ABD ve İsrail tüm Ortadoğu’yu ateşe verirken, Biden-Harris yönetimi Venezuela’da Pazar günü yapılan devlet başkanlığı seçimlerini, hükümeti Çin, Rusya ve İran ile yakın bağlara sahip olan Devlet Başkanı Nicolás Maduro’ya karşı bir darbe kışkırtmak için kullanıyor.
Dünyanın dört bir yanında ABD emperyalizmine şu ihtiyaç yol göstermektedir: Gezegenin enerji kaynakları ve stratejik maden çıkaran bölgeleri üzerinde hegemonya kurmak ve en önemlisi, bu bölgelerin kaynaklarını başlıca jeopolitik rakibi olarak gördüğü Çin’ e kaptırmamak.
Venezuela seçim komisyonu, ilk sonuçlara göre, Maduro ve Birleşik Sosyalist Parti’nin (PSUV), Edmundo González’in yüzde 44’lük oy oranına karşı yüzde 51’lik “kesin” bir üstünlüğe sahip olduğunu duyurdu. González ABD destekli Birlik Platformu’nun faşizan lideri María Corina Machado’nun yerine adaylığını koymuş, daha önce tanınmayan bir diplomattı.
Machado ve González kendi koalisyonlarının seçimi kazandığı konusunda ısrarcı oldular ve sözde zaferlerini savunmak için gösteri çağrısında bulundular. Ancak her iki taraf da iddialarını kanıtlamak için henüz yeterli delil sunmuş değil.
Maduro, Yüksek Mahkeme’den seçim anlaşmazlığını çözmesini talep etti ve yakın gelecekte tüm seçim verilerini sunma sözü verdi.
Sonuçların doğrulanmasını ya da yargı kararlarını beklemeyen Washington, Perşembe günü kendi kararını açıkladı.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken yaptığı açıklamada, “Çok sayıda kanıt göz önüne alındığında, ABD ve en önemlisi Venezuela halkı için, Edmundo González Urrutia’nın Venezuela’da 28 Temmuz’da yapılan başkanlık seçimlerinde en fazla oyu aldığı açıktır,” dedi.
Maduro televizyonda yaptığı konuşmalarda, ABD tarafından düzenlenen bir “faşist darbe” ile karşı karşıya olduğunu ilan etti ve orduyu “tetikte ve her şeye hazır olmaya” çağırdı.
Silahlı kuvvetlerin başında bulunan Savunma Bakanı Vladimir Padrino, şimdilik, Maduro’ya “mutlak sadakat ve koşulsuz desteğini” bir kez daha teyit etti.
Washington’daki tüm siyaset kurumu, seçimlerin yapıldığı günden bu yana, ABD destekli bir darbe için gerekli koşulları yaratma arayışında birleşti.
Salı günü ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris seçim verilerinin derhal açıklanmasını talep ettikten sonra şöyle ahkam kesti: “Barışçıl protestoculara ve siyasi aktörlere yönelik şiddet, taciz ve tehditler kabul edilemez. ABD Venezuela halkının yanındadır ve halkın iradesine saygı gösterilmelidir.”
Harris neden bahsediyor?
Muhalefet bir ayaklanma, yağmalama, PSUV ofislerinin, hükümet binalarının, okulların ve sağlık tesislerinin yakılması dalgasını başlattı. Machado’nun açık amacı silahlı kuvvetler içindeki bölünmeleri kışkırtmak olmuştur. Amacı bir darbe, iç savaş ve olası bir yabancı askeri müdahaledir.
Bu yeni bir şey değil. Yirmi yılı aşkın bir süredir Washington ve maaşlı ajanları Venezuela’da defalarca bunun gibi pervasız ve hukuksuz yöntemlere başvurdular.
Emperyalizm Venezuela liderliğini kaçırmaya ve öldürmeye teşebbüs etmiş ve ekonomiyi harap eden, milyonlarca insanı yoksulluğa ve sürgüne sürükleyen ve sayısız cana mal olan acımasız bir yaptırım rejimi uygulamıştır. Eski BM Özel Raportörü Alfred de Zayas, 2020 itibarıyla hayati gıda ve tıbbi malzemelerin kesilmesinden dolayı 100 binden fazla ölümün meydana geldiğini tahmin etmektedir.
Washington, 2002 yılında eski devlet başkanı Hugo Chavez’i kısa süreliğine deviren başarısız bir askeri darbeyi desteklemiştir. Machado gibi aşırı sağcı güçleri yetiştirmek ve hükümeti istikrarsızlaştırmak için şiddet kampanyaları düzenlemek üzere milyonlarca dolar harcamıştır. 2019’da hiçbir halk desteği olmayan Juan Guaidó’yu “geçici Devlet Başkanı” ilan etmiş ve CITGO gaz şirketi de dahil olmak üzere milyarlarca dolarlık devlet varlığını onun uşaklarına devretmiştir. Ve 2020’de, eski ABD askeri özel kuvvetler mensupları ve paralı askerler, hükümeti devirmeyi ve liderlere suikast düzenleme amacıyla, fiyaskoyla sonuçlanan bir çıkarma girişiminde bulundular.
Seçimin hemen ardından Washington Post’ta yayımlanan çarpıcı bir başyazı şu sonuca varıyordu: “Amerika Birleşik Devletleri ve diğer demokrasiler Venezuela’da barışçıl bir demokratik geçiş süreci için büyük yatırımlar yaptılar. Bu anlamda, bu seçim onlardan da çalınıyor.” Başka bir ifadeyle, CIA ve USAID tarafından sağcı bir muhalefeti beslemek, şiddeti ve rejim değişikliğini körüklemek için akıtılan onca para istenen sonuçları vermelidir.
Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü John Kirby, Çarşamba günü, parmak sallayarak şu açıklamayı yaptı: “Bizim ve uluslararası toplumun sabrı tükeniyor, tükeniyor. Venezuela seçim [otoritesinin] temize çıkmasını ve bu seçimle ilgili tüm ayrıntılı verileri yayınlamasını bekliyorum.”
ABD hükümetine Venezuela’daki seçimlerin gidişatını dikte etme hakkını veren nedir? Egemen milyarderler oligarşisi tarafından satın alınıp beslenen iki partinin hakimiyetindeki ABD, halkın çoğunluğunun karşı çıktığı savaşlara hazırlık amacıyla demokratik hakları sistematik olarak bastırmaktadır.
ABD’li yetkililer “sabırlarının tükendiğinden” ve “halkın iradesini” savunduklarından bahsederken, ABD seçimleri halk oylamasıyla bile değil, demokratik olmayan Seçiciler Kurulu tarafından belirlenmektedir. 2000 yılında ABD Yüksek Mahkemesi’nin kaybeden tarafa zafer kazandıran bir karar vermesi bir aydan fazla sürerken, 2020’de Cumhuriyetçi Parti sandıktaki açık yenilgisini tersine çevirmeye çalışırken eyaletler haftalarca itirazları çözemedi.
Kasım ayındaki başkanlık seçimleri öncesinde Demokratik Parti, üçüncü partilerin ve özellikle de Sosyalist Eşitlik Partisi’nin, oy pusulasına erişim sağlamak için zaten aşırı olan engelleri aşma çabalarına karşı kendisinin bir topyekûn “savaş” olarak tanımladığı bir mücadele yürütmek için milyonlarca dolar harcıyor.
Uluslararası alanda Washington ve NATO müttefikleri, Ukrayna’da seçimleri süresiz olarak erteleyen, düpedüz faşistlerin yardımıyla sıkıyönetimle yöneten ve önde gelen Troçkist Bogdan Syrotiuk da dahil olmak üzere solcu ve savaş karşıtı muhalifleri uydurma suçlamalarla tutuklayan bir rejimi silahlandırmak ve desteklemek için milyarlar akıtarak Rusya ile bir vekalet savaşı yürütmektedir.
Ortadoğu’da ABD emperyalizmi, milyonlarca masum sivili öldürerek, aç bırakarak ve yerinden ederek Filistin sorununa “nihai çözüm” getirmeyi amaçlayan soykırım savaşını sürdürebilmesi için İsrail’deki apartheid rejimine milyarlarca dolarlık yardım ve silah sağlayarak jeostratejik çıkarlarını kovalamaktadır.
Venezuela’ya karşı vaazlar veren “demokrasi” ve “insan hakları” havarilerinin sicili işte budur.
Demokrasiyi savunduğunu iddia eden Washington’ın bölgeye yönelik politikası, ABD emperyalizminin “kendi arka bahçesi” üzerindeki sınırsız hegemonyasını savunan Monroe Doktrini tarafından şekillendirilmiştir ve halen şekillendirilmeye devam etmektedir. Üçüncü Reich’ın Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği’nde “yaşam alanı” uğruna yürüttüğü soykırım savaşının temelinde yatan anlayışlar için Hitler, Ribbentrop, Carl Schmitt ve diğer Nazi liderleri bu meşhur Doktrin’den ilham almışlardı. Washington’da düzenlenen “Monroe’yu Göz Ardı Etmek mi? Yarımküremizi ve Anavatanımızı Korumak” başlıklı son forumun da gösterdiği gibi Doktrin, Latin Amerika’yı dünya savaşı için bir fırlatma rampası olarak kullanmaya çalışan Pentagon için yeni bir önem kazanmıştır. Forumun ana panelisti, Pentagon’un Güney ve Orta Amerika’daki operasyonlarını yöneten ABD Güney Komutanlığı’nın başındaki General Laura Richardson’dı.
General Richardson Doktrin’in daha fazla rafta bırakılamayacağını savundu. “Stratejik rakiplerimiz yarımküremizde bizim yerimizi almaya çalışıyor,” diyen Richardson, Çin ve Rusya’nın artan etkisini durdurmak için “gaza basma” zamanının geldiğini söyledi.
Richardson lityum, altın, bakır, soya fasulyesi, şeker, sığır eti, mısır, hafif deniz ham petrolü ve “Venezuela’daki ağır ham petrolü” sayarak “Bu bölge kaynaklar açısından çok zengin,” diye ekledi.
Yüzyılı aşkın bir süredir Washington’ın bölgeye hakim olmak için kullandığı yöntemler, sayısız askeri istila, askeri darbe ve faşist diktatörlüklerin kurulması da dahil olmak üzere sınırsız bir saldırganlıktan ibaretti. Bu durum, 1954’te Guatemala’da Jacobo Arbenz’in seçilmiş hükümetinin CIA tarafından devrilmesinden, 1960’larda ve 1970’lerde Brezilya, Şili, Arjantin ve yarımkürenin büyük bölümünde faşist askeri diktatörlüklerin kurulmasına, 1980’lerde Orta Amerika’da ölüm mangası rejimlerinin desteklenmesine ve daha yakın zamanda, 2009’da Honduras’ta, 2019’da Bolivya’da ve 2022’de Peru’da sağcı darbelerin desteklenmesine kadar kesintisiz olarak devam etmiştir.
Bugün Washington’ın Venezuela’daki operasyonu, Richard Nixon ile yaptığı bir telefon görüşmesinde seçilmiş Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’yi devirmek için bir “darbe ortamı” yaratılması gerektiğini açıklayan eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın taktik defterinden çıkmış gibidir. Kissinger o darbenin hemen öncesinde şu ünlü yorumda bulunmuştu: “Bir ülkenin kendi halkının sorumsuzluğu yüzünden komünistleşmesine neden seyirci kalmamız gerektiğini anlamıyorum.”
Bu uzun ve kanlı tarih, ABD emperyalizminin üçüncü dünya savaşına giden yolda oynadığı canice rol ve ABD’deki tüm demokratik kurumların göz göre göre çürütülmesi göz önüne alındığında, akla şu soru geliyor: Washington kim oluyor da Venezuelalılara ya da bir başkasına “demokrasi” vaaz ediyor?
Venezuela’da büyük ölçüde ABD’nin emperyalist saldırganlığının eseri olan kriz ancak Venezuela işçi sınıfının Latin Amerika, ABD ve dünya işçileriyle ortak mücadelesiyle çözülebilir.
Geçtiğimiz Pazar günü yapılan seçim gerçek bir alternatif sunmamıştır. Başından beri gayrimeşru olan seçim, Venezuela halkının herhangi bir talebinin değil, Caracas ile Washington’ın Barbados’taki uşakları arasında, ABD emperyalizminin gezegendeki en büyük petrol rezervlerine sahip bu Güney Amerika ülkesi üzerinde kontrol sağlama gündemini ilerletme aracı olarak kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerin ürünüdür.
Maduro hükümeti, burjuvazinin kendi hizbine fayda sağlamak ve rejimini güvence altına almak için Venezuela’yı kendi şartlarıyla petrol holdinglerine geri vermeye çalışıyor. Daha geçen hafta Wall Street Journal, Maduro’nun petrol yöneticilerine, gizlice, “cömert getiriler ve ortak girişimler üzerinde operasyonel kontrol” ve “çevre denetimi olmaksızın ihalesiz sözleşmeler” vaat ettiğini, ayrıca “gelecekteki petrol gelirlerini ve yabancı tahvil sahiplerine olan yaklaşık 60 milyar dolarlık borcun yeniden yapılandırılmasını doğrudan müzakere ettiğini” bildirdi.
Hem Maduro’nun hem de Batı medyası tarafından onaylanarak “Venezuela’nın Margaret Thatcher’ı” olarak tanımlanan rakibi Machado’nun programı, geniş çaplı polis devleti baskısı gerektirecektir. Tek önemli fark, aşırı sağcı muhalefetin Rusya ve Çin’in çıkarlarını son vermeye yemin etmesidir ki bu da ABD emperyalizmi için stratejik ve acil bir öneme sahiptir.
Bugün Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi tarafından önderlik edilen Troçkist hareket, yirminci yüzyılın ihanete uğramış devrimlerinin ve savaşlarının trajik deneyimlerinden şu temel dersi çıkarmış olan tek siyasi harekettir: işçiler ve ezilen kitleler ancak bir işçi hükümeti ve toplumun sosyalist dönüşümü uğruna mücadele ederek, güçlerini faşizmi, emperyalist baskıyı ve savaşı yok etmeye tamamen ve başarıyla yönlendirebilirler. Bu aynı zamanda daha iyi yaşan koşulları ve bunu güvence altına alacak biçimde, fabrikaların, kaynakların ve teknolojinin kontrolü için mücadele demektir.
Bu, bugün Venezuela’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve dünya çapında acil görevin, kapitalizmi ve onun ulus devlet sistemini yıkmak ve gerçek toplumsal eşitliğe dayalı küresel bir sistem kurmak üzere tüm burjuva ve milliyetçi güçlere karşı bir uluslararası işçi sınıfı hareketi inşa etmek olduğu anlamına gelmektedir.