SEP 2023 Yaz Okulu Konferansı

Dördüncü Enternasyonal’in Tarihsel ve Siyasi Temelleri

Aşağıdaki konferans, 30 Temmuz - 4 Ağustos 2023 tarihleri arasında düzenlenen SEP (ABD) Uluslararası Yaz Okulu’nda Sosyalist Eşitlik Partisi (ABD) üyesi ve Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’in (IYSSE) ABD ulusal sekreteri Clara Weiss ve Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin Almanca sayfasının editörü Johannes Stern tarafından verilmiştir.

Yaz Okulu’nun WSWS Uluslararası Yayın Kurulu Başkanı David North tarafından sunulan açılış raporunu okumak için: “Emperyalist Savaş ve Sosyalist Devrim Çağında Lev Troçki ve Sosyalizm Mücadelesi

Giriş

Bu konferansın görevi, Troçkist hareketin Marksizmin yegâne devamı olarak ortaya çıktığı tarihsel deneyimlerin ana hatlarını çizmek ve 1953’ten itibaren Uluslararası Komite tarafından Pabloculuğa karşı mücadelede savunulan Troçkizmin temel siyasi anlayışlarını sunmaktır.

Sık sık bir tarih partisi olduğumuzu vurguluyoruz. Ancak çalışmalarımızın temelinde hangi tarih yaklaşımının yattığını anlamak önemlidir. Biz tarihe öznel olarak yaklaşmıyoruz. Yani tarihe, bireylerin “iyi” ya da “kötü” eylemleri ya da güdüleri hakkında ahlaki yargılarda bulunma bakış açısıyla yaklaşmıyoruz. Marksistlerin görevi, Engels’in ünlü sözleriyle, “güdülerin ardındaki güdüleri ortaya çıkarmaktır”: eğilimlerin ve bireylerin siyasi düşünce ve eylemlerinin ardındaki nesnel toplumsal itici güçleri tespit etmektir.

Ancak tarihe bu nesnel yaklaşım, pasif bir yaklaşım anlamına gelmez. Biz tarihe devrimci mücadele açısından yaklaşıyoruz. Sosyalist devrimi yasalara dayalı ama aynı zamanda devrimci sınıfın ve partisinin programı, kararları ve eylemleri tarafından kritik biçimde şekillendirilen dinamik bir süreç olarak anlıyoruz.

Tarihe yönelik bu yaklaşım, emperyalist çağa ve sosyalist devrimde devrimci önderliğin rolüne ilişkin kavrayışımızla özünde bağlantılıdır. Stalinistlerin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının ardından, yirminci yüzyıla ilişkin üç farklı anlayış geliştirildi. Bunlardan ilki, Francis Fukuyama’nın artık kötü şöhretli olan “tarihin sonu” ilanı, ayrıntılı bir çürütme gerektirmiyor. Kendisi kısa bir süre önce Stanford Üniversitesi’nde neo-Nazi Azak Taburu üyeleriyle birlikte bir platformda yer aldı.

Francis Fukuyama (solda) Arsenyi Fedosiuk, Julia Fedosiuk ve Katerina Prokopenko ile birlikte. [Photo: Facebook page of the Ukrainian Student Association at Stanford]

İkincisi ise Britanyalı Stalinist ve tarihçi Eric Hobsbawm tarafından geliştirilmiştir. Hobsbawm bir “kısa yirminci yüzyıl” yaşandığını, çünkü SSCB’nin sona ermesinin Rus Devrimi’nin “ölümüne” ve dolayısıyla yüzyılın “sonuna” işaret ettiğini iddia etmiştir. [1]

Üçüncü anlayış ise Uluslararası Komite tarafından geliştirilmiştir: “Tamamlanmamış yirminci yüzyıl.” Bu anlayış özünde, dünya kapitalist sisteminin iki dünya savaşına ve faşizme ve aynı zamanda Ekim Devrimi’ne yol açan tüm temel tarihsel çelişkilerinin çözülmemiş olduğunu savunur.

“Tamamlanmamış yirminci yüzyıl” anlayışında söz konusu olan, ilkin, çağımızın emperyalist savaşlar ve dünya sosyalist devrimi çağı olarak Marksist kavranışı ve ikinci olarak da Marksist önderliğin bu devrimdeki rolü ve sürekliliğiydi. David North, Hobsbawm’ın Sol Muhalefet’in Stalinizme karşı mücadelesini “spekülatif” olarak değerlendiren bir makalesine cevaben sosyalist devrimde partiler, programlar ve siyasi mücadele süreci gibi öznel faktörlerin rolünün “nesnel” tarihsel sürecin dışına çıkarılamayacağını açıklamıştır. Aslında Hobsbawm’ın kendi makalesi, “öznel” faktörü görmezden gelmenin ya da küçümsemenin yalnızca tarihsel kayıtların çarpıtılmasıyla sonuçlanabileceğini göstermiştir: O, Sol Muhalefet’in mücadelesini “karşı olgusal” olarak reddederek, esasen Stalinizme bir mazeret sunmuştur.

David North, Kasım 1989'da Moskova Tarihi Arşiv Enstitüsü'nde konferans verirken

North, Hobsbawm’ın kavramlarını daha temel bir teorik düzeyde ele alırken, Ekim Devrimi’nin Hobsbawm’ın iddia ettiği gibi, bilim insanları tarafından tahmin edilebilen ancak insanların eylemlerinden niteliksel olarak etkilenemeyen deprem veya sel gibi doğal bir felakete benzemediğini vurgulamıştır. Sosyalist devrim, burjuva devrimlerinden niteliksel olarak farklı bir şekilde gelişmiştir. David North şöyle açıklamıştır:

Marksizmin ortaya çıkması ile birlikte, insanın kendi tarihi ile ilişkisi köklü bir dönüşümden geçti. İnsan, kendi düşüncesini ve eylemlerini, sosyoekonomik kavramlarla bilinçli bir şekilde yorumlama ve böylece, kendi etkinliğini tarihsel bir nedensellik zinciri içine tam olarak yerleştirme kapasitesi edindi… Siyasi örgütlerin … çözümlemeleri, perspektifleri, stratejileri ve programları, hep birlikte, tarihsel süreçte daha önce öngörülmedik bir rol üstlendiler. Tarih basitçe yaşanmış olmaktan çıkmıştı. O öngörülüyor, ona hazırlanılıyor ve daha önce mümkün olmayan ölçüde bilinçli biçimde yönlendiriliyordu. [2]

Devrimci sınıfın toplumsal düşünce ve pratiğinin nesnel gerçeklikle uyumu, işçi sınıfının 1917 Ekim’inde iktidarı ele geçirmesiyle şimdiye kadar aşılmamış bir doruk noktasına ulaştı. Troçkist hareket, tarihsel olarak, Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren ve 1917 Devrimi’ne yol açan devrimci dalganın durgunlaştığı bir dönemde ortaya çıkmıştır.

Bu, bir anlamda, tarihin en trajik dönemlerinden biriydi, eğer en trajik dönemi değilse. Ekim Devrimi ile İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi arasında geçen 30 yılda, Asya ve Avrupa’daki muazzam devrimci mücadelelerin yenilgilerine, Almanya’da Nazizmin ortaya çıkışına, 60 milyon kişinin öldüğü İkinci Dünya Savaşı’na, Holokost’a ve Marksist-sosyalist kuşakların Stalinizm tarafından yok edilmesine tanıklık edildi.

Ama bu dönem sadece trajik yenilgilerin, gericiliğin ve kapitalist barbarlığın yaşandığı bir dönem değildi. Aynı zamanda, Marksizmin sürekliliğinin korunması ve geliştirilmesi, işçi sınıfına mücadelede önderlik edebilecek uluslararası bir devrimci kadronun oluşturulması için kararlı ve kahramanca bir mücadelenin verildiği bir dönemdi. Troçki o dönemin en kritik dersini, Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş belgesinin ilk cümlesinde özetlemişti: “Bir bütün olarak dünya siyasi durumu, en çok, proletaryanın tarihsel önderlik krizi eliyle nitelenmektedir.” [3]

Konferansımızda, uluslararası işçi sınıfının, bu değerlendirmenin altında yatan ve bugün de sosyalizm mücadelesi için temel teşkil eden stratejik deneyimlerinin bir özetini yapacağız.

Birinci Bölüm: Ekim Devrimi ve Sol Muhalefet’in ortaya çıkışı

Eric Hobsbawm’ın Ekim Devrimi’nin 1991’de “öldüğü” ve Stalinizmin kaçınılmaz olduğu yönündeki iddiaları, birbiriyle ilişkili iki argümana dayanıyordu: birincisi, devrimin büyük ölçüde kontrol edilemez, otomatik bir süreç olduğu ve ikincisi, her şeyden önce ulusal bir olay olduğu ve izole kalmaya mahkûm olduğu. Hobsbawm, Almanya’da bir devrimin “eli kulağında” olduğu fikrini elinin tersiyle itti: “Bir Alman Ekim devrimi … ciddi olarak söz konusu değildi; dolayısıyla ona ihanet edilmesi gerekmiyordu.” [4]

Bu iddialar yanlıştır. Ekim Devrimi gökten zembille inmemiştir. Onun nesnel ve öznel önkoşulları vardı ve bunların her ikisi de temelde uluslararası nitelikteydi. Sosyoekonomik temeli açısından Ekim Devrimi, Birinci Dünya Savaşı’na yol açan dünya emperyalist sisteminin aynı çelişkilerinden doğmuştur. Bununla birlikte, bu nesnel çelişkiler Rusya’da devrimci mücadelelerin ortaya çıkışını açıklasa da, işçi sınıfının iktidarı başarılı bir şekilde ele geçirmesini açıklamamaktadır.

Lenin ve Troçki Ekim Devrimi'nin ikinci yıldönümü kutlamasında

Rusya’da işçi sınıfının 1917’de ulaştığı siyasi bilinç düzeyi, “Avrupa ve Rusya işçi sınıfı içinde Marksizm uğruna önceki 70 yıla yayılan” bilinçli ve “uzun süreli bir tarihsel mücadelenin” [5] ürünüydü. Bu mücadele, devrimin başlıca iki lideri olan Lenin ve Troçki’nin çalışmalarında teorik ve siyasi olarak en yüksek noktasına ulaşmıştı ve iki temel unsuru içeriyordu: Birincisi, Lenin’in Bolşeviklerinin ulusal oportünizme karşı işçi sınıfının bağımsız devrimci partisi uğruna yürüttüğü mücadeleydi.

İkincisi, Troçki’nin sürekli devrim kavramını geliştirmesiydi. Troçki, toplumsal devrimin ve dünya ekonomisinin önceki tüm gelişiminin tarihsel bir değerlendirmesine dayanarak, çağımızda, Rusya gibi ekonomik olarak geri kalmış bir ülkede bile, işçi sınıfının devrime önderlik etme ve burjuva demokratik devrimin görevlerini tamamlama yeteneğine sahip tek devrimci sınıf olduğunu fark etti. 1905 devrimi sırasında şunları yazmıştı:

Üretim tarzı ve ticaretiyle tüm ülkeleri birbirine bağlayan kapitalizm, tüm dünyayı tek bir ekonomik ve siyasal organizmaya dönüştürmüştür. … Bu, şu anda gelişen olaylara derhal uluslararası bir karakter kazandırmakta ve geniş bir ufuk açmaktadır. Rusya’nın işçi sınıfı önderliğindeki siyasi kurtuluşu, bu sınıfı tarihte daha önce görülmemiş bir doruğa çıkartacak, ona devasa bir güç ve kaynak aktaracak ve onu dünya kapitalizminin tasfiyesinin –tarih bunun tüm nesnel koşullarını yaratmıştır– öncüsü haline getirecektir. [6]

Bununla birlikte, bir köylü ülkesindeki işçi sınıfı diktatörlüğü içindeki çelişkiler ancak devrimin dünya ölçeğine yayılmasıyla çözülebilirdi. Rusya’daki devrimin kaderi öncelikle dünya arenasında belirlenecekti.

Sosyalist devrimin dinamiklerine ilişkin bu stratejik kavrayış, Ekim 1917’de iktidarın ele geçirilmesinin ve Aralık 1922’de Sovyetler Birliği’nin kurulmasının temelini oluşturmuştur. Fakat Bolşeviklerin beklentilerinin aksine, Avrupa’daki işçi sınıfı, her şeyden önce sosyal demokrasinin ihanetlerinin bir sonucu olarak, iktidarı ele geçirmekte başarısız oldu. Başta 1918-1919’da Almanya’da, 1919’da Macaristan’da ve 1919’da İtalya’da olmak üzere, birçok devrimci hareket kana boğuldu.

Sınıf mücadelesinin uluslararası haritası, 1917-1923. [Photo: David Benson/WSWS]

Ekonomik olarak harap olmuş Sovyet cumhuriyeti beklenmedik bir şekilde kendisini kapitalist kuşatmanın içinde izole edilmiş olarak buldu. Sovyet hükümeti, Yeni Ekonomi Politikası (1921) olarak adlandırılan politika ile önemli bir geri çekilme başlatmak zorunda kaldı. Bu politika, verili koşullar altında gerekli olsa da, Sovyet toplumu içindeki burjuva güçlerin kuvvetlenmesine katkıda bulundu. Partinin en saygın lideri olan Lenin’in 1922’de ciddi şekilde hastalanması ve yatağa düşmesi, işleri daha da zorlaştırdı. Lenin, parti içinde artan bürokratik ve ulusal eğilimlere karşı bir mücadele başlatmayı başarmış olsa da, Ocak 1924’te erkenden ölecekti.

Sovyetler Birliği Aralık 1922'de kurulurken. [Photo: David Benson/WSWS]

Parti önderliği içinde, giderek cesaretlenen ulusal oportünist kanat ile Troçki ve Lenin’in önderliğindeki Marksist sol kanat arasında uzun süredir doğum halinde olan mücadele, 1923 Ekim’inde başarısızlığa uğrayan Alman devrimi bağlamında açığa çıktı. Troçki ve partinin enternasyonalist devrimci kanadı, partinin politikalarını artık tekrar düzeltmeyi amaçlayan açık bir mücadele başlattı. 15 Ekim 1923’te 46 Eski Bolşevik ortak bir bildirge yayımlayarak, Troçki’nin parti içi demokrasinin gerekliliği konusundaki ısrarına ve planlama ile devlet sanayisinin güçlendirilmesine daha fazla önem verilmesi çağrılarına siyasi desteklerini açıkladı.

Troçki’nin Sol Muhalefet’in mücadelesine yaklaşımı, ancak Lenin ile birlikte sosyalist devrimde Marksist önderliğin rolüne ilişkin geliştirdikleri anlayış temelinde kavranabilir. David North, Lev Troçki ve Marksizmin Gelişimi adlı makalesinde, 1914’te İkinci Enternasyonal’in çöküşü ve 1917’de iktidarın ele geçirilmesi deneyimleriyle “Kadro eğitimi ve Enternasyonal’in rolü anlayışına yeni bir tarihsel içerik” kazandırıldığını belirtir ve şöyle devam eder:

Komünist Enternasyonal … sosyalist devrimin soyut olarak tasarlanmış nesnel ekonomik güçlerin ve toplumsal çelişkilerin amansızca işlemesine bırakılamayacağı temel öncülünden hareket ediyordu. Komintern’in devrimci partilerinin liderleri, kendi öznel pratiklerinin, kapitalizmin yıkılmasına yol açan tarihsel olaylar zincirinde belirleyici bir nesnel halka olduğunu anlamak zorundaydılar. [7]

Bu temel anlayış, 1917 ve 1923 yılları arasında işçi sınıfının uğradığı yenilgilerle tersinden doğrulanmıştır. Bu yenilgilerin başlıca nedeni, 1917’de Bolşeviklerinkine benzer bir devrimci önderliğin yokluğuydu. Troçki 1924 yılında şu sonuca varmıştır:

Tarihin mekanik bir şekilde devrim koşullarını yarattığı ve bunları daha sonra partinin talebi üzerine, herhangi bir anda, bir tabakta sunduğu düşünülemez: işte buradasınız, lütfen makbuzu imzalayın. Böyle bir şey olmaz. Bir sınıf, uzun süreli bir mücadele sırasında, bir durumda yolunu bulabilecek, kapıyı çaldığında devrimi tanıyacak, gerekli anda ayaklanma sorununu bir sanat sorunu olarak kavrayabilecek, bir plan hazırlayabilecek, rolleri dağıtabilecek ve burjuvaziye acımasız bir darbe indirebilecek bir öncü yaratmalıdır. [8]

Ekim Dersleri’nde Troçki, 1917 Devrimi sırasında Bolşevik Parti içindeki siyasi mücadeleyi gözden geçirerek bu analizi daha da geliştirdi. O dönemde Grigori Zinovyev, Lev Kamenev ve Josef Stalin, Rusya’daki koşulların sosyalist devrim için yeterince “olgun” olmadığını savunarak iktidarın ele geçirilmesine karşı çıkan bir hizbe liderlik ediyordu. Troçki, siyasi durumun keskin bir şekilde değiştiği koşullarda, burjuva kamuoyuna ve ulusal eğilimlere uyum sağlama baskısının kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Devrimci bir parti, düşman sınıf güçlerinin basıncına maruz kalır. Bir parti önderliğinin görevi, partinin kendi sınıfının tarihsel görevlerine ayak uydurmasını sağlamak için bu tür basınçlarla mücadele etmektir. Aksi takdirde, diye uyarıyordu Troçki, parti “başka sınıfların dolaylı aracı haline gelme riskini göze alır.” [9]

1927'de Sol Muhalefet üyeleri. (Önde soldan) Leonid Serebriakov, Karl Radek, Lev Troçki, Mihail Boguslavskiy, Yevgeni Preobrajenski; (arkadakiler) Hristian Rakovski, Yakov Drobnis, Aleksander Beloborodov ve Lev Sosnovski

Artık Stalin, Zinovyev ve Kamenev’in hâkimiyetinde olan parti önderliği, Ekim 1924’te Ekim Dersleri’nin yayımlanmasına Troçki’ye ve sürekli devrime karşı öfkeli bir kampanyayla karşılık verdi. Bu kampanya sırasında, Bolşevik Parti’nin ve 1917 Devrimi’nin tüm tarihi sistematik bir tahrifata tabi tutuldu. Aralık 1924’te Stalin, Avrupa’da işçi sınıfı iktidarı ele geçirmeden Rusya’da “tek ülkede sosyalizmi” inşa etmenin mümkün olduğu anlayışını geliştirdi. Bu anti-Marksist ve ulusalcı teori, Ekim Devrimi’ne karşı Stalinist tepkinin siyasi temelini oluşturacaktı.

Troçki, 1923-1924’te siyasi iktidarı neden kaybettiği sorusu kendisine yöneltildiğinde, meseleleri bir “iktidar” mücadelesine ve farklı kişiliklerin çatışmasına indirgeyen öznel açıklamaları her zaman reddetmiştir. Bolşevik önderliğin siyasi yönelimindeki değişimin ve partinin yozlaşmasının altında, Sovyetler Birliği’ndeki siyasi ve toplumsal ilişkiler üzerinde muazzam bir etkide bulunan uluslararası sınıfsal güç dengesindeki derin değişimler yatıyordu.

Uluslararası devrimin gecikmesi, sayısal ve ekonomik olarak zayıflamış Sovyet işçi sınıfında hayal kırıklığı ruh halini beslemişti. Aynı zamanda, bu yenilgiler ve bunun sonucunda ortaya çıkan uluslararası tecrit, hızla büyüyen bürokrasinin konumunu sağlamlaştırdı. Bürokrasinin toplumsal çıkarları, parti önderliğindeki ulusal yönelimli güçler tarafından giderek daha fazla dile getiriliyordu. Troçki, sonradan, meydana gelen siyasi ve sosyo-psikolojik süreçleri şu şekilde açıklamıştır:

“Her şey ve her zaman devrim için değil ama kendisi için de bir şeyler yapma” duygusu, “kahrolsun sürekli devrim”e dönüştürüldü. Marksizmin emek ve sabır isteyen teorik gereklerine ve devrimin zahmet gerektiren siyasi taleplerine yönelik isyan, bu insanların gözünde adım adım “Troçkizm”e karşı mücadele biçimini aldı. Bolşevik’in içindeki cahilin kurtuluşu, bu bayrak altında ilerliyordu. İşten bu yüzden iktidarı kaybettim ve bu kaybın biçimini belirleyen de buydu. [10]

Sovyet bürokrasisinin yükselişi, Sovyet partisinin baskın rol oynadığı Komintern’in yöneliminde de derin bir değişimin temelini oluşturdu. Aralık 1925’te Bolşevik Parti “tek ülkede sosyalizm” inşasına yönelik ulusalcı programı resmen kabul etti. Bu yönelim, Sovyetler Birliği ile kapitalist ülkeler arasında “barış içinde bir arada yaşama dönemi”nin başladığı anlayışıyla açıkça desteklendi. Bürokrasi açısından Komintern’in temel işlevi, işçi sınıfına burjuvaziyi devirmek için önderlik etme mücadelesi olmaktan giderek çıktı. Stalin’in ifadesiyle, görev daha ziyade burjuvaziyi “nötrleştirmek” ve SSCB’ye yönelik olası askeri saldırıları önlemekti.

Bu ulusal yönelim işçi sınıfının feci yenilgilerine yol açtı. Stalinizmin ilk büyük ihaneti, Mayıs 1926’daki Britanya Genel Grevi’nin yenilgiye uğratılmasıydı. Stalinist önderlik, en önemli emperyalist ülkelerden birinde işçi sınıfının güçlü bir hareketini sendika bürokratlarına ve İşçi Partisi’nin reformistlerine tabi kıldı. İkinci büyük ihanet, 1925-1927 Çin Devrimi’ne yönelik ihanet oldu.

Eğer 1917’de işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi sürekli devrimin ve işçi sınıfının bağımsız devrimci partisi uğruna mücadelenin olumlu bir teyidi idiyse, Çin Devrimi bunların olumsuz anlamda trajik bir teyidiydi.

1925-1926’da Çin’de, işçiler ve köylüler tarafından devasa bir devrimci hareketin ortaya çıkışına tanık olundu. Ancak Stalinistleşmiş Komintern, Çin işçi sınıfını ve onun önderliğini yoksul köylü kitlelerinin desteğiyle devlet iktidarını ele geçirmeye hazırlamak yerine, Çin Komünist Partisi’nin tüm faaliyetlerini ulusal burjuvazinin partisi olan Kuomintang’ın çıkarlarına tabi kılmak zorunda olduğu bir çizgi benimsedi. ÇKP’nin Kuomintang’ı eleştirmesine ya da bağımsız bir basın faaliyeti yürütmesine bile izin verilmedi.

Bu sınıf işbirlikçisi politika, eski Menşevik “iki aşamalı” devrim anlayışının yeniden canlandırılmasına dayanıyordu. Bu anlayışa göre, ekonomik olarak geri kalmış ülkelerdeki işçi sınıfı önce burjuvazinin iktidara gelmesine yardımcı olmalıdır. Ancak uzun bir kapitalist gelişme döneminden sonra işçi sınıfı iktidarı kendisi ele geçirmeye talip olabilir. Çin’le ilgili olarak Stalin, emperyalist baskının bir “dört sınıf bloğu”nun temelini oluşturacağını savunuyordu: işçi sınıfı, köylülük, kent küçük burjuvazisi ve ulusal burjuvazi arasında bir ittifak. Oysa Troçki’nin açıkladığı gibi:

Emperyalizmin mekanik olarak Çin’in tüm sınıflarını dışarıdan kaynaştırdığını düşünmek devasa bir yanlıştır… Burjuvazi ile işçi ve köylü kitleleri arasındaki sınıf mücadelesi, emperyalist baskı tarafından zayıflatılmaz, bilâkis her ciddi çatışmada kanlı bir iç savaş noktasına dek keskinleştirilir. [11]

Komintern’in politikaları feci sonuçlar doğurdu. Nisan 1927’de Kuomintang lideri Çang Kay-şek Şanghay’da bir darbe düzenledi ve on binlerce Çinli işçiyi ve komünisti katletti.

Şanghay'da bir komünistin kafasının kesilmesi, Nisan 1927

Uluslararası devrimin yeniden gerilemesi Sovyet işçi sınıfı üzerinde derin bir etki yaratmış, tutucu ve morali bozuk ruh halini teşvik ederken, bürokrasinin sosyal ve siyasi konumunu güçlendirmişti. Komünist Parti’nin Aralık 1927’deki 15. Kongresi’nde Sol Muhalefet partiden ihraç edildi. Bunu izleyen haftalarda Troçki ve muhalefetin neredeyse tüm diğer liderleri sürgüne gönderildi. 1928 yılı boyunca binlerce muhalif ihraç edildi ve tutuklandı; ya sürgüne ya da hapse gönderildiler.

Troçki’nin bu olaylara verdiği başlıca yanıt, işçi sınıfının yaşadığı stratejik deneyimlerin sistematik bir şekilde incelenmesi oldu. Bunun sonucunda ortaya çıkan belge, VI. Komintern Kongresi Program Taslağı’nın Eleştirisi, yalnızca bizim tarihsel perspektifimiz için değil ama DEUK’un ve WSWS’nin siyasi analizine ve gelişimine yönelik yaklaşımımız için de temel teşkil etmektedir.

Troçki’nin, Marksizmin Stalinizm tarafından yapılan ulusalcı revizyonunu çürütmesinin merkezinde, çağımızın emperyalist savaş ve sosyalist devrim çağı olarak stratejik tanımı konusundaki ısrarı yer alıyordu. Dünya ekonomisinin ve mali sermayenin egemenliğinin yanı sıra nesnel durumdaki keskin değişimlerle karakterize edilen bu çağda, devrimci önderliğin rolü olağanüstü bir önem kazanmıştır. Bu nedenle, bu önderliğin doğru stratejik ve programatik yönelimi sorunu, belirleyiciydi. Troçki, Enternasyonal’in siyasi yöneliminin altında yatması gereken temel enternasyonalist ilkeleri şu şekilde özetlemiştir:

Uluslararası program, doğrudan doğruya, … bir bütün olarak ele alınan dünya ekonomisinin ve dünya siyasi sisteminin koşullarına ve eğilimine ilişkin bir çözümlemeden yola çıkmalıdır. İçinde bulunduğumuz çağda, proletaryanın ulusal yönelimi, geçmişte olduğundan çok daha büyük bir ölçüde, yalnızca bir dünya yöneliminden çıkmalıdır ve çıkabilir; tersinden değil. Komünist enternasyonalizm ile ulusal sosyalizmin bütün çeşitleri arasındaki temel ve başlıca ayrım, burada yatmaktadır. [12]

1928 yazında Moskova’daki Komintern Kongresi’ne Amerikan Komünist Partisi delegesi olarak katılan James P. Cannon, tesadüfen bu belgenin bir kopyasına erişti, onu inceledi ve SSCB’den dışarı çıkardı. Bu, Amerikan Troçkist hareketinin doğuşuna ve Uluslararası Sol Muhalefet’in sistematik çalışmasının başlangıcına işaret ediyordu.

James P. Cannon (ortada), "Koca Bill" Haywood (sağda) ve Max Eastman ile birlikte Moskova'da, 1922

Stalinizmin ihanetlerine ve Sol Muhalefet’e yönelik giderek daha şiddetli bir hal alan baskılara rağmen, Troçki bu dönem boyunca muhalefetin Sovyet partisi ve Komintern içinde reformu hedeflemesi gerektiğinde ısrar etti. Bu rota ancak yirminci yüzyılın en büyük siyasi felaketlerinden biri olan, Hitler’in Almanya’da iktidara gelmesiyle değişti.

İkinci Bölüm: 1933 ve faşizme karşı mücadele, Fransa’da ve İspanya’da Halk Cephesi ihaneti

Almanya Komünist Partisi (KPD) ve tüm Komintern’in “Alman felaketi”nde oynadığı ölümcül rol, yeni bir Dördüncü Enternasyonal’in inşasına başlamayı gerekli kıldı. Bu tutum değişikliği, dramatik olaylara karşı öznel bir tepki değildi; tarihsel gelişimin ve Stalinizmin rolünün nesnel bir analizine dayanıyordu.

Alman felaketine yol açan, KPD’nin işçi sınıfını iktidar mücadelesinde KPD önderliğinde birleştirecek bir birleşik cephe politikası için mücadele etmeyi reddetmesiydi.

Elbette Hobsbawm bunu “spekülasyon” olarak nitelendirecektir fakat Hitler’in durdurulabileceği konusunda hiçbir şüphe yoktur. Milyonlarca sosyalist ve komünist işçiyle Almanya, dünyadaki en büyük örgütlü işçi hareketine sahipti; bu hareket mücadele etmeye istekli olduğunu birden fazla kez kanıtlamıştı ve zengin bir Marksist tarihe sahipti. İşçiler Hitler’e karşı çıkmaya hazırdı. Kasım 1932’deki son makul derecede serbest seçimlerde, iki büyük işçi sınıfı partisi, Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Komünist Parti, birlikte yüzde 37,3 oy alarak Hitler’in NSDAP’sinden (yüzde 33,1) çok daha fazla oy kazandılar. Üstelik resmi seçimler gerçek güç dengesinin sadece zayıf bir yansımasıydı.

21 Mart 1933, Potsdam Günü, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg (sağda) Nazi lideri Adolf Hitler’in Almanya Şansölyesi olarak atanmasını kabul ediyor. [Photo by Theo Eisenhart/Bundesarchiv, Bild 183-S38324 / CC BY-NC-SA 3.0]

Ancak KPD, işçi sınıfını faşizme karşı devrimci bir perspektif temelinde birleştirmek yerine, sosyal demokrasiyi faşizmle bir tutarak aşırı solcu bir çizgiyi benimsedi, böylece işçi sınıfını böldü, onun kafasını karıştırdı ve küçük burjuvazinin geniş kesimlerini Hitler’in faşist demagojisine teslim etti. Bu süreçte KPD, faşist tehlikeye karşı SPD ile herhangi bir işbirliğini reddetmekle kalmadı, hatta bazı durumlarda Nazilerle ortak hareket etti. Bunlardan belki de en rezil olanı, 1931 yılında Almanya’nın Prusya eyaletinde SPD liderliğindeki hükümeti devirmek için NSDAP tarafından başlatılan “kızıl referandumu” desteklemesiydi.

Birleşik cephe politikasının siyasi hedeflerini ve önemini açıklayan Troçki, Mayıs 1933’te şunları yazmıştı:

Komünist Partisi’nin hiçbir politikası, Sosyal Demokrasiyi bir devrim partisine dönüştüremezdi elbet. Ama amaç da bu değildi. Reformizmle faşizm arasındaki çelişkiyi sonuna kadar kullanmak gerekliydi –hem faşizmi zayıflatmak için hem de Sosyal Demokrat liderliğin yetersizliğini işçilere göstererek reformizmi zayıflatmak için. Bu iki görev doğal olarak birleşiyordu. Komintern bürokrasisinin politikası ise tam ters sonucu verdi: Reformistlerin ödüncülüğü Komünistlerin değil faşistlerin işine yaradı; Sosyal Demokrat işçiler liderlerine bağlı kaldılar; Komünist işçiler kendilerine ve liderlerine inançlarını yitirdiler. [13]

Komintern sadece Hitler’e iktidar yolunu açan politikaları hayata geçirmekle kalmadı, aynı zamanda olaylara ilişkin her türlü eleştirel tartışmayı da yasakladı. Bu, Üçüncü Enternasyonal’in devrimci bir işçi sınıfı örgütü olmasının tarihsel olarak sona erdiği anlamına geliyordu. Troçki, Stalinizmin, 1914’teki Sosyal Demokrasi gibi, nihayet burjuva karşıdevrim kampına geçtiğini vurguladı.

Gerekli siyasi sonuçların çıkarılması gerekiyordu. Artık komünist partileri ve Komünist Enternasyonal’i reformdan geçirme perspektifinin hiçbir geçerliliği yoktu. David North’un Lev Troçki ve Marksizmin Gelişimi’nde belirttiği gibi, “Siyasi ihanetlerin niceliksel birikimi, bizzat Stalinizmin niteliksel bir dönüşümünü üretmişti. Stalinizm, bürokratik merkezcilikten bilinçli karşıdevrim safına geçmişti.” [14]

Troçki, “Yeni Komünist Partiler ve Yeni Bir Enternasyonal İnşa Etmek Gerek” başlıklı önemli programatik makalesinde “yönelim değişikliği” hakkında şunları yazdı:

Politikada en tehlikeli şey, insanın dün doğru olan ama bugün bütün içeriğini kaybetmiş olan formülüne yapışıp kalmasıdır. … Faşizmin gümbürtülerinin ayağa kaldıramadığı ve bürokrasinin bu tür rezilce hareketlerine uysal bir tavırla boyun eğen bir örgüt, artık işinin bitmiş olduğunu ve bundan sonra hiçbir şeyin kendisini canlandıramayacağını açığa vurur. Proletaryaya ve onun geleceğine dolaysız yükümlülüğümüzü, ancak bunu açıkça ve herkesin önünde söyleyerek yerine getirebiliriz. Bundan sonraki bütün çalışmalarımızda, kalkış noktası olarak resmi Komünist Enternasyonal’in tarihsel çöküşünü almamız gerekmektedir. [15]

Troçki’nin çalışmasının merkezinde, siyasi ve tarihsel durumun ve bundan doğan görevlerin açıklığa kavuşturulması vardı. Sol Muhalefet’in işçi sınıfının yeni siyasi önderliği olarak gelişimi ancak bu temelde ilerletilebilirdi. “KPD’nin Çöküşü”nde, bir kadronun geliştirilmesi “yalnızca örgütsel bir sorun değil, siyasi bir sorundur: kadrolar belirli bir perspektif temelinde oluşturulur,” diyor ve şöyle açıklıyordu:

Parti reformu sloganını yeniden ısıtmak, bile bile ütopik bir hedef belirlemek ve dolayısıyla kendi kadrolarımızı yeni ve daha keskin hayal kırıklıklarına itmek demektir. Böyle bir yol izlendiğinde Sol Muhalefet sadece çürümekte olan bir partinin uzantısı haline gelir ve onunla birlikte sahneden silinir. [16]

Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist bürokrasi ve Stalinistleşmiş Komintern artık daha açık bir şekilde devrim karşıtı olarak hareket ederken, Troçki’nin politikası uluslararası sınıf mücadelesinin ve dünya sosyalist devriminin geliştirilmesine yönelikti. Troçki, işçi sınıfının bilincini yükseltmek ve onu tarihsel durumun gereklilikleriyle uyumlu hale getirmek için doğru bir siyasi çizgi geliştirmekle meşguldü.

Tüm tarihsel deneyim, faşizmle ancak işçi sınıfının kapitalizme karşı bağımsız seferberliği yoluyla mücadele edilebileceğini göstermektedir. Faşizm basitçe yanlış ya da kötü bir politika değil, egemen sınıfın kapitalist sistemin krizine verdiği yanıttır. Troçki’nin Ocak 1932’de “Sırada Ne Var?”da yazdığı gibi, “Burjuva diktatörlüğünün ‘normal’ polis ve askeri kaynaklarının ve bunların parlamenter paravanlarının toplumu bir denge durumunda tutmaya yetmedikleri anda, faşist rejimin zamanı gelmiş demektir.” [17]

Almanya’da, 24 Mart 1933’te, istisnasız tüm burjuva partileri Hitler’in Yetki Kanunu lehine oy vererek Nazi diktatörlüğünün kurulmasının “yasal” temellerini attılar. Bunu yaparken, Alman kapitalist sınıfı birbiriyle ilişkili iki hedefin peşindeydi: birincisi, işçi hareketini ezmek ve ikincisi, Birinci Dünya Savaşı felaketinden sonra yeni bir emperyalist savaşa hazırlanmak.

Troçki bu konuyu “Nasyonal Sosyalizm Nedir?” başlıklı makalesinde ayrıntılı olarak ele almıştır:

Halkın bütün güç ve olanaklarının emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yoğunlaştırılması (ki bu faşist diktatörlüğün gerçek tarihsel misyonudur) savaşa hazırlanmak demektir; bu görev de içteki hiçbir direnmeye fırsat vermemekte ve iktidarın şimdikinin de ötesinde mekanik bir yoğunlaşmasına yol açmaktadır. Faşizmi içeriden düzeltmek ya da emekliye ayırmak mümkün değildir. O ancak devrilebilir. Rejimin siyasal yörüngesi, savaş mı, devrim mi, alternatifine dayanıp kalmaktadır. [18]

Nazilerin Almanya’daki zaferine yanıt olarak, Avrupa çapında işçi sınıfı içinde kapitalizme ve faşizme karşı muhalefet muazzam bir şekilde büyüdü. Ancak işçi sınıfının Fransa ve İspanya’daki devrimci saldırıları da yenilgiyle sonuçlandı. Bu yenilgilerin nedeni Komintern’in “halk cephesi” politikasıydı, yani Stalinistleşmiş komünist partilerin yalnızca sosyal demokrat partiler ve sendikalarla değil, aynı zamanda başlıca kapitalist partilerle de ittifak kurma politikası. Stalinistler bu ittifakı, ideolojik olarak, faşizme karşı demokrasiyi savunma argümanıyla meşrulaştırmaya çalıştılar. Oysa aslında o, işçilerin devrimci özlemlerine karşı kapitalist çıkarların savunulması anlamına geliyordu.

Troçki, faşizme karşı mücadelede işçi sınıfının burjuvazinin sözde demokratik kanadını –ya da bugünün sahte solcularının dediği gibi “kötünün iyisini”– desteklemesi gerektiği görüşüne karşı mücadele etti. Bunu, işçi sınıfının karşı karşıya olduğu merkezi siyasi sorunları ve görevleri açıklığa kavuşturma bakış açısıyla yaptı.

Francisco Franco

Troçki “İspanya Dersleri: Son Uyarı” başlıklı yazısında şöyle yazmıştı:

Faşizm ... feodal değil burjuva gericiliğidir. Burjuva gericiliğine karşı başarılı bir mücadele ancak proletarya devriminin güçleri ve yöntemleriyle yürütülebilir. Kendisi de burjuva düşüncesinin bir kolu olan Menşevizm bu gerçeklere dair hiçbir fikre sahip değildir ve olamaz da.

Sadece Dördüncü Enternasyonal’in genç şubesi tarafından açıkça ifade edilen Bolşevik bakış açısı, çıkış noktası olarak sürekli devrim teorisini, yani yarı feodal toprak mülkiyetinin tasfiyesi gibi tamamen demokratik sorunların bile iktidar proletarya tarafından ele geçirilmeden çözülemeyeceğini alır; ama bu da sosyalist devrimi gündeme getirmektedir. [19]

Troçki, Stalinist partiler ile Troçkist hareket arasında, yani reformist ve devrimci siyaset arasında bir orta yol bulmaya çalışan merkezci siyasi eğilimlere karşı sürekli bir polemik yürüterek, işçi sınıfı için gerekli devrimci perspektifi ve önderliği geliştirdi.

Troçki, “Merkezcilik ve Dördüncü Enternasyonal” başlıklı makalesinde, siyasi bir eğilim olarak merkezciliğin en önemli özelliklerini açıklamıştır: “Teorik olarak merkezcilik amorf ve eklektiktir; teorik yükümlülüklerden mümkün olduğu ölçüde yan çizer ve pratiğe yalnızca Marksist teorinin devrimci yöneliş kazandırabileceğini anlamaksızın ‘devrimci pratiğe’ teori karşısında (lafta) öncelik verir.” Bir merkezci “şu devrimci ilkeye nefretle bakar: olanı dile getirmek. İlkeli bir politikanın yerine kişisel manevracılığı ve küçük örgütsel diplomasiyi geçirmeye” eğilimlidir. “Merkezci kendi aylaklığının üzerini ‘sekterlik’ tehlikesinden söz ederek kapatmaya çalışır; ancak sekterlikten anladığı soyut propaganda … pasifistliği değil, ilkelerin saflığı, pozisyon berraklığı, siyasi tutarlılık ve örgütsel bütünlük için gösterilen aktif titizliktir.” Ve bu “çağda ulusal bir devrimci partinin ancak uluslararası bir partinin parçası olarak inşa edilebileceğini anlayamaz.” [20]

İspanya İç Savaşı sırasında, 1936

Sosyalistler ve Stalinistler, anarko-sendikalistlerin ve merkezci POUM’un yardımı olmadan İspanyol işçi sınıfının devrimci hücumunu boğamazlardı. Bunlar, Halk Cephesi’nin sol kanadını oluşturdular ve en kritik anda hükümete katılarak karşıdevrimin yolunu hazırladılar. Troçki, 1937’de, “İspanya Dersleri: Son Uyarı” başlıklı makalesinde şu sonuca varmıştı: “POUM, kendi niyetlerinin aksine, son tahlilde, devrimci bir partinin yaratılmasının önündeki başlıca engel olduğunu kanıtladı.” Troçki, POUM’un rolünün derslerini şu şekilde özetlemiştir:

Devrim sorununu sonuna kadar, nihai somut sonuçlarına kadar düşünmek gerekir. Politikayı devrimin temel yasalarına, yani kendilerine “Halk” Cepheleri ve diğer her türlü cephe adını veren yüzeysel küçük burjuva grupların önyargılarına ya da korkularına değil, mücadele halindeki sınıfların hareketine göre ayarlamak gerekir. Devrim sırasında en az direniş hattı, en büyük felaket hattıdır. Burjuvazi tarafından “tecrit edilmekten” korkmak, kitlelerden tecrit edilmek demektir. İşçi aristokrasisinin tutucu önyargılarına uyum sağlamak, işçilere ve devrime ihanettir. Aşırı bir “ihtiyat”, en banal ihtiyatsızlıktır. İspanya’daki en dürüst siyasi örgütün, yani merkezci POUM’un yok edilmesinin başlıca dersi budur. Londra Bürosu’nun parti ve grupları belli ki ya tarihin son uyarısından gerekli sonuçları çıkarmak istemiyorlar ya da bunu yapamıyorlar. Bu şekilde kendi sonlarını hazırlıyorlar. [21]

Fransa’daki Halk Cephesi deneyiminden çıkarılan dersler de Dördüncü Enternasyonal’in gelişiminde merkezi bir rol oynamıştır. Fransa Nereye Gidiyor? gibi eserler hareketimizin temel dayanaklarıdır. Bunlar, her şeyden önce, nesnel olarak gelişen devrimci bir durumda öznel faktörün hayati önemine ışık tutmaktadırlar. Troçki, “devrimci eylem teorisinin yerine kadercilik dinini” koyan ve burjuvaziye yönelik yönelimlerini durumun “devrimci olmadığını” iddia ederek gerekçelendiren Stalinistlerin tutumuna karşı keskin bir polemik yürütmüştür. Troçki şöyle yazmıştı:

Komintern’in teşhisi tamamen yanlıştır. Durum devrimcidir, olabildiğince devrimcidir; işçi sınıfı partilerinin politikaları devrimci değildir. Durum, daha doğrusu, devrim öncesidir. Durumu tam olgunluğuna ulaştırmak için, sosyalizm adına iktidarın fethi sloganı altında kitlelerin derhal, güçlü, aralıksız seferber edilmesi gerekmektedir. Devrim öncesi durumun devrimci bir duruma dönüştürülmesinin tek yolu budur. Öte yandan, zamana oynamaya devam edersek, devrim öncesi durum kaçınılmaz olarak karşıdevrime dönüşecek ve faşizmin zaferini getirecektir. [22]

Troçki, devrimin gelişiminde siyasi hazırlığın hayati rolünü vurgulamış ve bunun nelerden oluştuğunu şöyle açıklamıştır:

Bu, kitlelerin devrimci kaynaşmasında, “demokratik köle sahiplerinin” merhametine, cömertliğine ve sadakatine duydukları kölece umutlardan kurtulmalarında, resmi kamuoyuna nasıl meydan okuyacaklarını bilen ve burjuvazinin emekçilere karşı sergilediği acımasızlığın onda birini burjuvaziye karşı sergilemeyi bilen devrimci kadroların yetiştirilmesinde yatar. [23]

Stalinistlerin “kapitalist sistemin nihai krizinin” henüz başlamadığı iddiasına Troçki şu yanıtı verdi:

Devrimci işçi, her şeyden önce şunu anlamalıdır: Proleter devrimin tek bilimsel teorisi olan Marksizmin, ‘nihai’ kriz için kaderci umutla hiçbir ortak yanı yoktur. Marksizm, özünde, devrimci eylem için bir dizi devrimci direktiftir. Marksizm, iradeyi ve cesareti görmezden gelmez; aksine, onların doğru yolu bulmalarına yardımcı olur. [24]

Troçki şöyle devam ediyordu:

Kapitalizm için kendiliğinden ölümcül olabilecek bir kriz yoktur. İktisadi dalgalanmalar, ancak proletaryanın kapitalizmi yıkmasının daha kolay veya daha zor olacağı bir durum yaratır. Burjuva bir toplumdan sosyalist bir topluma geçiş, kendi tarihlerini yapan canlı insanların faaliyetini gerektirir. Onlar, tarihi tesadüfen veya kendi keyiflerine göre değil ama nesnel olarak belirlenmiş nedenlerin etkisi altında yaparlar. Bununla birlikte, onların eylemleri –inisiyatifleri, cesaretleri, bağlılıkları ve aynı şekilde aptallıkları ve korkaklıkları– tarihsel gelişim zincirinin gerekli halkalarıdır. [25]

Bu sorunlar bugün yakıcı bir güncelliğe sahiptir. İşçi sınıfının devrimci mücadelelerinin ortaya çıkmaya başladığı koşullarda, günümüzün sahte sol örgütleri bir kez daha durumun “devrimci olmadığı” ve bu nedenle işçilerin devrimci bir sosyalist perspektife ve önderliğe ihtiyaç duymadıkları, bunun yerine eylemlerini burjuva kapitalist politikanın mevcut çerçevesiyle sınırlamaları gerektiği konusunda ısrar ediyorlar.

Onlar, 1930’lardaki sosyal demokrat ve Stalinist partilerden farklı olarak, işçi sınıfı içinde kitlesel bir tabana sahip değiller ve hiçbir şekilde işçi örgütü olarak adlandırılamazlar. Bununla birlikte, bu Halk Cephesi siyasetinin temel sınıfsal içeriği ve politik yönelimi aynıdır. Bir bütün olarak egemen sınıf giderek faşizme ve diktatörlüğe yönelirken, sahte sol örgütler işçi sınıfının burjuvazinin sözde daha “demokratik” temsilcilerini desteklemesi gerektiğini ilan ediyor. Böylece kendileri de işçi sınıfına karşı sağcı, karşıdevrimci komplonun bir parçası oluyorlar.

Yalnızca DEUK, politikalarını 1930’ların derslerine dayandırmaktadır. O gün olduğu gibi bugün de, faşizme ve savaşa karşı mücadele, işçi sınıfının bağımsız siyasi seferberliğini gerektirmektedir. İşçi sınıfı, ortak sınıf çıkarları temelinde, kapitalizme ve onun siyasi savunucularına karşı ve sosyalizm uğruna mücadelede uluslararası düzeyde birleştirilmelidir. Siyasi önderlik sorunu belirleyicidir ve bu sorun ancak 1930’ların karşıdevrimci deneyimleriyle, özellikle de Stalinizmin doğasıyla açık bir siyasi hesaplaşma temelinde çözülebilir.

Üçüncü Bölüm: SSCB’de siyasi soykırım ve Stalinizmin karşıdevrimci rolü

Bürokrasi Avrupa’da işçi sınıfının devrimci mücadelelerini boğarken, SSCB sınırları içinde ve dışında da devrimcilere yönelik bir toplu katliam harekâtına girişti. Moskova’da düzenlenen üç göstermelik duruşmanın ilki 19 Ağustos 1936’da başladı. Bu duruşmalarda, çoğu muhalif olan Ekim Devrimi’nin en önde gelen liderleri “karşıdevrimci faaliyetler” ile suçlandı. Sahte itiraflarda bulunmaya zorlanan bu kişiler, idam edilmeden önce halkın önünde çamur içinde sürüklendiler. Başlıca sanıklar, Lev Troçki ile oğlu ve yakın çalışma arkadaşı olan Lev Sedov’du. Troçki davalara bağımsız Dewey Komisyonu’nun kurulmasına önayak olarak yanıt verdi. Troçki, Ocak 1937’de bu komisyonun kurulduğunu duyurduğu kısa açıklamasında duruşmalar hakkında bir konuşma yaptı.

Dewey Komisyonu onu ve davaların diğer tüm sanıklarını “suçsuz” buldu.

Terörden bahsederken “siyasi soykırım” terimini kullanıyoruz. Bu sadece ahlaki bir öfkeyi ifade etme çabası değildir. Bu terimin çok özel bir siyasi ve tarihi anlamı vardır. 1930’ların ikinci yarısında ve 1940’ların başlarında meydana gelen şey, bütün bir tarihsel dönem boyunca uluslararası işçi hareketinin gelişiminin temelini oluşturan Marksist ve sosyalist kültürün taşıyıcılarını fiziksel olarak yok etmeye yönelik sistematik ve hedef gözeten bir girişimdi. Troçki’nin açıkladığı gibi, bu toplu katliam eylemiyle:

Egemen tabaka, kendisine devrimci geçmişini, sosyalizm, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkelerini ve dünya devriminin çözülmemiş görevlerini hatırlatan herkesi saflarından çıkarmaktadır. Baskıların vahşiliği, ayrıcalıklı kastın devrimcilere karşı beslediği nefrete tanıklık etmektedir. [26]

Sovyet devrimcilerine yönelik bu toplu katliam harekâtına, Polonya Komünist Partisi üyelerinin çoğu da dahil olmak üzere Komünist Enternasyonal’in büyük bir bölümünün fiziksel olarak yok edilmesi eşlik etti. Uluslararası alanda ise İspanya’daki devrimcilere yönelik suikastlarla tamamlandı.

En az 1 milyon insanın öldürülmesi ve çok daha fazlasının tutuklanıp hapsedilmesiyle sonuçlanan terörün sadece sosyalistleri ve Troçkistleri etkilediğini söylemek yanlış olur. Ama kararlı devrimci işçilerin, aydınların ve özellikle Troçkistlerin, terörün başlıca hedefleri olduğu belgelenmiş, tarihsel bir gerçektir. 1920’lerde Muhalefet belgelerini imzalayan binlerce devrimci, sistematik olarak takip edilmiş, tutuklanmış ve idam edilmiştir. Bunların arasında, bugün isimleri ve eserleri büyük ölçüde bilinmeyen ancak Stalinizme asla teslim olmamış ve idam edildikleri güne kadar sosyalizm için mücadeleye devam etmiş yüzlerce Troçkist vardı. Pek çok durumda, reşit olmayan çocukları da dahil olmak üzere aileleri de tutuklanıp öldürüldü.

Örneğin, aşağıdaki görselde, bu kurşuna dizme listelerinden birinin kapağını görebilirsiniz. Aralarında Stalin, Molotov, Kaganoviç ve Voroşilov’un da bulunduğu birçok Politbüro üyesi tarafından imzalanmış.

Stalin, Molotov, Kaganoviç ve Voroşilov'un imzalarını taşıyan Mayıs 1937 tarihli bir kurşuna dizme listesinin kapak sayfası.

Aşağıdaki görsel ise böyle bir kurşuna dizme listesinden bir sayfayı göstermektedir. Bu listede Mihail Boguslavski de dahil olmak üzere birçok önde gelen Bolşevik ve eski muhalif bulunuyordu.

En tepede, 1920'lerde Eski Bolşevik ve Sol Muhalif olan Mihail Boguslavski'nin de aralarında bulunduğu 24 kişinin listelendiği bir kurşuna dizme listesinden bir sayfa.

Aşağıdaki liste, 7 Eylül 1937 ile 3 Mayıs 1938 tarihleri arasında bu tür kurşuna dizme listelerine dayanarak ölüm veya hapis cezasına çarptırılan toplam kişi sayısının bir genel özetidir. Örneğin, 3 Ocak 1938 tarihinde toplam 2.771 kişinin bu şekilde “mahkûm edildiğini” göstermektedir. Bunlardan 2.548’inin kurşuna dizilmesine, 223’ünün ise hapsedilmesine karar verilmiş.

Politbüro üyeleri tarafından 7 Eylül 1937 ile 3 Mayıs 1938 tarihleri arasında ölüm ve hapis cezalarına çarptırılan kişilerin sayısını gösteren bir listeden bir sayfa.

Hem aktif hem de eski Sol Muhaliflere karşı oldukça hedef gözeten bir zulüm söz konusuydu. Gizli servis, 1920’lerde Muhalefet platformlarını imzalayanların isimlerini, doğum günlerini, mesleklerini ve partiye katıldıkları yılları gösteren ayrıntılı listeler hazırlamıştı. Öldürülen en önemli ama az bilinen isimlerden sadece bir tanesini saymak gerekirse: Boris Eltsin, 1928-1929 yıllarında Muhalefet’in genel sekreteriydi ve Rusya işçi hareketi tarihinin en seçkin figürlerinden biriydi. Harekete 1897’de, yani Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi 1898’de kurulmadan önce katılmıştı.

Üç Rus devrimine de katıldı ve sadece kendisi değil, üç çocuğu da Muhalefet savaşçıları oldu. Öldürülme şekli, asla teslim olmayanları temsil etmektedir. Tutuklandıktan sonra, 60’lı yaşlarında ve sağlığı çok kötü olmasına rağmen bir kampta açlık grevine öncülük etti ve diğer grev liderleriyle birlikte, Kasım 1937’de idam edildi. Oğlu Viktor Eltsin, Troçki’nin eski bir sekreteri ve aynı zamanda önde gelen bir muhalifti. Sadece dört ay sonra, başka bir kampta, Vorkuta’da açlık grevine liderlik ettikten sonra, yüz Troçkistle birlikte öldürüldü. Bu açlık grevlerinin bir umutsuzluk işareti değil, bir meydan okuma eylemi olduğunu vurgulamak istiyorum: Sovyetler Birliği’ndeki Troçkistlere, Stalinizmin boyun eğmez muhalifleri ve işçi sınıfı davasının savaşçıları olmayı sürdürdüklerini göstermeleri için kalan tek araç buydu.

Viktor Eltsin (sağ üstte) ve Igor Poznanskii (sol ortada) dahil olmak üzere 1928 yılında Sovyet Sol Muhalefeti'nin sürgündeki liderleri [Photo: MS Russ 13 (T 1086), Houghton Library, Harvard University, Cambridge, Massachusetts]

Aşağıdaki görüntü, terörün boyutları hakkında bir fikir vermektedir ve eski Sovyetler Birliği’nde derinlemesine incelenmediğini göstermektedir. Burası, terörün Moskova dışındaki en önemli kurşuna dizme alanıdır. Sovyet hükümetinin ve Bolşevik önderliğin büyük bir kısmı idam edilmiş ve buraya gömülmüştür. Kazı çalışmalarına ancak 1991’den sonra başlanmıştır ve çalışmalar ancak 2021’de, savaş başlamadan hemen önce tamamlanmıştır. Terörün doruğa ulaşmasından 85 yıl sonra, anıtların bulunmadığı ve kazı çalışmalarının yapılmadığı yerler de dahil olmak üzere, bu türden daha pek çok infaz alanı bulunmaktadır.

Tablolarda Moskova’nın yakınındaki Kommunarka infaz alanında idam edilen kişilerin isimleri yazıyor. (WSWS Medya)

Troçkistlere yönelik toplu katliam uluslararası boyuttaydı. Aralarında Erwin Wolf, Rudolf Klement ve Troçki’nin oğlu Lev Sedov’un da bulunduğu, Avrupa’daki Troçkist hareketin en önemli liderlerinden bazıları öldürüldü. Bu kitlesel cinayet seferberliği, yüzyılın siyasi cinayetiyle doruğa ulaştı: Lev Troçki Ağustos 1940’ta Meksika’da Stalinist bir ajan tarafından öldürüldü.

Bu siyasi soykırımın artçı etkileri yirminci yüzyıl boyunca hissedilmiştir ve bugün de hissedilmektedir. Lev Troçki 1937’de, terörün doruk noktasında, Stalinizmin işçi sınıfının bilinci üzerindeki yıkıcı etkisini özetleyerek, “Hitler hariç hiç kimse sosyalizme Stalin kadar ölümcül darbeler indirmemiştir,” diye yazmıştı. Troçki şunu öngörmüştü:

Tarih, kişisel irade ve ayrıcalığın yeni Molek’ine kurban edilerek dökülen tek bir damla kanı bile affetmeyecektir. ... Devrim tüm gizli bölmelerin kilidini açacak, tüm davaları gözden geçirecek, iftiraya uğrayanları aklayacak, ahlaksızlığın kurbanları için anıtlar dikecek ve cellâtların adlarını ebedi bir rezillikle örtecektir. Stalin işlediği tüm suçların yüküyle, sadece devrimin mezar kazıcısı olarak değil, insanlık tarihinin en uğursuz figürü olarak sahneden ayrılacaktır... [27]

Stalinizmin suçlarının vahşetine ve tarihsel büyüklüğüne rağmen, Troçki hiçbir zaman Josef Stalin’in bir birey olarak rolüne veya daha geniş anlamda Sovyet bürokrasisine öznel bir yaklaşım benimsemedi. Stalin’in canavarca rolü ancak çıkarlarını temsil ettiği toplumsal güçler temelinde anlaşılabilirdi.

Troçki, birinci Moskova Duruşması’nın başlamasından sadece iki hafta önce, İhanete Uğrayan Devrim’in taslağını bitirmişti. Bu çalışma, Dördüncü Enternasyonal’in tarihsel ve programatik yöneliminin temelini oluşturdu. Morali bozulmuş orta sınıf radikallerin Stalinizmin yükselişine verdikleri izlenimci yanıtların aksine, Troçki Sovyetler Birliği’ndeki bürokratik yozlaşmayı bilimsel, tarihsel maddeci bir analize tabi tuttu.

1917’den sonra işçi devletinin karşı karşıya kaldığı uluslararası tecrit ve ekonomik geri kalmışlık koşulları, siyasi iktidarı proletaryadan gasp eden ve geniş toplumsal ayrıcalıklara sahip olan bir bürokrasinin doğmasına neden olmuştu. Sosyolojik olarak bu bürokrasinin konumu, toplumsal bir sınıfın değil, ayrıcalıklı bir kastın konumuydu. Burjuvazinin sosyoekonomik konumunun aksine, bürokrasinin ayrıcalıkları üretim araçlarının mülkiyetinden kaynaklanmıyordu. Bu ayrıcalıklar, bürokrasinin, iktidarı işçi sınıfından siyasi olarak gasp etmesine dayanıyordu. Ekim Devrimi’nin bir sonucu olarak, üretim araçlarının kontrolü devletin elindeydi.

“Sosyalizm” ve “kapitalizm” gibi kategorilerin basit ve tarih dışı kullanımını reddeden Troçki, Sovyetler Birliği’nin bir “geçiş toplumu” olduğunu açıkladı; onun kaderi henüz tarih tarafından belirlenmemişti. Troçki şöyle yazıyordu:

Ekim Devrimi, iktidar tabakası tarafından ihanete uğramıştır ama henüz devrilmemiştir. Onun büyük bir direnme gücü vardır ve bu, kurulu mülkiyet ilişkileriyle, proletaryanın yaşayan kuvvetiyle, onun en iyi unsurlarının bilinciyle, dünya kapitalizminin çıkmazıyla ve dünya devriminin kaçınılmazlığıyla örtüşür. [28]

Sovyetler Birliği, ciddi bir bürokratik yozlaşmaya uğramış olsa da bir işçi devleti olarak kalmıştı. Stalinist bürokrasi, bu işçi devleti ve daha geniş anlamda işçi hareketi içinde, emperyalizmin karşıdevrimci bir ajanı işlevi görüyordu. Troçki, bu koşullar altında, işçi sınıfının Ekim Devrimi’nin kazanımlarını savunmasının tek yolunun, devrimi uluslararası çapta genişletme mücadelesinin bir parçası olarak bir siyasi devrimle bürokrasiyi devirmek olduğu sonucuna vardı. Böyle bir siyasi devrim olmadan, “kapitalizme bir geri dönüş tümüyle olanaklıdır” uyarısında bulundu.

Gerçekten de, Sovyet bürokrasisinin 1985’te kapitalizmi restore etmek için harekete geçmesinden yarım yüzyıl önce Troçki, bürokrasinin yeni bir mülk sahibi sınıfa dönüşmesinin ve Sovyet devletini yıkmasının olası gelişme yollarından biri olduğunu tespit etmişti. Bununla birlikte, kapitalist restorasyon kaçınılmaz bir son değildi. “Son çözümlemede,” diye yazıyordu Troçki, “soru, yaşayan toplumsal güçlerin, hem ulusal düzeyde hem de dünyadaki mücadelesiyle karara bağlanacaktır.”

Sovyet lideri Mihail Gorbaçov (sağdan ikinci) ve ABD Başkanı Ronald Reagan (soldan ikinci), bir dizi görüşmenin başlangıcında Hofdi’nin dışında el sıkışıyor, 11 Ekim 1986, Reykjavik, İzlanda. Diğer kişilerin kimliği belirsiz. (AP Photo/Ron Edmonds) [AP Photo/Ron Edmonds]

Bu bilimsel temelli pozisyon, DEUK’u, tarihsel olarak, “sosyalist” ve hatta “Troçkist” olduğunu iddia eden tüm küçük burjuva eğilimlerden ayırmıştır. Hem Pablocular hem de devlet kapitalizmi teorisi savunucuları, farklı biçimlerde de olsa, Sovyet bürokrasisine sahip olmadığı bir rol atfettiler. Devlet kapitalizmi teorisi savunucuları, bürokrasinin yeni bir egemen sınıf olduğunu ilan ettiler. Pablocular ise bürokrasiye devrimci bir rol atfediyor, “öz reform” yoluyla SSCB’de sosyalizmi “gerçekleştirmesi” için ona baskı yapılabileceğini iddia ediyorlardı.

Görünüşte birbirine zıt sonuçlara varmalarına rağmen, bu pozisyonların her ikisi de nihayetinde Ekim Devrimi’nin perspektifini reddeden ve işçi sınıfını devrimci bir güç olarak görmeyen küçük burjuva katmanların toplumsal çıkarlarına dayanıyordu. Ayrıca bunlar, Stalinizmin karşıdevrimci rolünün önemsiz gibi gösterilmesi ya da açıkça inkâr edilmesi ve en kötü suçlarının örtbas edilmesiyle de bağlantılıydılar.

Pablocuların, Stalinizmin ve emperyalizmin tarihsel suç ortakları olarak oynadıkları rol, Uluslararası Komite’nin Lev Troçki suikastına yönelik yürüttüğü soruşturmaya şiddetle karşı çıkmalarıyla reddedilemez bir şekilde kanıtlanmıştır. Ve devlet kapitalizmi teorisinin günümüzdeki yandaşları olan Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri’nin (DSA) liderleri, Troçki’ye yönelik Stalinist suikastı açıkça kutlamaktadır.

Dördüncü Enternasyonal’in tüm tarihi boyunca, ulusal oportünizme ve revizyonizme karşı mücadele, merkezi olarak, Stalinizmin suçlarının teşhirini ve Troçki’nin Ekim’e yönelik Stalinist ihanete ilişkin bilimsel çözümlemesinin savunulmasını içeriyordu. DEUK, bu analiz temelinde, 1985-1991 yılları arasında Stalinist bürokrasi tarafından kapitalizmin restorasyonunu öngörebilmiş ve buna karşı bir mücadeleyi geliştirebilmiştir. Sayısız küçük burjuva eski sol gücün aksine, Troçkist hareketin Stalinizmin nihai çöküşüne ve işçi devletini yıkmasına yanıtı, sosyalizm perspektifinden vazgeçmek olmamıştır.

Tam tersine. DEUK, 1991’e, Sovyet tarihçi Vadim Rogovin ile işbirliği içinde, Sol Muhalefet’in Stalinizme karşı mücadelesi ve Troçkist hareketin tüm tarihi hakkındaki tarihsel gerçekleri ortaya çıkarmak ve savunmak için ortak bir kampanya geliştirerek yanıt vermiştir. Bu kampanyanın başlatılması stratejik bir karardı: Biz, tarihsel gerçek uğruna mücadelenin, işçi sınıfı içinde Marksist bilincin ve sosyalist kültürün yeniden canlandırılması ve yeni devrimci kuşakların yetiştirilmesi için bir temel oluşturması gerektiğinin farkındaydık. DEUK’un bu yönelimin sonucu olarak ürettiği eserler arasında çok sayıda cildin yanı sıra Dünya Sosyalist Web Sitesi’ndeki yüzlerce, hatta binlerce makale bulunmaktadır.

Vadim Rogovin 1996 yılında Almanya'da Bochum Üniversitesi'nde konferans verirken

DEUK’un bu konuda yürüttüğü ve halen yürütmekte olduğu çalışmalar, her şeyden önce, Troçki’nin Dördüncü Enternasyonal uğruna verdiği mücadelenin olağanüstü ileri görüşlülüğünün ve tarihsel öneminin altını çizmektedir. David North’un Ağustos 1987’de yaptığı “Troçkizm Stalinizme Karşı” başlıklı konuşmasında belirttiği gibi, Troçki, Stalinist bürokrasinin kitlesel katliam harekâtının ortasında Dördüncü Enternasyonal’i kurarak, “Marksizmin tarihsel sürekliliğini sağlamayı, işçi sınıfının gelecek kuşaklarına uluslararası işçi hareketinin büyük teorik mirasını ve engin pratik deneyimini somutlaştıran bir dünya partisini bırakmayı başarmıştı.” [29]

Dördüncü Bölüm: Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşu ve emperyalist savaşa karşı mücadele

David North, Lev Troçki ve Marksizmin Gelişimi’nde, Dördüncü Enternasyonal’in Eylül 1938’de kurulmasının “Lev Troçki’nin bir Marksist ve proleter devrimci olarak yaşamının doruk noktasını temsil ettiğini” belirtir. [30]

Troçki’nin kendi değerlendirmesi de böyleydi. 25 Mart 1935’te günlüğüne şunları not etmişti:

İki Enternasyonal’in çöküşü, bu Enternasyonallerin şeflerinden hiçbirinin altından kalkamayacağı bir sorun yarattı. Kişisel yazgımın özel koşulları beni bu sorunla karşı karşıya getirdi, ciddi bir tecrübeyle tepeden tırnağa silahlanmış olarak. İkinci ve Üçüncü Enternasyonal şeflerinden gına getirmiş yeni kuşağı devrimci metotla donatmak, ben hariç hiç kimsenin başaramayacağı bir görevdir. [31]

“Devrimci yöntem”in belki de en kritik unsuru, Marksizmin işçi sınıfına götürülmesi gerektiği ve devrimci önderliğin bilinçsiz, kendiliğinden bir sürecin ürünü olmadığıdır. Dördüncü Enternasyonal’in 1938’de Paris’teki kuruluş konferansında kabul edilen Kapitalizmin Can Çekişmesi ve Dördüncü Enternasyonal’in Görevleri başlıklı programın ilk cümlesi, bu sorunu tüm anlamı ve derinliğiyle özetlemektedir: “Bir bütün olarak dünya siyasi durumu, en çok, proletaryanın tarihsel önderlik krizi eliyle nitelenmektedir.” [32]

David North, Lev Troçki ve Yirmi Birinci Yüzyılda Sosyalizm Mücadelesi adlı kitabında bu konu hakkında şu yorumu yapar:

Troçki, bu sözcüklerle, yalnızca 1938’deki durumu değil ama aynı zamanda modern tarihin başlıca siyasi sorununu özetliyordu. Kapitalizmin yerini sosyalizmin almasının nesnel önkoşulları (yani, üretici güçlerin uluslararası ölçekte gelişmişliği ve devrimci sınıf) vardı. Ancak devrim, basitçe, nesnel ekonomik koşulların otomatik sonucu değildi. Devrim, işçi sınıfının tarihsel sürece, sosyalist bir programa dayalı ve anlaşılır biçimde özenle hazırlanmış stratejik bir plan ile donanmış, siyasi olarak bilinçli müdahalesini gerektiriyordu. İşçi sınıfının devrimci politikası, onun yıkmaya çalıştığı kapitalist sınıfın karşıdevrimci politikasından daha az bilinçli olamazdı. Devrimci partinin tarihsel önemi burada yatmaktadır. [33]

Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşu, bilimsel ve ilkesel değerlendirmelere dayanıyordu. Kökleri tarihsel bir gerekliliğe dayanıyor ve bu gerekliliği ifade ediyordu. Troçki, Geçiş Programı’nın açılış bölümünde, sosyalist bir devrimin nesnel önkoşullarının “genel olarak kapitalizm altında ulaşılabilecek en yüksek olgunluk noktasına zaten ulaşmış” olduğunu belirtir.

İnsanlığın üretici güçleri durgunluk içinde. Hâlihazırdaki yeni buluşlar ve yenilikler maddi servet düzeyini arttırmayı başaramıyor. Konjonktürel krizler, tüm kapitalist sistemin toplumsal krizi koşullarında, kitlelere her zamankinden ağır yoksulluk ve acı çektirmektedir. Artan işsizlik ise devletin mali krizini derinleştirmekte ve zaten istikrarsız olan parasal sistemin altını Burjuvazi, yeni bir dünya savaşının kendi egemenliği için ölümcül bir tehlike oluşturduğunun elbette farkındadır. Ancak bu sınıf, savaşı önleme konusunda 1914 arifesinde olduğundan çok daha az yeteneklidir. [34]

Tarihsel koşulların sosyalizm için henüz “olgunlaşmadığı” anlamına gelen bütün laflar, bilgisizliğin ya da bilinçli yalancılığın ürünüdür. Proleter devrimin nesnel önkoşulları “olgunlaşmış” olmakla kalmayıp, kısmen çürümeye başlamıştır. Bir sonraki tarihsel dönemde bir sosyalist devrimin olmaması durumunda, tüm insanlık kültürünü bir felaket tehdit etmektedir. Şimdi sıra proletaryada, yani asıl olarak onun devrimci öncüsündedir. İnsanlığın tarihsel krizi, devrimci önderliğin krizine indirgenmiştir. [35]

Bununla birlikte Troçki, her türlü öznel argümanı kullanarak Dördüncü Enternasyonal’in kurulmasına karşı çıkan merkezci eğilimlere karşı da polemik yürüttü. Merkezciler Troçki’nin Stalinizm analizine ve siyasi perspektifine katıldıklarını söyleseler de, Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşunu ya erken ya beyhude ya da her ikisi olarak görüyorlardı. Temel argümanlarından biri, Troçkist hareketin yeni bir Enternasyonal “ilan etmek” için çok küçük ve çok yalıtılmış olduğuydu. Yeni bir parti ancak “büyük olaylar”dan ortaya çıkabilirdi.

Troçki onlara şu cevabı verdi:

Dördüncü Enternasyonal, zaten büyük olaylardan; proletaryanın tarihteki en büyük yenilgilerinden doğmuş durumda. Bu yenilgilerin nedeni, eski önderliğin yozlaşmasında ve ihanetinde yatmaktadır. Sınıf mücadelesi bir kesintiyi hoş görmez. Üçüncü Enternasyonal, İkinci Enternasyonal’in ardından, devrimin amaçları açısından ölüdür. Yaşasın Dördüncü Enternasyonal!

Peki, onun kuruluşunu ilan etmenin zamanı geldi mi? …Kuşkucular sakinleşmiyor. Biz, Dördüncü Enternasyonal’in “ilan edilmeye” ihtiyacı olmadığı yanıtını veriyoruz. O var ve savaşıyor. Güçsüz mü? Evet. Onun saflarında çok sayıda insan yok; çünkü daha çok genç. Onlar da, henüz, asıl olarak kadrolardan oluşuyor. Ama bu kadrolar geleceğin güvencesidir. Gezegenimizde, bu kadroların dışında, bu isme gerçekten layık tek bir devrimci akım bile bulunmamaktadır. Enternasyonal’imiz sayıca hâlâ zayıfsa da, doktrini, programı, geleneği, kadrolarının kıyaslanamaz çelikleşmesi açısından güçlüdür. Bugün bunu anlamayan, bırakın bu sırada kenara çekilsin. Yarın bu daha da belirginleşecektir. [36]

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) tarihsel temeller dokümanında belirttiği gibi, yirminci yüzyılın sonraki tarihi “tek gerçek devrimci önderliğin Dördüncü Enternasyonal olduğu değerlendirmesinin doğruluğunu kanıtlayacaktı.” [37] Çağımızın belirleyici görevi, nesnel durumun olgunlaşmışlığı ile işçi sınıfının ve öncüsünün siyasi olgunlaşmışlığı arasındaki uçurumun üstesinden gelmektir.

Bu stratejik hedefe ulaşmak için Geçiş Programı bir dizi ekonomik ve siyasi talep geliştirdi: eşel mobil, sanayinin, bankaların ve tarımın ulusallaştırılması, proletaryanın silahlandırılması, bir işçi ve köylü hükümetinin kurulması. Bu geçiş talepleri, işçi sınıfının bilinci ile karşı karşıya olduğu nihai devrimci görev –iktidarın proletarya tarafından fethi– arasında bir köprü kurmayı amaçlıyordu.

Taleplerin tek bir merkezi hedefi vardı: işçi sınıfının devrimci bilincinin geliştirilmesi. Bunlar, oportünist manevralar için bir gerekçe ya da işçilerin mevcut bilincine uyum sağlama anlamına gelmiyordu. Troçki, “Program, işçilerin geriliğini değil; işçi sınıfının nesnel görevlerini ifade etmelidir,” diye vurguladı. “İşçi sınıfının geriliğini değil; olduğu haliyle toplumu yansıtmalıdır. Program, geriliğin üstesinden gelmenin bir aracıdır.” [38]

Dördüncü Enternasyonal'in kurucusu Lev Troçki

Şu tarihsel bir gerçektir: Sadece Troçkist hareket İkinci Dünya Savaşı’nın karakterini anlamış ve işçi sınıfını durumun net bir kavrayışıyla, burjuvazinin savaş haritasına proleter dünya devrimi için sınıf mücadelesi haritasıyla karşı koymak üzere gerekli programla donatmak için mücadele etmiştir. Bu, birkaç radikal slogan atma meselesi değildi. Aksine, Marksizmin sürekli savunulmasını ve bu temelde devrimci bir önderliğin ve kadronun geliştirilmesini gerektiriyordu.

David North, “Troçki’nin Son Yılı” başlıklı makalesinde, Troçki’nin ve Dördüncü Enternasyonal’in, örgütün kuruluşunun hemen sonrasındaki yoğun çalışmalarına dair güçlü bir genel bakış sunmaktadır. Troçki’nin Amerikan Sosyalist İşçi Partisi’nde (SWP) James Burnham, Max Shachtman ve Martin Abern liderliğindeki azınlık hizbine karşı verdiği ünlü “son mücadele” bilhassa önemliydi. Bu azınlık, Ağustos 1939’da Hitler-Stalin Paktı’nın imzalanmasına, Sovyetler Birliği’nin yozlaşmış bir işçi devleti olarak tanımlanmasından vazgeçerek tepki vermişti.

Bu sadece Sovyet devletini tanımlamak için hangi kelimelerin kullanılması gerektiğine dair anlamsal bir sorun değildi. David North’un yazdığı gibi, bu tartışma “II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında devrimci strateji, program ve perspektif konularında ortaya çıkan en zor sorunların birçoğunu öngörmüştü.” [39] Söz konusu olan, perspektif ve yöntemle ilgili en temel sorunlardı: çağın sosyalist devrim çağı olarak değerlendirilmesi, sosyalist bir toplum inşa edebilecek devrimci bir güç olarak işçi sınıfının rolü, Ekim Devrimi’nin ve Sovyet bürokrasisinin karakteri ve Marksist yöntem. Bürokrasi, egemen ve gerici rolü Sovyetler Birliği’nin geri kalmışlığının ve yalıtılmışlığının ve işçi sınıfının uluslararası yenilgilerinin bir sonucu olan asalak bir kast mıydı, yoksa Marksizmin ortaya çıkışını öngörmediği yeni bir sömürücü sınıf mıydı?

Burnham, Shachtman ve Abern’in pozisyonları esasen Ekim Devrimi’ni ve tüm sosyalist projeyi reddetmekteydi. Bu görüşler, orta sınıf profesörler ve entelektüeller tabakasının keskin bir şekilde sağa kayışını yansıtıyor ve haber veriyordu. Onların işçi sınıfının yenilgilerinden çıkardıkları temel sonuç, önderliğin ihanet etmiş olduğu değil, işçi sınıfının ve Marksizmin başarısız olduğuydu.

Troçki, son makalesi olan “Sınıf, Parti ve Önderlik”te tam da bu konuyu ele almış ve İspanyol Devrimi’nin yenilgisini emekçi kitlelerin üzerine yıkmaya çalışanların özelliklerini saptamıştı.

Yenilgileri kozmik gelişmeler zincirinin zorunlu birer halkası gibi göstermeye çalışan bu etkisizlik felsefesi, yenilginin örgütleyicilerinin programlar, partiler ve kişilikler gibi somut etkenler olduğunu ortaya koymaktan acizdir ve bunu yapmayı reddeder. Bu kadercilik ve bitkinlik felsefesi, devrimci eylemin teorisi olan Marksizme taban tabana zıttır. [40]

Bu “etkisizlik filozofları”, savaş ve Stalinizmin ihanetleri koşullarında, kapitalizme-emperyalizme desteğin yeni ve utanmaz bir temelini oluşturacak biçimde, keskin bir şekilde sağa kaydılar. Burnham ve Shachtman örneğinde, bu evrim özellikle belirgindi. İlki SSCB’ye karşı önleyici nükleer savaşın savunucusu ve başlıca yeni-muhafazakâr (“neo-con”) ideolog haline gelirken, ikincisi antikomünist AFL-CIO bürokrasisinin siyasi danışmanı oldu ve Küba’da CIA tarafından organize edilen Domuzlar Körfezi çıkarması ve ABD’nin Kuzey Vietnam’ı bombalaması gibi suç teşkil eden emperyalist operasyonları ve savaşları destekledi.

Max Shachtman (1904-1972) (Kaynak: marxists.org) [Photo: Marxists.org]

North, makalesinde, Troçki’nin, Burnham ve Shachtman’ı şaşırtacak şekilde, diyalektik mantık sorununu tartışmaya dahil ettiğini belirtir. New York Üniversitesi’nde felsefe profesörü olan Burnham diyalektik yöntemi toptan reddetti. Shachtman ise felsefi meseleleri önemsemediğini ve diyalektik maddeciliğin devrimci siyasetle ilişkisine kafa yormakla özellikle ilgilenmediğini açıkladı. Ancak Troçki, diyalektiğin, devrimci eylem amacıyla, nesnel gerçekliği analiz etme ve anlama yöntemi olarak önemini ısrarla vurguladı. North bu önemli nokta hakkında şunları yazar:

İşçi sınıfının siyasi yönelimi için gerekli olan bilimsel bir perspektifin geliştirilmesi, karmaşık, çelişkili ve dolayısıyla hızla değişen sosyoekonomik ve siyasi duruma ilişkin, pragmatik izlenimcilikle seyreltilmiş formel mantık temelinde edinilemeyecek bir analiz düzeyini gerektiriyordu. Bilimsel yöntemin yokluğu, felsefi uzmanlığa dair tüm iddialarına karşın, Burnham’ın Sovyet toplumu ve politikalarına ilişkin analizinin tarihsel içerikten yoksun olmasında ve büyük ölçüde toplumun yüzeyinde görülebilen görüngülere dair izlenimci açıklamalara dayanmasında kaba bir ifade bulmuştu. Burnham’ın karmaşık sosyoekonomik ve siyasi süreçlere yönelik pragmatik sağduyu yaklaşımı, teorik olarak değersizdi. O, mevcut Sovyetler Birliği’ni, ideal terimlerle, gerçek bir işçi devleti olması gerektiğini düşündüğü şeyle karşılaştırıyordu. Yozlaşmanın altında yatan toplumsal ve siyasi güçlerin tarihsel sürecini ve çatışmasını ulusal ve uluslararası ölçekte açıklamaya çalışmıyordu. [41]

Troçki ve Dördüncü Enternasyonal, bu tarihsel, felsefi ve siyasi yöntemin, yani Marksizmin savunusu temelinde, İkinci Dünya Savaşı’nın karakterini analiz edebilmiş ve dünya sosyalist devrimi perspektifini geliştirebilmiştir.

19-26 Mayıs 1940 tarihlerinde düzenlenen Dördüncü Enternasyonal’in Olağanüstü Konferansı’nda kabul edilen Dördüncü Enternasyonal’in Emperyalist Savaş Üzerine Manifestosu, İkinci Dünya Savaşı’nın emperyalist karakterini şöyle açıklıyordu: “Savaş, kaçınılmaz olarak uluslararası kapitalist çıkarların çelişkilerinden kaynaklanmıştır. Halkı uyuşturmak için tasarlanan resmi masalların aksine, diğer tüm toplumsal kötülükler -işsizlik, hayat pahalılığı, faşizm, sömürgeci baskı- için olduğu gibi savaşın da başlıca nedeni, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve bu temel üzerinde yükselen burjuva devletidir.”

Bununla birlikte, toplumun ana üretici güçleri yalıtılmış kapitalist kliklerin elinde olduğu sürece “ve ulusal devlet bu kliklerin elinde uysal bir araç olarak kaldığı sürece, pazarlar için, hammadde kaynakları için, dünya egemenliği için mücadele, kaçınılmaz olarak, gitgide yıkıcı bir karakter kazanmalıdır. Devlet iktidarı ve ekonomi üzerindeki egemenlik, bu açgözlü emperyalist kliklerin elinden ancak devrimci işçi sınıfı tarafından koparılıp alınabilir.” [42]

David North, makalesinde, Troçki’nin Dördüncü Enternasyonal’i daha uzun vadeli bir perspektife yöneltmeye ve kadroları, kapitalist sistemin ve dünya devriminin krizinde tamamen yeni bir aşamaya hazırlamaya çalıştığını açıklamaktadır. Dördüncü Enternasyonal’in Manifestosu, “Kapitalist dünyanın, uzatılmış bir can çekişme dışında bir çıkışı yok. Uzun yıllar, hatta on yıllar sürecek savaş, ayaklanmalar, kısa ateşkes aralıkları, yeni savaşlar, yeni ayaklanmalar yıllarına hazırlanmak gerekiyor,” diye vurguluyordu.

Açıklamanın “Önderlik sorunu” başlıklı bölümünde şunların altı çizilmişti:

Genç bir devrimci parti bu perspektifi temel almalıdır. Tarih ona kendisini sınaması, deneyim edinmesi ve olgunlaşması için yeterince fırsat ve olanak sağlayacaktır. Öncünün safları ne kadar çabuk kaynaşırsa, kanlı sarsıntılar çağı o kadar kısa süreli olacak, gezegenimiz o kadar az zarar görecektir. Ancak, her durumda, büyük tarihsel sorun, devrimci parti proletaryanın başına geçene kadar çözülmeyecek. Hız ve zaman aralıkları sorunu son derece önemlidir ama bu ne genel tarihsel perspektifi ne de bizim politikamızın yönünü değiştirir. Sonuç basit: proleter öncüyü on kat enerjiyle eğitme ve örgütleme işini sürdürmek gerekiyor. Dördüncü Enternasyonal’in görevi tam da burada yatmaktadır. [43]

DEUK’un bu okulda gözden geçireceğimiz tüm sicili, Troçkist hareketin bu göreve uygun bir tarihe sahip olduğunun kanıtıdır. Şimdi, Troçkist hareketin tarihinde beşinci evre olarak tanımladığımız, hızla gelişen yeni bir savaş ve devrim döneminin koşulları altında, bu “proleter öncüyü eğitme ve örgütleme” çalışması bir kez daha yoğunlaştırılmalıdır. North yoldaşın “SEP’in Haziran 2023 Üye Toplantısı Açılış Konuşması”nda belirttiği gibi:

Kitlesel işçi sınıfı mücadelelerinin gelişmekte olduğu bir dönemde partimizin işçi sınıfına devrimci bir yanıt ve devrimci bir program sunabileceği konusunda kararlıyız. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için kadrolarımızın tarihsel deneyimlere, temel perspektif ve program sorunları üzerine mücadeleye aşina olmalıdır. Başka bir ifadeyle, kadrolarımız hareketimizi diğer tüm siyasi eğilimlerden ayıran şeyin ne olduğunu, neden başka hiçbir hareketin değil de sadece bizim hareketimizin, Marksizm mücadelesinin tarihsel sürekliliğini temsil ettiğini anlamalıdır. En son çıkan kitabın başlığının bu sürekliliği örneklediğini düşünüyorum: Lev Troçki ve Yirmi Birinci Yüzyılda Sosyalizm Mücadelesi. Bizim istisnai Troçkizm anlayışımız şudur: Tüm tarihsel deneyim, sosyalizmin kitlesel devrimci bir hareket olarak gelecekteki gelişiminin, Lev Troçki’nin siyasi mirasına dayanacağını ortaya koymuştur. Bu siyasi miras, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin son 60 yıldaki çalışmaları aracılığıyla geliştirilmiştir... Marksist hareketin tüm tarihsel deneyimi, bunun gerçek devrimci çalışma için vazgeçilmez bir temel olduğunu göstermektedir. [44]

Dipnotlar

[1] Eric Hobsbawm, “Can We Write the History of the Russian Revolution?” in On History, New York: The New Press 1997, s. 242.

[2] David North, “Lev Troçki ve Sosyalizmin Yirminci Yüzyıldaki Yazgısı: Profesör Eric Hobsbawm’a Yanıt”, Rus Devrimi ve Tamamlanmamış Yirminci Yüzyıl (İstanbul: Mehring Yayıncılık, 2019) s. 91-92, 82-83. Çeviren: Halil Çelik.

[3] Lev Troçki, The Transitional Program (1938). Bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2008/10/prog-o21.html

[4] Hobsbawm, “Can We Write the History of the Russian Revolution?”, s. 249 ve s. 247.

[5] David North, “After the Demise of the USSR: The Struggle for Marxism and the Tasks of the Fourth International.” DEUK’un 12. Plenumuna Sunulan Rapor, 11 Mart 1992. Bkz. https://www.wsws.org/en/special/library/fi-19-1/18.html

[6] Lev Troçki, The Permanent Revolution (Londra: New Park, 1971), s. 239-40.

[7] David North, “Lev Troçki ve Marksizmin Gelişimi”, Lev Troçki ve Yirmi Birinci Yüzyılda Sosyalizm Mücadelesi (İstanbul: Mehring Yayıncılık, 2023), s. 42. Çevirenler: Ulaş Ateşçi ve Halil Çelik.

[8] Lev Troçki, “Through What Stage Are We Passing?” 21 Haziran 1924’te yapılan konuşma. İlk kez Rusça olarak Pravda’da ve ardından “Zapad I Vostok” broşüründe yayımlandı. Bkz. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1924/06/stage.html

[9] Lev Troçki, Lessons of October, 1924. Bkz. https://www.wsws.org/en/special/library/lessons-of-october-leon-trotsky-1924/01.html

[10] Lev Troçki, My Life. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1930/mylife/ch41.html

[11] Lev Troçki, “Çin Devrimi ve Yoldaş Stalin’in Tezleri”, Çin Üzerine (İstanbul: Tarih Bilinci, 2000), s. 69-70. Çeviren: Ömer Gemici.

[12] Lev Troçki, The Third International After Lenin. Bkz. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1928/3rd/ti01.htm

[13] Lev Troçki, Almanya’da Faşizme Karşı Mücadele (İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1998), s. 437, 438. Çevirenler: Orhan Koçak ve Orhan Dilber.

[14] David North, Lev Troçki ve Yirmi Birinci Yüzyılda Sosyalizm Mücadelesi, s. 25.

[15] Lev Troçki, Almanya’da Faşizme Karşı Mücadele, s. 465, 466.

[16] Lev Troçki, “The Collapse of the KPD,” Writings of Leon Trotsky (1932-33), New York 1972, s. 195.

[17] Lev Troçki, Almanya’da Faşizme Karşı Mücadele, s. 173.

[18] Age., s. 450, 451. Gözden geçirilmiş çeviri.

[19] Lev Troçki, “The Lessons of Spain: The Last Warning,” Aralık 1937. Bkz. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1937/xx/spain01.htm

[20] Lev Troçki, “Merkezcilik ve Dördüncü Enternasyonal”, 1934: Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2008/09/16/trot-s16.html

[21] Lev Troçki, “The Lessons of Spain: The Last Warning,” 1937. Bkz. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1937/xx/spain01.htm

[22] Lev Troçki, “Once Again, Whither France,” Whither France?, 28 Mart 1935. Bkz. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1936/whitherfrance/ch01.htm

[23] Lev Troçki, “Whither France?”, Kasım 1934. Bkz. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1936/whitherfrance/ch00.htm

[24] Lev Troçki, “Once Again, Whither France,” Whither France?, 28 Mart 1935. Bkz. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1936/whitherfrance/ch01.htm

[25] Age.

[26] Lev Troçki, “The Beginning of the End,” Ekim 1937. Bkz. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1937/10/begin.htm

[27] Age.

[28] Lev Davidoviç Trotskiy, İhanete Uğrayan Devrim (İstanbul: Alef Yayınevi, 2006), s. 345. Kolektif Çeviri. Sonraki alıntılar s. 347, 348.

[29] David North, “Trotskyism versus Stalinism,” 23 Ağustos 1987. Bkz. https://www.wsws.org/en/special/library/trotskyism-versus-stalinism/speech.html

[30] David North, Lev Troçki ve Yirmi Birinci Yüzyılda Sosyalizm Mücadelesi, s. 31.

[31] Lev Troçki, Sürgün Günlüğü (İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1997), s. 63. Çeviren: Aslı Aydın.

[32] Lev Troçki, “The Death Agony of Capitalism and the Tasks of the Fourth International: The Transitional Program,” 1938. Bkz. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1938/tp/

[33] David North, Lev Troçki ve Yirmi Birinci Yüzyılda Sosyalizm Mücadelesi, s. 75.

[34] Lev Troçki, “The Death Agony of Capitalism and the Tasks of the Fourth International: The Transitional Program,” 1938. URL: https://www.marxists.org/archive/trotsky/1938/tp/

[35] Age.

[36] Age.

[37] Tarihsel ve Uluslararası Temellerimiz – Sosyalist Eşitlik Partisi (ABD) (İstanbul: Mehring Yayıncılık, 2017), s. 62. Çeviren: Halil Çelik.

[38] Lev Troçki, “The Death Agony of Capitalism and the Tasks of the Fourth International: The Transitional Program,” 1938. URL: https://www.marxists.org/archive/trotsky/1938/tp/

[39] David North, Lev Troçki ve Yirmi Birinci Yüzyılda Sosyalizm Mücadelesi, s. 155.

[40] Lev Troçki, “The Class, the Party and the Leadership,” 1940. Bkz. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1940/xx/party.htm

[41] David North, Lev Troçki ve Yirmi Birinci Yüzyılda Sosyalizm Mücadelesi, s. 163.

[42] Lev Troçki, “Manifesto of the Fourth International on Imperialist War,” May 1940. URL: https://www.marxists.org/history/etol/document/fi/1938-1949/emergconf/fi-emerg02.htm

[43] Age.

[44] David North, “Introductory Remarks to the Friday Night Aggregate Meeting on June 23, 2023.” Sosyalist Eşitlik Partisi İç Bülten: Haziran 2023.

Loading