Aşağıda Dünya Sosyalist Web Sitesi Uluslararası Yayın Kurulu Başkanı David North’un 20 Ağustos Pazar günü “Dünya Tarihinin Merkezindeki Ada: Troçki Büyükada’da” başlığıyla düzenlenen etkinlikte yaptığı konuşma yer alıyor. Etkinlik, Marmara Denizi’nde bulunan Büyükada’da düzenlendi.
Etkinlikte, Troçki’nin 1929-1933 arasında adada geçirdiği dört yıllık sürgün dönemi saygıyla anıldı. Türkiye’nin dört bir yanından 160’tan fazla insanın bizzat katıldığı etkinlik, dünyanın dört bir yanındaki izleyicilere canlı olarak aktarıldı. Kaydın tamamını Trotsky.com adresinden izleyebilirsiniz.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ve onun dünyanın dört bir yanındaki üyeleri ve destekçileri adına, Lev Troçki’nin hayatını saygıyla anmaya yönelik bu önemli etkinliğin düzenlenmesini sağladıkları için Belediye Başkanı Erdem Gül’e ve Adalar Kent Konseyi Başkanı İskender Özturanlı’ya teşekkürlerimizi ifade etmeme izin verin. Profesör Dr. Mehmet Alkan’a da bugünkü etkinliği yönetmeyi kabul ettiği için teşekkür etmek isterim. Troçki’nin Büyükada’da geçirdiği yılları anma imkânını görüşmek üzere Kasım 2022’de Belediye Başkanı Gül ve Başkan Özturanlı ile bir araya gelmemin üzerinden yaklaşık dokuz ay geçti. Bu öneriyi memnuniyetle karşıladılar ve bunu bir eylem planına dönüştürmek için son derece özenli bir şekilde çalıştılar. Bugünkü etkinlik bunun ürünüdür.
Bu toplantı aynı zamanda Troçki’nin hayatının trajik sonunu da anmak üzere düzenleniyor. Bundan tam 83 yıl önce, 20 Ağustos 1940’ta Troçki, Meksiko’nun bir banliyösü olan Coyoacán’da Stalinist bir suikastçı tarafından saldırıya uğradı. Ertesi gün hayatını kaybetti. Troçki’ye vurulan darbe sadece bir kişiyi hedef almıyordu. Bu, uluslararası işçi sınıfına, sosyalizm mücadelesine ve insanlığın kapitalist baskıdan kurtuluşuna yönelik karşıdevrimci bir suç ve şiddet eylemiydi.
Devrimci önder katledildi. Ancak kurduğu parti, Dördüncü Enternasyonal, hayatta kaldı ve zaferi uğruna mücadele ettiği dava, dünya sosyalist devrimi davası, devam ediyor ve güç topluyor.
Bu anma etkinliği “Dünya Tarihinin Merkezindeki Ada: Troçki Büyükada’da” başlığı altında düzenleniyor. Bu başlıkta en ufak bir abartı yok. Troçki’nin Şubat 1929’da Türkiye’ye varışından Temmuz 1933’teki ayrılışına kadar bu ada, dönemin en büyük Marksist teorisyeni ve devrimci liderine sığınak oldu. Dahası, bu dört yıl muazzam bir tarihsel öneme sahipti. Yirminci yüzyılın gelecekteki gidişatını belirleyecek iki olay, Troçki’nin Büyükada (Prinkipo) sürgünü sırasında meydana geldi: İlki, Ekim 1929’daki Wall Street iflasıydı. Bu, dünya ekonomik buhranının başlangıcına işaret ediyordu. İkincisi ise, Almanya’da Nazi Partisi’nin patlayıcı biçimde büyümesiydi ki bu, Hitler’in Ocak 1933’te iktidara gelmesiyle sonuçlandı. Troçki’nin bu olaylara ve sonuçlarına ilişkin analizinin eşi benzeri yoktur. Küçük bir adada yaşayan, telefona erişimi olmayan, dünya haberlerini gazetelerden ve kendisine ulaşması haftalar süren mektuplardan takip eden Troçki’nin olayları kavrayış düzeyi çağdaşlarının hiçbiriyle kıyaslanamazdı. Gözlem gücü ve stratejik vizyonu coğrafi engel tanımamıştır.
Troçki Türkiye’ye kendi isteğiyle gelmemişti. Rusya Komünist Partisi’nden ve Komünist Enternasyonal’den ihraç edilmesinin ardından, Ocak 1928’den beri, Sovyet Kazakistan’da bulunan Alma Ata’da sürgündeydi. Stalin, Moskova’dan binlerce kilometre uzakta olan Troçki’nin, Ekim 1923’te kurulan Sol Muhalefet’e liderlik edemeyecek kadar tecrit olacağını ummuştu.
Ancak Sol Muhalefet’e yönelik acımasız zulüm onun etkisini yok edemedi. Troçki’nin Komünist Parti’nin ve Sovyet devleti’nin bürokratikleşmesine, işçi demokrasisinin tüm kalıntılarının yok edilmesine ve Stalin’in otarşik “tek ülkede sosyalizm” programının feci siyasi ve ekonomik sonuçlarına ilişkin eleştirisi olaylar tarafından defalarca doğrulandı. Bu program, Ekim Devrimi’nin dayandığı enternasyonalist sürekli devrim programının reddedilmesini ifade ediyordu.
16 Aralık 1928’de Troçki, Sovyet gizli polisi GPU’nun özel bir temsilcisinden –aslında Stalin’den– siyasi faaliyetlerinden vazgeçmediği takdirde kendisini fiziksel olarak tecrit etmek için yeni önlemler alınacağına dair bir uyarı aldı. Troçki bu tehdide derhal Komünist Parti Merkez Komitesi’ne ve Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’ne hitaben yazılı bir yanıt vererek şunları belirtti:
Siyasi faaliyetimden vazgeçmemi talep etmek, uluslararası proletaryanın çıkarları uğruna mücadeleden; otuz iki yıldır, yani tüm bilinçli yaşamım boyunca sürdürdüğüm mücadeleden vazgeçmemi talep etmektir. Bu faaliyeti “karşıdevrimci” olarak sunma girişimi, benim, uluslararası proletaryanın önünde, Marx’ın ve Lenin’in temel öğretilerini ayaklar altında çiğnemekle, dünya devriminin tarihsel çıkarlarını ihlal etmekle, Ekim’in geleneklerinden ve mirasından kopmakla ve bilinçsizce –ama bu yüzden daha tehlikeli bir şekilde– Thermidor’a [yani işçi devletinin yok edilmesine] zemin hazırlamakla suçladığım kişilerden geliyor.
Siyasi faaliyetten vazgeçmek, mevcut önderliğin körlüğüne karşı mücadeleyi bırakmak anlamına gelecektir. Bu önderlik, sosyalist inşanın nesnel zorluklarının üzerine, geniş bir tarihsel ölçekte proleter bir politika yürütme konusundaki oportünist acizlikten kaynaklanan gitgide daha büyük siyasi zorluklar yüklemektedir.
Bu meydan okumayla karşı karşıya kalan –ve boyun eğmeyen Marksist düşmanını o noktada öldürebilecek durumda olmayan– Stalin, Troçki’nin Sovyetler Birliği topraklarından tamamen uzaklaştırılmasının, onun bürokratik rejimin etkili bir muhalifi olarak ortadan kaldırılması anlamına geleceğini düşündü.
18 Ocak 1929’da, Stalin’in emirlerini uygulayan GPU, Troçki’nin Sovyetler Birliği’nden sınır dışı edileceğini ilan etti. Bu kararın kendisine bildirilmesi üzerine Troçki, bunu, “özünde suç oluşturan ve şeklen yasa dışı” bir karar olarak niteleyerek kınadı.
Bu büyük devrimci, 12 Şubat’ta, eşi Natalya Sedova ve oğlu Lev Sedov ile yaklaşık 6.000 kilometre yol kat ettiği 22 günlük zorlu bir yolculuğun ardından İstanbul’a vardı. Kendisine Türkiye Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk tarafından vize verilmişti. Troçki gemiden inmeden önce bir hükümet yetkilisine cumhurbaşkanına hitaben yazılmış bir not verdi. Notta şöyle yazıyordu:
Sayın Beyefendi: İstanbul kapılarında, size, Türkiye sınırlarına kendi irademle gelmediğimi ve bu sınırı yalnızca zor kullanılmasından dolayı geçtiğimi bildirmekten onur duyarım. Sayın Cumhurbaşkanı, en samimi hislerimi kabul etmenizi rica ederim.
L. Troçki. 12 Şubat 1929.
Troçki sürgünün ilk haftalarını İstanbul’da geçirdi. Mart ayında Büyükada’ya geçti ve kısa kesintilerle birlikte, Temmuz 1933’e kadar burada ikamet etti.
Stalin çok geçmeden Troçki’yi GPU’nun doğrudan yetki alanının dışına çıkarmanın büyük bir yanlış hesap olduğunu fark etti. Peki öyleyse, 1928 sonlarında Stalin, Troçki’yi Sovyetler Birliği’nden sürgün ederek onu siyasi olarak aciz hale getirebileceğini neden düşünmüştü? Bunun yanıtı, rejimin niteliğinde yatmaktadır. Stalin, bu rejimin vücut bulmuş haliydi. Stalin tarafından kullanılan güç, devasa bir bürokratik aygıtın gücüydü. Stalin bürokrasi aracılığıyla yönetiyordu. Nüfuzunu gizli polis aracılığıyla kullanıyordu. Muhaliflerine fikirler ve argümanlarla değil, tutuklama kararları ve ölüm cezalarıyla cevap veriyordu.
Troçki, tüm geleneksel iktidar araçlarından yoksun olmasına rağmen, işçi sınıfının en ileri kesimlerinin ve sosyalist entelijansiyanın dikkatini çekmeye devam ediyordu. Troçki sürgündeki bir birey değildi yalnızca. O, sürgündeki devrimci işçi hükümetini temsil ediyordu. Sovyetler Birliği’nde, emperyalist merkezlerde ya da huzursuz sömürgelerde işçi sınıfının yeni bir devrimci yükselişi yoluyla iktidara dönmesi göz ardı edilemezdi.
Bu nedenle Troçki, her emperyalist ülkede istenmeyen kişi (persona non grata) olarak kaldı. Troçki’ye Fransa’ya giriş vizesi ancak 1933 yılında verildi. Fakat vize koşulları son derece kısıtlayıcıydı.
Troçki “bir huzur ve kayıtsızlık adası” olarak betimlediği Büyükada için “bir kalemle çalışmak için hoş bir yer, özellikle de adanın tamamen ıssızlaştığı ve ağaçkakanların parkta göründüğü sonbahar ve kış aylarında,” diye yazıyordu. Ve gerçekten de Büyükada’da geçirdiği yıllar boyunca kaleminden olağanüstü parlaklıkta eserler aktı.
Troçki dünya literatürünün gerçek bir başyapıtı olan üç ciltlik Rus Devrimi’nin Tarihi’ni burada yazdı. Yine tüm siyasi otobiyografilerin en güzel yazılmış, büyüleyici, tarihsel olarak nesnel ve dürüst olanlarından biri olan Hayatım, Büyükada’da ortaya çıktı. Troçki, bu kitabın “öznelciliğini” kınayan Stalinizm yandaşlarından gelen eleştirilere verdiği yanıtta, şimdiye kadar hiçbir yazarın kendinden bahsetmeden bir otobiyografi yazmayı başaramamış olduğunu özlü bir şekilde belirtmişti.
Ancak tüm parlaklıklarına ve kalıcılıklarına rağmen, bu iki eser, siyasi anlamda, Troçki’nin Almanya’da gelişen olaylara ilişkin olağanüstü yorumları tarafından biraz gölgede bırakıldılar. Almanya’dan 2000 kilometre uzakta, Nazi hareketinin hızla büyümesini analiz eden Troçki’nin, Alman işçi sınıfının iki kitlesel örgütü olan sosyal demokrat ve komünist partilerin faşist tehlike karşısındaki siyasi korkaklığına yönelik sert suçlamalarının eşi benzeri yoktu. Bir Nazi zaferinin yıkıcı sonuçları konusunda uyarıda bulunan Troçki, Hitler’in iktidara gelmesini engellemek için işçi sınıfı parti ve örgütlerinin birleşik cephe kurması çağrısı yaptı.
Troçki, 1931’de şöyle yazıyordu:
Komünist işçiler, sizler yüz binlerce, milyonlarcasınız; herhangi bir yere gidemezsiniz; ortada hepinize yetecek kadar pasaport yok. Faşizm iktidara gelirse, dehşetli bir tank gibi üzerinizden geçecek. Kurtuluşunuz amansız bir mücadelede yatıyor. Yalnızca sosyal demokrat işçilerle birlikte verilecek bir mücadele zaferi getirebilir. Komünist işçiler, acele edin; çok az zamanınız kaldı!
Stalinist Komünist Parti, Sosyal Demokrat Parti’yi “sosyal faşist” olarak suçluyor ve bununla işçi sınıfının kitlesel bir reformist örgütü ile Nazi partisi arasında hiçbir fark olmadığını kastediyordu. Oysa Nazi partisi, sosyalist ve komünist örgütleri tamamen yok etmeye ant içmiş, siyasi olarak dengesiz ve gerici milyonlarca küçük burjuvadan oluşuyordu. Stalinist örgütün Nazilere karşı birleşik savunma eylemini reddetmesi, pratikte sosyal demokrat işçilerin desteğini kazanmaya yönelik tüm çabalardan vazgeçmek anlamına geliyordu. Bu durum işçi sınıfını felç etti ve Hitler’in 30 Ocak 1933’te iktidara giden yolunu açtı.
Moskova’daki Stalinist rejim ve Komünist Enternasyonal, barbar bir diktatörlüğün kurulması ve kitlesel Alman işçi hareketinin tamamen yok edilmesiyle sonuçlanan bu siyasi felaketin ardından bile, Almanya Komünist Partisi tarafından izlenen politikaların doğru ve eleştirilemez olduğu konusunda ısrar etmeyi sürdürdü.
Ekim 1923’te Sol Muhalefet’in kurulmasından bu yana, Troçki’nin programı Rusya Komünist Partisi’nin ve Üçüncü Enternasyonal’in reforme edilmesi çağrısında bulunuyordu. Ancak Stalinist partilerin Almanya’daki felaketin tartışılmasına izin vermemesi, Troçki’nin Üçüncü Enternasyonal’in reformuna yönelik politikanın tükendiği sonucuna varmasına yol açtı. Troçki, 15 Temmuz 1933’te, Büyükada’dan ayrılmasından iki gün önce, yeni bir Enternasyonal’in inşası için bir çağrı yayımladı. Çağrıda şöyle yazıyordu:
Moskova’daki önderlik yalnızca Hitler’in zaferini güvence altına almış olan politikayı hatasız olarak ilan etmekle kalmamış; yaşanmış olanlar üzerine bütün tartışmaları da yasaklamıştır. Bu utanç verici yasak ne çiğnendi ne de yıkıldı. Ortada herhangi bir ulusal kongre yok, uluslararası kongre yok, parti toplantılarında tartışma yok, basında tartışma yok! Faşizmin gürlemesinin ayağa kaldıramadığı ve bürokrasinin böylesi rezilce davranışlarına uysal bir şekilde boyun eğen bir örgüt, böylece, ölmüş olduğunu ve onu artık hiçbir şeyin diriltemeyeceğini göstermektedir.
Böylece, Dördüncü Enternasyonal uğruna mücadele, 90 yıl önce bu adada başladı. Troçki tarafından yapılan çağrı, Eylül 1938’de Sosyalist Devrimin Dünya Partisi olarak Dördüncü Enternasyonal’in resmi kuruluşuyla sonuçlanan bir programatik netleşme ve örgütsel hazırlık sürecini başlattı.
O zamana kadar Stalin, Moskova’da kötü ünlü üç duruşma düzenlemiş ve Ekim Devrimi’nin tüm önde gelen liderlerini öldürtmüştü. Sovyetler Birliği’ni kasıp kavuran Stalinist terör, Marksist siyaset ve kültürün her önemli temsilcisini sistematik olarak hedef alan bir soykırım boyutuna ulaşmıştı.
Ancak kurbanların sayısı yüz binleri bulurken bile, Stalin’in Troçki’nin etkisinden duyduğu korku azalmadı. Stalin, Nazi Almanya’sı ile savaşın patlak vermesinin, yani kendi feci politikalarının kaçınılmaz hale getirdiği bu olayın, halk içinde Kızıl Ordu’nun kurucusu ve lideri Troçki’nin sürgünden dönmesi yönünde büyük bir talebe yol açacağından korkuyordu.
Stalin’in Troçki’ye karşı duyduğu içgüdüsel korku, diktatörün özel belgelerine erişim sağlayan Sovyet sonrası tarihçi ve biyografi yazarı General Dmitri Volkogonov tarafından belgelenmiştir. Volkogonov şöyle yazar:
Troçki’nin hayaleti sık sık ortaya çıkıp gaspçının ensesine yapışıyordu… [Stalin] onu düşünmekten korkuyordu. … Molotov, Kaganoviç, Kruşçev ve Jdanov’la oturup onları dinlemek zorunda kaldığında Troçki’yi düşünürdü.
Troçki, örgüt kavrayışı, bir hatip ve yazar olarak taşıdığı yeteneklerle birlikte, entelektüel olarak farklı çapta bir insandı. Her açıdan bu bürokrat yığınından üstündü; ama aynı zamanda Stalin’den de üstündü ve Stalin bunun farkındaydı…
Önder, Troçki’nin Stalin’in Tahrifat Okulu, Bolşevik Parti Üyelerine Açık Mektup ya da Stalinist Termidor gibi eserlerini okuduğunda kendini kaybediyordu…
Stalin Troçki’nin yaşamasına izin veremezdi. Ekim Devrimi’nin yaşayan son ve en büyük liderini öldürmek için Sovyet rejimi tarafından muazzam kaynaklar harcandı. Bu suç, sonunda, 83 yıl önce bugün işlendi.
Bugünkü anma, Troçki’nin hayatını sadece yirminci yüzyılın ilk kırk yılının tarihindeki devasa bir figür olarak onurlandırıyor olsaydı bile, bu tamamen yerinde olurdu. Troçki; Ekim Devrimi’nin Lenin’le birlikte önderi, Kızıl Ordu’nun komutanı, Sürekli Devrim’in teorisyeni, zamanının en büyük hatibi, edebi ve siyasi başyapıtların yazarı, Stalinizmin amansız muhalifi ve geçmişte sadece en büyük dehaların ulaşabildiği entelektüel, kültürel ve ahlaki bir seviyeye tüm insanların yükselme olasılığını öngören sosyalist vizyoner…
Fakat Troçki, geçmişi anlamak için hayatı ve eserleri incelenen tarihsel bir şahsiyetten çok daha fazlasıdır. Öldürülmesinin üzerinden seksen yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen Troçki olağanüstü derecede çağdaş bir figür olmaya devam etmektedir. Fikirlerinin geçerliliği azalmamıştır ve bu konuda geçen yüzyılın tüm diğer siyasi liderlerinden daha öndedir. Lev Troçki’nin yazıları sadece yirminci yüzyılın çalkantılı olaylarını anlamak için gerekli metinler olmakla kalmamaktadır. Bunlar, günümüz gerçekliğinin kavranması için de kritik ve vazgeçilmez bir çerçeve sunmaktadır.
Troçki, yaşamı boyunca Stalinist rejim ve onun dünya çapındaki uydu partileri tarafından yürütülen amansız bir yalan ve iftira kampanyasının hedefi oldu. Bu yalanlar SSCB’nin sonuna kadar devam etti. Stalin sonrası Sovyet hükümetleri, Ekim Devrimi’nin Stalin tarafından zulmedilen ve katledilen tüm önemli liderleri arasında sadece Troçki’ye itibarını iade etmedi. Mihail Gorbaçov, 1987 gibi geç bir tarihte, glasnostun doruk noktasında, Troçki’yi SSCB’nin ve sosyalizmin düşmanı olarak alenen kınadı. Gorbaçov, bunu, kapitalizmin restorasyonunu onaylayıp Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasına hazırlanırken yapıyordu.
SSCB’nin tasfiyesinin ardından, Stalinistlerin Troçki karşıtı neredeyse tüm yalanları Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki akademisyenler tarafından benimsendi. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, Sovyet Sonrası Tarihsel Tahrifat Okulu tarafından üretilen Troçki karşıtı yeni iftiralar dalgasını teşhir edip çürütmeye önemli bir zaman ayırmak zorunda kaldı.
Oxford Üniversitesi’nden Profesör Robert Service, iftiralarla dolu Troçki biyografisini yayımlamasının ardından, ikinci bir suikast düzenlemeyi başardığını söyleyerek övünüyordu. Aslında Profesör Service’ın başardığı tek şey, bir tarihçi olarak kendi mesleki itibarını yok etmekti.
Troçki’nin adının anılmasının bile uyandırdığı hem destekleyici hem de düşmanca tutkuyu açıklamak için, Troçki hakkındaki tartışmaların sadece geçmişle ilgili olmadığını belirttim. Bunlar aynı zamanda günümüz olaylarıyla ve hiç de nadir olmayan bir şekilde, gelecekte neler olabileceğiyle ilgilidir.
Lev Troçki’nin kalıcı etkisi şu gerçekten kaynaklanmaktadır: O, “kapitalizmin can çekişmesi” olarak tanımladığı ve halen içinde yaşadığımız tarihsel çağın sorunlarını, çelişkilerini ve krizlerini saptamış ve bunlarla mücadele etmiştir. Teknolojideki büyük ilerlemelere karşın, günümüz dünyası Troçki’nin çok iyi anlayacağı bir dünyadır.
Her şeyden önce, onun 1940’taki ölümünden bu yana dünya siyasetinde meydana gelen en büyük değişim –yani Sovyetler Birliği’nin dağıtılması ve kapitalizmin restorasyonu– Kremlin rejiminin siyasi ihanetleriyle birleşen Stalinist ulusal ekonomik otarşinin kaçınılmaz sonucu olarak Troçki’nin öngördüğü bir değişimdir.
Daha da derin bir düzeyde, insanlığın ilerici gelişimini tehlikeye atan temel sorun (bir dünya ekonomisi içinde üretici güçlerin küresel karşılıklı bağımlılığı ile kapitalist ulus devlet sisteminin devam etmesi arasındaki çelişki), Troçki tarafından yirminci yüzyılın ilk on yılı gibi erken bir tarihte açıkça teşhis edilmişti. Troçki’nin bu sürece ilişkin analizi, emperyalist şiddet patlamalarının yalnızca başlangıcı olarak gördüğü I. Dünya Savaşı sonrasında olağanüstü bir keskinlik ve kesinlik kazandı.
Troçki, emperyalist şiddetin başlıca kaynağının, ABD egemen sınıfının küresel hegemonya arayışı olacağı uyarısında bulundu. Amerikan kapitalizminin dinamizmi Birleşik Devletler’in ulusal sınırları içinde tutulamazdı. Büyük bir ekonomik krizin yaklaştığını öngören Troçki, 1928’de böyle bir gelişmenin Amerikan emperyalizminin saldırgan karakterini hafifletmek bir yana yoğunlaştıracağı uyarısında bulundu. Troçki şöyle yazıyordu:
ABD’nin hegemonyası, kriz döneminde, büyüme döneminde olduğundan daha tam, daha açık ve daha pervasız bir şekilde işleyecektir. ABD, bunun Asya’da, Kanada’da, Güney Amerika’da, Avustralya’da ya da bizzat Avrupa’da meydana gelmesine, barışçıl bir şekilde veya savaş yoluyla gerçekleşmesine bakmaksızın, güçlüklerinin ve sıkıntılarının üstesinden, en başta Avrupa zararına gelmeye ve kendini kurtarmaya çalışacaktır.
Büyükada’dan dünya meselelerini gözlemleyen Troçki, 1931 yılında şu uyarıda bulundu:
Amerikan kapitalizmi, korkunç bir emperyalizm, silahlanmada kesintisiz bir artış, tüm dünya işlerine müdahale, askeri çatışmalar ve sarsıntılar çağına giriyor.
Ve bundan üç yıl sonra Troçki, Amerikan ve Alman emperyalizmi arasında şu unutulmaz ve kehanet niteliğindeki karşılaştırmayı yaptı:
ABD kapitalizmi, Almanya’yı 1914’te savaş yoluna sokmuş olan aynı sorunlarla boğuşuyor. Dünya paylaşılmış mı? O zaman yeniden paylaşılması gerekiyor. Almanya için sorun, “Avrupa’yı düzenleme” sorunuydu. ABD’nin dünyayı “düzenlemesi” gerekiyor. Tarih, insanlığı, Amerikan emperyalizminin volkanik patlamasıyla karşı karşıya getiriyor.
Troçki’nin kehaneti, bugünün gerçekliğidir. Troçki’nin öngördüğü “volkanik patlama” uzun süredir devam ediyor ve alevli lavları tüm dünyayı sarıyor. Amerikan emperyalizminin liderlerinin karşı karşıya olduğu başlıca stratejik sorun, aynı anda yürütebileceği savaşların sayısını hesaplamaktır. Biden, CIA ve Pentagon’daki danışmanlarına şunu soruyor: Rusya ve Çin’e karşı aynı anda savaş açmak mümkün mü, yoksa Wall Street’in tüm demokratik bayraklarını açarak Çin’e karşı bir haçlı seferine çıkmadan önce Rusya’yı yok etmek ve muazzam doğal kaynaklarını yağmalamak mı daha uygun olur?
Ukrayna trajedisi, Üçüncü Dünya Savaşı’na dönüşme tehdidi taşıyan bir çatışmanın sadece ilk hamlesidir. Bu noktada, krizin akılcı bir şekilde yatıştırılacağına dair umut beslemek, kendi kendini kandırmak olur.
Otuz yıl önce, sayısız burjuva politikacı, gazeteci ve akademisyen, Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının yeni bir barış, refah ve demokrasi çağının başlangıcı olduğunu duyurmuştu. Özellikle Francis Fukuyama adlı cesur bir kâhin, kristal küresinin derinliklerine bakarak “Tarihin Sonu”nu ilan ediyordu. Fukuyama’nın iddiasına göre kapitalizm, insanlığı toplumsal evrimin daha fazla ilerleme kaydedilemeyecek son noktasına getirmişti.
Ancak tarih devam etti ve tamamen Troçki’nin öngördüğü çizgide ilerledi. Son 30 yıl, bitmek bilmeyen savaşlar, faşizmin yeniden canlanışı, ekonomik felaketler, sarsıcı boyutlara ulaşan toplumsal eşitsizlik, kültürel çürüme, milyonlarca insanın ölümüne yol açan küresel bir pandemi ve hızla yayılan ekolojik felaketle geçen on yıllar olarak tarihe geçecek.
Bugün tam da Troçki’nin 1938’de, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden sadece bir yıl önce yazdığı Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş belgesinde tarif ettiği durumla karşı karşıyayız: “Bir sonraki tarihsel dönemde, bir sosyalist devrimin olmaması durumunda, tüm insanlık kültürünü bir felaket tehdit etmektedir.”
Troçki’nin öngördüğü felaket gerçekten de meydana geldi. İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı korkunç düzeyde can kaybı, sadece o dönemde var olan teknolojinin seviyesiyle sınırlıydı.
ABD ve NATO müttefikleri Ukrayna’daki operasyonlarının nükleer savaş tehdidinden dolayı kısıtlanmayacağını ilan ettiklerinde, bu sadece hedeflerine ulaşmak için gezegenin varlığını riske atmaya hazır oldukları anlamına gelebilir.
Ancak Troçki kaçınılmaz bir kıyamet kâhini değildi. O, dünya sosyalist devriminin stratejistiydi. Kapitalizmi felakete sürükleyen çelişkiler aynı zamanda dünya sosyalist devriminin koşullarını da yaratmaktadır. Troçki’nin yazıları ve Dördüncü Enternasyonal’i inşa etmek için gösterdiği yorulmak bilmez çabalar, onun şu kanaatini açıkça gösteriyordu: Uluslararası işçi sınıfı, kapitalizme son verebilecek ve dünyayı sosyalist temeller üzerinde yeniden inşa edebilecek bir devrimci güçtür.
Troçki, sosyalizmin ve dolayısıyla insanlığın kaderinin, dünya devrimci partisinin inşasına bağlı olduğuna inanıyordu. Bu parti, bilimsel bir programa dayanmalı, işçi sınıfı içinde kök salmalı ve tarihsel olarak zamanını doldurmuş kapitalist sistemle hesaplaşmak için gerekli kararlılığa, cesarete ve inisiyatife sahip olmalıydı.
Troçki, Lenin’le birlikte önderlik ettiği Ekim Devrimi’nin – tüm sancılarına ve iniş çıkışlarına rağmen– zafere ulaşacak olan dünya sürecinin yalnızca başlangıcı olduğuna dair kanaatinden asla vazgeçmedi. Tarihsel bir perspektifi korumak gerekiyordu. Otobiyografisinde yazdığı gibi:
Devrim yeni bir toplumsal rejim deneyidir, birçok değişikliğe uğrayacak ve muhtemelen temellerinden yeniden inşa edilecek bir deney. Bu, en yeni teknik başarılar temelinde tamamen farklı bir karaktere bürünecektir. Ancak birkaç on yıl ya da yüzyıl sonra, yeni toplumsal düzen Ekim Devrimi’ne, burjuva düzeninin Alman Reformu’na ya da Fransız Devrimi’ne baktığı gibi bakacaktır. Bu o kadar açık, o kadar tartışılmaz bir şekilde nettir ki, yıllar sonra tarih profesörleri de bunu anlayacaktır.
Bugün, Troçki’nin Büyükada’dan ayrılışından doksan ve ölümünden seksen üç yıl sonra, bu güzel adada bir araya gelerek sadece büyük bir insanı anmakla kalmıyor, aynı zamanda kapitalizmin küresel krizinin ve işçi sınıfı mücadelesinin uluslararası yükselişinin ortaya çıkardığı zorlu görevlerin üstesinden gelmek için onun çalışmalarından güç ve ilham alıyoruz.
Sözlerimi Troçki’nin burada yaşadığı evin tamamen restore edilmesi ve kendisinin engin siyasi ve entelektüel mirasına yönelik bir uluslararası çalışma merkezi haline getirilmesi umudumu ifade ederek sonlandırmama izin verin.
Büyükada, gerekli uluslararası destekle böyle bir projeyi üstlenerek sadece dünya tarihindeki yerini teyit etmekle kalmayacak, aynı zamanda insanlığın geleceğine önemli bir katkıda bulunacaktır.