“İkinci Uluslararası Lev Troçki Anması” konuşması

Huzur Adasından Kaos İçindeki Dünyaya Bakış

Dünya Sosyalist Web Sitesi Uluslararası Yayın Kurulu Başkanı David North’un 25 Ağustos Pazar günü Büyükada’da (Prinkipo) düzenlenen etkinlikte yaptığı İngilizce konuşmanın Türkçe çevirisini aşağıda yayımlıyoruz (Dinleyicilere dağıtılan Türkçe çevirideki ufak eksikler aşağıda giderilmiştir).

“Huzur Adasından Kaos İçindeki Dünyaya Bakış: Lev Troçki Büyükada’da” başlıklı etkinlik, Lev Troçki’nin 1929-1933 yılları arasında Sovyetler Birliği’nden sürgün edildiği ilk dönemde Büyükada’da yaptığı çalışmalara yönelik düzenlenen ikinci uluslararası anmaydı.

Adalar Belediye Başkanı Ali Ercan Akpolat tarafından konuşmaya davet edilen North’a panelde Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rıdvan Akın eşlik etti. Etkinliğin moderatörlüğünü Sosyalist Eşitlik Grubu’nun önderlerinden Ulaş Ateşçi üstlendi. Yaklaşık 160 kişinin katıldığı etkinlikte çok sayıda kişi kitap satın aldı ve daha sonra soru-cevap bölümüne katıldı.

Öncelikle, Belediye Başkanı Ali Ercan Akpolat’a ve yönetimine, bu “İkinci Uluslararası Lev Troçki Anması”nı düzenledikleri ve beni konuşma yapmaya davet ettikleri için teşekkür etmeme izin verin. Bu anmanın her yıl entelektüel bir etkinlik olarak düzenlenmesi hem tarihsel hem de güncel bir öneme sahiptir.

Adalar Belediye Başkanı Ali Ercan Akpolat (solda), David North ve Ulaş Ateşçi ile konuşuyor.

Troçki’nin Büyükada’da geçirdiği yaklaşık dört yıl, sonuçları bakımından hayatının ve yirminci yüzyıl tarihinin en önemli yılları arasında yer aldı. 1929, Wall Street’in çöktüğü ve dünya bunalımının başladığı yıldı. 1933, İkinci Dünya Savaşı’na, Holokost’a ve Hiroşima ile Nagazaki’ye atom bombaları atılmasına yol açan tarihi bir felaket olan Hitler’in Nazi rejiminin iktidara geldiği yıldı. İnsanlık bugün hâlâ 1930’larda Alman ve Avrupa işçi sınıfının uğradığı yenilginin bedelini ödüyor.

Troçki 1938’de tarihsel çağı kapitalizmin can çekişme çağı olarak tanımlamıştı. Fransa, İspanya ve tabii ki Almanya’daki Stalinist ihanetlerin sonucu olarak sosyalist devrimin yenilgisiyle, can çekişme uzamıştır. Ancak güncel olaylar Troçki’nin tarihsel öngörüsünü doğrulamaktadır. Hitler’in Üçüncü Reich’ının çöküşünden ve İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden yaklaşık 80 yıl sonra, faşizmin yeniden canlanmasına, soykırımın bir devlet politikası aracı olarak kullanılmasına ve askeri çatışmaların nükleer bir üçüncü dünya savaşına doğru tırmanmasına tanık oluyoruz.

Eğer barbarlığa alçalış ve uygarlığın kendini yok etmesi engellenmek isteniyorsa, geçmişi incelememiz ve ondan uygun dersleri çıkarmamız gerekiyor.

Troçki’nin bu adada geçirdiği yıllar, yirminci yüzyılın temel trajedisi bağlamında işte böylesine muazzam bir tarihsel öneme sahiptir. Troçki’nin en büyük başyapıtlarından ikisini Büyükada sürgünü sırasında yazdığı iyi bilinir: otobiyografisi Hayatım ve anıtsal Rus Devrimi’nin Tarihi.

Ancak Troçki’nin en büyük başarısı, Almanya’da ortaya çıkan siyasi krizi analiz etmesi, Alman işçi sınıfını Nazizmin yarattığı tehlikeye karşı uyarma çabası ve Stalin’in emri altındaki Almanya Komünist Partisi’nin (KPD) izlediği felaket getiren politikaları teşhir etmesiydi. Berlin’den 1600 kilometre uzaklıktaki bir adaya hapsedilen Troçki, hem Stalin’in politikalarının kaçınılmaz sonuçlarını hem de Nazilerin zaferini önlemek için ne yapılması gerektiğini eşsiz bir öngörü ile anlamıştı.

Lev Troçki, Büyükada’daki çalışma masasında

Eylül 1930 gibi erken bir tarihte, Hitler’in zaferinden iki yıldan fazla bir süre önce, Troçki şöyle yazmıştı:

Faşizm Almanya’da gerçek bir tehlike haline gelmiştir. Faşizm burjuva rejiminin çaresizliğinin, Sosyal Demokrasinin bu rejim içindeki tutucu rolünün ve rejimi yıkmaktan aciz olan Komünist Partisi’nin birikmiş güçsüzlüğünün keskin bir ifadesidir. Bu gerçeği inkâr eden ya kördür ya da palavracıdır.” [Faşizme Karşı Mücadele (İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1998), s. 69. Çeviren: Orhan Koçak & Orhan Dilber]

Almanya, Avrupa’nın en büyük, en güçlü ve politik olarak en gelişmiş işçi sınıfına sahipti. Marx ve Engels’in doğduğu yerdi ve endüstriyel gelişimi, Marksizmin etkisi altında kitlesel Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) doğmasına yol açan ülkeydi. Ancak SPD ve İkinci Enternasyonal’in neredeyse tüm partileri, Ağustos 1914’te kapitalist hükümetlerinin Birinci Dünya Savaşı’na girmesini destekleyerek uluslararası sosyalizm programına ihanet ettiler.

1917 Ekim Devrimi’nin ardından Üçüncü Enternasyonal’in Lenin ve Troçki önderliğinde kurulması, devrimci partilerin sosyalist enternasyonalizm temelinde yeniden inşasını amaçlıyordu. Almanya Komünist Partisi, yeni Enternasyonal’in Sovyetler Birliği dışındaki en büyük şubesi olarak ortaya çıktı. Ancak gelişimi siyasi önderlik kriziyle zayıflatılmıştı. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in Ocak 1919’da, KPD’nin kuruluşundan sadece iki hafta sonra öldürülmesi, partiyi en deneyimli liderlerinden yoksun bıraktı. Önderlik sorunu, Sovyetler Birliği’nde Stalin liderliğindeki bürokrasinin büyümesi, dünya sosyalist devrimi programının reddedilmesi ve ulusalcı “tek ülkede sosyalizm” programının benimsenmesiyle daha da derinleşti.

Rusya Komünist Partisi içindeki Sol Muhalefet’in lideri Troçki, Marksist programın bu köklü revizyonuna karşı çıktı. Bu revizyon sadece yeni komünist partilerin yönünü şaşırtabilir ve Komünist Enternasyonal’in şubelerinin Sovyet bürokrasisinin ulusal çıkarlarına tabi kılınmasına yol açabilirdi.

Bu yönelim bozukluğu en feci ifadesini Almanya Komünist Partisi’nin politikalarında buldu. Faşizmin yükselişiyle karşı karşıya kalan KPD’nin temel görevi, işçi sınıfının tüm güçlerini ortak bir savunma mücadelesinde birleştirmekti. İşçi sınıfının sadakatinin iki parti –SPD ve KPD– arasında bölündüğü koşullarda KPD, halen SPD’nin izinden giden milyonlarca işçinin güvenini kazanmak zorundaydı.

SPD’nin reformist karakterine ve sosyalist devrim programına olan şiddetli düşmanlığına rağmen, faşizmin yükselişi onun varlığını da tehdit ediyordu. Troçki, KPD’nin, reformist bir işçi örgütü olan SPD ile Naziler arasında var olan nesnel çatışmadan yararlanmak zorunda olduğunu ısrarla açıkladı. Ancak Stalinistler, bu çatışmanın varlığını reddederek, sosyal demokratlarla her türlü işbirliğini –örgütsel öz savunma amacıyla bile olsa– reddettiler.

Troçki, Sosyal Demokrat Parti’yi “sosyal faşist” ve dolayısıyla Nazilerin siyasi ikizi olarak tanımlayan Stalinistlerin aşırı sol politikasını çarpıcı eleştirilere tabi tuttu. Komünist Parti’yi kendi kendini yok eden “sosyal faşizm” politikasını terk etmeye ve Sosyal Demokrat Parti’ye Nazilere karşı “birleşik cephe” çağrısı yapmaya çağırdı. Troçki, işçi sınıfının iki kitlesel partisi arasında Nazilere karşı ortak savunma eylemleri için yapılacak bir anlaşmanın, Hitler’in iktidara giden yolu üzerinde aşılmaz bir barikat oluşturacağını açıklıyordu. Dahası bu, işçi sınıfının Alman kapitalist rejimine ve onun emri altındaki Nazilere karşı saldırıya geçmesinin önünü açacaktı.

Troçki, Aralık 1931’de, “Faşizme karşı işçilerin birleşik cephesi için ileri” başlıklı bir makalede şu uyarıda bulundu: “Almanya bugün en büyük tarihi saatlerinden birini yaşıyor; Alman halkının kaderi, Avrupa’nın ve hatta gelecek on yıllar için bütün insanlığın kaderi buna bağlı.” [age., s. 146]

Stalinistlerin Sosyal Demokrat Parti’yi aptalca ve pervasızca faşist olarak tanımlamaları, Hitler’in gerçek faşizminin yarattığı tehlikeyi büyük oranda küçümseme etkisi yarattı. Troçki, faşizmin egemen sınıfın karşıdevrimci cephaneliğindeki özgül siyasi rolünü, hiçbir çağdaşında görülmemiş bir netlikle açıkladı. Troçki, Ocak 1932’de yayınlanan “Ya Sonra?” başlıklı makalesinde şöyle yazıyordu:

“Burjuva diktatörlüğünün ‘normal’ polis ve askeri kaynaklarının ve bunların parlamenter paravanalarının toplumu bir denge durumunda tutmaya yetmedikleri anda, faşist rejimin zamanı gelmiş demektir. Kapitalizm, faşist acenta aracılığıyla, çıldırtılmış küçük burjuva kitlelerini ve sınıfsızlaşmış ve umutsuzluğa kapılmış lumpen proleter çetelerini harekete geçirir; bizzat finans kapitalin umutsuzluğa ve cinnete sürüklediği sayısız insanı seferber eder. Kapitalizm, faşizmden işini tam yapmasını ister; bir kez iç savaş yöntemlerine başvurduktan sonra, yıllarca sürecek bir barış dönemi ister... Bir devletin faşistleşmesi, yalnız hükümet biçim ve yöntemlerinin Mussolini’nin getirdiği model doğrultusunda değiştirilmesi demek değildir (bu alandaki değişiklikler sonuçta daha önemsiz bir rol oynarlar); bu aynı zamanda ve öncelikle, bütün işçi örgütlerinin yok edilmesi, proletaryanın şekilsiz bir duruma indirgenmesi demektir; kitlelerin içine derinlemesine sızan ve proletaryanın bağımsız billurlaşmasını engelleyen bir idare sisteminin yaratılması demektir. Faşizmin özü, işte budur.” [age., s. 173]

Doksan yıl sonra, faşizmin ne olduğuna dair daha mükemmel ve daha kesin bir tanım olmadığı söylenebilir ve Troçki hayatında başka hiçbir şey yazmamış olsaydı bile, bu sözler onun siyasi ölümsüzlüğünü garanti altına almaya yeterdi.

Troçki, Stalinistlerin politikalarını eleştirirken, hatalarının temel kaynağının, Almanya’da faşizme karşı mücadeleyi uluslararası sosyalizm perspektifinden ayıran milliyetçi bir yönelim olduğunu vurguladı. Bu yönelim, Sovyet bürokrasisinin ulusalcı “tek ülkede sosyalizm” programından etkilenen Almanya Komünist Partisi liderlerinin, dünya sosyalist devrimi programı yerine, partinin açıkça proleter yönelimini bulanıklaştıran ve Nazilerin şovenist ajitasyonuna uyum sağlayan bir Alman “ulusal halk devrimi” çağrısını ileri sürmelerine yol açmıştı. Bu yanlış perspektifi teşhir eden Troçki şöyle yazdı:

“Avrupa’nın proletaryaya dayalı birleşmesi sloganı, aynı zamanda faşistlerin iğrenç şovenizmine ve Fransa’ya yapacakları sefere karşı mücadelede çok önemli bir silahtır. En tehlikeli ve en yanlış politika, onun kılığına girerek kendimizi pasif bir biçimde düşmana uyarlamaktır. Ulusal umutsuzluğun ve ulusal çılgınlığın sloganlarının karşısına uluslararası bir çözüm [kurtuluş] öneren sloganlar koymak gerekir. Ama bunun için de temel unsuru tek ülkede sosyalizm olan ulusal sosyalizm zehirinden partiyi temizlemek şarttır.” [age., s. 82]

Nazilerin gücü giderek artarken bile, Stalinistler politikalarını değiştirmeyi reddettiler. Troçki, Alman işçi sınıfına ciddi bir uyarıda bulundu:

“Komünist işçiler; siz yüz binler, milyonlarsınız, gidecek bir yeriniz yoktur, size yetecek kadar pasaport bulunmayacaktır. Faşizm iktidara gelirse kafalarınızın ve kemiklerinizin üstünden korkunç bir tank gibi geçecektir. Kurtuluş yalnızca amansızca bir kavganın sonundadır. Yalnız sosyal demokrat işçilerle gireceğiniz bir mücadele birliği zaferi getirebilir. Komünist işçiler, acele edin, çok az zamanınız kaldı!” [age., s. 157]

Troçki’nin uyarıları dikkate alınmadı. 30 Ocak 1933’te Hitler, egemen sınıf komplocuları tarafından, tek bir kurşun bile atılmadan, iktidara getirildi. Troçki’nin öngördüğü gibi, Naziler birkaç gün içinde işçi sınıfına ve onun siyasi ve sendikal örgütlerine karşı terör devrini başlattılar. Fakat Almanya’daki uydusu [KPD] tarafından izlenen politikaları dikte etmiş olan Moskova’daki Stalinist rejim, Alman işçi sınıfının uğradığı büyük yenilgiyi kabul etmek şöyle dursun, Nazilerin zaferinden sorumlu olan politikaların doğru olduğunu ilan etti.

Stalin liderliğindeki Kremlin bürokrasisinin Almanya’daki felaketin tüm sorumluluğundan sinik ve aldatıcı bir şekilde kaçması, Üçüncü (Komünist) Enternasyonal’in fiilen çöküşü anlamına geliyordu. Troçki, 15 Temmuz 1933’te, Büyükada’dan ayrılışının hemen arifesinde, Dördüncü Enternasyonal’in inşası için çağrı yaparak şöyle yazdı:

“Faşizmin gümbürtülerinin ayağa kaldıramadığı ve bürokrasinin bu tür rezilce hareketlerine uysalca boyun eğen bir örgüt, artık işinin bitmiş olduğunu ve bundan sonra hiçbir şeyin kendisini canlandıramayacağını açığa vurur. Proletaryaya ve onun geleceğine dolaysız yükümlülüğümüzü, ancak bunu açıkça ve herkesin önünde söyleyerek yerine getirebiliriz. Bundan sonraki bütün çalışmalarımızda, kalkış noktası olarak resmi Komünist Enternasyonal’in tarihsel çöküşünü almamız gerekmektedir.” [age., s. 466]

Sonraki tüm olaylar Troçki’nin yeni bir Enternasyonal çağrısını haklı çıkaracaktı. Stalinist bürokrasinin politikaları bilinçli bir karşıdevrimci karakter kazanmıştı. Uluslararası işçi sınıfının çıkarları ve sosyalizm mücadelesi, Kremlin rejimi tarafından dünya emperyalizminin liderleriyle gerici diplomatik manevralarının pragmatik hesaplarına tabi kılındı. Sovyetler Birliği’nde 1936-39 Terörü sırasında Eski Bolşeviklerin ve bütün bir sosyalizm savaşçıları kuşağının kitlesel olarak katledilmesi, Stalin tarafından emperyalist güçlere Sovyet rejiminin dünya sosyalist devrimi perspektifinden geri dönülmez bir şekilde koptuğunu göstermeyi amaçlıyordu. Stalinist rejimin ve ona bağlı partilerin karşıdevrimin araçlarına dönüşmesi, 85 yıl önce 23 Ağustos 1939’da, Stalin-Hitler Paktı’nın imzalanmasıyla doruk noktasına ulaştı. Bir yıl sonra, 20 Ağustos 1940’ta Troçki, Sovyet gizli polisi GPU’nun bir ajanı tarafından ölümcül şekilde yaralandı.

Bugün burada bir araya gelirken bu tarihi hatırlamamız yerinde olacaktır. Bugünkü etkinliğin başlığında da belirtildiği gibi, Troçki kaos içindeki bir dünyayı bu huzur adasından analiz etmişti. Ancak Troçki’nin Büyükada yıllarını, dünyanın bir kez daha kaosa sürüklendiği bir dönemde anıyoruz. Bu durum, bugünkü etkinliğe istisnai bir önem kazandırıyor.

Büyükada'daki izleyiciler.

Lenin’le beraber yirminci yüzyılın en büyük Marksist teorisyeni ve devrimcisi olan Troçki’yi sadece saygıyla anmakla kalmıyoruz. Troçki’nin siyasi mirasının çağdaş dünya siyasetinde işgal ettiği eşsiz yeri de kabul ediyoruz.

Troçki’nin siyasi fikirlerini yalnızca “alakalı” olarak tanımlamak, kabul edilmesi mümkün olmayan derecede yetersiz kalan bir ifade olur. Troçki’nin yazılarını sistematik bir şekilde incelemeden, günümüz dünyasının –diğer şeylerin yanı sıra, faşizmin dünya çapında yeniden canlanışıyla kendini gösteren– siyasi çelişkilerini anlamak mümkün değildir. Onun sürekli devrim teorisi, uluslararası sosyalizm stratejisi ve pratiği için –yani insanlığın geleceğini güvence altına alma mücadelesi için– Einstein ve Heisenberg’in teorileri fiziksel evrenin kavranması için ne kadar elzemse o kadar elzemdir.

Özellikle akademisyenler ve varlıklı orta sınıfın sahte sol siyasetinin uygulayıcıları tarafından Troçki’nin siyasi mirasına kalıcı bir güncel önem atfetmenin yanlış olduğu itirazı her zaman dile getirilmektedir. Onlar Troçki’nin geçen yüzyılın ilk yarısına ait bir figür olarak kaldığını savunuyorlar. Diyorlar ki, Troçki’nin suikasta uğramasının üzerinden seksen dört yıl geçti. Sovyetler Birliği artık yok. Çok farklı bir dünyada yaşıyoruz. İşçi sınıfının ve sınıf mücadelesinin merkeziliğine yapılan Marksist vurgunun –sözde “sınıf özcülüğü”nün– yerini etnik köken, ırk ve toplumsal cinsiyete öncelik veren kimlik politikaları almıştır. Troçki ile alakalı fikir ve perspektiflerin, yani dünya sosyalist devrimi programının savunulması “putperestliktir.” Troçki ve Troçkizm “alakasızdır.”

Londra Üniversitesi Birkbeck College’da ders vermiş Britanyalı akademisyen, Emeritus Profesör John Kelly tarafından ileri sürülen argümanın özü budur. Profesör son altı yıl içinde Troçkizmin geçersizliğini kanıtlamaya adanmış iki kitap yazdı. Contemporary Trotskyism (Çağdaş Troçkizm) başlıklı ilk kitabı 2018 yılında yayımlandı. The Twilight of World Trotskyism (Dünya Troçkizminin Alacakaranlığı) başlıklı ikinci kitap ise 2023’te çıktı. Profesörün “alakasız” olduğunu düşündüğü bir hareketin incelenmesine neden bu kadar zaman ve çaba ayırdığı sorulabilir. Profesör Kelly’nin Troçkist hareketi topa tutmak için bu kadar enerji harcamasına neden olan şey nedir?

Ve neden Kelly’nin bu iki kitabı, yıllık geliri 50 milyon ile 100 milyon dolar arasında olan, dünyanın en büyük yayıncıları arasında yer alan Routledge tarafından yayımlandı? Bu yayınevi neden kaynaklarını alakasız bir örgüt hakkında kitap yayınlamak için harcıyor? Routledge’ın 2003 yılında Lev Troçki’nin bir biyografisini yayımladığını da hatırlatmak gerekir. O kitabın yazarı olan Profesör Ian Thatcher’ı entelektüel açıdan ilkesiz bir iftiracı olarak ifşa etme şerefine nail olmuştum. Belli ki Routledge’ın Troçki ile meşguliyeti, onun “alakasızlığı”na hiç de ikna olmadığını gösteriyor.

Kelly ve benzerlerinin tahammül edemediği şey, Troçkist hareketin devrimci bir perspektife olan sadakatidir. Kendisi en sert eleştirileri için, benim de bağlı olduğum Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ni (DEUK) seçiyor. Profesör Kelly ile hiç tanışmamış olmamıza rağmen, beni “küstah ve kibirli bir birey” olarak tanımlıyor; DEUK’un Troçkizmi “21. yüzyılın Marksizmi” olarak tanımlamasına şiddetle karşı çıkıyor.

Profesör Kelly, Ocak 2020’de Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde yayımlanan Yeni Yıl açıklamasının “Sosyalist devrimin on yılı başlıyor” şeklindeki başlığını kınıyor. Buna yanıt olarak Kelly şöyle yazıyor:

“Ortodoks Troçkizmin örgütleri, doktrinerliklerine sıkı sıkıya bağlı ve gerçek ampirik sorgulamaya ya da teorik yeniliğe kapalı bir şekilde, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinin sloganlarına ve politikalarına sonsuza kadar sıkı sıkıya bağlı olmaya mahkûm edilmişlerdir; bu fikirlerin ve yalnızca bu fikirlerin, dünyanın her yerinde kapitalist iktidara Leninist tarzda saldırılar düzenleyecek kitlesel devrimci partilere dönüşmelerinin anahtarını ellerinde tuttuklarına inanmaktadırlar.” [Dünya Troçkizminin Alacakaranlığı, s. 97]

Aslında Profesör Kelly tarafından ileri sürülen program, on dokuzuncu yüzyılın son on yılına, 1890’ların Almanya’sında SPD’yi bir sosyal reform partisine dönüştürmeye çalışan Eduard Bernstein’ın çalışmalarına kadar uzanmaktadır. Bernstein, bugün Kelly’nin kullandıklarına neredeyse benzer kelimelerle, Marx ve Engels’in devrimci programının güncelliğini yitirdiğini, kapitalizmin çelişkilerinin reformlara elverişli olduğunu, kapitalist devletler arasındaki çatışmaların savaşa başvurmadan çözülebileceğini ve işçi sınıfının yaşam standartlarının istikrarlı bir şekilde iyileşeceğini savunuyordu. Sosyalizme devrim yoluyla değil, kapitalist toplumun yavaş yavaş reforme edilmesiyle ulaşılacaktı. Yirminci yüzyılda yaşananlar –iki dünya savaşı, atom silahlarının kullanımı, faşist barbarlık ve benzeri kitlesel baskı biçimleri– Bernstein’ın ütopik fikirlerini çürüttü.

Eduard Bernstein

Profesör Kelly, dünya kapitalizminin hâlihazırda tırmanan krizinin ortasında, işçi sınıfına çıkış yolunu gösterecek –Troçki ve Lenin tarafından ileri sürülenlerden daha üstün– yeni sloganları, politikaları ve fikirleri tespit etmekte başarısız olmaktadır.

Profesör Kelly, Troçkistleri ampirik araştırmalara kayıtsız kalmakla suçluyor. Ancak dünya kapitalizminin kaosa ve barbarlığa doğru alçalışının giderek daha belirgin hale gelen işaretlerini fark etmemiş gibi görünen, ayağında rahat terlikleri ve gözlerinin üzerine çektiği yün bir uyku şapkasıyla rahat emekliliğinde ayaklarını sürüyerek yürüyen Emeritus Profesör şöyle yazıyor: “Reformist dönemin sona erdiği ve dünya politikasının basit bir ikili seçime –ya sosyalizm ya barbarlık– indirgendiği fikri kavramsal olarak naif ve ampirik olarak kusurludur.” [age., s. 78]

2020’lerin ortasına yaklaştığımız şu günlerde, olaylar Kelly’nin Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin öngörüleriyle alay etmesini haklı çıkarma eğiliminde mi? Yeni on yılın başlangıcından bu yana dünya kapitalizminin ekonomik, sosyal ve siyasi yapılarındaki baskın eğilim ne olmuştur? Profesör Kelly’nin çağdaş dünyanın gerçeklerine kör olan Troçkist “doktrinerlik” eleştirileri doğruysa, kendisinin son dört yılda dünya ekonomisinin organik olarak güçlendiğini, toplumsal istikrarsızlığın azaldığını –yani sınıf çatışmasının yatıştığını– ve hem küresel jeopolitik gerilimlerin azaldığını hem de burjuva demokratik kurumların canlılığının arttığını uygun ampirik belgelerle göstermesi gerekir.

Gerçekte ise, çağdaş kapitalizmin ekonomik, sosyal ve siyasi yapılarının durumuna ilişkin bir inceleme, Troçkist hareketin analizini doğrulamaktadır. Her alanda kriz, istikrar karşısında baskındır. Bu on yıl, tüm dünyayı kasıp kavuran ve en az 27 milyon “fazladan ölüm”e yol açan bir pandeminin patlak vermesiyle başladı. Pandemi halen kontrol altına alınabilmiş değil ve dünya çapında şiddetle yayılmayı sürdürüyor. Bugün sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde 2020’den bu yana 1,1 milyar COVID vakası görüldüğünü ortaya koyan bir haber okudum. Bu yıl şimdiye kadar ölenlerin sayısı geçen yıla göre yüzde 20 artmış. Egemen seçkinlerin politikası, pandemiyi görmezden gelmek ve artık bir endişe konusu değilmiş gibi davranmaktır. Küresel ısınmaya verdikleri tepkiyi de aynı umursamazlık karakterize etmektedir. Modern kitle toplumunun küresel bir çözüm gerektiren tüm sorunları, sosyal açıdan akıldışı ve yıkıcı bir şekilde, şirket kârlarının ve gözü doymazca kişisel servet birikiminin peşinde koşmaya tabi kılınmaktadır.

Teknolojinin muazzam gelişimine rağmen, küresel finans sistemi çöküşün eşiğinde sallanıyor. Son on beş yıl içinde, ekonomik felaketi önlemek için 2008 ve 2020’de olmak üzere iki kez çok büyük ve benzeri görülmemiş düzeyde devlet müdahalesi gerekmiştir. Sonuç, devlet borcunun sürdürülemez seviyelere yükselmesi oldu.

2007 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin devlet borcu 9 trilyon dolardı. 2023 yılı sonu itibariyle borç 34 trilyon dolara yükselmiştir. Bu rakam 330 milyonluk nüfusa bölündüğünde, her Amerikalı 104.000 dolar borçlu olmaktadır. Bu enflasyon sarmalı sürdürülemez. Borçlar geri ödenmelidir. Bunun için işçi sınıfının sömürüsünün muazzam bir şekilde yoğunlaştırılması gerekmektedir. Ancak bu, demokratik ya da barışçıl yollarla başarılamaz. Yirminci yüzyılda olduğu gibi, egemen seçkinler savaş ve faşizm yoluyla krizden çıkış yolu aramaya zorlanmaktadır.

ABD federal borcu [Photo: Federal Reserve Economic Database]

Geçen yıl, 20 Ağustos 2023’teki ilk Troçki anmasında yaptığım konuşmada şöyle demiştim: “Bugün tam da Troçki’nin 1938’de, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden sadece bir yıl önce yazdığı Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş belgesinde tarif ettiği durumla karşı karşıyayız: ‘Bir sonraki tarihsel dönemde, bir sosyalist devrimin olmaması durumunda, tüm insanlık kültürünü bir felaket tehdit etmektedir.’”

Peki, geçtiğimiz yıl yaşanan olaylar bu uyarıyı doğruladı mı? Büyükada’da bir araya gelmemizden altı hafta sonra, 7 Ekim’de, Gazzelilerin İsrail devletinin baskısına karşı ayaklanması meydana geldi. İsrail devleti, Filistin halkının temel demokratik haklarını acımasızca inkâr etmesinin kaçınılmaz sonucu olan bu ayaklanmayı soykırıma varan bir savaş başlatmak için kullandı. 10 aydır süren savaşın ardından Gazze yerle bir edilmiş durumda.

Saygın tıp dergisi Lancet tarafından yapılan bir araştırmaya göre toplam ölü sayısı yaklaşık 180 bindir ve çok daha fazla olabilir. Ne var ki, faşizan İsrail rejiminin işlediği suçlar tüm dünya halklarını dehşete düşürürken, İsrail’in yaptıkları tüm emperyalist güçler tarafından savunulmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri İsrail’e her hafta binlerce Filistinli erkek, kadın ve çocuğu katletmek için kullanılan bombaları ve topları sağlamıştır ve sağlamaya devam etmektedir. “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” sloganı altında, emperyalist rejimler soykırımın devlet politikasının meşru bir aracı olarak kullanılmasını onaylamaktadır. Netanyahu, bu İsrailli Hitler, tüm bu vahşetin ortasında, yabancı bir lidere verilebilecek en büyük onur olan ABD Kongresi’nin ortak oturumuna hitap etmek üzere davet edilmiştir.

İsrail'in barbarlığa doğru alçalışı, Troçki’nin 1940’ta yaptığı öngörüyü haklı çıkarmaktadır. Troçki Siyonist projeye karşı çıkarken şu uyarıda bulunmuştu: “Yahudi sorununu Yahudilerin Filistin’e göçü yoluyla çözme girişiminin, Yahudi halkıyla trajik bir alay olduğu artık görülebilir.” Bu gerici şovenist proje artık İsrail halkını tarihi büyüklükte bir suça ahlaken bulaştırmıştır. Soykırım kurbanlarının torunları soykırımın failleri haline gelmiştir. İsrail işçi sınıfı ve gençliği kendisini gerici Siyonizm ideolojisinden ve siyasetinden kurtarmalıdır. Troçki'nin 84 yıl önce yazdığı şu sözler yakıcı bir aciliyet kazanmıştır: “Yahudi halkının kurtuluşunun kapitalist sistemin yıkılmasına ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğu hiçbir zaman bugünkü kadar açık olmamıştır.”

Geçen yıl bir araya geldiğimiz sırada, NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü vekil savaşı 18 aydır devam ediyordu. Savaş sadece bir yıl daha devam etmekle kalmamıştır; topyekûn bir nükleer çatışmanın patlak vermesi tehlikesi yaratan bir noktaya doğru tırmanmaktadır. ABD ve NATO, aşmaya hazır olmadıkları hiçbir “kırmızı çizgi” olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Geçtiğimiz üç hafta boyunca Ukrayna –ABD ve NATO tarafından sağlanan silahları ve diğer kaynakları kullanarak– Rusya topraklarını istila etti. Emperyalist güçler 1944’ten bu yana Rusya’yı işgal etmemişti. Şu soruyu sormak zorundayız: Putin rejimi hangi noktada sadece Ukrayna’ya değil ama aynı zamanda ABD’ye ve NATO destekçilerine karşı misilleme yapmaktan başka çaresi olmadığı sonucuna varacak? Bu, küresel bir felaket olur.

İmha edilmiş bir Rus tankı, Rusya'nın Kursk bölgesindeki Suca yakınlarında yol kenarında duruyor, 16 Ağustos 2024, Cuma. [AP Photo]

Gazze soykırımı ve NATO-Rusya çatışması, insanlığın hayatta kalmasını riske atan küresel bir mücadelenin bugünkü odak noktalarıdır. Bu çatışmanın kaynağı, mevcut ulus devlet sisteminin, küresel olarak birbirine bağlanmış bir dünya ekonomik sistemi gerçeğiyle uyumsuzluğuna dayanmaktadır. Kapitalizm altında bu temel çelişkinin savaş dışında bir çözümü yoktur. Dünya savaşının tek geçerli alternatifi dünya sosyalist devrimidir.

Profesör Kelly’nin iddia ettiği gibi, kapitalizmin hastalıkları reformist şifalarla çare bulunabiliyorsa, neden tüm dünyada faşizmin yeniden canlanışına tanık oluyoruz? Meloni’nin “İtalya’nın Kardeşleri”, Fransa’da Le Pen’in Ulusal Birlik’i, Almanya’da Almanya İçin Alternatif (AfD), İspanya’da Vox ve ABD’de Trumpçılık bu eğilimi örneklemektedir. Ancak bu örgütlerin büyümesi, Nazi benzeri bir rejimin kurulmasına yönelik kitlesel destekten kaynaklanmamaktadır. Faşistler daha ziyade, geleneksel partilerin kötüleşen toplumsal koşullara kayıtsız kalmasından kaynaklanan hayal kırıklığını istismar etmektedir. Medyada desteklenen ve milyarder oligarkların bir bölümü tarafından finanse edilen faşistler, bu hayal kırıklığını, 1930’larda ve 1940’larda Yahudilere yapıldığı gibi, kapitalizmin kötülüklerinin günah keçisi işlevi gören göçmenlere yönelik saldırılara yönlendiriyor.

Kapitalizmin ve dünya emperyalizminin kalesinde, Amerikan demokrasisi, mevcut siyasi sistemin ilerici bir yanıt veremediği krizlerin ağırlığı altında sendeliyor. Başkan Trump liderliğindeki 6 Ocak 2021 darbe girişimi, Amerikan tarihinde kritik bir dönüm noktasıydı. “Burada olamaz” iddiası –yani Amerika’nın asla faşizmle yönetilmeyeceği iddiası– o gün yaşananlarla yerle bir oldu. Darbenin organizatörü sadece cezadan kaçmakla kalmadı. Kendisi yeniden Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı oldu. Geçtiğimiz hafta içinde Başkan Biden, bir anlık sağduyu ile aşağıdaki açıklamayı yaptı:

“Donald Trump tekrar kaybederse seçim sonucunu kabul etmeyeceğini söylüyor. Bunu bir düşünün. Kendi ifadesiyle, kaybederse ortalığı kan gölüne çevireceğine söz veriyor. Ve ilk günden diktatör olacağını söylüyor, kendi sözleriyle. Bu arada, bu enayi ciddi. Hayır, şaka yapmıyorum. Geçmişte bunu başka biri söylese deli olduğunu düşünürdünüz, abarttığını düşünürdünüz ama o ciddi.”

Bu uyarı görevdeki başkan tarafından yapılmıştır. Biden, ABD’nin bir polis devletine dönüşmenin eşiğinde olduğunu açıkça ifade etmiştir. Açıklamanın kendisinden daha az dikkat çekici olmayan bir diğer husus ise, Biden’ın Trump’ın yeni bir darbe girişiminde bulunması halinde demokrasiyi savunmak için ne yapacağını belirtmemiş olması ve ikinci olarak da Biden’ın uyarısının medyada neredeyse hiç yer bulmamış olmasıdır. Bu sessizlik Amerikan egemen sınıfının demokrasinin korunması konusundaki kayıtsızlığını ifade ediyordu. Aslında, egemen oligarklar arasında, çıkarlarının ülke içinde ve uluslararası düzeyde demokrasiyle bağdaşmadığı konusunda giderek artan bir fikir birliği var. Egemen seçkinler, sarsıcı düzeylerdeki toplumsal eşitsizliğin artan halk öfkesini kışkırttığının ve emperyalist militarizmin yaşam koşullarına yapılmasını gerektirdiği saldırıların sınıf çatışmasının muazzam bir şekilde tırmanmasına yol açacağının tamamen farkındalar. Egemen sınıfın faşizme yönelmesi, Amerikan işçi sınıfının siyasi radikalleşmesini ve sosyalizme yönelmesini önleme ve şiddetle bastırma girişimidir.

Sürekli devrim teorisi, emperyalist çağda demokrasi mücadelesinin ve temel demokratik hakların savunulmasının sosyalizm mücadelesine ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğunu ortaya koyar. Faşizmin yenilgiye uğratılması, işçi iktidarının kurulmasını ve üretim araçlarının kapitalist mülkiyetinin ve kontrolünün sona erdirilmesini gerektirir. Demokrasi olmadan sosyalizm olamayacağı gibi, sosyalizm olmadan da demokrasinin korunması mümkün değildir.

Profesör Kelly, Dünya Troçkizminin Alacakaranlığı kitabını aşağıdaki ithamla bitiriyor: “Seksen yıldan fazla süren Troçkist faaliyetin ardından, hiçbir devrim [yapamayan], kitle partisi ya da seçim zaferi kazanamayan ... Troçkist hareket, sosyalistler için bir çıkmaz sokak haline gelmiştir.” Dördüncü Enternasyonal’e yöneltilen tüm eleştiriler arasında bu en aptalca ve en bayağı olanıdır.

Bu eleştiri, devrimci süreci her türlü nesnel tarihsel ve siyasi bağlamdan koparmakta ve Troçkist hareketin siyasi bir boşlukta faaliyet gösterdiğini ima etmektedir. Bu eleştiriye bakılırsa, sanki Troçkist hareket ne olumsuz nesnel koşullarla ne de geniş kaynaklara sahip sınıf düşmanlarıyla karşı karşıya kalmıştır.

Kelly, Troçkist hareketin etkisine karşı koymak için kapitalist devlet ve onun işçi hareketi içindeki acentaları –sendika bürokratları, sosyal demokrat reformistler, Stalinistler, anarşistler, burjuva milliyetçileri– tarafından kullanılan güçlerden hiç bahsetmemektedir. Açık konuşmak gerekirse, reformist bayağılıkları ve sinizmiyle Kelly’nin kendisi, işçiler arasında devrimci siyasetin büyümesini baltalamak için kapitalist sınıf tarafından kullanılan araçlardan biridir.

David North, Büyükada'daki konferansın ardından Siyonizmin Mantığı adlı kitabını imzalarken.

Devrimci bir partinin sınavı, daima ve nesnel koşullardan bağımsız olarak, başarılı bir devrime önderlik edip edemediği değildir. Aksine, belirleyici kriter, partinin nesnel durumun doğru bir analizine dayanan ve işçi sınıfının çıkarlarını ilerleten politikalar için mücadele edip etmediğidir.

Troçkizm, 1923’te Bolşevik Parti’nin ve Sovyet devletinin bürokratik yozlaşmasına karşı ayrı bir siyasi eğilim olarak ortaya çıktığından beri muazzam bir siyasi deneyim kazanmıştır. İşçi sınıfının kitlesel Stalinist ve sosyal demokrat partiler tarafından yönlendirildiği ve yanıltıldığı elverişsiz koşullarda “akıntıya karşı” çalışmak zorunda kalmıştır. Ancak Dördüncü Enternasyonal’in perspektifinin ve programının doğruluğu tarih tarafından kanıtlanmıştır.

Troçki, 1938’de Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşunu kutladığı bir konuşmada, tarihsel olayların sınavının, emperyalizmin karşıdevrimci acentalarından geriye “taş üstünde taş bırakmayacağını” öngörmüştü.

Bugün “reel sosyalizm”in kitlesel Stalinist partileri paramparça olmuş ve gözden düşmüştür. Geleneksel burjuva partilerinden ayırt edilemeyen sosyal demokrat partiler ise, sosyalizmin kurulması bir yana, artık kapitalizmin reformu için bile bir gündem ileri süremiyorlar. İspanya’daki Podemos, Yunanistan’daki Syriza ya da Latin Amerika’daki Pembe Dalga gibi yeni bir yol keşfettiklerini iddia eden örgütler birbiri ardına olaylar karşısında itibarlarını yitiriyor. Barışa ve refaha giden ve sınıf mücadelesi ya da toplumsal devrim gerektirmeyen “üçüncü yol” savunucuları, birbiri ardına ya Corbyn gibi aciz sahtekârlar ya da Britanya’nın eski Başbakanı Tony Blair gibi uğursuz siyasi suçlular olarak ifşa oluyorlar.

Dördüncü Enternasyonal bir tarih partisidir. Kapitalizmin can çekişme çağının temel görevini sonuna kadar tamamlamak için kurulmuştur. Bu görev, dünya sosyalist devrimi yoluyla kapitalist baskının sona erdirilmesidir. Sosyalizm mücadelesinin Marx ve Engels’in başlangıçta öngördüğünden daha karmaşık ve uzun süreli olduğu doğrudur. Fakat maddeci tarih anlayışının ortaya çıkardığı toplumsal gelişme yasaları ve Kapital’de analiz edilen kapitalist üretim tarzının çelişkileri ortadan kalkmamıştır. Ekim 1917’de başlayan dünya sosyalist devrim çağı sona ermemiştir.

Nesnel olaylar, toplumdaki başlıca devrimci güç olmaya devam eden uluslararası işçi sınıfını, kapitalizme karşı her zamankinden daha bilinçli bir mücadeleye ve dolayısıyla yirmi birinci yüzyılın Marksizmi olan Troçkizme doğru yönlendirmektedir.

Loading