanistan’daki İşçilerin Devrimci Partisi’nin (EEK) Türkiye’deki kardeş partisi Devrimci İşçi Partisi (DİP) için de geçerlidir. DİP, Rus neo-Stalinistleriyle kurduğu ittifakla uyumlu olarak, sanayi kenti Gebze’de Stalinist TKP’nin adayını; İstanbul ve Kocaeli büyükşehir belediyelerinde ise TKP kökenli Türkiye Komünist Hareketi’nin adaylarını destekleyeceğini duyurdu.
SEG, işçileri burjuva milliyetçiliğine ya da Stalinizme ve nihayetinde kapitalizme tabi kılmayı amaçlayan Pablocu oportünizme uzlaşmaz biçimde karşı çıkmakta ve işçi sınıfının siyasi bağımsızlığının ve sosyalist bilincinin gelişmesi uğruna mücadele etmektedir.
İşçi sınıfını uluslararası ölçekte birleştirmek için taban komiteleri kurun!
Egemen sınıf militarist politikalarını sürdürmek ve kâr akışını devam ettirmek için işçi sınıfının yaşam koşullarına amansız bir saldırı düzenliyor. Toplumsal eşitsizlikteki artış son yıllardaki yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı ile derinleşmiş durumda.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun son Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması sonuçlarına göre en zengin yüzde 10’un geliri en alttaki yüzde 10’un gelirinin 15 katına çıkmış durumda. Gini Katsayısı ise 10 yılda 0,391’den 0,433’e çıktı ve bu oran Avrupa’da gelir dağılımı eşitsizliğinde Türkiye’yi ilk sıraya yerleştiriyor. 2023 yılı için resmi enflasyon yüzde 64 olurken, bağımsız Enflasyon Araştırma Grubu’na göre bu oran yüzde 127 idi.
Artan hayat pahalılığı ve toplumsal eşitsizlik son yıllarda işçi sınıfı mücadelelerinin yükselişini tetiklemiş durumda. Buna karşın hükümet yüksek faiz ile istihdam ve ücretler üzerinde baskı politikası izliyor. Geçtiğimiz yılın Mayıs ayında yüzde 8,5 olan Merkez Bankası politika faizi art arda sekiz artış sonucunda Ocak ayında yüzde 45’e, şimdi de yüzde 50’ye çıktı.
Ücretlerin ve sınıf mücadelesinin bastırılmasında başlıca rol ise hükümetin ya da burjuva muhalefet ile sahte solun denetimindeki sendika konfederasyonlarına düşüyor. İşçiler, giderek daha açık bir şekilde, sadece şirketlerle değil ama sendikal aygıtlarla ve devlet güçleriyle karşı karşıya geliyor.
İşçiler, mücadelelerini ileriye taşımak için kendi bağımsız taban komitelerini inşa ederek bir sınıf mücadelesi programı temelinde ulusal ve uluslararası ölçekte birleşmeliler. Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ), dünyanın dört bir yanında mücadeleye giren işçilere bunun için gerekli aracı sağlıyor.
Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa edin
Seçimler, işçi sınıfının ve gençliğin karşı karşıya olduğu hiçbir temel sorunu çözmeyecektir. Türkiye’de ve dünya çapında belirleyici sorun, tarihsel perspektif ve siyasi önderlik sorunudur. Bu, DEUK’u ve onun Sosyalist Eşitlik Partisi adlı şubelerini işçi sınıfının devrimci öncüsü olarak inşa etmek demektir.
İşçileri ve gençleri ulusal burjuvaziye yönlendirmeye çalışan sahte sol güçlere karşı, DEUK ve SEG, işçi sınıfını dünya çapında gelişen nesnel olarak devrimci krize hazırlama mücadelesi vermektedir. Dünyayı yeniden bir emperyalist savaş felaketine sürükleyen ve işçileri giderek her yerde egemen sınıfla ve onun devletiyle karşı karşıya getiren kapitalizmin temel çelişkileri, ancak iktidarın dünya sosyalist devrimi yoluyla işçi sınıfına aktarılmasıyla çözülebilir.
Sosyalist Eşitlik Grubu, bu mücadelede ABD, Avrupa ve dünyanın dört bir yanındaki DEUK üyesi kardeş partileriyle sıkı bir siyasi işbirliği içinde çalışıyor. Bizler, 2024’te uluslararası işçi sınıfı için kritik önem taşıyan ABD’deki başkanlık seçimlerine ve Avrupa seçimlerine ilkeli bir sosyalist ve enternasyonalist programla müdahale eden ABD’deki ve Almanya’daki Sosyalist Eşitlik Partilerinin kampanyalarını destekliyoruz.
Bu ilkeli temel, SEP’in ABD’deki ulusal başkanı David North tarafından şöyle açıklanmıştır:
Sosyalist Eşitlik Partisi, bu seçimlere işçi sınıfının siyasi bilincini yükseltmek, emekçilerin karşı karşıya olduğu hiçbir soruna kapitalist sistemin sona erdirilmesi ve yerine sosyalizmin kurulması dışında çözüm bulunamayacağı anlayışını geliştirmek için müdahale ediyor. Ve bu büyük tarihsel görev ancak Amerikan ve uluslararası işçi sınıfının gücünün dünya kapitalist sistemine karşı birleşik bir mücadelede seferber edilmesini amaçlayan küresel bir stratejinin benimsenmesiyle başarılabilir.
SEG, bu perspektifle hemfikir olan ve emperyalist savaşa, soykırıma, toplumsal karşıdevrime ve otoriter rejimlere karşı mücadelede gerçek bir devrimci sosyalist alternatif arayan herkesi DEUK’u ve Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa etme mücadelesine katılmaya çağırmaktadır.