Sahte solcu savaş propagandasının siyasi anatomisi – II. Bölüm

[description] Kürt kadınların, amansız iç koşullara ve din bağnazlarının tehditlerine karşı kesinlikle şikâyetleri var. Ancak orta sınıf sahte sol grupların rolü, bu sağlıklı ve demokratik sempatileri, emperyalist savaşa desteğe dönüştürmek ve kafaları karıştırmaktır. [/description

Birinci Bölüm

*

Bir savaş gerekçesi olarak feminizm

Tax’in temel argümanı, ABD, IŞİD’le savaşan tamamı kadın taburları içeren Kürt milliyetçi güçleriyle birlik olduğu için, ABD’nin Suriye’deki savaşının “ilerici” olduğudur. Tax, savaşa karşı çıkanlara yönelik duyduğu hayal kırıklığı içinde şöyle yazıyor: “Solda feminist olarak geçirdiğim tüm yıllar boyunca, kadınların cephede bu kadar açık bir şekilde olduğu silahlı bir kurtuluş mücadelesi görmemiştim.” (s. 20)

Tax, ABD destekli asileri 1912’de Lawrence, Massachusetts’te American Woolen Company’de greve giden binlerce kadın tekstil işçisiyle bir tutuyor ve Kürtlerin Elizabeth Gurley Flynn gibi sosyalist grev önderlerinin izinden gittiklerini iddia ediyor. Kürtlerin Kuzey Suriye’nin kontrolü için IŞİD’e karşı verdiği mücadelenin, 1936-39 İspanya İç Savaşı sırasında İspanyol işçi sınıfının verdiği mücadeleyle paralellik gösterdiğini öne sürüyor.

“Militarizmi ve emperyalizmi protesto etme ve kadınların barış hareketini geliştirmeye çalışma yaklaşımına” (s. 140) karşı Kürt kadın savaşçıları model olarak görüyor. Ona göre, kadınlar, savaşa ve emperyalizme karşı çıkmak yerine, erkekler kadar şiddet ve savaş yanlısı olduklarını kanıtlamalıdır: “Askerileşme, Kürt kadın hareketinin ideolojisinin merkezinde yer alıyor.” (s. 141-142).

Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin elinde olan kantonlar, sözde feminist politikalarının bir sonucu olarak, “hareket halinde bir deney, yaşayan, nefes alan, sürekli gelişen ve çoğumuzun imkânsız olduğunu düşündüğü bir toplumsal ilişkiler vizyonu sunan bir oluşumdur.” (s. 35) Kürt asiler “hâlâ iktidar ve tüketim mabetlerinde tapınan kardeşlerini daha insani değerlere dönüştürerek Suriye ve Türkiye’ye demokrasi getirmeyi umuyorlar.” (s. 35)

Tax, Kürt kantonlarına Kürtçe kadın demek olan Jin kelimesinden gelen “Jineoloji” teorisinin yol gösterdiğini yazıyor. Bu teorinin amacının “bir kadın paradigmasının yaratılmasını” ilerletmek olduğunu söyleyen bir Kürt aktivistten alıntı yapıyor.

Bu paradigma açık bir şekilde anti-Marksisttir. Tax, Kürtlerin teorilerini “sol düşünce tarihi boyunca bir iplik gibi dizilen hatalara” karşı temellendirdiğini ifade ederek bunları şöyle sıralıyor: “erkek baskısı, dışlama, değersizleştirme ve kadınları ilgilendiren gerçek yaşam sorunlarına gelince meseleyi anlamamak. Birkaç önemli istisna dışında, sol hareketlere ezici bir çoğunlukla erkekler önderlik ediyor ve kadınlar hizmet ediyor: erkekler konuşma yapıyor, kadınlar ise kahve yapıyor. Sonuç olarak, Sol’un tarihi, türün sadece yarısının fikirlerini, tarihini ve deneyimini yansıtacak şekilde bir tarafa yatıktır. Teorisi dünyayı doğru bir şekilde tanımlamaz ve pratiği, çoğumuzun ait olmak isteyeceği gelecekteki bir toplum hakkında önceden fikir vermez.” (s. 34)

Tax, “Jineoloji”nin ve “Kürt kadın hareketi”nin ortaya çıkışını, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) ve lideri Abdullah Öcalan’ın son on yıllarda siyasi olarak tutum değiştirmesine bağlıyor.

Kürdistan İşçi Partisi ve postmodernizm siyaseti

A Road Unforeseen: Women Fight the Islamic State’in ana teması, Kuzey Suriye’deki Kürtlerin başarısının Kürdistan İşçi Partisi’nden (PKK) kaynaklandığıdır. Tax, bu ideolojik dönüşümü PKK lideri Abdullah Öcalan’a bağlıyor. 1970’lerin başlarında radikal bir öğrenciyken gerillacı Maocu siyasete giren Öcalan’ın kurduğu PKK, 1984’te Türk devletine karşı, devletin etnik temizlik harekâtlarını kışkırtan, sivillere yönelik terörizmi de içeren bir gerilla savaşı başlatmıştı.

Öcalan 1999’da yakalandı ancak hapiste halen PKK’nin fiili lideri konumunda. Tax, Öcalan’ın hapsedilmesinden bu yana onun liderliğinde PKK’nin geçirdiği dönüşümü şöyle anlatıyor:

“Yakalandıktan sonra neredeyse tamamen tecrit edilen Öcalan, bol bol okuma yaptı. Özellikle anarşist teorisyen Murray Bookchin, dünya sistemleri teorisyenleri Immanuel Wallerstein ve Fernand Braudel ile milliyetçilik teorisyeni Benedict Anderson’dan etkilendi.” (s. 55)

Öcalan’ın hapishanedeki okuma listesi, savaş sonrası dönemin başlıca postmodernist düşünürlerinden bazılarını içermektedir. Michel Foucault, Judith Butler ve Ernesto LaClau, Öcalan’ın favorileri arasındadır. Bu teorisyenlerin kendisine ideolojik olarak rehberlik etmesiyle Öcalan, PKK’yi Kürdistan’daki üst orta sınıfın ve Avrupa’daki Kürt diasporasının giderek zenginleşen kesimlerinin kaygılarına hitap eden bir araca dönüştürdü.

Bu dönüşüm, her şeyden önce, işçi sınıfının devrimci bir toplumsal güç olarak açıkça terk edilmesini gerektiriyordu. Öcalan, 2013’te yayımlanan Özgür Yaşam: Kadın Devrimi adlı kitabında, yaklaşık yirmi yıldır PKK programının bir parçası olan şeyin ne olduğunu şöyle yineliyordu: “Ortadoğu’daki tüm toplumsal sorunların çözümlerinde odak noktası kadın olmalıdır... Bir zamanlar işçi sınıfının oynadığı rolü artık kadınların kardeşliği üstlenmelidir.” (s. 56, İngilizceden çeviri)

PKK, üst orta sınıfın ayrıcalıklı katmanları tarafından kullanılan postmodernist siyasi kategorileri benimsemişti. PKK liderinden alıntı yapan Tax, şunları belirtiyor: 1990’larda “Öcalan, hem klasik Marksizm retoriğini hem de ulusal kurtuluş mücadeleleri ideolojisini ‘insanlaşma, toplumsallaşma, insanın özgürleşmesi, kendini çözümleme, özgür kişilik, saf insan vb. gibi daha evrensel ve felsefi kavramlarla meşgul olan kendisine özgü bir dil’ lehine terk etmişti.”

Öcalan bu dönemde ABD hükümeti temsilcileriyle görüşüyordu. Tax, eleştirmeden şöyle belirtiyor: “ABD’li diplomat David A. Korn ile 1998’de yaptığı bir tartışmada, PKK’nin kesinlikle ‘bireyin en alt sınırına kadar küçültüldüğü, ancak devletin en üst sınırına kadar büyüdüğü’ türden bir sosyalizm için çabalamadığını söylemişti.” Tax’in kitabında Öcalan ile ABD hükümeti arasındaki ilişkinin boyutuna dair başka bir bilgi yok.

Kürtlerin denetimindeki topraklarda “sosyalizm” olduğuna dair yanlış iddialar

PKK’nin sosyalizme ve işçi sınıfına açık düşmanlığı, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt kantonlarının kapitalizme eşitlikçi veya demokratik bir alternatif oluşturduğuna dair iddiaların yanlışlığını ortaya koymaktadır.

Kürt milliyetçilerinin Kuzey Suriye’de kurduğu rejimler kapitalist karakterdedir ve bu rejimlerin sosyalizmle hiçbir ilişkisi yoktur. Üretim araçlarının özel mülkiyeti devam etmekte ve işçi sınıfı ekonomiyi yönetmekten dışlanmaktadır. Tax, savaş zamanı yönetim komitesinin fiyat enflasyonuna yardımcı olmak için “iki değirmen daha kurup un ihracatını durdurmaya” karar vermesini “topluluk ekonomisi”nin kanıtı olarak gösteriyor. (s. 175) Ilımlı reformların yapılması ve küçük tarım kooperatiflerinin kurulması halinde, bunların aşırı yerel karakteri uluslararası mali sermaye karşısında etkisiz kalmalarını garanti altına alır. Hatta Tax bile savaş nedeniyle “kantonların demokratik, kooperatif ve ekolojik olarak sağlıklı bir ekonomik kalkınma biçimine doğru çok hızlı hareket edemediğini” kabul etmek zorunda kalıyor. (s. 175)

Tax, Kürtlerin “her şeyin devlete ait olduğu Soğuk Savaş Doğu Avrupa’sının merkezi planlı ekonomilerine hiç benzemeyen bir kooperatif ekonomisinin nasıl kurulacağını” (s. 175) kanıtladığını ifade ediyor. Amerikan anti-komünizminin diline bulanmış bu formülasyon, basit bir gerçekle destekleniyor: eğer Kürt milliyetçileri sosyalist politikalar önerselerdi, Amerikan emperyalizminden on binlerce ton silah alamazlardı.

PKK ve destekçilerinin sınıf mücadelesiyle her türlü bağlantıyı bırakması, toplumsal cinsiyet ve kimlik temelli siyasi kategorileri benimsemesi Türkiye, Suriye ve Irak toplumunda yaşanan nesnel değişimlerle bağlantılıdır. Tax, PKK’nin destek tabanını açıklarken, Hamit Bozaraslan adlı bir Kürt sosyal bilimcinin 2014’te yazdığı şu satırlardan alıntı yapıyor:

“Son on yıllarda, 1980’ler ve 1990’larda binlerce köyün sistematik olarak yerle bir edildiği Irak ve Türkiye’deki Kürt toplumu, ağırlıklı olarak kentsel bir toplum haline geldi. İran ve Suriye’de gelişmeler eski şehirli eşraftan ve zanaatkarlardan farklı bir orta sınıfın ortaya çıkmasına yol açtı. Bu sınıfın ortaya çıkışı Kürt kentsel manzarasını başkalaştırdı ve yeni bir habitus, yeni tüketme, yaşama, sosyalleşme, düşünme ve mücadele etme biçimleri doğurdu.

“Ayrıca 1950’lerin ve 1960’ların siyasallaşmış entelijansiyasından farklı bir entelektüel ‘sınıf’ ortaya çıktı ve yeni toplumsallaşma biçimlerinin, siyasi seferberliklerin ve kültürel üretimin temsilcisi oldu. 1970’lerde, 1980’lerde ve de 1990’larda ‘Kürt militan’ olmak, öncelikle bir siyasi partinin üyesi veya sempatizanı olmak anlamına geliyordu; buna karşılık, 2010’ların entelektüelleri partizan olmayan varlık, davranış ve mücadele biçimleri geliştiriyorlar. Hem orta sınıflar hem de bu entelektüel tabaka, Kürdistan’da geniş ölçüde bütünleşmiştir ve dış dünya ile yakın ilişkiler içindedir.” (s. 162, İngilizceden çeviri)

Tax, bu gelişmeyi “yeni, daha esnek bir yaklaşıma” izin verdiği için övse de Bozarslan’ın ana hatlarını çizdiği eğilimler, PKK’nin dönüşümünün toplumsal köklerine ışık tutuyor. II. Dünya Savaşı sonrası dönemin toplumsal ilişkilerinde meydana temel değişimler, PKK’nin nasıl Amerikan üst orta sınıfının Ortadoğu’daki ABD savaşına amigoluk yapan kesimlerinin ünlü davası (cause celebre) haline geldiğini açıklıyor.

PKK, kendi zenginliği için Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da daha geniş bir etki alanı oluşturmak üzere ABD emperyalizmiyle anlaşma yapmaya çalışan görece ayrıcalıklı bir toplum katmanını temsil ediyor. ABD’li emperyalistlerini sosyalizme ve işçi sınıfına düşmanlıklarına yeterince ikna ettikten sonra, şimdi ABD müdahalesini savunuyorlar.

Kürt seçkinlerinin ve üst orta sınıfının maddi çıkarları, Kürt işçilerinin ve yoksul köylülerinin maddi çıkarlarına taban tabana zıttır. Hem PKK hem de Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Kürt işçileri daha iyi sömürmelerine olanak sağlayacak bir istikrar düzeyi oluşturmak için Amerikan ordusuyla birlikte çalışıyor. 2011’de Kürt polisi, Arap Baharı ayaklanmasının bir parçası olarak Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne karşı gösteri yapan işçilere ve öğrencilere ateş açtı. 2015 yılında, Kürt egemen sınıfı, hükümetten aylarca maaşını alamayan binlerce öğretmenin ve kamu emekçisinin grevini bastırdı. Suriye ve Türkiye’de benzer bir Kürt devletinin kurulması, Kürt işçi sınıfının karşı karşıya olduğu sorunların hiçbirini çözmeyecektir.

Bizzat Tax, bir Kürt antropologun 2015’te yazdığı şu satırları aktarıyor: “Kapitalist yatırımlardan ve petrol gelirlerinden beslenen egemen seçkinler ve büyüyen bir varlıklı sınıf, başka yerlerdeki benzerleri açısından bile hayal edilemez olan lüks yaşamlar sürüyor. Sınıflar arasındaki uçurum endişe verici ve insanları öfkelendiriyor ... Amerikalı ve Avrupalı yetkililer on yıllardır besledikleri bu parlak demokratik örnekle övünüyorlar.” (s. 101)

Tax, A Road Unforeseen’de daha önce şunu yazdığını belirtmeyi ise ihmal ediyor: “Sosyal bilimci Hamit Bozarslan’ın dediği gibi, Kürt Bölgesel Yönetimi, ‘Ortadoğu’daki en dinamik, politik olarak çoğulcu ve barışçıl alanlardan birini temsil etmektedir.’” (s. 49-50)

Üst orta sınıf ve savaş yönelimi

Tax’in kitabı, ABD siyasetinde son birkaç ayda daha net ortaya çıkan önemli bir eğilimi yansıtıyor. Sahte sol, özellikle Suriye hakkındaki makalelerinde, ABD’nin savaş çabalarını desteklemekle kalmıyor, aktif olarak emperyalist savaşın tırmandırılması için kampanya yürütüyor. Obama yönetimini “emperyalist Rusya”ya meydan okumakta tereddüt ettiği iddiasıyla eleştiriyor ve Rusya’ya karşı çıkan her gruba, özellikle de CIA’den destek alanlara ilerici bir karakter atfediyor. ABD emperyalizmine karşı çıkanlara açıkça saldırıyor ve orta sınıfı “insani” bir müdahale için harekete geçirmek için toplumsal cinsiyet ve ırk kategorilerini kullanıyor.

İspanyol-Amerikan savaşından önceki 1897-98 savaş yanlısı histeri kampanyası hakkında yazan tarihçi Richard Hofstadter, sıkışmış orta sınıfın, zor durumdaki Kübalıları İspanyol monarşizminin kurbanları ve ABD’nin emperyalist müdahalesiyle kurtarılabilecek bir halk olarak tasvir ederek savaşa “insani” bir gerekçe sağladığını açıklamıştı:

“Savaşa yol açan politikalar konusunda en hevesli olan hizipsel ve siyasi unsurlar incelendiğinde, onları … ülkenin [Popülist Parti lideri ve Demokratların 1896 adayı William Jennings Bryan’a atıfla] Bryan kesimlerinde, Demokratik Parti’de, Batılı Cumhuriyetçiler arasında ve sansasyonel dergilerin okurları arasında buluruz.” (The Paranoid Style in American Politics, and Other Essays, s. 159)

Orta sınıf, 1893 ekonomik krizi tarafından yıkımla tehdit edilmişti. Aşağıda, huzursuz ve yükselen işçi sınıfına gergin bir şekilde; Yaldızlı Çağ’ın soyguncu baronlarına ise kıskanç bir gözle bakıyordu.

İspanya’ya karşı “insani” savaş harekâtının Filipin Devrimi’nin acımasızca bastırılmasına ve yüz binlerce insanın ölümüne yol açan başarısı ayrıntılı bir şekilde kayıtlara geçmiştir. Hofstadter, orta sınıfın ayrıcalıklı kesimlerinin “iç meselelerde oluşan sempati veya sosyal protesto duygularının” ülkeden çıkarmayı başardığını yazar. Bu dürtüler, dış çatışmalarda güvenli ve tatmin edici bir deşarj yeri buldu. İspanya basında kalpsiz ve insanlık dışı bir savaş yürütüyormuş gibi gösteriliyordu; Kübalılar, İspanyol tiranlığının asil kurbanları olarak tasvir ediliyordu, durumları 1776’daki Amerikalılarınkini andırıyordu.” (age.)

Wall Street’e sıkı sıkıya bağlı olan ancak en tepedeki yüzde 10’luk dilim içindeki mevcut eşitsiz pay ve kazanç dağılımından memnun olmayan günümüz sahte solu, emperyalist savaşı genişleterek en fazlasını kazanacağına inanan intikamcı bir ayrıcalıklı tabakayı temsil etmektedir. Üst orta sınıf, on milyonlarca Amerikalının Halep –ve dolayısıyla Musul– sakinlerine duyduğu sempatiyi, maddi çıkarlarını ilerletmek için manipüle etmeye çalışıyor.

Şüphesiz pek çok iyi niyetli insan, Kürt işçilerin ve köylülerin Osmanlıların ve Batılı emperyalist güçlerin onlarca yıllık ihanetinden sonra içinde bulunduğu kötü duruma ve yoksulluğa sempati duyuyor. Kürt kadınların, amansız iç koşullara ve din bağnazlarının tehditlerine karşı kesinlikle şikâyetleri var. Ancak orta sınıf sahte sol grupların rolü, bu sağlıklı ve demokratik sempatileri, emperyalist savaşa desteğe dönüştürmek ve kafaları karıştırmaktır. Bu, savaşın sözde kurtaracağı insanları yalnızca daha fazla mahvedecektir.

2 Kasım 2016