Bugün, İsrail ve ABD’nin Gazze’de Filistin halkına soykırım yapmaya başlamasının birinci yılıdır. Ortadoğu’da bölgesel bir savaşın ilk aşaması olan soykırım, şimdi İran’a karşı bir ABD-İsrail savaşına dönüşüyor.
Gazze’deki sivillere karşı yürütülen imha savaşının bilançosu sarsıcıdır. Resmi rakamlara göre 40.000, saygın tıp dergisi The Lancet’te Temmuz ayında yayımlanan bir tahmine göre ise İsrail kurşunları, bombaları ya da açlık veya önlenebilir hastalıklar eliyle 186.000 kişi öldürülmüştür.
BM Genel Sekreteri Antonio Gutierrez’in ifadesiyle, “Entegre Gıda Güvenliği Sınıflandırma sistemi tarafından şimdiye kadar kaydedilen en yüksek sayıda insan her yerde, durmadan felaket boyutunda bir açlıkla karşı karşıya.”
Dünyanın en yoğun nüfuslu kentsel alanlarından biri olan Gazze, binalarının çoğunun hasar gördüğü ya da yıkıldığı bir çorak araziye dönüşmüş durumda. Gazze’deki tüm üniversiteler, hastaneler, okullar ve kültür merkezleri hesaplı ve kasıtlı bir toplum kırımıyla yerle bir edildi.
Şu anda devam etmekte olan soykırım ve etnik temizliğin resmi gerekçesi 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas tarafından İsrail’e yapılan saldırıdır. ABD medyası 7 Ekim olaylarını Hamas’ın apansız, öngörülemeyen ve hiçbir öncül etmeni bulunmayan beklenmedik bir sinsi saldırısı olarak sunmaya çalışıyor.
Oysa bu anlatı birkaç ay içinde çökmüştür. Aralık 2023’te New York Times, “endişe verici bir doğrulukla uygulanan” saldırı planını “madde madde” ortaya koyan kesin belgenin İsrail hükümetinin elinde bulunduğunu açığa çıkaran bir rapor yayımladı.
Dahası, Gazze sınırında faaliyet gösteren İsrail ordu ve istihbarat güçlerine, saldırıdan sadece birkaç gün önce sınır birliklerinin İsrail’in diğer bölgelerine çekilmesiyle, kasıtlı bir geri çekilme emri verildi. Birleşmiş Milletler’in 7 Ekim saldırılarıyla ilgili resmi soruşturması “İsrailli yetkililerin İsrail’in güneyindeki sivilleri neredeyse her cephede korumakta başarısız olduğunu” iddia ediyordu.
Aynı şekilde İsrailli kayıpların önemli bir kısmının, Hamas’ın faaliyet gösterdiği yerleşim yerlerine ayrım gözetmeksizin ateş açan ve rehin tutulan İsraillileri kasten hedef alan İsrail güçleri tarafından öldürüldüğü ortaya çıktı. Saldırıyla ilgili olarak Birleşmiş Milletler tarafından yürütülen resmi soruşturmaya göre İsrail güçleri “‘Hannibal Direktifi’ olarak adlandırılan yöntemi uyguladı ve ... İsrailli sivilleri öldürdü.”
ABD Başkanı Joe Biden 18 Ekim 2023’te İsrail’i ziyaret ederek 7 Ekim olaylarının “İsrail’in 11 Eylül’ü” olduğunu ilan etti. Gerçekten de iki olay arasında derin bir bağlantı vardır. 11 Eylül 2001 saldırıları Bush yönetimi tarafından uzun zamandır planlanan Irak ve Afganistan istilalarını başlatmak ve ülke içinde demokratik haklara kapsamlı saldırılar düzenlemek için kullanıldı. Aynı şekilde, 7 Ekim saldırıları da uzun süredir yapılmakta olan planları hayata geçirmek için bir bahane olarak kullanıldı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 7 Ekim saldırılarından sadece iki hafta önce, 22 Eylül 2023’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, İsrail’in ABD güdümündeki Ortadoğu devletleri Mısır, Sudan, Ürdün ve Suudi Arabistan ile beraber jeopolitik bir yapının parçası olarak Filistin topraklarının tamamını kapsadığını gösteren “yeni Ortadoğu” haritasını göstermişti.
Bir yıl sonra, İsrail ve ABD’nin, Netanyahu’nun “yeni Ortadoğu” olarak adlandırdığı bu vizyonu hayata geçirmek için 7 Ekim olaylarından faydalandığı açıktır.
7 Ekim saldırılarının birinci yıldönümüne yakın bir tarihte, 27 Eylül’de yine Birleşmiş Milletler’de konuşan Netanyahu, “geçen yıl burada sunduğum haritaya” atıfta bulunarak, “Amerika’nın desteği ve liderliğiyle, bu vizyonun insanların düşündüğünden çok daha kısa sürede gerçekleşebileceğine inanıyorum,” dedi.”
Şu anda Ortadoğu’da gelişmekte olan savaş, ABD emperyalizminin Ortadoğu, Orta Asya ve Kuzey Afrika’nın tamamını hakimiyeti altına almak için on yıllardır sürdürdüğü çabaların bir parçasıdır. Bu, 2001 Afganistan istilası, 2003 Irak istilası ve Libya ile Suriye’deki rejim değişikliği operasyonlarının bir devamıdır.
Bu çabanın vahşeti ve öldürücü karakterinin daha da yoğunlaşmasının nedeni, Ortadoğu’daki ABD-İsrail soykırım savaşının, her ikisi de nükleer silahlı Rusya ve Çin’e karşı patlak veren küresel savaşın bir parçası olmasıdır. Ortadoğu bu savaştaki bir cephedir.
7 Ekim 2023’ten bu yana yaşananlar, Ukrayna’nın NATO destekli 2023 Bahar taarruzunun bozgunu bağlamında meydana gelmiştir. NATO güçleri tarafından Ukrayna’ya hibe edilen yüzlerce gelişmiş savaş aracı, emperyalist güçler için küçük düşürücü bir fiyaskoyla imha edilmiştir.
Şimdi, bir yıl sonra, emperyalist güçler İran’a yönelik büyük bir saldırı için ileri düzeyde hazırlıklar yapıyorlar. Geçtiğimiz hafta Biden, ABD’nin İsrail ile İran’ın petrol tesislerini vurma konusunda “görüşmeler” yaptığını doğrularken, Demokrat Kongre üyesi Adam Schiff Pazar günü İran’ın füze güçlerine karşı bir İsrail saldırısı düzenlemesini desteklediğini açıkladı. Bu savaş hazırlıkları, Donbass bölgesinde Ukrayna için giderek kötüleşen bir dizi askeri bozgun koşullarında yapılıyor.
Rusya ile savaşlarında büyük başarısızlıklarla karşı karşıya kalan emperyalist güçler, yeni bir Ortadoğu cephesi açmaya çalışıyorlar.
Gazze’deki soykırım, savaş karşıtı bir kitlesel protesto dalgasını tetikledi. 2003’te Irak’ın istila edilmesinden bu yana en büyük savaş karşıtı protestolar neredeyse her kıtada düzenlendi. Ancak bu gösterilerin liderleri Gazze’deki soykırımı münferit bir olay olarak ele almaya çalıştılar ve emperyalist güçlere daha insani politikalar benimsemeleri için baskı yapmaya yöneldiler.
Bu yaklaşımın iflas ettiği kanıtlanmıştır. Aradan geçen bir yılda, Gazze soykırımının, dünyanın emperyalist yeniden paylaşımının yön verdiği tırmanan bir küresel savaşın parçası olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Bu savaş, ABD önderliğindeki emperyalist dünya düzeninin derinleşen krizinden kaynaklanmaktadır.
Yeni bir strateji gerekiyor. Gazze soykırımına ve İran’la savaşa karşı mücadele ancak Lenin’in “kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak tanımladığı emperyalizme karşı mücadele olarak geliştirilebilir. Savaşın temel nedeni; kapitalist ulus devlet sisteminde, dev şirketlerin küresel mali çıkarlarında ve Amerikan egemen sınıfının amansız dünya hegemonyası yöneliminde yatmaktadır.
Savaşa karşı mücadele, uluslararası işçi sınıfının muazzam gücünün seferber edilmesini ve tüm kapitalist partilerden siyasi bağımsızlığının sağlanmasını gerektirmektedir. Savaşa karşı harekete, emperyalist savaş ve sömürgeciliğe ayrılmaz bir şekilde bağlı olan köhne ulus devlet sistemine son vermeyi ve yerine sosyalizmi kurmayı amaçlayan uluslararası sosyalizm perspektifi yol göstermelidir.