Troçki’nin Son Yılı

İkinci Bölüm

Birinci Bölüm | İkinci Bölüm | Üçüncü Bölüm | Dördüncü Bölüm | Beşinci Bölüm | Altıncı Bölüm

Sosyalist İşçi Partisi içindeki azınlık ile yaşanan bölünmenin ardından Troçki, dikkatini, savaşın Batı Avrupa’da aniden genişlemesi üzerine toplantıya çağrılan Dördüncü Enternasyonal’in Olağanüstü Konferansı için bir Bildirge yazmaya yöneltebildi. Nazi Almanyası’nın 1939 sonbaharında Polonya’yı hızla istila etmesini, askeri çatışmada “Sitzkrieg” denilen uzun bir ara takip etmişti. Ancak Nisan 1940’ta Hitler savaşta yeni bir aşamayı başlattı. Wehrmacht, batıya doğru ilerleyerek önce Norveç’i ve Danimarka’yı ele geçirdi; Mayıs’ta da Hollanda’yı, Belçika’yı ve Fransa’yı istila etti.

Troçki’nin kaleme aldığı Bildirge, kapitalist-emperyalist baskının bütün kurbanlarına coşkulu bir çağrıyla başlıyordu.

Dördüncü Enternasyonal, ne halkları katliama sürükleyen hükümetlere ne bu hükümetlerin sorumluluğunu taşıyan burjuva politikacılara ne de savaşan burjuvaziyi destekleyen işçi bürokrasisine başvurur. Dördüncü Enternasyonal, emekçi erkeklere ve kadınlara, askerlere ve denizcilere, harap olmuş köylülere ve köleleştirilmiş sömürge halklarına başvurmaktadır. Dördüncü Enternasyonal’in ezenlerle, sömürücülerle, emperyalistlerle hiçbir bağı yoktur. O, emekçilerin, ezilenlerin ve sömürülenlerin dünya partisidir. Bu bildirge onlara hitap etmektedir. [1]

Bildirge, savaşın patlamasına dair bütün resmi açıklamaları reddediyordu. “Halkı uyuşturmak için tasarlanmış resmi masallarına aksine,” diye yazmıştı Troçki, “savaşın başlıca nedeni, tüm diğer toplumsal kötülükler—işsizlik, hayat pahalılığı, faşizm, sömürgeci baskı—için olduğu gibi, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve bu temele dayanan burjuva devlettir.” [2] Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, askeri çatışmanın patlamasının altında yatan, emperyalist güçler arasındaki rekabetti.

Bu küresel çatışmanın başlıca elebaşları, şimdilik, Britanya, Fransa, Almanya ve İtalya ile Asya’da kendi çıkarlarının peşinde koşan Japonya’ydı. Ancak ABD arka planda pusuda bekliyordu. Troçki’nin öngörmüş olduğu gibi: “ABD, kendi dünya egemenliğini kalıcılaştırmak için … bu büyük çatışmaya müdahale edecektir. Amerikan kapitalizmi ile düşmanları arasındaki mücadelenin biçimi ve zamanı, şimdilik, belki de Washington tarafından bile bilinmiyor. Japonya ile bir savaş, Pasifik Okyanusu’nda ‘yaşam alanı’ uğruna bir mücadele olacak. Atlantik’teki savaş, doğrudan Almanya’ya bile yönelse, Büyük Britanya’nın mirası üzerine bir mücadele olacak.” [3]

Troçki, egemen seçkinlerin “Anayurdu Savunmak” için savaştığı iddialarını bir kenara itti. Burjuvazi, diye yazıyordu Troçki, “anayurdu asla anayurdun iyiliği için savunmaz. Özel mülkiyeti, ayrıcalıkları, kârları savunur. … Resmi yurtseverlik, sömürücü çıkarlar için bir maskedir. Sınıf bilinçli işçiler bu maskeyi küçümseyerek bir kenara atarlar.” [4] Demokratik ideallere yapılan gösterişli göndermelere gelince, bunlar da yurtseverlik ilanlarından daha az düzmece değildi. Britanya başta olmak üzere bütün demokrasiler, Hitler’in iktidara yükselmesine yardımcı olmuştu. Ve hepsi, servetlerinin azımsanmayacak bir kısmını, sömürge halklarının vahşice sömürülmesinden elde ediyordu.

Hitler rejimi, “emperyalizm kültürünün kimyasal olarak saf damıtılması”dan başka bir şey değildi. Demokratik devletlerin faşizmle savaştığı şeklindeki ikiyüzlü iddia, tarihin ve gerçekliğin apaçık bir siyasi çarpıtmasıydı.

Bir zamanlar, Hitler’i Bolşevizme karşı haçlı seferi açan biri olarak selamlayan demokratik hükümetler, şimdi, onun beklenmedik şekilde cehennemin derinliklerinden çıkmış; antlaşmaların, sınırların, kuralların ve düzenlemelerin kutsallığını çiğneyen bir şeytan olduğunu fark ettiler. Sanki Hitler olmasaydı kapitalist dünya bir çiçek bahçesi gibi canlanacaktı. Ne sefil bir yalan! Kafatasının içinde bir hesap makinesi ve elinde sınırsız bir güç olan bu saralı Alman, ne gökten inmiş ne de cehennemden çıkmıştır. [5]

Troçki ardından Stalinist rejimin savaşın çıkmasına yardım etmede oynadığı rolü incelemeye dönüyordu.

Stalin’in Hitler’le kurduğu, dünya savaşının perdesini açan ve doğrudan Polonya halkının köleleştirilmesine neden olan ittifak, SSCB’nin zayıflığından ve Kremlin’in Almanya karşısındaki paniğinden kaynaklandı. Bu zayıflığın sorumluluğu, Kremlin’den başka kimseye ait değildir; onun iç politikası, egemen kast ile halk arasında bir uçurum açmış; dış politikası, dünya devriminin çıkarlarını Stalinist kliğin çıkarlarına feda etmiştir. [6]

Stalin’in suçlarına rağmen, Nazilerin Sovyetler Birliği’ni istila etmesi—ki Troçki bunun kaçınılmaz olduğuna inanıyordu—sadece Kremlin diktatörlüğünün değil SSCB’nin varlığını da tehlikeye atacaktı. Devrimin kazanımları, Stalinizm tarafından her ne kadar çarpıtılmış ve bozulmuş olsalar da, emperyalizmin istilacı ordularına teslim edilemezdi. “Dördüncü Enternasyonal, Moskova oligarşisine karşı yorulmak bilmez bir mücadele verirken, SSCB’ye karşı emperyalizme yardımcı olacak her türlü politikayı kesin olarak reddeder,” diye yazan Troçki şöyle devam ediyordu:

SSCB’nin savunusu, ilkesel olarak, dünya proleter devriminin hazırlanmasıyla çakışır. Biz, cahil ve gerici Stalinizmin buluşu olan tek ülkede sosyalizm teorisini açıkça reddediyoruz. Yalnızca dünya devrimi SSCB’yi sosyalizm adına koruyabilir. Ama dünya devrimi, beraberinde, Kremlin oligarşisinin kaçınılmaz biçimde ortadan kaldırmasını getirir. [7]

Troçki’nin savaş analizi, büyük küresel devrimci mücadelelere sahne olacağına inandığı sömürgelerdeki gelişmeleri kapsıyordu. “Şimdiki tüm savaş,” diye yazmıştı, “sömürgeler uğruna bir savaştır. Bazıları tarafından avlanıyor; onlardan vazgeçmeyi reddeden diğerleri tarafından da tutuluyorlar. Hiçbir tarafın onları gönüllü olarak özgürleştirmeye en ufak bir niyeti yok. Düşüş halindeki metropol merkezler, sömürgelerden olabildiğince çok almaya ve karşılığında olabildiğince az vermeye yöneliyor. Yalnızca köleleştirilmiş halkların doğrudan ve açık devrimci mücadelesi, kurtuluşlarının yolunu açabilir.” [8]

Stalin ile Ribbentrop Alman-Sovyet Paktı sonrası el sıkışıyor.

Troçki, Çin, Hindistan ve Latin Amerika’daki ekonomik ve siyasi koşulları araştırmıştı. Her durumda, özgün koşulları dikkate almak kaydıyla, emperyalist güçlere karşı mücadelenin zaferi, işçi sınıfının yozlaşmış ve uzlaşmacı ulusal egemen seçkinlerden siyasi bağımsızlığının kurulmasına bağlıydı. 1917’de iktidara ilerleyişinde Rus işçi sınıfına yol göstermiş olan sürekli devrim teorisi, emperyalizm tarafından ezilen bütün ülkelerdeki işçi sınıfı için tam geçerliliğini koruyordu. Emperyalist egemenliğin yıkılması, işçi iktidarı ve sosyalizm mücadelesine kopmaz biçimde bağlıydı ve bu mücadeleden ayrılamazdı. Dahası, Rusya örneğinin kanıtladığı gibi, şu ya da bu ülkenin, işçi sınıfının iktidarı almasına izin veren koşullara sahip olmasını önsel olarak belirleyen özel bir sıra yoktu. Troçki bunu şöyle açıklıyordu:

Sürekli devrim perspektifi, geri kalmış ülkelerin ileri ülkelerden sinyal beklemeleri gerektiği ya da sömürge halklarının sabırla metropol merkezlerin proletaryasının kendilerini kurtarmasını beklemeleri gerektiği anlamına gelmez. Kendine yardım edene yardım gelir. İşçiler, uygun koşulların oluştuğu, sömürge veya emperyalist, her ülkede, devrimci mücadeleyi geliştirmeli ve bu yolla diğer ülkelerin işçilerine örnek olmalıdır. Sadece inisiyatif ve faaliyet, kararlılık ve cesaret şu sloganı fiilen gerçeğe dönüştürebilir: “Dünya işçileri, birleşin!” [9]

Troçki, Bildirge’nin sonuç kısımlarında, küçük burjuva azınlığa karşı hizip mücadelesinin açılış evresinde gündeme getirdiği ve yaşamının son haftalarında zihnini meşgul edecek merkezi teorik ve siyasi meselelere dönüyordu. II. Dünya Savaşı’nın patlaması, sosyal demokrat, Stalinist, anarşist ya da başka türden reformist olsun, işçi sınıfının bütün mevcut kitlesel örgütlerinin ihanetleri ile hazırlanmıştı. Peki, öyleyse işçi sınıfı iktidara giden yolu nasıl bulacaktı?

Troçki, işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesinin temel koşullarını bir daha gözden geçirdi: egemen sınıfa yolunu kaybettirecek kadar siyasi açmaz yaratan bir kriz; orta sınıfın geniş kesimlerinin mevcut koşullardan yoğun biçimde hoşnutsuz olması ve bunun büyük kapitalistleri onların desteğinden yoksun bırakması; işçi sınıfının, durumun tahammül edilemez olduğuna ikna olması ve radikal eylemde bulunma isteği ve son olarak, işçi sınıfının ileri kesimleri içinde bir program ve kararlı önderlik. Fakat bu koşulların her biri farklı bir tempoda gelişebilir. Burjuvazi kendisini bir siyasi açmaz içinde bulur ve orta sınıf mevcut koşullara alternatif ararken, işçi sınıfı, geçmişteki yenilgilerin etkisi altında, belirleyici mücadelelere girmekte isteksizlik sergileyebilir. Troçki, savaşın patlak vermesine giden yıllarda uğranılan ihanetlerin işçiler arasında cesaret kırıcı bir hava yarattığını kabul ediyordu. “Ancak bu tür ruh hallerinin istikrarını veya kalıcılığını abartmamak gerekir,” tavsiyesinde bulunuyordu Troçki. “Bunları olaylar yarattı; olaylar dağıtacak.” [10]

Son tahlilde, temel bir toplumsal krizin çelişkili unsurlarının karmaşık etkileşimi dikkate alındığında, devrimin kaderi, önderlik sorununun çözümüne bağlıdır. Bu sorunla yüzleşen Troçki, varsayımsal olarak iki soru ortaya atmıştı: “Gerçek devrimci unsurlar küçük bir azınlığı oluştururken emperyalizmin hizmetinde iki Enternasyonal [Sosyal Demokrat İkinci Enternasyonal ile Stalinist Komintern olarak bilinen Komünist Enternasyonal] olduğuna göre, devrim bu sefer de ihanete uğramayacak mı? Başka bir ifadeyle: proleter devrime önderlik edebilecek bir partiyi zamanında hazırlamayı başarabilecek miyiz?” [11]

Troçki, sekiz ay önce, Eylül 1939’da yazdığı “Savaşta SSCB” başlıklı makalesinde, İkinci Dünya Savaşı’nın sonucunun, sosyalist devrim perspektifinin uygulanabilirliğine karar verilmesinde belirleyici olabileceğini belirtmişti. “Bu sınavın sonuçları,” diye yazmıştı, “modern çağı proleter devrim çağı olarak değerlendirmemiz bakımından, kuşkusuz belirleyici bir önem taşıyacaktır.” [12] Fakat bu açıklama, bir obiter dictum, dünya durumunun ciddiyetini ve bunun işçi sınıfı için doğurduğu tehlikeleri haklı olarak vurgulamayı amaçlayan tali bir yorum niteliğindeydi. Değiştirilemez bir tarihsel zaman çizelgesi olarak okunması amaçlanmamıştı. Nisan 1940’ta yazdığı sonraki bir dokümanda Troçki, Marksist analiz metodolojisi hakkında kritik bir noktaya parmak basıyordu:

Her tarihsel tahmin daima koşulludur ve tahmin ne kadar somutsa, o kadar koşulludur. Bir tahmin, belirli bir tarihte nakde çevrilebilecek bir senet değildir. Tahmin yalnızca gelişmenin belirli eğilimlerini ana hatlarıyla belirtir. Ancak bu eğilimlerle birlikte, belirli bir anda baskın olmaya başlayan farklı bir güçler ve eğilimler düzeni işlemektedir. Somut olaylarla ilgili kesin tahminler arayan herkes astrologlara danışmalıdır. Marksist tahmin yalnızca yön belirlemeye yardımcı olur. [13]

Mayıs ayına gelindiğinde, Troçki’nin, Dördüncü Enternasyonal’i, analizi savaşın ve onun doğrudan sonucunun ötesine uzanan bir perspektif temelinde yönlendirmeye çalışıyor olduğu açıktır. Savaş, yalnızca I. Dünya Savaşı sonrası dönemin krizinin doruğu değildi; aynı zamanda kapitalist sistemin krizinde ve dünya devriminde yeni bir aşamanın da başlangıcıydı. Dördüncü Enternasyonal kadroları, uzun süreli bir mücadele dönemine hazırlanmak zorundaydılar. Şunu dürüstçe kabul ediyordu Troçki: “Elbette, şu ya da bu ayaklanma, devrimci önderliğin olgunlaşmamışlığından dolayı yenilgiye uğrayabilir, muhakkak uğrayacaktır. Fakat bu tek bir ayaklanma meselesi değildir. Bütün bir devrimci çağ meselesidir.”

Peki, savaşın bu şekilde dünya tarihindeki bir dönüm noktası olarak değerlendirilmesinden çıkan sonuç neydi?

Kapitalist dünyanın, uzatılmış bir can çekişme dışında bir çıkışı yok. Eğer on yıllar değilse de uzun yıllar sürecek savaş, ayaklanmalar, kısa ateşkes aralıkları, yeni savaşlar, yeni ayaklanmalar yıllarına hazırlanmak gerekiyor. Genç bir devrimci parti bu perspektifi temel almalıdır. Tarih ona kendisini sınaması, deneyim edinmesi ve olgunlaşması için yeterince fırsat ve olanak sağlayacaktır. Öncünün safları ne kadar çabuk kaynaşırsa, kanlı sarsıntılar çağı o kadar kısa süreli olacak, gezegenimiz o kadar az zarar görecektir. Ancak, her durumda, büyük tarihsel sorun, devrimci parti proletaryanın başına geçene kadar çözülmeyecek. Hız ve zaman aralıkları sorunu son derece önemlidir ama bu ne genel tarihsel perspektifi ne de bizim politikamızın yönünü değiştirir. Sonuç basit: proleter öncüyü on kat enerjiyle eğitme ve örgütleme işini sürdürmek gerekiyor. Dördüncü Enternasyonal’in görevi tam da burada yatmaktadır. [14]

Sürecek

Dipnotlar:

[1] Writings of Leon Trotsky 1939-40, s. 183

[2] Age., s. 185

[3] Tarihsel ve Uluslararası Temellerimiz – Sosyalist Eşitlik Partisi (ABD) (İstanbul: Mehring Yayıncılık, 2017) içinde alıntı, s. 75

[4] Writings of Leon Trotsky 1939-40, s. 191

[5] Tarihsel ve Uluslararası Temellerimiz – Sosyalist Eşitlik Partisi (ABD) (İstanbul: Mehring Yayıncılık, 2017) içinde alıntı, s. 73

[6] Writings of Leon Trotsky 1939-40, s. 197

[7] Tarihsel ve Uluslararası Temellerimiz – Sosyalist Eşitlik Partisi (ABD) (İstanbul: Mehring Yayıncılık, 2017) içinde alıntı, s. 79

[8] Writings of Leon Trotsky 1939-40, s. 202

[9] Age., s. 206

[10] Age., s. 217

[11] Age.

[12] In Defence of Marxism, s. 17

[13] Age., s. 219

[14] David North, Rus Devrimi ve Tamamlanmamış Yirminci Yüzyıl (İstanbul: Mehring Yayıncılık, 2019) içinde alıntı, s. 346

Loading