Çarşamba günü Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sisi’nin Türkiye ziyareti, Kahire kasabının 2013’teki kanlı darbesinden sonra Türkiye’ye yaptığı ilk resmi ziyaretti. Sisi ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan on yılı aşkın süredir ilk kez bu yılın Şubat ayında Kahire’de bir araya gelmişti.
Kısa bir süre öncesine kadar Erdoğan, Mısır’da Müslüman Kardeşler üyesi seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi deviren darbeyi kınıyor ve el Sisi ile görüşmeyi reddediyordu. Mursi, Temmuz 2013’te dönemin Genelkurmay Başkanı el Sisi’nin yaptığı darbe ile devrilmişti. Mursi ile yakın ilişki içinde olan Erdoğan, darbeye en sert tepki veren liderlerden biriydi ve darbenin ardından Ankara ile Kahire arasındaki ilişkiler kopma noktasına geldi.
Şimdi Erdoğan ve el Sisi, İsrail’in ABD-NATO destekli Gazze soykırımının Batı-Şeria’ya doğru genişlemesinin ve İran’a karşı savaş hazırlıklarının ortasında iki ülke ilişkilerini yeniden sağlamlaştırma adımları atıyor.
Erdoğan ve el Sisi görüşmelerinde Gazze, Libya ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarıyla bağlantılı gerilimleri ele aldılar. Erdoğan, “Türkiye ve Mısır, Filistin meselesinde ortak bir duruşa sahiptir. 11 aydır devam eden soykırımın sona ermesi kalıcı ateşkesin bir an evvel tesisi, insani yardımların engelsiz akışı önceliğimiz olmaya devam ediyor,” dedi.
Erdoğan ayrıca “Birçok meselede benzer tutum ve hedeflere sahip olduğumuz Mısır ile istişarelerimizi güçlendirme noktasında kararlıyız. İnşallah bundan sonra daha yakın işbirliği içinde olacağız. Kazan-kazan anlayışıyla çok boyutlu münasebetlerimizi ileriye taşıyacağız,” diye konuştu.
El Sisi ise “Türkiye ve Mısır olarak bir an önce ateşkesin sağlanması, Batı Şeria’da işgallerin son bulması ve Filistin’in 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan devlet kurmak haklarını vurguladık. Gazze’ye insani yardımların ulaşması için elimizden gelen çabayı harcamaktayız,” dedi.
Gerçekte ise, ikiyüzlü retorik açıklamaları ne olursa olsun, NATO üyesi Türkiye ve ABD emperyalizmi ile sıkı askeri ve stratejik bağları olan Mısır rejimleri, İsrail’in Filistin halkına karşı soykırım savaşına suç ortaklığı yapmaktadır.
Erdoğan hükümeti, Azerbaycan’ın İsrail’in savaş makinesini besleyen petrol tedarikinin Türkiye’den geçmesine aracılık yapmayı sürdürüyor ve İsrail’e istihbarat sağlayan ABD-NATO üslerinin faaliyetine izin vermeye devam ediyor.
İsrail ile sıkı bağları bulunan el Sisi, Refah sınır kapısını kapatarak Gazze halkının kapana sıkıştırılmasında ve gıda, tıbbi malzeme, elektrik, su ve yakıttan yoksun bırakılmasında kritik bir rol oynuyor.
Bununla birlikte, her iki ülkenin egemen sınıfı içinde, soykırım savaşının tüm Ortadoğu’ya yayılmasının kendi çıkarlarına zarar verebileceği kaygıları da var. Aynı zamanda Türkiye’de ve Mısır’da halk içinde yaygın olan emperyalizm ve Siyonizm karşıtı duyguların basıncı altındalar.
Bu ortamda, Amerika Birleşik Devletleri’ne ait USS Wasp (LHD-1) adlı amfibi hücum gemisi Pazartesi günü İzmir Limanı’na demir attı. USS Wasp, İsrail’i korumak için Biden yönetiminin bölgeye gönderdiği iki Amerikan amfibik hücum gemisinden biri. 1 Haziran’dan beri Doğu Akdeniz’de bulunan gemi kısa süre önce Türkiye donanmasına ait gemilerle ortak geçiş eğitimi yaptı.
Erdoğan hükümetinin soykırıma suç ortaklığını daha da gözler önüne seren bu gelişme halk içinde öfke uyandırırken, Pazartesi günü İzmir’de sivil olarak yakalanan bir Amerikan askerinin başına çuval geçirildi. Erdoğan’ı sözde “anti-emperyalist” politikaları nedeniyle fiilen destekleyen Maocu, Türk milliyetçisi Vatan Partisi ile bağlantılı Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyesi 10 kişi bu eylem nedeniyle tutuklandı.
Amerikan askerlerinin başına çuval geçirilmesi, 4 Temmuz 2003’te Irak’ın Süleymaniye kentinde meydana gelen bir olayın intikamını ifade ediyor. Amerikan askerleri, o tarihte Türkiye’nin Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı subayların bulunduğu karargâha baskın düzenlemiş ve Türk askerlerini başlarına çuval geçirerek sorgulanmak üzere Bağdat’a götürmüştü. Olay, TBMM’nin ABD’nin Irak istilası için Türkiye topraklarını kullanmasını reddetmesinin ardından yaşanmıştı.
Öte yandan Türkiye ile Mısır, Libya ve Doğu Akdeniz’deki deniz sınırları konusunda da çatışma içindeydi. Erdoğan ve el Sisi, 2011’de Devlet Başkanı Muammer Kaddafi rejimini deviren emperyalist saldırının ardından patlak veren iç savaşta rakip hizipleri desteklediler ve sonunda 2020’de doğrudan askeri çatışmanın eşiğine geldiler.
Ankara’nın 2019’da Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti (GNA) ile yaptığı anlaşma bunda önemli bir rol oynamıştı. Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin o dönem açıklamış olduğu gibi, bu anlaşma “El-Sisi’nin Mısır’ı Avrupa’nın ihracat merkezi haline getirme planlarına taş koydu. El-Sisi, bu hedef doğrultusunda, 2018’de Afrodit sahasına bir boru hattı inşa edilmesi konusunda Kıbrıs’la bir anlaşma imzalamıştı. Türkiye-GNA anlaşması ise, Ankara’nın askeri desteği karşılığında, iki ülke arasındaki deniz sınırlarını belirliyor ve Türkiye’nin karasularını –Yunanistan’ın ve Kıbrıs’ın da hak iddia ettiği Girit, Rodos ve diğer adaların çevrelerine doğru– büyük ölçüde genişletiyordu.”
Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz rezervleri konusunda Türk burjuvazisinin çıkarlarını ilerletme dürtüsü, Erdoğan’ı, daha önce defalarca “terör devleti” olarak tanımladığı İsrail’le ve şiddetle kınadığı el Sisi liderliğindeki Mısır’la ilişkileri normalleştirme yönünde adımlar atmaya zorladı. 7 Ekim ayaklanması ve İsrail’in Gazze soykırımı bu süreci bir ölçüde baltalasa da, Mısır ile Türkiye arasındaki ilişkileri düzeltme çabaları devam etti.
Türkiye ve Mısır rejimleri, Filistin’de 1967 sınırlarına dayanan sözde bir “iki devletli çözümü” savunuyor ve nefret edilen Mahmut Abbas liderliğindeki yozlaşmış Filistin Yönetimi’ni Filistin halkının meşru temsilcisi olarak görüyorlar.
Bölgedeki diğer rejimler gibi Ankara ve Kahire’nin Gazze soykırımına suç ortaklığı ve ABD-NATO ile sıkı işbirliği, emperyalizme ve Siyonizme karşı mücadelenin ancak Ortadoğu ve uluslararası işçi sınıfının savaş karşıtı sosyalist bir program temelinde bağımsız siyasi seferberliğiyle mümkün olduğunun altını çiziyor.