Bu hafta Birleşik Krallık genelindeki şehirlerde patlak veren göçmen karşıtı saldırılar, 1930’lardan bu yana Britanya’da bir faşist hareket geliştirmeye yönelik en yoğun çabaları temsil etmektedir.
Pazartesi günü İngiltere’nin Southport kentinde üç çocuğun öldürülmesini fırsat bilen Tommy Robinson’un da aralarında bulunduğu aşırı sağcı demagoglar, failin Müslüman bir sığınmacı olduğunu iddia ederek camilere ve göçmen yurtlarına yönelik pogrom benzeri saldırıları kışkırttılar ve bu saldırılar hafta sonu da devam etti.
Haydutlar göçmenlerin evlerine ve dükkânlarına saldırdı, camları kırdı, mülkleri ateşe verdi ve siyah ve azınlık gençlere fiziksel saldırıda bulundu. Bu hafta Reform UK milletvekilleri Richard Tice ve Nigel Farage tarafından “endişeli Britanya vatandaşları” olarak savunulan ayaklanmacılar işte bunlardır.
İngiltere bayraklarına sarınmış, aşırı sağcı amblemler taşıyan ve kendilerini “yurtseverler ordusu” olarak tanımlayan saldırganlar Müslümanları “tecavüzcü” olarak damgaladı ve “çocuklarımızı kurtarmak” için sığınmacıların toplu olarak sınır dışı edilmesini talep etti. Güruhun çekirdek kadroları aşırı sağcı aktivistlerden oluşurken, yağma ve vandalizme karışan lümpen işçileri ve gençleri de arkalarında sürüklüyorlar.
Gazze soykırımını protesto eden yüz binlerce kişi, geçtiğimiz Cumartesi günü Trafalgar Meydanı’nda 30 bin kadar kişinin katıldığı bir miting düzenleyen Robinson ve destekçilerinin harekete geçirdiği güçlerden ağır basmaktadır. Hafta sonu boyunca faşistlerin sayısı pek çok şehirde anti-faşist göstericilerden ve göçmen toplulukları savunmaya gelen mahalle sakinlerinden daha azdı. Ancak isyancıların göçmenlere saldırdığı ve Nazi selamı verdiği eşi görülmemiş sahneler ciddi bir uyarı niteliğindedir.
Camileri ve göçmen yurtlarını saldırılardan korumak dahil göçmenleri ve sığınmacıları savunmak işçi sınıfının görevidir. Ancak bu, bu habis toplumsal gelişmenin temel nedenine karşı gerekli siyasi mücadeleden ayrı olarak yapılamaz.
Bu haftaki ayaklanmalar durup dururken ortaya çıkmadı. Faşist ve aşırı sağcı eğilimlerin büyümesi, emperyalist politikaların ve kapitalist çürümenin yoğunlaşmış bir ifadesidir. Egemen seçkinler, patlamaya hazır toplumsal gerilimleri sağcı ve göçmen karşıtı bir yöne çekmek, Britanya’nın yağmacı emperyalist savaşlarını ilerletmek ve işçi sınıfının demokratik ve sosyal haklarına karşı savaşmak için aşırı milliyetçiliği ve yabancı düşmanlığını teşvik etmektedir.
Britanya’daki gelişmeler küresel süreçleri yansıtmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump liderliğinde faşizan bir başkanlık ihtimali söz konusudur. Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Birlik’i önemli bir siyasi güç olarak ortaya çıkarken, Almanya’da aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) destek kazanıyor. İtalya, Macaristan ve Finlandiya’da aşırı sağcı hükümetler iktidardadır.
Onlarca yıldır beslenen bu tür hareketler, egemen sınıfın militarizme, savaşa ve kemer sıkmaya açıktan yönelmesinin sonucudur.
İşçi Partili İçişleri Bakanı Yvette Cooper bu hafta yaşanan ayaklanmaların “Britanya’yı temsil etmediğini” söyledi. Gerçekte, Britanya sokaklarında meydana gelen zehirli olayların sorumlusu, birbirini izleyen İşçi Partisi ve Muhafazakâr hükümetlerdir.
İşçi Partisi, bir yandan NATO’nun Ukrayna’daki vekâlet savaşına milyarlar akıtır ve Zelenskiy’nin neo-Nazilere dayanan diktatörlük rejimini desteklerken, aynı anda aşırı sağcı “şiddet ve haydutluğu” kınıyor. Başbakan Starmer, İsrail’in faşist hükümetinin, Gazze’deki Filistinlilere karşı soykırım savaşı “hakkını” savunuyor. İsrail, büyük çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 186 binden fazla insanı öldürmüş durumda.
Sosyalist Eşitlik Partisi (SEP), Starmer’ın aşırı sağla mücadele adına “şiddet içeren kargaşa ile mücadele için” ulusal bir polis birimi kurulmasını kapsayan asayiş önlemleri açıklamasını reddetmektedir. Yüz tanıma teknolojisi de dahil olmak üzere bu tür baskıcı önlemlerin asıl hedefi, her zaman olduğu gibi, soldur. Just Stop Oil aktivistlerine sadece iklim değişikliği ile ilgili protestolar planladıkları için verilen uzun hapis cezaları bunu çoktan göstermiştir.
Sosyalizme karşı on yıllardır süren saldırı
Aşırı sağın toplumsal sıkıntıları istismar etme becerisi, resmi “sol” partiler ve onların işçi sınıfı ve sosyalizme karşı on yıllardır süren saldırıları için bir suçlama niteliğindedir.
Tony Blair ve Gordon Brown yönetimindeki İşçi Partisi sosyal reform politikalarını reddedip mali oligarşinin Thatchercı partisi haline geldi. İşçi sınıfı siyasi olarak temsil hakkından mahrum bırakıldı ve Blair “sınıf savaşının öldüğünü” ilan etti.
Sınıf savaşının sadece bir tarafı sona ermişti. Milyarderlerin serveti 1989’dan bu yana yüzde 1000’den fazla arttı ve milyarderlerin sayısı 2010’dan bu yana üç katına çıkarak 164’e ulaştı. Aynı dönemde ortalama bir işçi, sendika bürokrasisi tarafından denetlenen rekor düzeyde düşük grev faaliyeti yoluyla dayatılan ücretleri bastırma politikası nedeniyle 10.200 sterlin kaybetti.
Birleşik Krallık’taki insanların beşte biri ve tüm çocukların dörtte biri yoksulluk içinde yaşıyor. Yaklaşık 3 milyon kişi aşevlerine muhtaç durumda. Birleşik Krallık’taki hanelerin en yoksul yüzde 10’luk kesimi için yaşam standartları 2019-20 dönemine kıyasla yüzde 20 oranında düşmüştür – gelirde 4.600 sterlinlik bir azalma olmuştur.
Bunun temelinde İşçi Partisi’nin savaşı ve militarizmi benimsemesi yatmaktadır. Blair, beş kez Britanya birliklerine savaş emri verdi (Britanya tarihindeki tüm başbakanlardan daha fazla). İslamofobi, 2003 yılında Irak’ın yasa dışı istilası ve işgali de dahil olmak üzere savaş suçlarını meşrulaştırmak için silah olarak kullanıldı. Ülke içinde “terörle mücadele”, Müslümanları şeytanlaştıran Önleme Stratejisi gibi politikalar ve göçmenlere ve sığınmacılara karşı geliştirilen “düşmanca bir ortam” ile temel demokratik ve yasal hakları kaldırmak için kullanıldı.
Sendika bürokrasisi işyeri eylemlerini bastırırken, sahte solun temsilcileri işçi sınıfını Muhafazakârlar ve aşırı sağ tarafından desteklenen aynı çizgide bölmeye hizmet eden cinsiyet, ırk ve kimlik politikalarını destekledi.
İşçi Partisi’nin sağcı saldırısı, Brown’ın 2008 küresel mali krizinin tüm yükünü işçi sınıfının sırtına yüklemesiyle sona erdi ve 14 yıllık Muhafazakâr iktidarın önünü açtı. Bunun sonucunda ortaya çıkan “Kemer Sıkma Çağı”na, 2016 Brexit referandumuyla doruk noktasına ulaşan milliyetçilik ve yabancı düşmanlığının en şiddetli biçimleri eşlik etti.
Sosyalist Eşitlik Partisi referandumun boykot edilmesi çağrısında bulunurken, bunun “ siyasi yaşamı çok daha milliyetçi bir yörüngeye kaydırmayı amaçlayan bir girişim” olduğunu, “böylece, işçi sınıfının siyasi savunmasını zayıflatırken, Britanya’daki ve Avrupa genelindeki aşırı sağı güçlendirip” teşvik ettiğini yazdı.
Sosyalist İşçi Partisi (SWP) ve Sosyalist Parti (SP) gibi “sol ayrılma” adına Brexit’i savunan sahte sol gruplar, işçi sınıfının Britanya egemen sınıfının en sağcı hiziplerine tabi kılınmasına yardımcı oldular. Bu durum, George Galloway ve Nigel Farage arasında kurulan “sol-sağ” ittifakı ile özetlendi. SEP’in yazdığı gibi: “Britanya milliyetçiliği cininin şişeden çıkartılmasına yardım eden bu güçler, onun sonuçlarından siyasi olarak sorumludur.”
Brexit kampanyası Farage’ın Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) yükselişini ve nihayetinde Boris Johnson’ın başbakan olarak atanmasını beraberinde getirdi. Onlar, Muhafazakâr Parti’yi daha da açık bir şekilde faşist bir yöne kaydırdılar, Manş Denizi’nde gelen teknelere karşı askeri tarzda kampanyalar yoluyla Müslümanları ve sığınmacıları kötülediler ve “Ruanda Çözümü” ile doruğa ulaştılar.
İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn, bu sağcı saldırıya karşı işçi sınıfının muhalefetini sistematik olarak engelledi. Blaircilerin parti üzerindeki kontrolünü sona erdirmek isteyen milyonlarca destekçisine ihanet eden Corbyn, sağı ihraç edilmekten korudu ve NATO ve Trident nükleer silahlarına destek, Suriye’nin bombalanması konusunda serbest oylamaya izin verme ve İşçi Partisi konseylerine Muhafazakâr kesintileri uygulama talimatı verme gibi temel politikalarını sürdürdü. İşçi Partisi üyelerine yönelik cadı avına teslim oldu ve uydurma “solcu antisemitizm” suçlamalarına karşı çıkmayı reddetti. Bu süreç, iktidarın Keir Starmer’a aktarılmasıyla sonuçlandı.
Bir yıl süren seçim kampanyası sırasında “Kral ve Ülke’yi savunma” sözü veren Starmer, Britanya siyasi tarihinin en sağcı hükümetine liderlik ediyor. Britanya’nın nükleer silah programına bağlılık sözü verirken, yaşlılar için kışlık yakıt ödemelerinin kesilmesi de dahil olmak üzere 23 milyar sterlinlik harcama kesintisinin peşine düşmüş durumda.
Müslüman karşıtı ayaklanmalardan önceki haftalarda İşçi Partisi İran’a karşı askeri güç gösterisi yapıyor ve ABD öncülüğündeki askeri yığınağın bir parçası olarak Ortadoğu’ya gemiler ve uçaklar gönderiyordu. Hükümetin sığınmacıları hedef alan iç politikaları bu dış politika hedefleriyle bağlantılıdır. İçişleri Bakanı Cooper yasa dışı göçmenleri sınır dışı etmek için baskın ve tutuklamalardan oluşan bir “yaz hücumu” taahhüt etmektedir.
İşçi sınıfının sosyalizm mücadelesi
SWP, Savaşı Durdurun Koalisyonu (Stop the War Coalition) ve Irkçılığa Dur De (Stand Up to Racism), bu hafta yaşanan faşist ayaklanmalara verdikleri yanıtta İşçi Partisi’nin aşırı sağın destekçisi olduğu konusunda sessiz kaldılar. Bunun yerine, Starmer hükümetinin sola çekilmeye zorlandığını iddia ederek onunla safları sıklaştırıyorlar. SWP, “İşçi Partisi göreve geldiğinden bu yana Filistin, maaşlar ve göçmen gözaltı merkezleri konusunda taviz vermeye zorlandı. Bu, İşçi Partisi’nin taleplere boyun eğmeye zorlanabileceğinin bir işaretidir,” diye yazıyor.
SWP ve benzeri örgütler, İşçi Partisi ve sendika bürokrasisine yönelen ve onlara tabi olan hali vakti yerinde orta sınıfın çıkarlarını temsil etmektedir. İşçi sınıfının siyasi bağımsızlığını hedef alan siyasi aldatmaca konusunda uzmandırlar.
Geçtiğimiz on yılda, Gazze soykırımına karşı kitlesel protestolar, 2022-23 grev dalgası ve Corbyn’in arkasındaki hareket de dahil olmak üzere, işçi ve gençlik kitlelerinin belirgin bir şekilde sola kaymasına tanık olundu. Ancak her seferinde aşil topuğu, işçi sınıfının İşçi Partisi’ne siyasi olarak tabi kılınması ve sosyalizm mücadelesinin engellenmesi olmuştur. Aşırı sağın gücünün kaynağı da burada yatmaktadır.
David North, Nisan 2019’da Detroit’teki Wayne Eyalet Üniversitesi’nde Almanya’daki aşırı sağa yeniden itibar kazandırılması üzerine “Faşizm Tehdidi ve Faşizmle Nasıl Mücadele Edilir?” başlıklı bir konferans vermişti.
North, 1920’ler ve 30’larda Mussolini ve Hitler liderliğindeki faşizmin kökenlerini, egemen sınıfın Rus Devrimi’ne ve işçi sınıfı içinde sosyalizm uğruna mücadele edecek kitlesel komünist partilerin inşasına verdiği bilinçli bir yanıt olarak açıklayarak şunları söylemişti:
Sınıf mücadelesinin bastırıldığı on yılların ardından artık... işçi sınıfının mevcut koşullara karşı dünya genelinde bir hareketi büyüme başlıyor. Egemen seçkinler bunu görüyorlar. Bunun nereye gittiğini biliyorlar. Tehdidi hissediyorlar. Ve bu tehdide verdikleri yanıt, giderek daha fazla sağa kaymak, büyük çatışmalara hazırlanmaya başlamaktır. İşte bu yüzden faşizan hareketlerin büyümesini cesaretlendirmeye başlıyorlar.
Zorlu görev, emekçi nüfusun bu büyük kitlesine bir siyasi program, bir perspektif sunmaktır ve bunun için bilinçli bir devrimci hareketin, bilinçli bir siyasi partinin geliştirilmesi gerekir. Bu yapılırsa, nesnel koşullara göre hareket edilirse, sadece faşizm yenilmekle kalmaz, aynı zamanda sosyalist bir toplum da kurabiliriz. Bizim perspektifimiz budur.
SEP ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ndeki kardeş partilerimiz, işçi sınıfının tüm kesimlerini savaşa, kemer sıkmaya ve faşizme karşı sosyalizm uğruna dünya çapındaki mücadelede birleştirecek uluslararası bir savaş karşıtı hareketin geliştirilmesi için mücadele etmektedir. İşçi sınıfının aşırı sağcı tehlikeye vermesi gereken yanıt budur.